BAYRAM, SADAKA-İ FITIR, ŞEVVAL-ÜL MÜKERREM

A+
A-

Kıymetli okurlar. Üç ayların nihayete ermesinin buruk sevincini yaşadığımız bu günler aynı zamanda bayramın da müjdecisi durumunda. “İnsanlık tarihinde eşine rastlanmayan bir süreçte geçirdik bu üç ayları” desek yeridir.  İftar davetlerinden yoksun, teravihe gitme heyecandan mahrum, bayramlaşma coşkusunu yaşayamadığımız bir süreç oldu. “Bazı nimetlerin kıymeti, yokluğunda anlaşılır” fehvasınca teselli bulduk belki de.

Tahir-ül Mevlevî’nin, Mahfil Dergisinde yayınladığı yazılardan olan Recep, Şaban ve Ramazan ayları ile ilgili olanları, geçtiğimiz aylarda sizlerle paylaşmıştık. Bu yazı serisini, “Bayram” tadında tamamlamak istedik.  Bayram ve Sadaka-i Fıtır, Şevval-ül Mükerrem isimli yazılardan bazı bölümleri paylaşarak istifadenize sunuyoruz. Arafe, fıtır sadakası, bayram namazı ve bayramlarda yaşatılan gelenekler hakkında ilgi çekici ayrıntılar içeren bu makaleleri paylaşırken; dünyamızın arafe, ahretimizin bayram olmasını” temenni ederim.

ŞEVVAL-ÜL MÜKERREM

Ramazan-ı Şerîf gitti, Şevval’ül Mükerrem geldi. Cenab-ı Hak, gelişini Ümmet-i Muhammed hakkında hayırlı uğurlu eylesin. Daha nicelerini güzel şekilde idrak etmekle,  din kardeşlerimizi müşerref kılsın.

Şevval kelimesi; Şûl maddesinden alınmıştır. Bu ifade; “Dişi develerin kızgınlığa yahut gebeliğe alamet olmak üzere, kuyruklarını yukarıya doğru kaldırmaları” anlamına gelir. Ayların isimlerinin değiştirilip dönüştürülmesi sırasında dişi develerin bu hali dikkat çektiği için, Ramazan’ı takip eden aya Şevval ismi verilmiştir.

Kamus Tercümesi; Şevval’in tarifinde şöyle diyor:

“Şevval; şeddâd vezinde, fıtır ayı ismidir ki bayram ayıdır. Çoğuluna şevâvîl ve şevvâlât denir. Şarih’in beyanına göre dişi develerin ateşli haylazlıkları o aya tesadüf ettiğinden, genel olarak kullanılmasına sebep olmuştur.”

Bulûğ’ul Arab, eski isminin vâğil olduğunu söylediği halde, Kamus Tercümesi, va‘il, şevvalin eski ismidir diyor.

Îyd, Bayram, Ceşn

Malumdur ki, Şevval’in birinci, ikinci, üçüncü günleri, Müslümanların mutlu günleridir. Bu günlere – imsakın sona ermesi ve iftar edildiği için – îd-i fıtır (Fıtır Bayramı) ve şeker hediye edildiği ya da yenildiği için Şeker Bayramı denilir.

Lügat, îd kelimesinin; bir nesneyi ardarda  işlemek ve adet edinmek ve bir işe ikinci kere başlamak manasına olan avd kelimesinden türemiş olduğunu söylüyor. Kamus Tercümesi de buna dair şu bilgiyi veriyor:

el- Îyd: Ayn’ın kesriyle. Bir ademe mutad ve alışılmış olan şeye denir ki gider gider yine gelir. Üzüntü, keder, hastalık vesaire haller gibi. İnsanların toplanma günü olan o bilinen güne denir ki bayram adı verilir. Senede iki tanedir. Biri oruçtan sonradır ki arafesi örfîdir ve biri kurbandır ki arafesi dînîdir…Çoğulu a‘yâd’dır.”

İslamî Bayramların Başlangıcı

İslamiyet’te bayram, Hicret’in ikinci yılı Şevval’inde başlamıştır. O halde bu           yılki bayram [Miladi 1921] 1337’inci İslam Bayramıdır. Merhum Hacı Zihni Efendi Kitab’us Salat’ında diyor ki:

“Medine halkının iki eğlence ve mutlu günleri olduğu, Peygamber (sav) aralarına geldiğinde bir soru üzerine malum-ı âli-i Nebevî onlara hitaben şöyle buyurdu: “Hak Teâlâ sizin için o iki güne onlardan daha hayırlı iki gün bedel etmiştir ki yevm-i edha ve yevm-i fıtır’dır.”[1]

Bayram olarak isimlendirilmesi; güzel adetler olduğuna veya tekrar mutluluk ve refah içerisinde tekrarının olmasına tefe’ül olduğunun göstergesidir.

Bayram İlanı

Ramazan-ı Şerif’in 29. akşamı, Şevval hilali göründüğü takdirde ertesi günün bayram olacağı, mahalle bekçilerinin çaldığı davul ile duyurulur. Hilal görünmezse, Ramazan’ın 30. günü ikindi vakti toplar atılıp, ertesi günü bayram olduğu halka bildirilir ve bayramın üçüncü günü ikindi vaktine kadar namaz vakitlerinde top atımına devam edilir.

