BARIŞ
BARIŞ
Savaşların aslı barıştır.
Savaşmak için mi doğduk?
İnsanı anlatan bir kitabının adı savaşçıydı Doğan Cüceloğlu’nun.
Ortada bir savaş varsa bunun tarafları olmalı. Dışarıda mı, içerde mi bu taraf?
İkisi de.
Hangisi daha büyük ya da daha önemli?
İnsanın kendi içindeki savaşı mı? yoksa dışarıda ötekiyle olanı mı?
Uhud savaşından dönerken Hz Peygamber: küçük savaştan büyük savaşa dönüyoruz demişti. Bundan daha büyüğü mü diye sorulunca ki, o güne kadar en çok zayiat verilen savaştı, evet dedi ve insanın nefsiyle olan savaşı bundan daha büyüktür diye de ekledi.
Nefis deyince, dini literatüre ait bir kelime olunca , en azından bugünkü dilde, zihinlerinde din ve dünya kavramını ayrı tutanlar için de tersi olanlar için de kelime yalnızlaşıyor ve anlamsızlaşıyor. Aslında ifade gözlerini ve dikkatini kendine çevir ikazını yapıyor bize.
Bununla ilgili ne çok ikaz var. Hz Pir de kendi içindeki savaşla meşgul olsan başkasıyla uğraşacak halin kalmaz der.
Savaşlar yorucu.
Sükunet ve barış istiyor herkes. İçeride de dışarıda da.
Hepimiz sözde barış taraftarlarıyız.
Peki barış nasıl sağlanır?
İki ordu düşünün, ya da iki düşman, iki rakip. Birbiriyle savaşmada. Biri diğerini yenince mi sağlanır sükunet? Bir ordu diğerini yense bile kendisi de ona yakın kayıp verir. Düşmanlık daha da kökleşir. Günün birinde intikam alınması muhtemeldir. Yeni bir savaşın da habercisidir bu zafer gibi görünen olgu.
O zaman nasıl sağlanır barış?
Zıtların, rakiplerin, düşmanların uzlaşısı ile.
Hayat zıtların ahengidir der Hz Pir.
İnsanın içinde de dışında da zıtlıklarla örüntülüdür yaşam.
Bunları uzlaştırmaktır insanın ödevi. Midedeki asit ve baz birbirine rakiptir, eğer biri galip gelirse hastalık oluşur. İkisinin de uzlaşıyla birbirine saygı duyarak belli oranlarda varlıklarını sürdürmeleri gerekir. Tüm fizyolojik mekanizmalar birbiriyle uzlaşı içinde olursa elde edilir sağlık. Sağlıklı olmak uzlaşıyı becerebilmektir.
İnsan ilişkilerinde de beceri uzlaşabilir olmaktır. Buna geçinmeyi bilmek de denebilir.
Hz Peygamber: Mümin geçinen ve kendisiyle geçinilendir der. Ülfet eden ve ülfet edilebilen.
Rahatsızlık ve mutsuzluğunun kaynağını sürekli dışarıda arayan insan, ne zamana dek diğerleriyle savaşacaksın?
Kendi içindeki huzursuzluğun ve savaşın seni huzursuz yapan. Bir de bunun sorumluluğunu diğerlerine yükleyip durma.
Gözlerini ve dikkatini içeri çevir.
Alem sürekli yeniden ve yeniden yaratılıyor der Hz Pir. Doktorlardan öğren sürekli kendi içinde fizyolojik olarak yenileniyorsun. Her daim yeni hücreler oluşuyor eskilerle yer değiştiriyor. Fizyolojik olarak da sürekli yeniden ve yeniden doğuyoruz. Neden ruhsal olarak kendini yenilemiyorsun?
Doğumlar sancılı süreçlerdir. Doğumu göze alana yardım edilir.
Vücudumuzdaki kimyasallarla ilgili çok sayıda araştırma yapılıyor bu günlerde. İnançlar, düşünceler ve davranışlar içimizdeki kimyayı etkiliyor ve değiştiriyor. Ardından duygular çıkıyor, öfke gibi, sükunet gibi, kaygı gibi…bunlar da yeniden etkiliyor kimyasalları. Değişmeyen ve yenilenmeyen insan kısır döngü içinde aynı şeyleri yaşayıp duruyor.
Bu günlerde ülkemizdeki tartışmaları izleyince bunları hatırlatmak istedim size.
Amaç:
Yenmek yok etmek değil.
Anlaşmak, tanışmak, uzlaşmak ve barışmak.
Mihenge bakalım:
“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi ‘olmadık-kötü lakaplarla’ çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tövbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.
Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.( Hucurat suresi. 10-13)”