Bilgelikname: Fihi Mafih Recep Dikici

A+
A-

Bilgelikname: Fihi Mafih

Recep Dikici

Bilgi ile malumat birbirine yakın görünürler, ama aralarında nüanslar vardır. Bilgi işe yarar, her durumda sahibine veya muhatabına fayda sağlar; ama malumat daha çok dolgudur. Bilgi gibi düzenli ve ölçülü değildir.

Mevlâna, bilgi sahibidir, malumat değil. Her sohbetinde, her konuşmasında muhakkak birkaç hadise aktarır, bir âyet, hadis, kelâm-ı kibar, evliyaullah hayatından bir kesit… Bu kadar hadise, bu kadar isim, bu kadar âyet, hadis, söz nasıl akılda tutulur doğrusu hayretle karşılanacak bir durumdur. Ancak devrin şartlarıyla açıklamak yerinde olacaktır.

Divan-ı Kebitûe söz söylerken coştuğunu, kendini terk ettiğini, başka bir Mevlâna olduğunu görürüz. Mesnevide devirlerin, asırların sahibi konuşur. Bilgedir, hocadır, âlimdir, ariftir, filozoftur… Mektubatta şeyhtir, arkadaştır, dosttur. FihiMafih’te ise bilgeliğinin öne çıktığını gözlemliyoruz. Daha çok devlet adamlarına sesleniyor. Onların sorularını cevaplıyor. Devlet yönetiminde bulunanlara söylüyor sözlerini. Aynı zamanda bütün müritlerine ve ihvanına da sesleniyor.

Fihi Mafih, Mevlâna’nın kendi kaleminden çıkmamış, müritleri kaleme almışlar. Konuşmaları dikkatle incelediğimizde eserin Mevlâna’nın Ölümüne yakın zamanlardaki konuşmalarının kaleme alındığını ve bir tertip içinde eser haline getirildiğini görürüz. Zaten kitabın sonunda şöyle deniyor: “Bu esrar-ı Celilin tahriri, Mukaddes türbede, cuma günü, mübarek Ramazan ayının dördünde, 751 senesinde tamam oldu. Gani Tanrı’ya muhtaç olan ben, Bahaeddin Mevleviyü’l-Âdiliyü’s-Serayî, Tanrı onun sonunu iyi etsin!” (sh:356, MEB, 19120)

Bu eserde Mevlâna, bilgisini konuşturuyor desek edepsizlik etmiş olur muyuz acaba. Her paragrafında bilgi, hikmet, ibret dolu bir eser. Bunun için yazarının/söyleyeninin bilgisinin üst seviyesini gösteriyor. Bilgelikname deyişim de bundandır. Pervane’ye söylediklerinden tutun, korkuyla ilgili modern psikolojinin uyguladığı sisteme kadar ne çok bilgi var. Korktuğun şeyin üzerine git, sen onun üzerine gidersen o da senden uzaklaşır gider, diyor, (sh: 63)

Devrin siyasi, sosyal çevresiyle ilgili epeyce ipuçları da bulunuyor eserde. Moğollardan söz ediyor yer yer. Atabey’den söz ediyor. 0 devirde atabeylik sistemini incelediğimizde, Mevlâna’nın devlet adamlarının da yetişmesinde rolü olduğunu görürüz.

Fihi Mafih bir tasavvuf kitabıdır. Âlem, araz, mürid, yaratıcı, yaratılan, beka yurdu gibi tasavvufi konuların en çok işlenen konu olduğunu söyleyebiliriz.

Araz, âlem gibi bir kısım çözümlemeleri benim bilgi alanımı aştığı için oraları ehline bırakıyor, bu kadarcık değini ile geçiyorum.

Ne hazin ki, yıllar boyu Mevlâna bize başkaları -bir anlamda Ötekileştirdiklerimiz/veya ötekileştirildiğimiz kimseler- tarafından anlatıldı. Uyku o kadar derindi ki uyanıp hadi Mevlâna okumaya diyenlerin sesini bile duymadık. Orada burada gönüllüleri vardı ama bizim gafletimiz onca derindi ki onları göremedik.

Balkan savaşlarından sonra birçok öz varlığımızı yitirdiğimiz/yitirmek zorunda bırakıldığımız için midir bu uyku. Ya da kendimizi sürüklediğimiz bir uçurum mudur? Başkaları üzerinden hesaplaşma her zaman en kolay olanıdır. Asıl kendimizi sorgulamakta mesele. Dedelerim, ninelerim okuma-yazma bilmezler. Bu bilmemekle neyi sorgulayacaklar, neyi bileceklerdi? Şunu da unutmamak gerek ki, onların irfânî bilgileri bizim kitabî bilgilerimizin kat be kat önüne geçebilir. Onların şifahî eğitimleri şimdiki okullardan/okullulardan -bazı yönleriyle- çok daha sahih idi.