Sultan I. Mahmut’un padişahlığı döneminde 1152 Ramazan’ının 30. cuma gününde o günün bayram olduğu sabit olmasına binaen kuşluk vaktine doğru toplar atılmak ve dellal çağırtmak suretiyle bayramın ilan edildiği ve camilerde bayram namazı eda olunarak, sonra Cuma Namazı kılındığı Esat Efendi’nin Teşrîfat-ı Kadîmesinden naklen Ahmet Rasim Bey’in Menakıb-ı İslam’ında yazmaktadır.

Keşf-ul Ğumme’de İbn-i Abbas (ra)’tan naklen deniliyor ki; “Havanın bulutlu olması sebebiyle Şevval Hilali görülememiş ve herkes Ramazan’ın 30. günü oruç tutmuştu. Akşama doğru bir kafile gelip, dün akşam hilalin görüldüğüne, Hz. Peygamber (sav)’in huzurunda şahitlik etti. Nebiyy-i Ekrem Hazretleri de insanların iftar etmesi ve ertesi gün bayram namazına çıkması için emir verdi.”

Bayram gecesi, Selâtîn Camii’lerinin minarelerine kaftan giydirilmekle beraber mahya olarak altın renkli bir hat kurulur. Bununla da Ramazan’ın yolcu olduğu mesajı verilir.

O gece, İstanbul’un hamamları sabaha kadar açık bulundurulur. Hepsi de tas tas üstüne denecek derecede kalabalık olur. Çünkü bayramı temiz bir beden ile karşılamak adet haline gelmiştir. Senede bir kere sıcak su yüzü gören ayak takımı bile bayram sebebiyle hamama gitmeye riayet eder. O gece kalabalık olan bir de şekerci dükkânlarıdır. Zaten bu dükkânların en revaçta olduğu zaman, reçel ve şurup dolayısıyla ramazan günleri; şeker ve şekerleme münasebetiyle de bayram gecesi günleridir.

Bayram gecesi sabaha karşı mahalle bekçileri, davullarının tantanasıyla halkı uyandırırlar. Sonra atılan toplarla sabah namazı vakti ilan edilir. Minareler üzerinde lahutî bir sadâ yükselir.

Bu lâhûtî sadâ çıktıkça cûşa-cûş olup yerden,
İner esrâr-ı kudret-i kibriyâ tavrıyle göklerden.
Bütün âheng-i hilkat yâd ederken Hakk’ı ezberden,
Vicâhî feyz alır artık o nûru’n-nûr-i ezherden:
Hüveydâ şimdi cânandır seherden, şâm-ı esmerden!
Seher vaktinde mevcûdât, nûşîn hâb içindeyken,
Bu rûhânî nevâ âfâkı mevcâ-mevc edip birden;
Gelir enfâs-ı subh-ı âsâ, olur vicdâne nûr-ı efkân
Nümâyân sû be sû zulmet, fakat bir zulmet-i rûşen
Semâ bîdâr, her yıldız Cemâlüllah abir revzen
Mehmet Akif

Bu semâvî nağmeler, kulaktan kalbe kadar samimi hissiyat bırakır. Onun etkisi, ruhları ve bedenleri canlandırır. Binaenaleyh, abdestin nuru ile parlayan yüzler kulluk zeminine kapanmak için camii şerife doğru yönelir. Hatta küçücük kalbinde büyük bir iman zevki barındıran  Müslüman çocukları da – bayramlıklarını giymiş oldukları halde – babaları yahut velileriyle birlikte camiye giderler. Yalnız çocukların değil, büyüklerin de bayramda temiz yepyeni elbise giymeleri sünnettir. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in (sav) bayramlarda güzel elbise ile süslenilmesini emir buyurduğu, kendisi de o günlere has olmak üzere bir bürdesinin olduğu, Keşf-ül Ğumme’de ifade edilmektedir.

Sabah namazı kılınır, halisane, can-ı gönülden getirilen tekbirler ve tehliller ile gök kubbe cezbeye gelir.

Sabah namazının bitiminde bir hoca efendi, kürsiye çıkıp bayram namazı vaktinin girişine kadar va‘z ve nasihatte bulunur.

Şu kadar var ki vaizlerimiz içerisinde söylediğini bilen ve ağzından çıkanı kulağı duyan olanları yok denilse de pek de çok olmayacağından, kürsîde oturup saçma sapan konuşan birini dinlemek epeyce bir gayret gerektirir.

Hiç olmazsa herkesin camiye geldiği bayram günlerinde, iyi intiba bırakacak vaizler bulunsa, gelenlerin pişman olmalarına meydan vermeyecek önlem alınsa….

Bayram Namazgâhı

Bayram namazları, Cuma namazı kılınan yani minberi ve hatibi bulunan camilerde eda edilir. Bir de şehir dışında büyük cemaatler için yapılmış musallada – ki biz bunlara namazgâh diyoruz – kılınır.

Nitekim İmam’ül Enbiya Aleyhi ve Âlihi Efdal’üt Tahâyâ Efendimiz (sav) de bayram namazlarını musallada eda etmişlerdir.

