BİR SEMAZEN’İN FERYADI – GÜNÜMÜZDE MEVLEVİLİK VE SEMA
1 Aralık 2006
BİR SEMAZEN’İN FERYADI
GÜNÜMÜZDE MEVLEVİLİK VE SEMA
هر كسى از ظن خود شد يار من
از درون من نجست اسرار من
Herkesî ez zann-i hod şüd yâr-i men
Vez derûn-i men necüst esrâr-i men
Herkes kendi zannınca benim yari
Aramadı kimse içindeki esrarı
Mesnevi-i Şerif
Uzun yıllar önce semaya yeni başlarken mesnevide okuduğumuz bu beyit ta o zamanlar kafamıza takılmıştı. Gönlümüz burkulmuş O’nun bu sitemine üzülmüştük. Hz. Mevlânâ, Mevlevilik, sema gösterileri, Mevlevi ayinleri, anma törenleri, yurtiçi ve dışı sema organizasyonları ile dopdolu 20 yıla yakın bir zaman geçmiş o günden bugüne. Geriye dönüp baktığımızda, günümüzde Hz. Mevlânâ, Mevlevilik ve sema ile ilgili ne kastediliyorsa, ne yaşanmışsa ve de halen yaşanıyorsa hepsinin içinde bulunmuş biri olarak Hz. Pir’in ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyoruz. Hz. Pir o güzel uslübuyla bizleri son derece nazikane uyarıyor aslında. Kendi zannınızca benim yarim olmanızdan ziyade beni ben yapan esrarı araştırın. Esas olan budur. O esrara gelin buyuruyor. Ama bizler kendi zannımızca yari olmanın kolaylığından nefsimize hoş gelmesinden ve bizlere verdiği dünyevi nimetlerden vazgeçemiyor tam aksine her bir zerresiyle yalnızca Allah (C.C.) diyen ve O’na götüren ve O’nu anlatan ve O’nu yaşatan muazzam bir şahsiyeti ve onun ardından oluşan koskoca bir Mevlevi külliyatını ve de onun bir cüz’ü olan semayı aslının haricinde, heryerde ve de her şekilde icra ediyoruz, kullanıyoruz.
Hz. Pir’in içindeki esrarı bulmak o kadar da zor değil. Aksine öylesine kolay ve bize o kadar yakın ki. Ama ne hikmetse bu esrarı araştırmak kimsenin işine gelmiyor. Alışageldiğimiz rahat dünyamızda keyfimizce yaşamak hoşumuza gidiyor, kolayımıza geliyor. Hz. Pir Kur’anı bende edinip Hz. Muhammed Mustafa ( SAV ) ‘nın ayağının tozu olup alemlerin Rabbi olan Allah (C.C.)’a giden aşk ve cezbe yolundan nasıl gidileceğini, yaşamının her anıyla bizlere anlatmış, yaşamış ve göstermiştir. Ama ne yazık ki bizler Hz. Mevlânâ’nın bir iki sözüyle, sema gösterisinden ibaret sandığımız Mevleviliğin bu yönüyle hiç ilgilenmeyiz. Hz. Pir diyor ki vasiyetinde: ben sizlere gizli ve aleni Allah (C.C.)’tan korkmanızı, az yemenizi, az uyumanızı, az söylemenizi, günahlardan çekinmenizi, oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmenizi daima şehvetten kaçınmanızı, halkın eziyet ve cefasına dayanmanızı, avam ve sefillerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmanızı, kerem sahibi olan Salih kimselerle beraber olmanızı vasiyet ederim. İnsanların hayırlısı insanlara faydası dokunandır, sözün hayırlısı da az ve öz olandır. Hamd yalnız tek olan Allah (C.C.)’a mahsustur. Tevhid ehline selam olsun. Bu vasiyeti kendince zannınca Mevlevi muhiplerine, program yapımcılarına, röportaj ve belgesellerde aktarmak istediğimizde çoğu kimsenin hoşuna gitmedi, duymazdan geldiler yayınlamadılar bile. Allah’la (C.C.) hemhal olmuş Resul’un ayağının tozu olmuş, Kuran’a bende olmuş, namaz kılan, oruç tutan, her türlü günahlardan uzak duran………………………………… Bir Mevlânâ. Halbuki günümüzde insanlara takdim edilen Mevlânâ bu değil. Mevlânâ büyük bir şair, bir filozof, hümanist hatta islama karşı bir reformist olmalıydı. Mevlânâ, Mevlevilik, sema denince herkes büyük bir hüsn-ü kabul gösteriyor nedense. Bu hüsn-ü kabulün yelpazesi o kadar geniş ki; devlet erkanından halka, askerden bürokrata, yerlisinden yabancısına, aliminden cahiline, köylüsünden kentlisine, sağcısından solcusuna………………………. Herkese eyvallah. Bu genel kabul