Sevindirici olan şu ki, son yıllarda Mevlâna’ya hakiki manada bir yöneliş görünmektedir. Gençler Mesnevi okuyorlar, yorumluyorlar. Mesnevi/şerhleri okunuyor kimi meclislerde. Yayınevleri Mevlâna üzerine eserler yayımlıyor, dergiler Mevlâna sayıları hazırlıyor, Cihan Okuyucu gibi gönlü yüce insanlar da radyo ve televizyonlarda Mesnevi sohbetleri yapıyorlar. Bu gibi örnekler Mevlâna’yla ilgili kaderimizin iyiye değiştiğini gösteriyor. Timaş yayınları Mesnevî’yi bir cilt halinde uygun fiyatla hazırladı, Sütun yayınları Işığın Kalbi, Mevlâna gibi eserler yayınladı.

Mevlâna FihiMafih’le bilginin tamamının Allah’a mahsus olduğunu anlatıyor: “İnsanda ilim tamamen bulunup, bilgisizlik olmasaydı, insan da kalmazdı. Varlığın bekası bilgisizlikle mümkün olduğundan, bu manada, bilgisizlik matluptur.” Mutlak manada insanın bilgiye ulaşamayacağını, ulaştığında ise yanacağını, yok olacağını, çünkü insanın bunu kaldıramayacağını anlatıyor.

Bilginlerle ilgi çekici bilgi veriyor. Kötü bilgin emiri ziyaret eder, iyi emirde bilgini ziyaret eder fikrini işliyor.

“Biz vermeyi öğrendik, almayı öğrenmedik.”(sh:4) sözüyle tasavvufi duruşunu ifade ediyor.

Yalan konusunda Peygamberimizle, amcası Abbas arasında geçen ilgi çekici konuşmayı aktarıyor. Hazreti Abbas’ın tam imana kavuştuğu anı, içindeki yalanlardan sıyrıldığı anı anlatıyor. Gelin görün ki, günümüzde oruç ağız göze bakıla bakıla söylenen yalanlar çok doğal, çok sıradan bir hadise gibi, bir müminin davranışıymış gibi algılanıyor.

Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu anlatırken kışkırtıcı cümleler kuruyor. “Tanrı aldatıcıdır. Güzel şekiller göstererek aldatır.”(sh:10) Kötünün yanında aldatıcı güzelleri de yarattığını ve bununla bizi imtihan ettiğini anlatıyor.

Sözün bir şekil olduğunu, insanı insana çeken unsurun ruh olduğunu anlatıyor. İnsanı dünyada yaşatan şeyin hayal olduğunu vurguluyor, “meselâ bahçe hayali bahçeye, dükkân hayali dükkâna.”(sh:12)

Adaletle ilgili ilgi çekici bir örnek veriyor. Padişah birine çokça mal, mülk, para veriyor. Etrafından bu davranışındakiler ötürü onu ayıplıyorlar ama bir savaş günü padişahın yanında sadece o adam kalıyor.

“Din sahibini tanır.” diyerek dine bakışının orijinalliğini ortaya koyuyor. Burada ayırt etmenin önemini vurguluyor. Delinin de eli ayağı vardır, ama bunun ayırdında değildir.

Varlığın insanla anlam kazandığını, insanın olduğu yerde eksilme veya artmanın olduğunu söylüyor. Dağın başına konup kalkan kuş neyi artırır, neyi azaltır diyerek insana vurgu yapar.

Âlemin bir köpük olduğunu, dünyanın da kalp para, insanın ise varlığın bir haritası olduğunu söylüyor.

“Dünya uykuda olan bir adamın gördüğü rüya gibidir.”(hadis)

İnsan dünyaya muayyen vazifeleri görmek için gönderilmiştir. Bunu bir örnekle anlatıyor. “Bir padişah seni muayyen bir işi için bir köye gönderdi. Sen gittin ve o iş için gitmiş olduğun halde, onu yapmayarak daha başka yüz iş yaparsan hiçbir iş yapmış olmazsın. Binaenaleyh insan, bu dünyaya bir iş için gönderilmiştir, gaye odur.”(sh:23)

Dünya bir ticaret yeridir, insanlar kendilerine verilenleri Allah’a satarak ondan kazandıklarını ahirette harcayacaklardır. Benim verdiklerimi bana satınız şeklinde yorumlayacağımız bir hadise. Allah kendi veriyor, kendi satın alıyor. Vakti, nefsi, malı veren o. Satın alan da o. Ne güzel ticaret değil mi! “Allah mü’minlerin canlarını, mallarını kendi yoluna vakfetmeleri mukabilinde, onlara cennet vermiştir.(Kur’an, sure:9, Âyet: 112)

“İnsanlar Tanrı’nın seyyar satıcılarıdır.”(sh: 97)

Vücut insan için bir binektir. Dünya ise o bineğin ahırıdır. Atın yemi binicinin yiyeceği olamaz. Eğer öyle olursa hayvanlık duygusu insanı yenmiş olur.