Keşf-ül Ğumme’de deniliyor ki:

“Efendimiz (sav) çoğu kez bayram namazlarını sahrada kılardı. Bir fıtır bayramında yağmur yağdığından cemaat-i müslimine bayram namazını mescidde kıldırmıştır.”

Mir’ât-i Medine müellifi Merhum Eyüp Sabri Paşa diyor ki; “Hatîb-i Ma‘bed-i Illiyyîn Efendimiz (sav) Hazretleri’nin birinci bayram namazı, Medine’de Dâr-ı Şifa yakınında ve ikinci bayram namazını Musalla-yı Îyd denilen mübarek mekanda kılıp, artık o namazgahı terk etmedikleri, yani üçüncü bayram namazından sonra, diğer bayram namazlarını tamamen kıldıkları da rivayet edilmekte ki bu rivayet İmam Vâkıdî ile İbrahim b. Musa’nın tetkikine tercih olunsa uygun olacaktır.”

Bayram Namazı

“Bayram Namazı iki rekatten ibarettir. Cuma namazında hutbe, namazın sıhhatinin şartıdır ve namazdan önce okunur. Bayram namazında hutbe şart değildir – sünnettir – ve namazın sonundadır[2]. Şekil olarak diğer namazlardan farkı, bunun her rekatinde fazladan üçer tekbir olmasındadır. O tekbirler vacibtir…”[3]

Bayram namazları senede iki defa kılndığı ve fazla tekbirleri bulunduğundan, cemaatten bazıları edasında tereddüt yaşarlar. Bunun cemaati şaşırtan yönü, birinci rekatte, Subhaneke duasından sonra üç tekbir alınıp ikisinde ellerin salıverilmesi ve üçüncüde üç defa tekbir ile ellerin salıverilmesi ve dördüncü tekbir ile rükûya varılması, bu hareketi daha iyi öğrenmek için; “İki salla bir bağla, üç salla bir yat” denilmiştir ki – her kim söylemişse Allah Razı olsun – bundan daha veciz bir tarif yapılamaz.

Bayram namazının, güneşin doğması ile kerahat vakti çıktıktan zevalden evveline kadar kılınabileceği ve özre binaen, fıtır bayramı namazı ertesi günü ve kurban bayramı namazı da ertesi güne ertelenebileceği, Kitab’üs Salat da zikredilmektedir.

Namazdan sonra

Namazdan sonra camii şerif içerisinde bazı kişiler bir diğeri ile bayramlaşırlar. Bayramlaşma, el öpmek, el öpüşmek,[4] boyna sarılmak, musafaha[5] etmekle yapılır. Camiden çıkanlar da, alimler ve şeyhlerin yahut yaşça büyük olanların ellerini öpüp dualarını alırlar.

Evlere gelince tertip üzere el ve etek öpülür. Anne-babanın elini öpen çocuklar[6] mahalledeki evleri dolaşırlar ve komşuların ellerini öpüp dua ile beraber bayramlık mendil alırlar.

Bayramlarda Kabir Ziyareti

Şimdilerde unutulmaya başlayan güzel bir gelenek vardır ki o da bayram  namazından sonra müslümanların kabristana giderek ailesinin geçmişlerini ziyaret etmesidir. Harameyn’de bu usule dikkat edilerek Mekke’de Cennet-ül Muallâ; Medine’de Cennet-ül Baki mezaristanına gidildiği gibi İstanbul’un bazı taraflarınca da bu adete dikkat edilir.

Binaenaleyh Suriçi’ndeki kabirlerde bayram sabahları epeyce bir kalabalık kurulur ve servilerin hazin hışırtıları arasında yanık yanık tilavet sesleri duyulur.

Mevlevîler’in Bayram Namazından Dönüşü

Topkapı haricindeki Yenikapı Mevlevîhanesin’de minber olmadığından şeyh ve dervişler, bayram namazını civarındaki Merkez Efendi Camii Şerifinde eda ederler. Namazın sonunda cemaat dışarı çıkar, türbe önünde saygı ile dururlar. Sonra Mevlevihane ve Merkez Efendi Şeyhleri çıkarlar. Mevlevi Şeyhi, Merkez Efendi Huzurunda dua eder, fatiha okur, ardından gülbank çekilir, her iki şeyh bayramlaştıktan sonra Mevleviler dışarıya çıkarlar. Bir büyük cemaat tarafından ta‘zîm ile uğurlanarak bayram sevincini ifade etmek için nây ve kudüm çalarak[7] Mevlevihaneye dönerler ve orada ihvan arasında bayramlaşma ile din kardeşleri ve tarikat hakkında dua edilir.

Senelerden beri teamül hükmüne girmiş olan bu dönüş tarzı Şeyh-i İrfanperverim Mehmed Celaleddin Efendi Hazretlerinin şeyhliği döneminde “Mevlevî şeyhi bayram selamlığı yapıyor!” diye Merhum Sultan Abdülhamit’e ihbar edenler olmuş, fakat uygulamaya devam etmesi hakkında irade-i seniyye sudur etmişti.

Hem bu töreni görmek, hem de ahirete irtihal etmiş geçmişlerini ziyaret etmek için gelenlerin çokluğundan Merkez Efendi Camii ile kabristanda o gün fazlaca cemaat ve ziyaretçi bulunur.

