Bir geleneği olmak 3

A+
A-

Bir geleneği olmak 3

Gelenek veyahut Anane kavramının birden fazla anlamı varsa da günümüz Türkiyesinde sadece bir anlamı yaygın olarak bilinmekte ve kullanılmaktadır. Bu anlam daha çok sosyolojik, antropolojik ve folklorik anlamda olanıdır. Bununla nesiller boyu devam ederek yerleşik hal almış normlar ve uygulamalar anlaşılmaktadir. Bu da mühimdir zira bir toplumu diğerinden ayıran hususi örfler, âdetler ve görenekler bu çatı altında değerlendirilirler.

Aslında bu manadaki geleneklerin de ilk başlangıç noktasında muhakkak bir fikir, bir düşünce bulunur. O düşünceden kalkarak uzun yıllar tatbik edilegelen bu uygulamalar artık bir kültür halini alır. Mesela sünnet, kına, nişan, evlilik törenleri ile doğum, ölüm ve bayram merasimlerinin biçimleri kuşaktan kuşağa aktarılan böylesi bazı âdetlerdir.

Ne var ki bu âdetler bazen yanlış bir şeyin devam ettirilmesiyle de oluşabilir. Bazen de iyi başlayıp zamanla yanlışa doğru evrilebilirler. İspanya’daki Boğa güreşleri, bazı Afrika kabilelerinin kanibalizmi v.b. gibi bazı âdetler makbul sayılacak âdetler olmasa gerektir. Bu yüzdendir ki özellikle modernistler ve ilerlemeciler ne zaman gelenek veyahut Anane denilse hemen bu donan, kemikleşen menfi anlamı öne çıkarıp itiraz ederler. Onlara göre iyi şeyler hep moderndir ve ileridedir. Yatay ilerleme ile hakikat bulunacaktır. Bu grupların dini ilimler sahasında olanları da (ki nedense ülkemizde çokturlar) metafizik konularda benzer tavırlara sahiptirler. Bir ayeti de buna delil getirirler: “Onlara Allah’ın indirdiğine uyun denildiği vakit onlar atalarımızı neyin üzerinde bulduksa ona uyarız dediler. Ya ataları bir şey akıl erdiremez ve de doğruyu seçemez kimseler iseler?”. (Bakara-170).

Şimdi onların karıştırdıkları noktaları tek tek inceleyelim. Her şeyden evvel Anane bir kaymaya, bir sapmaya uğrarsa o artık Anane olmaktan, Gelenek olmaktan çıkar. Bir donma, bir pıhtılaşmanın ardından mertebe kaybeder ve adı artık ya âdet olur veyahut başka bir şey. Bu tıpkı şuna benzer. Biz Allah’ın ibda ettiği bir şeye Sünnetullah diyorken Şeytan’ın başlattığı bir şeye Sünnetüşşeytan demeyiz. Belki işlevsel olarak ikisi de yol demektir, tarz demektir ama birisi müsbet diğeri menfidir. İyi yol – kötü yol, beyaz yol – kara yol, doğru yol – yanlış yol ayrımlarında Gelenek iyi, doğru olana verilen addır. Binanaleyh ayette geçen “Atalarımızı neyin üzerinde bulduksa” dedikleri şey Gelenek değildir. Bilakis Gelenek olmaktan çıkarak sapmış bir pratiktir.

Her geçmiş kötü olsa idi fıkıhta Örfî hukuk diye bir müracaat şekli olmazdı. Hatta çözümünü bulamadığınız bir hususta bizden evvel geçenlerin şeriatına da (kable men şerea) bir bakmalı prensibi de anlamsız olurdu. Yani diğer dinlerin uygulamalarına dahi bakılması tavsiye edilmektedir.