ülkeler bazında bile vardır. Kimi ülkeler bunu uluslar arası kültürel bir mesele olarak görüp; onun eserleri hep farsçadır dolayısıyla o bizimdir derken, kimi ülkelerde o bizim topraklarımızda doğmuş dolayısıyla bizdendir derler. Hatta çeşitli vesilerle Türkiye’de yapılan sema törenlerinde, semazenlerle yapılan röportajlarda ısrarla Farsça bir şeyler okumaları istenerek, kendi ülkelerinde de bakın bunlar semazen ama daha Farsça iki beyit bile okuyamıyorlar diye propaganda yaparlar. Yerli ve yabancı birçok ülke üniversitelerinde onun adına kürsüler kurulur, sempozyumlar, konferanslar, seminerler düzenlenir. Herkes kendi zannınca işine yarayan kısımlarıyla Mevlânâ ve Mevleviliği anlatır. Her vesileyle anma törenleri yurtiçi ve dışında sema gösterileri yapılır. Yerli yabancı binlerce kitap basılır, cdler dvdler, röportajlar, belgeseller, fotoğraflar…………………..
Ne yazık ki bizler toplum olarak az okuruz, okuduğumuzun da zaten aslına varmayız. Araştırıcı değiliz. Duyduğumuza, gördüğümüze itibar ederiz. Hal böyle olunca da Mevlânâ deyince; yeşil bir türbeyle, gel ne olursan ol yine gel yakıştırmasından başka bir şey gelmez aklımıza. Ya da Mevlevilik deyince sema eden beyaz tennureli dervişlerden, ney sesinden ibaret bilgi dağarcığımız hemen devreye girer. Bu bilgi dağarcığımız o kadar sığdır ki başınız dönmüyor mu, siz içki içip de mi çıkıyorsunuz, hap mı atıyorsunuz, başınızdaki mezar taşınız gibi nakaratlarla yıllarca döner dururuz. Toplumsal cehaletimiz ve duyarsızlığımız bir yana entelektüel karanlığımız daha da vahimdir. Mevlânâ ve Mevlevilik alanında çok kıymetli eserler veren ve yazdıklarıyla, yaptıklarıyla, söyledikleriyle hemhal olmuş huzurlarında saygıyla eğildiğim arkalarından rahmetle andığım beş on insanın haricinde Hz. Mevlânâ’yı, Mevleviliği ve semayı diline dolayanlar anlatanlar sözüm ona kitap yazanlar, sema organizasyonları yapanlar, cdler dvdler belgeseller yapanların da ayrı ayrı dertleri var.
Hz. Pir neyi arıyorsan osun sen ondansın sen der. Zaten niyetlere bakıpta amellerinin ne kadar halis olabileceğini tahmin etmekte pek güç bir şey değil. Ortaya çıkan sonuçlarda insanların Hz. Mevlânâ ile ilgili niyetleri apaçık duruyor zaten. Bu sene Hz. Mevlânâ Mevlevilik ve sema ile alakalı yaklaşık yirmiye yakın yeni eser çarptı gözüme. Bir yerde topluca sergileniyorlardı. Maalesef aralarında ciddi olan üç beş eserin haricinde hiçbir şey yoktu. Mesneviden üç beş hikaye, biraz rubai, derleme birkaç beyit, al sana bir Mevlânâ kitabı. Böyle yüzlerce kitap var piyasada. Ne yazık ki Müzik dünyasında da aynı keşmekeşlik yaşanıyor. Üzerine semazen resmi iliştirilmiş birçok cd, dvd var piyasada. Tamamen ticari amaçlı şirket çalışmaları bunlar. Ne bilimsel, ne kültürel ne de sosyal amacı olmayan çalışmalar. Mevlânâ, Mevlevilik sema gösterileri. Günümüzde ciddi anlamda hazır pazarı olan konular. Şekerinden berberine, lokantasından halıcısına, ayakkabıcısından kitapçısına, yemeğinden tatlısına her şey Mevlânâ. Özellikle Hz. Mevlânâ’nın Konya’da olması münasebetiyle bazı şeylerin iyice çığırından çıkmış olduğunu görüyoruz. Davetli olarak gittiğim bir lokantada ikram edilen yemeklerin altına servis peçetesi olarak üzerinde sema eden dervişlerin fotogralarının bulunduğu bir peçete serildi ve bütün ikram onların üzerinde yapıldı. Doğrusu hz. Pirin bir servis peçetesi olmadığı kalmıştı. Ne olsa o her şey oluyordu. Hatta iskambil kağıdı bile olmuştu. Kibrit kutusu da şekeri zaten var hamamı da var galiba Konya’da. Kıyma ile peynirin karışımından yapılan pideye de Mevlânâ deniliyor her nedense.