Sarây-ı Humâyûn’da Başramlaşma

Şimdi olduğu gibi eskiden de Devlet Erkanı ve Bendegân-ı Saltanat tarafından, Padişah’a, bayramın ilk gününde Saray-ı Humûyun’da ta‘zîmde bulunup, tebrik edilir.

Şu kadar var ki bayramlaşma töreni Padişah’ın, sabah namazını edasından sonra ve bayram namazına gitmesinden önce gerçekleşterilerdi. Bu konuda ayrıntılı bilgi almak isteyenler, Esat Efendi’nin Tarikat-i Kadime risalesine ve Tarih-i Ata’ya müracaat etsinler.

Tebrik’e Gelenler

Bayramın ilk günü, bayram tebriği için ilk önce gelen mahalle bekçileridir.

Bekçi baba; otuz  ramazan çaldığı davulunu o gün de gümbürdeterek ve arkasında eli sırıklı bir de yardımcısı bulunarak kapıları dolaşır. Her kapıdan verilen bahşiş nakit olursa bekçinin cebine girer, mendil ve basma gibi şeyler ise sırığa bağlanır.

Mahalle bekçisini tulumbacılar takip eder. Bunların gelişi, çifte nakkare ile zurna sesinden bir de her kapının önünde atılan ve bahşişin verilmesi gecikince tekrar eden:

– Tulumbacılar narasından anlaşılır. Tulumbacıların arkasından da beldeye süprüntü arabacıları gelir. Bunlar gayet hakikatli kimselerdir. Diğer zamanlarda girmedikleri sokakları, yahut hiç uğraşmadıkları evleri bile bayram günü ziyaretle bayram tebriğinde bulunmak nezaketini gösterirler. Daha sonra komşu çocukları gelip el öperler ve birer mendil yahut birkaç kuruş bayram hediyesiyle hoşnut olarak giderler. Daha sonra hısım, akrabadan gelenler ve yazma mendil sarılmış şeker ve yemiş getirenler olur.

Kadınların bayram tebriği, öbür bayrama kadar sürdüğü halde erkekler arasında garip bir algı vardır. Bayram günleri eskidikçe tebrikleşmenin önemi azalır. Binaenaleyh ekabirin tebrik ziyaretini geciktirmek edebe aykırı olacağı endişesi hasıl olmuştur. Bunun için bayram tebriğine gidilecek kişilerin en büyükleri birinci, orta yaştakiler ikinci, daha küçük olanlar üçüncü gün ziyaret edilir. Zevkinden safasından başka bir şey düşünmeyen Nedîm bile meşhur gazelinde;

Pek umar teşrîfini îydin ikinci günü Nedîm
Gündüzün olmazsa akşam olsa da mani değil

demiştir.

Tebrik ziyaretçilerinden çokları, ihlas için değil, yaranma için gittiklerinden ev sahibini bulamazlar ise daha memnun olurlar ve isimlerini, bendeleri, çâkerleri, kulları, gibi ifadeler ile birlikte ziyaretçi pusulasına yazıp dönerler.

Şeker İkramı

Bayram ziyaretlerinde önce şeker kahve verilmek adettir. Eskiden şeker tepsisi misafirin önüne konulur ve misafir ondan istediği kadar yiyebilirdi, şimdilerde ise tepsi getirilip ziyaretçilerin önünde tutuluyor ve bir tane alınır alınmaz çekilip götürülüyor.

Îydgâh

Bayram günleri, çocukların bir vesile ile büyüklerin toplanıp eğlendikleri yere îydgâh adı verilir ki lisanımızda bayram yeri diye karşılığı vardır.

İstanbul’un Fatih, Sultan Ahmet, Kadirağa ve Saray Meydanı gibi geniş sahaları, eskiden bayram yeri olarak tahsis edilmişti.

Oralara gelen çocuklar, asma salıncaklarda[8] sallanırlar, dönme dolaplarda yükselip alçalırlar. Mihveri etrafında dönen atlı karınca yahut karıncalarda dönerler, at ile merkep ile hatta deve ile maydanda gezerler, çadırlar içinde teşhir edilen sağ ve canlı! bazı mahlukları seyrederler. Yine çadır altında sanatını icra eden seyyar tiyatroları izlerler, üstünde beşlik köfte pişirilen fasulye piyazı, ciğer kebabı, baş suyuna pilav, şerbet denilen renkli su, dondurma yerine soğuk un ezmesi satılan tablalardan yerler, içerler ve kasesi onluğa verilen aşûra kaselerini çevirmek suretiyle küçükten kumara teşvik edilirdi. Rengarenk bir manzara oluşturan o meydanlar, ürünlerini satan esnafın bağırışmalarıyla salıncaklardaki çocukların çaldıkları darbuka ve zilli maşalardan, köçeklerin öttürdükleri dilli ve kursak düdüklerden on paralık macun alınca hafif bir gezinen macuncuların klarinetlerinden, ayı, maymun oynatan kıptîlerin pulsuz deflerinden, oyuncakçıların tranpetle, kaynana zırıltılarından vesaireden çıkan seslerin birbirine karışmasından mahşer yeri halini alırdı.

Bayram yerleri, pek eskiden beri ilgi çekmiş ki şairlerden çoğunun eeserlerinde zikredildiği görülür.