Hakikatla şüpheyi mukayese eder. “Bir hakikat yüz şüpheden iyidir.”(sh:75) der.

İnsanın Allah tarafından korunduğunu hazret-i İsa’dan bir örnekle anlatıyor. Hazret-i İsa yağmurlu bir gün karakulağın yuvasına girer. Vahiy gelir ve karakulağın yuvasından çıkması istenir. İsa o hayvanın sığınağı olduğu halde kendinin sığınağı olmadığını söyler. Yine vahiy gelir, senin de böyle bir evden atanın var. Sen de böyle bir lutfa mazharsın, denir.(sh:65). Bu hadiseyle insanla diğer varlıkların arasındaki muhataplık durumunu açıkça anlatır ve insanın söze muhataplığını vurgular.

“Melek bilgisiyle, hayvan da bilgisizliğiyle kurtuldu. İnsan ise ikisi arasında keşmekeşte kaldı.”(sh.123). İnsanların orta yolu takip etmek üzere yaratıldığını anlatıyor. İnsan her iki durum üzre vardır. Mutlak manada durgunluk/huzur/dinginlik yoktur. Keşmekeş içinde insan onu aramakla yükümlüdür.

Ne güzel söylemişler o hikâyeyi! İki şeye gülesim geliyor: Biri, zencinin parmaklarının ucunu siyaha boyaması, diğeri de bir körün dışarıyı seyretmek için pencereden başını dışarı çıkarmasıdır. İç gözleri kör olanlar vücut penceresinden başlarını çıkarırlar.

Soyutlamayı anlatır bir yerde, “insan gördüğü ve anladığı şeyden sıkılır, usanır ve kaçar.”(sh:177). Bediüzzaman’ın sanatta mücerretliği anlattığı Muhakemateserini burada hatırlamak yerinde olacaktır. Soyutluk modern edebiyata geç dönemde girmiş olmasına rağmen on üçüncü yüzyılda Mevlâna tarafından dillendirilmiş olması ne kadar manidar değil mi? Sembolistlerin kulakları çınlasın! Dini hakikatleri okurun gözüne sokarak anlatan hidayet romancılarının, hikayecilerinin kulakları çınlasın! Ne diyor Mevlâna “Âlem hayalle kaimdir. Yâr, yârin hayalinden kuvvet alır, gelişir ve yaşar.”(sh:188). Yaşanmamış olayları anlatamazsın diyen ilahiyatçı hocalarımın kulakları çınlasın! Mevlâna’dan daha iyi bildikleri (!) içindir o tavırları!

“Bütün doğru zanlaryakînden süt emerler ve onunla büyürler.’lsh: 206). İnsan hüsnü zanna memurdur, diyen Bediüzzaman’la aynı paralelde değil midir?

Bu arada şunu söylemeden geçmeyelim: Fihi Mafihte anlatılan birçok mesel Bediüzzaman’ın Risale’lerinde de yer alıyor. Mesela sayfa 237’de anlatılan akrep konusunu Bediüzzaman da İhlâs Risalesinde anlatır.

Açlık bir soru, yemek ise onun cevabıdır, yorumu çok ilgimi çekti. Yememek ise o soruya şimdilik gerek yok anlamında verilmiş bir cevaptır, diyor. Her şeyin bir soru cevap biçimde geliştiği fikrini işliyor. Öğretmenin ders anlatması için öğrencinin istemesi, sorması gerekir. “Öğrencinin bilgisizliği olmadan öğretme olmaz.”(sh:273).

Şükür bir bağdır, nimetlerde av. “Şükür nimet memesini sağmaktır. Dolu olsa bile sen sağmadıkça süt gelmez.”(sh:278). “Şükretmemek hastalığın doğmasını mucip olur.”(sh:278).

Alışkanlıkları, bu kabullerin yıkılışını ilginç bir örnekle anlatır. Köylü şehre gelir ve ikram edilen helvayı yer. Oysa köyde havuç yiyor ve helvayı bilmiyordu. Şimdi canı helva isteyecektir. Şehirli köylüye iyilik mi etmiştir yoksa kötülük mü! Köylü artık hep şehri özleyecektir. Helva isteyecektir.

“İnsan konuşan bir hayvandır.”(sh:301).

İnsanın gafletle geliştiğini, büyüdüğünü anlatır. Düşünmeye başlayınca insanın de gelişmesi durmaktadır düşüncesini savunur. Gerçekten de hayatın sorumluluğu ne zaman başlar, o zaman büyüme durur.

Dosta çok önem veren Mevlâna, onu şöyle anlatır: “Dostun yüzü hastanın şifasıdır.”(sh:338)

Yazımı Mevlâna’nın aktardığı bir hadis-i şerifle bitiriyorum: “Peygamber (Ona selâm olsun): “Gece uzundur, onu uyku ile kısaltma; gündüz parlaktır, onu günahlarınla karartma.’dedi.”(Fihi Mafih, sh:94, MEB. 19120)

Yedi İklim Dergisi – Mevlana Özel sayısı