BİDATLERDEN SAKINMAK
BİDATLERDEN SAKINMAK
Dine sonradan sokulan uyduruk şeylere bid’at adı verilmektedir.[1] Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde; “Her bid’at dalâlettir ve dalâleti çıkaran kimse cehennemliktir.” buyuruyor.[2] Bir diğer hadis-i şerifte ise “Bid’at ehli cehennemin köpekleridir!”[3] tanımlamasında bulunmaktadır. Bid’ati çıkaran kimse çok büyük vebal ve sorumluluk altındadır. Bid’at sahiplerine reddiyede bulunan Peygamber Efendimiz; “Kim bid’at sahibi bir kimseye hürmetle, saygı ile davranır, ona tazim eder ve hürmetkâr muamele ederse İslâm’ın temellerinin i tahrip edilmesine, tarumar edilmesine yardımcı olmuş olur.”[4] buyurmaktadır. Rabbimiz bizden Peygamber Efendimizin çizdiği ve gösterdiği çizgide yürümemizi istemektedir. Peygamber Efendimizin yaşantısına “sünnet yolu” diyoruz. Bunun dışında, Peygamber Efendimizin tavsiye etmediği, dinin aslına ve esasına, Peygamberimizin ahlakına ve sünnetine uymayan hareketlere, yaşam tarzına, davranışlara, dinde sonradan ortaya çıkmış, Peygamber Efendimizin söylemediği, yapmadığı yanlış işlere “bid’at” diyoruz. Birisi kalkıp da yalan yanlış bir şeyi ortaya çıkarmış ise buna sâhib-i bid’at deniliyor; bid’ati yapan, bid’ate sahip olan, bid’ati ortaya koyan kimse, bid’atçi demektir.
Bidatler işlendikçe o bidati ilk çıkarana bütün veballer yüklenmektedir. İnsanın dinini kimden öğrendiğini, dinin aslının esasının ne olduğunu çok iyi takip etmesi, iyice tahkik etmesi, en sağlam yerden öğrenmesi ve uygulaması gerekmektedir.
Ortaya çıkan bidatler ilahi hükümleri çiğnemeye yönelik yaklaşımlardır. Peygamber Efendimizin sünnetlerini yaşamayanlar bidatlere yönelmişlerdir. Dinin emirlerini hiçe sayıp din kisvesi altında pazarlanmaya çalışılan her türlü bidat ortaya çıkaranların kişisel fikirlerine ve nefsânî heveslerine dayanmaktadır. Bidatlere kapı aralayanlar Peygamber Efendimize uymayı ve onun yolunda yürümeyi bir kenara bırakanlardır.
Sünnet-i seniyyeye uymayı, Peygamber Efendimizin yaşantısına bürünmeyi, dinin aslına sadakat göstermeyi, dinde ifrat ve tefritten kaçınmayı öngören Osman Hulusi Efendi, ömrü boyunca bid’at ve hurafelerle mücadele vermiştir. Hutbeleri, sohbetleri, irşatları ve telkinleri ile müntesiplerini sahih ve sağlam din inancına sahip olmaya, sahte ve sakat din anlayışlarından uzaklaşmaya davet etmiştir. Günümüzde Müslümanlık adına uydurulan sakat anlayışlara bayrak açan, bidat ehline reddiyede bulunan ve dinde olmayan âdetleri din diye pazarlamaya kalkışan sahtekârlara tavrını açıkça ortaya koymuştur. Divan’ındaki;
Eskiler yenilenir hep yeni âdetler gelir
Şer’-i pâke uymayan bin türlü bid’atler gelir
beytiyle başlayan şiirini bidatler konusuna tahsis etmiştir. Tarih boyunca ortaya çıkan birtakım âdetler, dine sokulmaya çalışılmaktadır. Allah’ın dini, şeriat-ı Muhammediyye, ahkâm-ı ilahiyye tertemiz, sade ve berrak olduğu halde, dinin ruhunu bozmaya dönük türlü türlü bidatler ortaya çıkarılmaktadır. Osman Hulusi Efendi, Hakk’ı yerli yerinde tanıyamayanları;
Sâni’in her zerrede esrârını fehm eylemez
Küfr ü inkâra düşer Hakk’a cehâletler gelir
dizeleriyle tanıtmaktadır. Zerreden kürreye her şeyi en güzel şekilde yaratan, yarattığı varlıkları kusursuz bir şekilde vücuda getiren Hak Teâlâ’nın sanatını tanımayan, hikmetini göremeyen, ilahi incelikleri idrak edemeyenler küfre ve inkâra düşmektedirler. Küfür ve isyan bataklığına saplanmış olanlar cehaletleri oranında Hak’tan uzak kalmaktadırlar. Yakalanan bu cehaletten, batıl inançlardan, bidat, dalalet ve sapkın zihniyetlerinden kurtulmanın yolunu Osman Hulusi Efendi takip eden beyitte bizlere şu şekilde göstermektedir:
Sen Hudâ’nın hikmetin idrâke sarf et himmetin
Çünkü dünyadır döner şeksiz nedâmetler gelir
Her şeyi en güzel şekilde yaratan, yarattığı varlıklardaki hikmetleri anlamak için yoğun bir çaba sarf etmek, olanca himmetimizle ilahi hikmetleri idrak etmek gerekmektedir. Dünya gelenlerin konup göçtükleri bir hayattır. Dünyada yapıp ettiklerimiz, söyleyip durduklarımız, işin sonunu düşünmeden işlediklerimiz yüzünden ahirette hesap vereceğiz ve yaptıklarımızdan dolayı derin pişmanlıklar duyacağız. “Hak geldi, batıl yok oldu” hükmüne ram olan Osman Hulusi Efendi batıl zihniyetlerin ne denli temelsiz olduğunu şu şekilde dile getirmektedir:
Sanma bu devr-i zamanın hâlinin icâbıdır
Var olalıdan kâinât bin türlü san’atlar gelir
Zamana uymak gerektiğini, devrin şartlarına ayak uydurmak gerektiğini, kalabalıkların seyrine kapılıp gitmeyi öngören zihniyetlere reddiyede bulunan Osman Hulusi Efendi, süslü püslü, zevkli, eğlenceli, nefse hoş gelen batıl söz, söylem, eylem ve inançların son derece kof ve içi boş yaklaşımlar olduğunu söylemektedir. Geçici ve yersiz anlayışlara değil hakikatlere dikkat kesilmeyi, zamane Müslümanlığını değil asr-ı saadet Müslümanlığını talep etmektedir. Günün modasına uyup kalabalıklar arasında kaybolanların perişan hallerinden Hulusi Efendi şu şekilde dile getirmektedir:
Akl-ı insan zerrenin künhüne vâkıf olmadan
Der şuyum buyum susar sonsuz nihâyetler gelir
İnsana yakışan aklını kullanmak, eşyanın künhüne vakıf olmaktır. Eşyanın hikmetini kavrayamayanlar “Ben şuyum¸ ben buyum” diye kendilerinden bahsetmeye ve kendilerini ön plana çıkarmaya çalışmaktadırlar. Eşyanın sırlarına vakıf olanları ise bizlere şu şekilde tanıtmaktadır:
Vâkıf-ı esrâr olan açmaz mezâhir perdesin
Şeş cihetten görünen varlık o vahdetden gelir
Eşyanın künhüne vakıf olanlar, mahiyetini kavradıkları sırları ulu orta yerlerde ifşa etmezler. Şeş cihetten görünen her şeyin Allah’tan geldiğini bilirler ve onlar asla kıblelerini şaşırmazlar. Müslümanlar arasında ihlaslı olan seçkinler kadar çirkin sözlerle perişan olanların da varlığına dikkat çeken Osman Hulusi Efendi der ki:
Muhlisân-ı ehl-i ümmetden nedâmetler doğar
Hakk’ı takbîh eyleyen türlü fezâhetler gelir
İhlaslı Müslümanlar yaptıklarından pişmanlık duyarlar. Kusurlarını, kabahatlerini, isyanlarını ve günahlarını düşünüp yapıp ettikleri kötülüklerden dolayı sürekli nedamet gösterirler. Böylesi farkındalık bilincine sahip olanların yanında Allah’ın beğenmediği sözleri söyleyen bahtsızlar da vardır. Rezalette sınır tanımayanları şu dizeleriyle maymun iştahlılar olarak nitelemektedir:
Kimi maymundan türer zann eyler asl-ı Âdem’i
Kimi âdemden türer maymun tabîatlar gelir
Yersiz ve delilsiz konuşmaya yeltenenlerin bu asırdaki örneklerini, aslının maymundan geldiğini söyleyenler olarak göstermektedir. Kimileri asıllarının maymundan geldiğini söylerken, kimileri de insan suretinde görünseler de huyları maymun gibidir. Genel anlamda Müslümanlar arasında görülen bu sapkın zihniyetlerin özel anlamda sûfî çevrelerde de görüleceğine dikkat çeken Hulusi Efendi der ki:
Nice kuttâ’-ı tarîk mürşidlik eyler iddiâ
Müddeîler çoğalıp hep resm ü âdetler gelir
Tasavvuf dünyasının yol kesicileri her devirde görülebilmekte, bunlar kendilerini mürşid olarak göstermeye kalkışmaktadırlar. Tarikat hırsızları kendi çizgilerini devam ettirmek için merasimler, âdetler ve kendilerine özgü uygulamalar ortaya çıkarmışlardır. Modaya uyarak yeni yetme bir şekilde ortaya çıkan köksüz, yersiz ve mesnetsiz bidatçi zihniyetin sapkın seyrine dikkatimizi şu şekilde çekmektedir:
Hükm-i Kur’ân’a uyup sünnete kılmaz ibtidâ
Kendi butlânından uydurma dalâletler gelir
Bid’at ehli olanlar ne Kur’ân’ın hükümlerine uyarlar ne de Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesine de tâbi olurlar. Bidatçilerin kendi batıl ve uydurma uygulamalarıyla bir çok sapıklıklar ortaya çıkmıştır. Yabancı kültürlerin istilasına dikkatimizi çeken Osman Hulusi Efendi kapımızda beliren tehlikelerden şu şekilde bahsetmektedir:
Biz yakın olduğumuz müddetçe diyâr-ı küfre
Türlü zahmetler doğar türlü nedâmetler gelir
Kendilerine yakın olduğumuz gayrimüslim ülkelerin inancına¸ sosyal hayatlarına¸ onların âdet ve geleneklerine tâbi olursak çeşitli problemlerle karşılaşır¸ bunun sonucu olarak da çok pişmanlıklar duyarız.
[1] Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul 1995, s. 99.
[2] Ebû Davud, Sünnet, 6; Tirmizi, İlim, 16.
[3] Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, VIII/195.
[4] Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, XII/57.