Mesela Bakî; “Îydgâha varalım dolaba dilber seyrine / Görelim âyine-i devrân ne sûret gösterir” demiştir. Keza o şairi, özel lütfuyla yetiştiren Kanûni Süleyman da; “Îydgâhda yâre verdim gönlümü alma deyû / Ol gül-i ter baktı diye yüzüme ayva satar” beytini söylemiş ve bizim elma dediğimiz meyveye vaktiyle alma denilmesinden yararlanarak bir de tevriye yapmıştır.

Dairede Bayramlaşma

Fıtır bayramının dördüncü ve kurban bayramının beşinci günleri daireler açılır ve hemen o günkü mesai, bayramlaşmaya ayrılır. Çürkü; bir daireyi oluşturan bürolardan her birinde memurlar, önce kendi aralarında bayramlaşırlar sonra temsilcileri önde olduğu halde müdüre giderler, müdürler de idarelerindeki efendilerin önüne düşüp, müsteşara, bakana götürürler.

Ziyaretine gidilen zat, koltuğundan kalkıp ayakta durur, iltifat göstermek isterse, masasından bir iki adım ileriye çıkmak lütfunda bulunur. Resmi bayramlaşmalar, küçüklerin gönüllü temennasından, büyüklerin vakurlu bir şekilde karşılık vermesinden ibarettir.

Îydiyyeler

Bayramın gelişi, eskiden şairleri de harekete geçirirdi. Rabî‘ıyye, Şitâiyye, Temmuziyye, Muharremiyye, Ramazaniyye olmak üzere büyükleri methetmeye dair şiirler yazdıkları gibi bayram münasebetiyle de o mecrede kasideler, gazeller yazarlardı. Acem ve Osmanlı şairlerinden hangisinin divanına bakılsa “Îydiyye der sitâyiş-i fülan” başlıklı şiirler görülür.

İran şairlerinden Bezzî; “Meyhanenin kaybolan anahtarı ortaya çıktı” mısraıyla Şevval hilalini, meyhanenin kaybolan ve sonra bulunan anahtarına benzetmiş, Arpaemînizâde Sami ise

Kûşâd itmekle gafle-i dehân rûza dârânı
Hilâl-i asumân miftâh-ı sîmîn-i mücellâdır

beytini söylemiştir.

Medine-i Münevvere’de Bayram

Şevval’in ilk gününün Fıtır Bayramı olması sebebiyle, halk Mescid-i Saadet’te bayram namazını eda ettikten sonra Cennet-ül Bakî kabristanını ziyaret edip evlerine dönüp  üçüncü günü akşama kadar bayramlaşma maksadıyla birbirlerine gidip gelirler. Gidip gelişlerini görmenin seyretmenin seyrine doyum olmaz. Bir alay suretinde olmakla halk Buthân vadisine çıkıp hayat veren suyu seyredip ferahlarlar, hem de gidip gelip hizmet edenleri seyrederler

Ezkâr-ı Hademe : Mescid-i Saddet hizmetkârlarının on sekiz gün kadar kendilerine mahsus bir zikirleri vardır. Şevval’in yirmi ikinci günü Mescid-i Saadet’te kendilerine münhasır olan Suffe’ye toplanıp Evrad-ı Yemaniyye Ve Müveşşihât okurlar, güzel kasideler söylerler. Görevliler de Suffe’nin etrafında süpürge imal edip ara sıra orada bulunanlara gül suyu serperler ki bu usûl zilkadenin onuncu gününe kadar devam eder.[9]

BAYRAM NAMAZI

“İbâdât-ı İslamiyye Tarihçesi” isimli, yazılan bazı makaleler Mahfil’de yayınlanmış ve sıra “Ezan” bahsine gelmişti. Lâkin “Fıtır Bayramı”, dolayısıyla “Bayram Namazları” bahsi takdîmen yazılmıştır.

Hicretin ikinci senesinde Ramazan orucu farz olmuş ve Şevval’in birinci günü “Fıtır Bayramı” zilhiccenin onuncu günü “Iyd-i Edha” kabul edilerek bayram namazları kılınmıştır.

Hacı Zihni Efendi Merhum “Kitab-us Salât” ında diyor ki:

“Medine ehlinin iki tane eğlence ve bayram günü olduğu, hulûlûnde bi’s sual malum-ı âli-i nebevî buyruldukta onlara hitaben: Hak Teala sizin için o iki güne onlardan hayırlı iki gün bedel etmiştir ki yevm’ül edha ve yevm-i fıtırdır buyrulmuş olduğu Hz. Enes rivayetiyle Sünen-i Ebî Davud’da zikredilmektedir.

Bayram ismi, Cenab-ı Hakk’ın o gün mü’min kullarına dînî ve dünyevî bayramlar ihsanı olduğuna ve yahut tekrar-ı ferah ve meserret ile tefe’ül avdetine mebnîdir.”

