BENİ DURDUR AZİZE.
BENİ DURDUR AZİZE.
Dost altın gibidir. Belâ da ateşe benzer. Halis altın, ateş içinde saf bir hale gelir”
Dosta, dostun zahmeti ağır gelir mi? Zahmet içtir, ruhtur. Dostluksa onun derisine benzer.
Dostluk nişanesi belâdan, afetlerden, mihnetlerden hoşlanmak değil midir? (Mesnevi. 2.1458-1460.)
Böyle dedi. Sonra da yatıp uyudu.
Beklemedi verecekleri cevabı.
Pervasızlığına kimse bir şey diyemedi.
Aslında bu kadarını bile demezdi. Bilirlerdi. Çok konuşmazdı.
Kendi yarasını kendisi tamir ederdi.
Beklememeyi çok erken öğrenmişti.
Lakin beklentisizliğin kendisi başka bir yaraydı.
Diğerleri uzaklaştılar. Biri dedi ki dostuz biz. Fakat anlamıyor. Bir diğeri o dost değil dedi. Biri daha akıllıydı. Alemde işler tersinedir. Başka türlü bakmalı dedi. Başka bir kalem var. Daha başka yazan.
Gözlerimizi ve kulaklarımızı yeniden açalım mı dedi.
İster istemez elleriyle yokladılar gözlerini ve kulaklarını? Sonra gülüştüler. Etrafta kimsecikler olmadığını görünce rahatlayıp oturdular bir kenara.
Anlattı diğeri: padişahın biri bir şeyhe, konuşma sırasında hadi benden bir şey dile dedi. Şeyh Padişahım, söylediğin abes geldi bana dedi. Ben senden bir şey dilemem. Zira benim iki kölem var onlar sana bile hükmederken… Şaşkın padişah kimlermiş o kölelerin deyince, şeyh, birisi kızmak öbürü de şehvettir dedi. Padişahlık, padişahlıktan feragat etmektedir ki, böyleyken ben senden ne isteyip ne dileyim?
Birisi dışarı bakarken buldu kendini. Sonra dönüp bu tarafa. Hala uyuyor mu dedi.
Biz gidelim dedi üçüncüsü. Yeniden gittiler yanına. Beklerken buldular onu.
Gelin dedi.
Dileğim incitmek değil. Unutuyorum bazen.
Ateş ve şehvet dumanı gözümü kapıyor. Gaflet pamuğu kulağımı tıkıyor. İşte böyle zamanlarda arıyorum ben dostu. Böyle zamanlara gözümü ve kulağımı açacak olana dost derim ben. Benim dostluğum da böyle. Bu yüzden dostluğum mihnetli. Yoksa incinsin istemem kimse benden.
Hala kızgındı birisi. Dost ol da dostluk gör diyiverdi.
Haklısın dedi.
Yine sessizleşti.
Hafız’ın dizelerini yeniden hatırlattı kendine:
“Yürü Hafız yoksullardan dilencilik etme; ancak Allah dilerse erişirsin muradına.”
Yürüdü.
Üçüncü yoldaşlık etmek istedi.
Edemedi.
Mırıldandığını duydu:
“imkansıza soyunup çıktım yollara
çatırdayacak sandım çırılçıplak dünyanın iskeleti
çatırdayacak yalnızlıklar ayaklarımın altında
ve kocaman şehirlere yeni bir büyü
çatlayan bir bahar olacaktım kırlara
çıktım yollara
artık hatırlayabilir miyim o muhteşem şiirden bir iki dize
basar mı bağrına artık beni sevdiğim
beni durdur azize
beni yağmura
beni ateşe
beni denize”(Sıtkı Caney)