Sadece ismi ve resimleri bile çok ciddi bir Pazar haline gelen Mevlânâ, Mevlevilik ve semanın dönen dervişleri, musikisi ve gönüllere tesiri ile artık tüm dünya pazarlarına çıkmasının önünde hiçbir engel yoktur. Özellikle yurtdışı programları iyi ticari kazançlar getiriyordur. Hiçbir kontrole tabi olmadan sadece sema gösterisi ve de kısmen tasavvuf musikisi icra edilen yurtiçi ve dışı sema gösterileri beraberinde kontrolsüzce yetiştirilen semazenlerin adedini de çoğaltıyordu. Çok değil on yıl önce yüz bilemediniz yüz elli semazen varken bugün binlerle ifade edilmeye başlandı. Başta İstanbul ve Konya olmak üzere Ankara, İzmir, Bursa, Sivas, Afyon, Urfa vb. gibi birçok ilde birden fazla sema toplulukları oluştu. Çoğunun başında da nasıl şeyh olduğunu bilmediğimiz Mevlevi şeyhleri ile beraber.
Osmanlı döneminden tekkelerin kapatılmasına kadar ki zaman içerisinde İslam tasavvufunun en nadide yollarından biri olan Mevlevilik var olduğu dönemde hem maddi hem de manevi boyutuyla bir güzel sanatlar akademisi olmuş ve bu akademilerden nice sureta ve sireta haza insan diyeceğimiz, eşref-i mahlukat müjdesiyle şerefyab olmuş Mevleviler yetişmiştir. Maddi ve manevi tesirleriyle ilimde tasavvufta sanatta edebiyatta silinmez izler bırakmışlardır. Eskiden Mevlevi tekkelerinde yetişecek herhangi bir nevniyazın tabiri caizse yedi ceddi araştırılır uzak hısım ve akrabalarına bile bakılırmış. Müsbet bulunanlara ise bu işin zorluğu defalarca ve ciddi bir şekilde ifade edilirmiş. Hala semazen olmak ister ya da yola devam etmek isterse görevli dedenin kontrolünde tekkenin mutfağında sema meşki sırasında nefsi ve fıtri hastalıkları tespit edilerek bunlardan arındırılır ve samimi bir derviş olması sağlanırmış. Sema meşki sanıldığı kadar kolay bir şey de değil ayrıca. Özellikle manevi eğitim açısından oldukça zor. Farz ve sünnetlerin haricinde yapılan nafile ibadetler. Dahası nefsin arzularının sindirilip yokedilmesi için uğraşmanız gereken her biri bir öncekinden zor yüzlerce hali yaşayacaksınız. Tevbe, inabet, muhasebe, tefekkür, hulut, uzlet, riyazet, hüsün, korku, ümit, vera, haya, şükür, sabır, rıza, niyet, azim, hedef, yakin, üns, fakr………….. her şeyiyle uzunca bir sürede manevi eğitimini de tamamlayan nevniyaz mübtedi mukabelesiyle birlikte onun artık bir semazen olduğu ilan edilir ve tescil edilirmiş. Aksi bir durumda hata ya da yanlış yapan bir Mevlevi durumuna göre uyarılır, hırkası, sikkesi alınır daha da kötüsü yol verilebilinirmiş. Mevlevilerde usul çok önemlidir. Her türlü hareket belirli bir usule dayanır. Oturmadan kalkmaya, yemeden içmeye, konuşmadan gülmeye varıncaya kadar. Bu edeb içinde yetişen bir Mevlevi dervişi yüz kişi içerisinde alametsiz dolaşsa bile onun bir Mevlevi dervişi olduğu hemen fark edilirmiş. Tekkelerin kapatılmasıyla inkıtaya uğrayan Mevlevilik uzun yıllar sessiz kalmış zamanla tekkeden yetişen Mevlevi külliyatına vakıf dedegan ve dervişanın da sırlanmasıyla meydanda hemen hemen hiç kimse kalmamış. 1946 yılında başlayan anma törenleri ki bunlar son derece küçük törenlerdir 1950 ‘li yıllarda biraz daha canlanmış ve 1960’lı yıllardan sonra giderek artan bir ilgi ile günümüzdeki Hz. Mevlânâ’yı anma törenlerine kadar gelmişti. 1991 yılında kurulan Kültür Bakanlığı Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu ve Sema grubu ile de gerek yurtiçi gerekse yurtdışı programlar da icra edilerek sema resmi bir hüviyet de kazanmıştır.