Bayramda Giyinip Kuşanmak

İmam-ı Şaranî’nin Keşf’ül Ğumme’sinde deniliyor ki:

“Rasul-i Ekrem (sav) Efendimiz, bayramda güzel elbise giyinilmesini teşvik eder, kendisi de bayramlık olmak üzere bir bürde giyerdi. Sahabe hazeratı, erkek çocuklarını bayramlarda gücü nisbetinde giydirir, kuşatır, hatta kulaklarına halka takarlardı. Abdullah b. Ömer (r.a) ise ergenlik çağına yaklaşmış olan çocukların kulağındaki halkayı çıkarır “Artık büyüdünüz, bunlar size yakışmıyor” derdi. Rasul-i Ekrem Efendimiz (sav)’e bayramlarda taklîs yaparlar, yani Huzur-ı Nebevi’de def çalınıp kasideler okunurdu.”

Bayram Namazgâhı

Bayram namazları, Cuma namazı kılınan yani minberi ve hatîbi olan camilerde eda olunur. Bir de şehir dahilinde ve haricinde cemaat-i kübra için yapılmış musallalarda-ki biz onlara Namazgah deriz- kılınır.

Keşf’ül Ğumme’de; “Efendimiz (sav), çok defa bayram namazlarını sahrada kılardı. Bir Fıtır bayramında yağmur yağdığında Müslüman cemaate bayram namazını mescitle kıldırdı” deniliyor.

Mir’at-ı Medine müellifi merhum Eyup Sabri Paşa diyor ki: “Hatîb-i Ma‘bed-i Illıyyîn Efendimiz  (sav) Hazretlerinin birinci bayram namazını Medine’de Dâr-ı Şifa yakınlarında ve ikinci bayram namazını Musallay-ı Iyd [bayram namazgahı] denilen mübarek yerde kılıp, artık zikredilen namazgahı terk etmedikleri, yani üçüncü bayram namazından sonra sinîn-i hicriyye bayram namazlarını kamilen kıldıkları da rivayet edilmektedir…”

Efendimiz (sav)’in musallay-ı ıyd‘e giderken önünde bir harbe [kısa mızrak] götürüp kıbleye karşı dikildiği[10] ve Rasul-i Ekrem Hazretleri tarafından namaz esnasında sütre olarak kullanıldığı, evvelâ namaz kılınıp sonra oturan cemaate karşı ayakta hutbe okuduğu Buharî’de zikredilmektedir.

Yine Buharî’ de Ebu Saîd el-Hudrî (r.a)’de naklen deniliyor ki: “Mervan, Medine valisi iken Musallay-ı Iyd’e gitti. Baktık ki oraya bir minber yapılmış ve Kesîr b. es-Salt tarafından inşa edilmiş. Mervan namazı kıldırmadan evvel hutbe için minbere çıkmak istedi. Eteğinden tuttum, çekip çıktı “sünneti değiştirdiniz” dedim. “Namazdan sonra bizi dinleyen bulunmuyor, onun için hutbeyi namazın önüne alıyorum.” cevabını verdi.

Efendimiz (sav) bir Kurban Bayramı günü – Medine kabristanı olan- Bâkî’ye çıkıp iki rekat namaz kıldıktan sonra insanlara yönelerek, “İbadetimizin evveli namaz kılmak sonra da kurban kesmektir. Bunu yapan sünnetimize uymuş olur. Acele ile namazdan önce kurbanını kesen ehli ve ıyaline rızık hazırlamış olur, o kurban ibadet yerine geçmez” meâlinde bir hutbe okumuş olduğunu İmam Buharî, Berâe b. Âzib (r.a)’den rivayet ediyor.

Kurban Bayramında musallada namaz ve hutbeyi müteakib Efendimiz (sav) Bismillahi Allah-u Ekber diyerek kendi eliyle birkaç kurban ettiği Siret’ül Halebiye?’de nakledilmektedir.

Bayram Namazlarının Edası Nasıldır?

“Bayram namazı iki rekattan ibaretti. Cuma namazında hutbe, sıhhatin şartı ve namazdan önce olup Bayram namazında da şart değil sünnet ve namazdan sonradır. Keyfiyetçe diğer namazlardan farkı bunun her rekatinde üçer tane fazla tekbir olmasındadır. O tekbirler vacibtir.”[11]

Bayram namazları senede iki defa kılındığı ve fazla tekbirleri olduğundan cemaatten bazıları kılarken tereddüt yaşıyorlar. Bunun, bilmeyen Müslümanları şaşırtan yönü birinci rekatte Subhaneke’den sonra üç tekbir alınıp ikisinde ellerin salıverilmesi ve üçüncüde bağlanılması ikinci rekatte ise zamm sureden sonra üç kere tekbir ile ellerin salıverilmesi ve dördüncü tekbir ile rükûya varılmasıdır. Bu hareketleri anlayabilmek için “İki salla bir bağla, üç salla bir yat” denilmiştir ki –her kim söylemişse Allah Razı olsun- bundan daha veciz bir tarif yapılamaz.

“Namaza erkence gidip sabah namazını mahalle mescidinde kılarak bayram namazı için namazgâha ve cami-i kebire gitmek” mendup olduğu Kitab-us Salat’ta yazmaktadır.

BAYRAM VE SADAKA-İ FITIR

Merhum Hacı Zihni Efendi, Kitab-us Salat’ında der ki: “Iyd ismi, Cenab-ı Hakk’ın o gün mü’min kullarına dînî ve dünyevî güzellikler ihsanı olduğuna yahut tekrar ferah ve mutluluk ile tefeül avdetine mübtenîdir.”

