Bayram Yemeği
Bayram Yemeği
Rahmeti ve bereketiyle geldi. Koşuşturmaların, telaşın, kaygının, hırsın ve stresin üzerine yağan bir rahmet. Hep kazan hep kazan oyununa, ötekisine de bak, onu da anla diyerek geldi.
Bu ne muhteşem bir gelişti. Ne hoş bir geliş.
İhtişamıyla geldi. Hoşluğuyla geldi.
Sofralar bereketlendi. Zaman bereketlendi.
Mahyalarla şehir aydınlandı. Sohbetlerle karanlık gönüller… Ziyaretlerle şenlendi haneler. Fakiri gözetenler, açın, açığın farkına varanlar arttı.
Rahmeti ve bereketiyle geldi. Bozulan içimizdeki insanlık saatini onardı. Sanki eski zamanlardan kalan bir saat tamircisi. Bize unuttuğumuz “Müslüman saatini” hatırlattı. İçimizi onardı, gönlümüzü şenlendirdi, iftarla, teravihle, sahurla onardığı saatimizi yeniden kurdu…
Çoğaldık. Paylaşmak güzeldir, dedi, paylaştık.
Paylaştıkça çoğaldık.
Çoğaldıkça arındık. Arındıkça çoğaldık.
Evimize huzur geldi.
Geldi, geldi; ama her gelişin bir gidişi var. Bir iki gün sonra onu yolcu edeceğiz.
Şimdi Haydar Paşada’yız… Ailecek orada, kızımızı yolcu ediyoruz. Belki siz babanızı, annenizi yahut… Evet, yahut eşinizi, biricik sevgilinizi, yarinizi. Birazdan tren düdüğünü öttürecek, el sallayacaksınız, uğurlayacaksınız. Elinizde mendiliniz, gözünüzdeki yaşı kimseciklere göstermeden sileceksiniz. Fakat hemen kendinizi toparlayıp yolcunuzun sağ sağlim gideceği yere gitmesi için dualar edeceksiniz. Tren tam hareket ederken, tekrar kavuşmanın hayalini kuracaksınız. İçiniz ısınacak.
Şimdi rahmeti ve bereketiyle bizi şenlendiren misafire veda etme zamanı. Ayrılık günü.
Elveda ya şehr-i siyam, elveda!
Bu veda, diğerlerinden farklı. Elbette bir burukluk var. Bir hüzün. Ama içinde neşeyi barındıran bir hüzün. Çünkü rahmetiyle gelen misafir, içimizdeki saati onardı, bizi yeniden Müslüman saatine kavuşturdu.
Şimdi o saatle bakıyoruz, o saatle görüyoruz, o saatle anlıyoruz, o saatle hissediyoruz.
Bize kendisini hatırlatan hediyesini verdi.
Onu hep hatırlayacağız.
Onu hep anacağız.
Ve yeniden gelişini bekleyeceğiz…
Bu yüzden bu uğurlama düğündür bayramdır.
Güle güle rahmet ayı.
Güle güle mâh-ı gufrân.
Şimdi içimizdeki saate uyup, geniş bir bayram sofrası kurmanın tam zamanı. Mutlaka ama mutlaka bayram sofrasında tıpkı iftar sofrası gibi, dostlarımıza da tabak koyalım. Hastalara, kimsesizlere, çaresizlere de yer ayıralım.
Rahmet yağmaya devam etsin.
Neşemiz tükenmesin.
Bitmesin huzurumuz.
Hem kim bilir, bir sonraki bayramda, hangimiz “ağaç ata” binip yakın olan uzağa gideceğiz. Kim bilir hangimiz “sessiz gemiyle” nerelere yelken açacağız… Binmeden ağaç ata dostlarımız, soframızda onlara yer verelim. Yelken açmadan sessiz gemi, tüm tayfalara ve yolculara yüreğimiz açalım.
Tam da burada Cahit Sırrı’yı rahmetle analım… Sevinçle hüznü, neşeyle kederi cem edip sofra başında hep birlikte şaire kulak verelim:
“Korkarım felekte bir gün
Bir bayram yemeğinde.
Anam, babam gibi kardeşlerim de,
En güzel dalgınlığında ömrün.
Beni gurbette sanıp
Keşke gelseydi bu bayram
Diyecekler.
Ve birdenbire yürekler,
Aynı acıyla yanıp
Hepsinin gözleri yaşaracak.
Öldüğümü hatırlayarak.”
Silelim gözlerdeki yaşı… Acıları paylaşalım. Paylaşalım ki, tükensin tüm kederler.
Rahmettir kederin tükenmesi. Rahmet, bayram sofrasında, bir tabak beyaz peynir, bir tabak zeytin, sıcak bir pide ve tavşankanı çayda ve tükenmeyen tebessümde.
Rahmet ve bereketiyle geldi, misafirimizi rahmet ve bereketiyle uğurlayalım. O yüzden gözlerimiz gülsün, tebessüm eksik olmasın.
18 Eylül 2009
Bilal Kemikli