Eskiden kılı kırk yararcasına maddi ve manevi cephesiyle yetişen semazenler maalesef günümüzde manevi cephesi eksik olarak yetiştirilmektedirler. Çoğu zaman kısa süreli kurslarla grupların ihtiyacına göre iki üç ayda sadece dönmeyi öğrenenler hemen sema gösterisine çıkıvermektedirler. Halbuki sema sadece dönmekten ibaret değil aksine Mevlevilerin mevcudatla birlikte kainatın müşterek sesine uyup Allah (C.C.) ‘ı zikretmesidir. Sema aşıkların gıdasıdır. Çünkü sema’da Allah (C.C.) ile buluşma hali vardır. Sema bir aşk ve cezbe halidir. Ehline helaldir gayrisine haram. Elestü birabbiküm hitabına evet demek ve o sesi işitmektir. Kendini unutup Allah (C.C.)’a kavuşmaktır. Dostun halini görüp bilmektir. Allah (C.C.)’ın sırlarını işitmektir. Sema nefis ile savaşmak, yarı boğazlanmış tavuk gibi toprakta kanlı bir halde çırpınmaktır. Hal böyleyken yetiştirilen bir semazen adayına yetiştirilme süreci içerisinde semanın sırrını gönlüne nakşetmezsen usul ve adab yönüyle bezemezsen fıtri ve nefsi hastalıkları iyileştirmezsen o yetişenden ne bekleyebilirsin. Mevlevilik zaten bir müessese olarak yok ortada. Malumunuz müessesenin olmadığı bir yerde müeyyide de olmaz. Böyle bir ortamda kime ne diyeceksiniz. Şunu nasıl yaptın şunu niçin yaptın ya da yapma diyemezsiniz. Kimse kimseyi takmaz ne hiyerarşi kalır ne usul ne de edep. Artık sema ne için yapılıyorsa o yapıldığı şeyin amacına göre şekil alacaktır. Sözkonusu para ise para için, yurtdışı içinse yurtdışı için, kültürel aktarım için, festival için, turizm için, makam için, şöhret için, şehvet için, başka hiçbir şey elinden gelmediği için, emekli olduğunda boş vakitlerini değerlendirmek için, farklı yerler gezip görmek için, iş olduğu için, kendisine iltifat edilmesi için, için, için………………. Müessesesiz ve müeyyidesiz bir Hz. Mevlânâ, Mevlevilik anlayışı ve sema gösterileri. Muazzam bir Mevlevi külliyatı ve de yetişen yetiştirilen semazenler. Kapanın sahiplendiği liyakatın maneviyatın usul ve adabın hiçe sayıldığı, tarikatın sadece sema ile ilgili usullerinin o da sadece sema gösterilerinde uygulandığı bir sema. Kimseye söylenecek bir söz yok aslında. Bu iş ticaretse; kime ne ben alırım da satarım da bu bir Pazar hem de alıcısı çok olan bir Pazar. Arz ve talep. İyi pazarlık ederseniz program başı komik fiyatlarla uzun süreli bir yurtiçi veya yurtdışı organizasyonu yapabilirsiniz. Zira birçok grup var bu işi yapacak. Rekabet fiyatları aşağıya çeker ama maalesef bizde kaliteyi de aşağıya çekti. İçki içenlerimizden, eline beline diline sahip olamayanlara, serkeşlik edenlerimizden, gittiği yerlerdeki insanları siz nebiçim dervişsiniz hitabını dedirtecek kadar şoka sokup, semazenler hakkındaki suizanları pekiştirmeye varıncaya kadar birçok hadise mevcut unutmak istediğimiz belleklerimizde. Bu kötü hatıralarda sözüm ona şeyhlerden semazenlere, hanendelerden sazendelere kadar azımsanmayacak sayıda insanlar var. Eskiye nazaran durum daha da iyi olsa da hala bu gibi sıkıntılar yaşanıyor ve bu gidişle de yaşanacağa benziyor. Kavun karpuz