Fıtır Bayramı tabiri de o gün iftar edildiği yani bir aydan beri tutulan orucun bozulduğu içindir.

Fil vaki bayram günü oruç tutulmaz. Müslümanlar yerler, içerler, giyinirler, kuşanırlar, mutluluklarını açığa çıkarırlar ve birbirlerini tebrik ederler. Acaba bu mutluluk bu tebrik ve tehenniyyet neden dolayıdır, avamdan bazılarının vehmi gibi: “Ramazan bitti, gündüzleri aç durmaktan kurtulduk!” sevinci midir? Hayır… Katiyyen öyle değildir. O halde bayramın sevinç günü olmasındaki hikmet nedir? Açıklayalım:

İslâm’ın binasının, kelime-i şahadet ile oruç, namaz, hac, zekattan oluştuğunu en cahil bir Müslüman bile bilir. Kelime-i şahadet yüce bir çatıdır ki namaz, oruç, hac ve zekattan ibaret dört rükûne istinad eder. Bu farzların yerine getirilmesi, o erkânların ikâmesi ve tevhidin çatısının  tahkim ve takviyesi demektir. Orucunu tutan dininin üssü’l esası olan tevhidi güçlü bir rükün  ile sağlamlaştıran bir Müslümanın sevinmesi, muhakkak değil midir?

İşte Ramazan’da ilâhi emire itaat ederek oruç tutmuş Müslümanlar, nail olduğu şu tevhid-i Rabbanî dolayısıyla kalbinde bir huzur hisseder, o manevî mutluluğu sureten de izhar için bayram günü giyinir, kuşanır, bir diğerini “Allah, emsal-i kesirasıyla müşerref eylesin” diye karşılayarak bu tebrik ve karşılama “Birçok seneler, böylece oruç tutmak muvaffakiyetine nail olasınız” temennisidir.

Nebiyyi Ekrem Efendimiz Hazretlerini (sav), bayramlarda güzel elbiseler ile süslenilmesini emretmiş ve kendilerinin de o günlere has olmak üzere bir bürdesinin olduğu Abdulvahhab Şa’ranî’nin Keşful Ğumme kitabında zikredilmektedir.

Bayramın, İslâm’ın mutlu günü olduğu ve sebebi anlaşıldı. Günlük nafakanın temini endişesinden uzak olmak, sevinmenin en önemli şartıdır.

İslâmiyette bu durumun çaresi de temin edilmiş, bayram gününde Müslüman fakirlerin sevindirilmesi için kendilerine fitre verilmesi vacib kılnmıştır. Arap müşriklerinde mihmanperverlik ve cömertlik olsa da düzenli bir şekilde fakirleri görüp gözetmek, onların ihtiyaçlarını tehvîn etmek, mürüvveti yoktur. Yalnız zenginleri meysir denilen kumardan kazandıkları deve etini ihtiyaç sahiplerine verirlerdi. Lakin bu da fukaranın çokluğuna göre devede kulak kabilinden kalırdı.

Bir de bazıları ekinleriyle hayvanlarından bir kısmını ikiye ayırırlar, birini Allah’a, birini putlara tahsis ederlerdi. Allah’a ayrılan kısım fakirler ile yolculara, putlara ait olan kısım ise puthane hizmetçilerine verilirdi. Putların hissesi artırılmak için çoğu kere Allah’ın hissesinden tenzilat vuku bulur bu tenzil ve zamdan ise mabedlerdeki hizmetçiler faydalanırdı. İnsanlığın huzuruna kefil olan İslâmiyyet daimi surette fakirlerin durumunu iyileştirmek için sadaka usulünü getirdi. Hatta onların onurunu rencide etmemek maksadıyla sadakanın gizlice verilmesi, alenen verilmesinden hayırlı olduğunu beyan etti. Güzel sözün ve gösterilecek şefkat ve merhametin başa kakılacak bir sadakadan evlâ olduğunu bildirdi. Müslümanlarla savaş halinde olmayan gayri müslimlere bile sadaka verilmesine izin verdi. Çünkü sadakadan maksat, kulların ihtiyaçlarının giderilmesi meselesi idi.

Sadaka ile başlayan İslam dininin ikramları, fitrenin vûcubu ve daha sonra zekatın farziyeti ile düzenli ve zenginleştirilmiş bir şekil aldı.

Hicrî ikinci sene ramazanında idi ki borçtan ve aslî ihtiyaçlardan[12] fazla olmak üzere iki yüz dirhem gümüş ya da o kıymette malı olanların fitre vermesi vacib oldu.

Verilecek sadakanın çeşidi ve miktarı da şu şekilde tayin edilir:

Buğdaydan yahut unundan, yahut sevîkinden[13] yarım 1 sa‘, yani 520 dirhem. Arpadan, hurmadan, kuru üzümden sa’, yani 1040 dirhem .

Buğdaya nispetle arpa, hurma ve kuru üzümden fazla verilmesi hicaz kıtasında buğdayın az, öbürlerinin çok yetişmesinden ileri geliyordu. Bunların verilmesinin vücubiyeti bayramın ilk gününde tahakkuk ediyordu.[14] Çünkü ; Peygamber (sav) tarafından “Fukarayı  bugün olsun isteyicilikten müstağni bırakınız” buyrulmuştu. Fi’l vakıa aynen, yahut bedelen verilecek şeyler[15] bir fakiri bir-iki öğün doyuracak, o fakir de o müddet zarfında dilenmekten ve yüz suyu dökmekten kurtulacaktı.