Kozmolojide bir konulmuş kurallar var ve biz bunlara bilim diliyle Fizik ve Kozmik Yasalar diyoruz değil mi? Dini terminolojide bunlara Sünnetullah diyoruz. Güneş ve Ay, Dünya ve gezegenler belirli bir hareket ve fonsksiyonlara sahiptirler. Bu bilgi kadim bir bilgidir. Milyonlarca yıldır süregelen bir kozmik Gelenektir. Şimdi siz hayır bugün Güneş doğmayacak, Ay ışığını bundan böyle Güneşten almayacak v.b. gibi bazı kararlar alabilir misiniz? O Kanunlar artık geçmişte kaldı şimdi modern kurallar koymak lazım der misiniz? Derseniz size ne derler? Burada izlenilmesi gereken doğru yöntem Evrensel Kanunları (Gelenek) değiştirmek aptallığına kalkışmak yerine onları keşfetmeye ve anlamaya çalışmaktır. Bilimsel ilerleme bu demektir. Yoksa Güneşi bombalamak değil.

İşte din ve düşünce tarihinde de evrensel kurallar vardır. Bir de bunlara bağlı olarak gelişen yorumlar, açıklamalar. Mesela Allah Zatı itibariyle Bir’dir ama pek çok sıfatı ve ismi vardır demek bir Esas’tır. Hadi bunu değiştirelim diyemezsiniz. Ama ne yaparsınız, Geleneğe tabi alimlerin yaptığı gibi, “Kesret der Vahdet” diye bir açılım geliştirebilirsiniz. Fakat bunu yapabilmek için tıpkı Pergel metaforunda olduğu gibi bir ayağınızda Gelenek’te sabit kadem olmalısınız. Tıpkı sabit bir çivi etrafında dönen semazen gibi diğer ayağınızla yetmiş iki ilmi dolaşabilirsiniz. Sabiteler ve Değişkenler nedir iyi bilmek gerekir. Bütün değişkenler sabiteler üzerine kuruludur.

İşte İslami ilimlerde metafizik sabiteyi kabul edip onu keşfetmeye çalışmak bir gelenektir. Bu muhakkak ileride elde edilecek diyemezsiniz. Bunu elde eden geçmişte de olabilir şimdi de, gelecekte de. Çünki Hakikat lineer olarak, yatay olarak ileride elde edilecek bir şey olmayıp zaten var olan dikey bir sabitedir. Yüzündeki nikabı ne zaman, nerede ve kim kaldıracaksa o ehl-i hakikat olur. Sonra bize de bildirirse biz de onun verdiği bilgileri anlamaya ve şerhetmeye başlarız. İşte buna bir düşünce geleneğine tabi olma denir.

Türkiye’de bazı ilahiyatçılar bu kavramın sadece sosyolojik ve hem de menfisinden olanını anladıkları için bir türlü bir Geleneğe tabii olmayı anlayamıyorlar, temellendiremiyorlar.

Mesela siz felsefede ne derseniz deyin ya Platon veyahut Aristo’ya bir şerh düşmüş olursunuz. Yani o geleneğe tabi olursunuz. Çağımızın önemli filozofu Heideger bunu itiraf etmiştir. Ben biraz Pisagor, biraz Platon ve biraz da Sühreverdi’yim demiştir. Bu, felsefede bir geleneğe tabi olmak demektir.

Bizde, Selçuklu – Osmanlı çizgisinde, bin yıl boyunca İbn Arabi Geleneğine ve Mevlana Geleneğine bağlı olarak İslam anlaşılmış ve her müessesede bu görüş hakim kılınmıştır. Ta ki Büyük Kırılma dediğimiz dönüşüm yaşanıncaya kadar. Bizde devrimler geleneği vurdu. Bundan en fazla etkilenen de ister karşı çıksın ister çıkmasın ilahiyatçılar oldu. Adeta bir tür Stockholm Sendromu gibi ilahiyatçılar da Kemalist teolojiye teslim oldular. Hatta aşık oldular. Gelenek karşıtlığı, tasavvuf karşıtlığı, hadis karşıtlığında buluştular. Söylemleri aynı: Kur’ân İslamı, Akıl ve mantık dini, İslam dini fazla maneviyat doldu biraz maddeci tarafını öne almak lazım, bir problem olarak kutsiyet, velâyet ve kerâmet v.s.

Hasılı dinde, siyasette, fikirde, estetikte Gelenek oturmadığı sürece Türkiye birilerinin elinde yaz boz tahtası olmaya devam edecektir.

Yeni Şafak Gazetesi