festivali, filan kongre, falan sempozyum, sünnet düğünü, market açılışı fuar organizasyonu akşam yemeği aperatifi olarak lokantalarda ya da alternatif turizmin havuzbaşı animasyonlarında, ramazan ayının vazgeçilmez sofralarında, özel haftalar ve günlerin herhangi birinde, herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda hatta içkili lüks turistik barlarda bile- gerçi sema yapılırken içki servisi yapılmıyormuş ama- haleti ruhaniyetinize, meşrebinize göre her yerde her zaman ve her şekilde ve de her formatta sema gösterisi izlemeniz mümkün. Ama Mevlevi ayini şerifi ile şerefyab olmanız çok zor.
Mevlevilik diye bir müessese yok ama ne hikmetse Mevlevi şeyhi olduğu söyleyen birçok insan var. Bu şeyhlerimizin bir kısmı paranın bir kısmı makamın bir kısmı da şehvetinin şeyhidir. Çoğu zaman bu üçünü bir arada bulabileceğiniz gibi ayrı ayrı da görürsünüz. Bir bakarsınız şu ya da bu şekilde sema gösterileri ile az ya da çok uğraşan birisi ben şeyhim deyiverir. Bir süre sonra bir sürü insan toplar başına. O artık bir Mevlevi şeyhidir. Nasıl olsa müessese yok ya müeyyideye ne hacet. Serbesttir her şey, yenilir de içilir de, yatılır da kalkılır da, gezilir de tozulur da her şey mübahtır bu insanlar için. Bazı şeyleri edebten anlatamıyorum. Artık şeyhlerimiz uluslar arası arenaya da açılırlar, Avrupa’ya Amerika’ya. Onlar artık kocaman Mevlevi şeyhleridir. Binlerle ifade edilen müridleri ve mürideleri vardır. Değil laf söylemek önlerinden bile geçemezsiniz. Hem madden çok güçlüdürler hem de çok nüfuzlu dervişleri vardır. Dervişlerine sorarsınız siz Müslüman mısınız diye hayır derler mütebessim çehreleriyle, peki hristiyan mısınız diye sorduğunuzda yine aynı cevabı mistik bir eda ile verirler size. Peki nesiniz siz diye sorduğunuz da ise biz sufiyiz derler aynı mütebessim çehreleriyle. Bazen düşünüyorumda bizim şeyhler gitmeden önce en azından oradaki insanlar ehli kitaptı şimdi ise sadece sufi. Bu arada yukardaki ifadelerimden tenzih ettiğim ve bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda şeyhlerimizde vardır. Ancak bu şeyhler de Mevlevilik adına usulunce yapılan sema törenlerini idare etmekten öte pek bir şey yaptıkları da söylenemez. Maalesef durum budur.
Müesseselerinin kapatılmasıyla müeyyidelerinin de yok olup gittiği Mevlevilik yolu; özellikle de batıda hızla gelişen ve İslamsız bir tasavvuf diye de adlandırabileceğimiz bir akım olarak lanse edilmektedir günümüzde. Her türlü dini yükümlülüklerden uzak, islamdan ayrı bir Mevlânâ ve Mevlevilik. Hz. Mevlânâ batıda hoşgörüsü ile insan sevgisi ile şiirleri ile islamın içinden sıyrılarak çıkmış büyük bir reformist ve filozof olarak gösterilmek isteniyor. Hayır, asla. Hz. Mevlânâ ve Mevlevilik İslam olmadan anlaşılabilecek ve yaşanabilecek bir yol ve anlayış değildir. Bundan gayrısı beyhude bir uğraş içindedir. Hz. Pir’in kendi ifadesiyle o Kuran’ın bendesi ve Hz. Muhammed (SAV) ‘in ayağının tozudur. Üstelik bu sözünden kendisinden farklı bir şey nakledilirse de hem o sözden hem o sözü aktarandan şikayetçidir.
