AZAR VARSA NAZAR DA VARDIR
AZAR VARSA NAZAR DA VARDIR
Allah’ın sevdiği kullarının nefesi, baharın habercisi gibidir. O nefes yüzünden, gönülde mânevî yeşillikler, tazelikler ortaya çıkar, güzellikler doğar. Onların nefesleri talihli, kabiliyetli kişilere, bahar yağmurlarının ağaçlara yaptığı tesiri yapar. Eğer, herhangi bir yerde kuru bir ağaç varsa, bunun kuruluğunu rüzgârdan bilmemek gerekir. Kuru ağaç o rüzgârdan faydalanmayı bilmemiştir. Bu tıpkı öğretmenin gelip ders anlatmasına benzer. Bazı öğrenci o bilgilerden nasiplenir, bilgi sahibi olur; bazı öğrencilerin de bir kulağından girer ötekinden çıkar. Rüzgârın esip gitmesi gibi öğretmen vazifesini yapmıştır, görevini tamamlamıştır. Kabiliyetli öğrenci o öğretmenden faydalanmayı bilmiştir.
İrfan sahibi Allah dostları da doğru bildiklerini halka anlatırlar, onları doğru yola götürecek nasihatlerde bulunurlar. İsteyen onlardan faydalanır, isteyen faydalanmaz. Boşa akıp giden ırmaklar gibidir Allah dostları. İsteyen o ırmaktan faydalanır, bahçesini sular, elektrik santralleri kurarak onlardan enerji üretir, istemeyen de o nehrin akışından faydalanmaz. O su boşa akıp giderek deniz karışır. Bundan ırmağa zarar gelir mi hayır gelmez. Sonunda o gidip denize karışmaktadır. Daha büyük bir gücün içine girmektedir. Zararda olan kimdir? O ırmaktan faydalanmayandır.
Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: “Ey ashabım, ey benim dostlarım. Sakın, ilkbahar serinliğinden ürkerek, bedenlerinizi örtmeyin… Çünkü, ilkbahar rüzgârı, ağaçlara yaptığı tesiri bedenlerinize de canlarınıza da yapar. Fakat sonbahar soğuğundan kaçının. Çünkü, sonbahar soğuğu, üzüm bağlarına yaptığını size de yapar.”
Bu hadisi rivâyet edenler, manasını dış görünüşe göre anlamlandırmışlar ve bunu da yeterli bulmuşlardır. Hz. Mevlânâ(Rh. A.) “Bu kişiler, hadisin ruhundan habersizdirler. Onlar hadisin dışında kalmışlar, iç manasına girememişlerdir. Onlar, dağı görmüşler de dağdaki madeni görememişlerdir. Hadiste konu edilen sonbahar, nefistir, nefsimizin istekleridir. Akıl ile can da ilkbaharın ta kendisi, sonsuzluktur, ebediyettir. İnsanın az ve göze görünmez bir aklı vardır. Bu durumda tam ve olgun bir akıl sahibini ara ki senin aklın onun aklıyla birleşsin ve daha olgun bir akla sahip ve daha tecrübeli ol.” der.
İnsan, bir konu üzerinde kendinden daha üstün bilgiye sahip bir kişiden faydalanır ve onun tecrübelerini kullanırsa işlerinde daha da muvaffak olur. Aklı bir tarafa bırakmamak gerekir. Zira insan ilk yaratıldığında kendisine sunulan üç nimetten biriydi akıl. Diğerleri de edep ve imandı. Bunun üçü biri diğerinden ayrılmayan bir bütündür.
Akıl kelimesi, ‘ikal’ kelimesiyle bağlantılıdır. İkal, köstek, pranga, bukağı anlamındadır. Çölde devenin ayağına daha doğrusu çöktürüldükten sonra dizine vurulur ve bağlanır ki kaçıp uçurumdan düşerek kendine zarar vermesinin veya bir canavara yem olmasının önüne geçilir. Akıl da bizim yanlış yapmamıza engeldir.
Bu durumda yukarıda arz ettiğimiz “Ey ashabım, ey benim dostlarım, sakın, ilkbahar serinliğinden ürkerek, bedenlerinizi örtmeyin… Çünkü, ilkbahar rüzgârı, ağaçlara yaptığı te’siri bedenlerinize de canlarınıza da yapar. Fakat sonbahar soğuğundan kaçının, çünkü, sonbahar soğuğu, üzüm bağlarına yaptığını size de yapar.” hadisinin manası şöyle yorumlanır: Velîlerin, akıllı ve olgun kişilerin pâk, temiz nefesleri bahar gibidir. Bu sebeple yumuşak olsun, sert olsun; onların sözlerini dinlemekten örtünüp kaçınmak, onlara kulak vermek gerekir. O sözler, dinimize, hayatımıza destek olur. Tatlı da söyleseler, acı da söyleseler onları hoş görmek, o sözleri tutmak gerek. Zira eskilerin bir sözü vardır; “Azar varsa nazar da vardır.” Bir büyük bizi azarlıyorsa gözü üstümüzdedir, yaptığımız yanlışı görmüştür, o yanlışta ısrar etmememiz gerektiğini bize hatırlatır ve doğru yola sevk eder. Bu sebeple bizim o azarı, azar olarak değil de nazar olarak algılamamız gerekir.
Yıllar önceydi bir sema programı için bir şehirde bulunuyorduk. Toplu olarak yemeğe gittik. Bendenizin oturduğu masanın arkasındaki masada, sırtı dönük olarak Hz. Piri’in 22. Kuşak Torunu Esin Çelebimiz oturuyordu. Sofranın sonunda tatlı ikramı da oldu. Bendeniz şeker hastasıyım. Çatalı elime aldım ve tam tatlıyla temasa geçecekken arkadan bir ses “Veysi Hoca, bırak elindeki o çatalı!” demesin mi. Görünürde bu benim için azar olabilirdi ama gerçekte benim sağlığımı düşündükleri için, sıhhatimi koruma amacıyla yapılmış bir hatırlatmaydı.
Yine bir söz vardır, hat olarak da yazılmıştır ve çok hoşuma gider;
“Dost odur ki sana doğrusun diyen
Dost değildir sana ‘doğrusun’ diyen”
Evet, dost kişi bize sözün doğrusunu diyendir. Her yaptığımız işe iyi olsun kötü olsun ‘doğrusun’ diyerek onaylayan veya her söylediğimiz söze ‘doğrusun’ deyip tasdik eden, dostumuz değil tam aksine gizliden gizliye belki düşmanımızdır.
O mübarek sözlerin takdir veya tekdir olarak ortaya çıkması ilkbahar yağmuru gibi hayat verir, insanı yaşatır. O sözler Allah’a doğru yakınlaşmanın ve kulluğun özüdür, mayasıdır. O nefeslerle gönül deryaları incilerle dolar vesselam.