Bayrak Şâiri Bir Mevlevî; ARİF NİHAT ASYA

A+
A-

Bayrak Şâiri Bir Mevlevî;
ARİF NİHAT ASYA

Eserleriyle ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum ama “Fetih Marşı” “Bayrak” şiirlerini ortaokul sıralarında ezbere bildiğimi hatırlıyorum. Bana bu yaşta, bu şiirleri ezberleten şair kimdi?

Türk Edebiyatının büyük ustası 7 Şubat 1904’te doğdu. Asıl adı Mehmed Arif’tir. Yeni doğduğu günlerde babasını kaybeder. Annesi de o küçük yaşlarda iken yeni bir evlilik yapar ve Mehmet Arif akrabalarının yanında büyür.

Mahalle mektepleri, Gülşen-i Maârif Rüşdiyesi’nden sonra Bolu Sultânîsi’ne, oradan da Kastamonu Sultânîsi’ne geçer. İstiklâl Savaşı’nın heyecanını Kastamonu’da yaşar. İstanbul Dârülmuallimîn-i Âliyesi’nden sonra  1928’de okulun edebiyat bölümünü bitirir ve öğretmen olarak Adana’ya tayin edilir. Adana Lisesi ile kız ve erkek öğretmen okullarında on dört yıl edebiyat öğretmenliği ve idarecilik yaptıktan sonra 1950-1954 yılları arasında Adana milletvekilliği yapar. 1954’te tekrar öğretmenliğe dönüp 1959-1961 yıllarında da Kıbrıs’ta çalışır. 1962’de emekli olmuştur. 5 Ocak 1975’te Ankara’da Hakk’la vuslat eder.

Şiirlerinde günlük Türkçe’yi bir sanat dili haline getirmiştir. Rahat, özentisiz ve sade bir üslûbu vardır. Dilin âhengine önem vermiştir. Serbest vezinle yazılmış gibi görünen şiirlerinde bile aruzu kullanmış ve bir iç âhenk kurmayı başarmıştır.

Bütün eserlerinin yayın hakkı Ötüken Neşriyat’tadır.

Bu yazımızda kimsenin pek temas etmediği Mevlevîliği üzerinde durmaya çalışacağız.

Onun en meşhur şiirlerinden biri de  “Naat”dir. Hakkı Mahmut Soykal’a ithaf ettiği 200 mısralık Naat şiiri için “Kendimi Hz. Peygamber’in (aleyhisselam) huzurundaymış gibi hissederek yazmaya çalıştım.” demiştir. Ona bu duyguyu veren neydi?

“İçsen bu sudan, bir daha, dostum; susamazsın…
Bir hal gelir… Ağlayamazsın, susamazsın!”

dizeleri bize ipucu verir. İçtiği bu su tasavvuf neşvesiydi. Adana’da görev yaparken tanıştığı Hakkı Mahmut Soykal aracılığıyla 1933 yılından itibaren Üsküdar Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Ahmed Remzi Akyürek’le sıkı bir münasebet kurmuştur. Onun teşvikleriyle, şiirinde geniş bir akis bulacak olan Mevlevî kültürünü yakından tanıma imkânı bulan şair, Yavuz Bülent Bakiler’e verdiği röportajında şöyle demiştir:

“Benim Mevleviliğim 1933 yılında başlar. O yıllarda Adana’da edebiyat öğretmeniydim. Rahmetli arkadaşım Hakkı Mahmut Soykal da Fransızca öğretmeni olarak Adana’daydı. Mevlevi’ydi. Gönül kumaşı ipektendi. Efendiliğine, inceliğine, ölçülü, sabırlı davranışlarına yüreğimin sıcaklığını verdim.

Hakkı Mahmut Soykal’la dost olduk. Beni bir Mevlevî dedesi olan Ahmet Remzi Akyürek’le tanıştırdı. Rahmetli Ahmet Remzi, gerçekten bir ak yürekti, Üsküdar Mevlevîhanesi’nin son şeyhiydi. Şimdi Kayseri’de Burhanettin-i Tirmizi Hazretlerinin haziresinde, ona ayrılmış bir köşede yatıyor. Kayseri’ye her gidişimde Ahmet Remzi Dede’nin huzurunda niyaza dururum. Mezar taşında gerek eski yazıyla, gerek yeni yazıyla adını öperim. Sonra yine niyaza durarak dönerim. ……… Çok fazıl bir adamdı Remzi Dede.”

Tasavvufî seyr ü sülûkü hakkında pek fazla bilgi bulunmayan Asya, kendisinin mânevî yoldan postnişin olduğunu söyler. Ancak bu olayın nasıl gerçekleştiğini sırlamıştır. 1956 yılında yayımladığı Kubbe-i Hadrâ adlı şiir kitabında, manevî yoldan şeyh oluşunun şifrelerini şöyle verir:

“Şefkat nazarlariyle görüp fakr-ı hâlimi
El sundular; harâbeme dil, dîde verdiler.

“Geldim, dedim, bu halkada elpençe durmaya…”
Lûtfettiler, oturmak için yer de verdiler

…………………………..

Adana’da yaşadığı dönem içerisinde tasavvufa ve Mevlevîliğe ilgi duyan bir çevre edinir. Adana’da dinî-tasavvufî şiirler yazan Hasan Talat Muter ile Görüşler dergisinde şiirler yayınlarlar. Derginin 1942 yılında yayımlanan sayısında Hasan Talat Muter’e ithaf ettiği Tesbih ve Hak Kuşları adlı şiiri basılır.

Sanatçı artık Mevlânâ ve Mevleviliğe adeta hayrandır. Onun için; “Mevlevilik bir şiir kadar güzeldir”. Mevlana ve Mevlevilik onun için ekmektir sudur. Hatta eserlerinin kaynağı da Mevlânâ’dır, Mevlevîliktir. Bu mevzuda Şeyh Galib ile aynı düşüncededir. Bu düşüncelerine Şeyh Galib’in

“Esrârını Mesnevî’den aldım
Çaldım veli mirî malı çaldım”

mısralarını düstur edinmiştir. Kendisi de

“Ne şiir söyledimse hepsi onun
Eserim, vâridât-ı Mevlânâ
Ve hayâtım, hayât-ı Mevlânâ”

dizelerinde, sanatının kaynağını Mevlânâ olarak görmektedir.

Hz. Mevlana’ya şiirler yazmıştır ama bu şiirleri kendisinin yazmadığını, birer ilâhî vahiy olduğunu söyler:

Yok bunda ne emrim, ne de nehyim
Yazmaktan ibaret gibi sa’yim

Yalnız, alınır ba’zan uzaktan
Bir noktada, bir nüktede re’yim.

Ey Pîr, bu devlet bana kâfi..
Ben sadece bir kâtib-i vahyim.

Büyük şairi doğumunun 121. Yılında tekrar rahmetle anıyoruz.