Ancak günümüzde sadece sema gösterisi gibi koskoca Mevlevi külliyatının vitrini olan bir kısma sıkışan Mevlevilik ne kadar daha, kültürel bir obje, bir form olarak, ya da folklorik bir unsur olarak yaşamaya, yaşatılmaya çalışılacak. Bu ne kadar mümkün olabilir. Kendi köklerinden nerdeyse kopartılmış İslam tasavvuf kültürü ve dinamiklerinden uzakta kalan bir sema nasıl yaşayabilir. Son zamanlarda UNESCO’nun Türkiye’nin talebi üzerine Mevlevilik ve sema’ı koruma altına alması bile bizler için yeterince düşündürücü, ibret verici ve utandırıcı değil mi? Üstelik batı kültürü birçok örnekleriyle defalarca şahit olduğumuz üzere, İslam, Müslüman gibi kavramlara önyargılı davranışlarını defalarca sergilerken hz. Mevlânâ ve Mevlevilik gibi tamamen islami bir tasavvuf kültürünün ürünü olan bu koca külliyatı nasıl koruyacak. Yoksa UNESCO da kendi zannınca herkesin yaptığı gibi kendi menfaatlerine uygun bir şekilde mi koruyacak.
İşin doğrusu artık her şey zıvanadan çıktı. Edep sahibi Mevlevi muhibbi olanlar da kendi köşelerine çekildi. Zira cephe o kadar genişledi ki kime ne söyleyeceğimizi ne anlatacağımızı şaşırıyoruz artık. İşin tuhafı kimse bir şey dinlemiyor bir şey de duymak istemiyor. Şu ya da bu şekilde ama tamamen münferit çabalar ve hizmetlerle himmet görmüş, Hz. Pir’in lütfuna mahzar olmuş onun gölgesi altına sığınmış kişiler de durmadan dua ediyor ve gözyaşlarıyla yalvarıyor Cenabı Hakka. Bu muazzam yol bitmesin, dervişler yeniden yeşersin, neyler üflenip kudümler çalınsın, gözü yaşlı dedegan dervişan çoğalsın, semahanelerde sadece Senin rızan için, Seninle hemhal olmak için, varlıktan habersiz olup mutlak fanilik içinde bekâ âlemenin zevkine varmak için sema edilsin. Sema edilsin. Sema edilsin. Sema edilsin …….diye
Yetiştiğimiz ve içinde bulunduğumuz bütün tasavvufi hoşgörü edep ve muhabbet dairesince ifade ettiklerimiz, kol kırılır yen içinde kalır düsturunca belki de söylenmemesi ve anlatılmaması gereken şeyler idi. Ya da Mevlevi tabiri olan “kan et kanun etme” düsturunca bizimle birlikte ağladığımız gecelerin karanlık yalnızlığında hapsolunmalıydı. Ama artık kırılacak biryerimiz kalmadı akacak kanımızda yok. Her birimiz birer ceset olduk, ruhumuzu kaybettik. Bu yüzden de kokmaya, kokuşmaya başladık. Semamızla musikimizle gösterimizle yaşantılarımızla, yaptıklarımızla ve dahi yaşadıklarımızla. Kendimizle beraber bize ait olmayan uhrevi birçok güzelliği de kötü ettik. Artık bu kokuya dayanılmıyor. Gecenin en zifiri karanlığı, sabahın en yakın olduğu andadır, gerçeğiyle bizler de hasretle bekliyoruz güneşin doğmasını.
Yarabbi bizleri Hz. Mevlânâ’na layık derviş, Hz. Muhammed (SAV) ‘e layık ümmet, Sana layık kul eyle. Amin.
Vakti şeriflerimiz hayrolsun.
Hayırlar fetholsun.
Şerler defolsun.
Allah’ı azimüşşan ismi zatıyla
Kalblerimizi pür nur kılsın.
Demler safalar ziyada olsun.
Dem Hz. Mevlânâ
Sırrı Cenabı Şems
Keremi imamı Ali
Şefaati Muhammedin nebiyyin
Hu diyelim
Hu…