Bir Müslümanın, izzet-i nefsini ve şeref ve haysiyetini muhafaza hikmetine binaen Hacı Zihni Efendi der ki “Sadaka-i fıtır, niyet ile verilir. Bu meblağın ayrılması anında edilen niyet yeterli olur. Fakire verirken bildirmek gerekmez (Kitab-us Savm)”. Yani “Bu fitremdir, aldın kabul ettin mi?” diye sormaya hatta bu münasebetsiz soruyu üç kere tekrar ile alacak zavallının kalbini hırpalamaya hiç de lüzumu yoktur.

Fıkıh kitaplarında sadaka-i fıtr’a ait tafsilat vardır. Burada ise bundan fazlasını anlatmak gereksiz olur.Yalnız tekrar edeyim ki vereceğimiz o sadaka, hem tuttuğumuz orucu mükemmelleştirecek , hem de bir fakir dindaşımız hiç olmazsa bir günlük nafakasını temin edecektir. Müslümanlık yardımlaşma ve birbirine destek olma dinidir. Cenab-ı Hak iyiliği, takva yolunda yardımlaşmayı emretmiştir.

O halde; “ve teâvenû ale’l biri ve’t takvâ” [İyilik ve takvada yardımlaşın]

 

 


[1] Hz. Enes’in bu rivayeti, Sünen-i Ebu Davud’da mevcuttur.

[2] Mervan’ın, bayram namazı hutbesini namazdan öne aldığı ve itiraz üzerine “Halifeler zamanında namazı kılanlar, oturup hutbeyi dinlerlerdi. Şimdi namazın edasından sonra savuşuyorlar. Bizi de dinlesinler diye hutbeyi öne alıyoruz dediği, Keşf’ül Ğumme’de zikredilmektedir.

[3]Kitab-üs Salat.

[4] Özellikle Mevlevî geleneğindeki karşılıklı el öpüşme şeklinde yapılan görüşme. (Ç)

[5]El sıkmak dedikleri musafaha, sünnet olmakla beraber Yemenliler’den intikal etmiştir. Ebu Musa el-Eş‘ârî ile birlikte Yemen’den gelen Müslümanlar, beldelerinin âdeti olduğundan rast geldikleri ehl-i İslam’ın elini sıkmaya başlamış ve bu usul, Peygamber (sav) tarafından da hoş karşılanmıştır.

El tutuşmak daha  evvel de vardı. Fakat bir şeyin alım-satımında yahut bir sözün icab ve kabulünde yani alış-veriş ve sözleşme esnasında yapılırdı.

Harameyn’de güzel ve takdire  şayan bir adet vardır. Cemaat ile kılınan vakit namazlarında selam verildiği gibi herkes – bildiği, tanıdığı olsun olmasın – sağında ve solundaki din kardeşi ile musafaha eder. Bu hareketin, kalbleri rahatlatmaya ve kardeşliği güçlendirmeye ne kadar katkısının bulunacağını anlamak zor değildir. Zaten tanıdığına, tanımadığına açıktan selam vermenin; İslamiyet’in  prensiplerinden olduğu bir Hadis-i Şerif’te beyan edilmiştir ki bundan maksat, Müslümanların birbirine olan muhabbet ve ülfetini ortaya çıkarmak olsa gerektir.

[6] Çocuklar o gün ailelerinin maddi durumlarına göre yapılmış olan bayramlıklarını giyinirler ve yeni elbise içinde masumane bir övünç ile gezinirler. Bir gün önceden giyinip kuşanmış olanlarına eskiden Arafe Çiçeği diye anlatırlardı.

[7]Fıtır bayramında Hz. Peygamber (sav)’in huzurunda def çalındığını ve teğannî olunduğunu Abdülvahhab Şa‘rânî Keşf-ül Ğumme isimli eserinde yazıyor.

[8] Bî karar oldu salıncak gibi kalb-i uşşak / Îydgâhta salınıp seyre çıkınca hûbân

[9]Mir’at-ı Medine, Eyup Sabri Paşa.

[10]Bu mızrağı  yahut  ınze [kısa mızrak] yi Zübeyr b. Avvam Habeşistan’dan getirmiş Bedir savaşında onunla Ebu Zât-ül Kerş, Ubeyde b.Saîd b. el-As’ı katletmiş ve Peygamber tarafından istenmesi üzerine Zât-ı Akdes-i Nebevî’ye takdim olunmuştur.

[11] Kitab’üs Salat, Hacı Zihni Efendi

[12] Ev ve ev eşyası, elbise, at, silah, hizmet-i köle ve cariyesi, havaic-i asliyedendir. (Kitab-us Savm).

[13] Kavrulduktan sonra yıkanmış ve kurutulmuş un.

[14] Bayramdan önce veya sonra da verilebilir. Müstehab olan vakit bayram namazına çıkılmadan evvelcedir. (Kitab-us Savm)

[15] Bolluk zamanı nakit olarak, kıtlık zamanı aynî olarak verilmesi efdaldir.