Az ye, Az uyu ve Az konuş

A+
A-
Az ye, Az uyu ve Az konuş

Bu yazı  19.10.2008. İstanbul  Benötesi Psikoloji Derneğinde yapılan  Mesnevi sohbetinin   deşifresiyle hazırlanmıştır. 

 

Efendim bu günkü Mesnevi sohbetimizde,  Hakk yolunda yürümenin üç temel şartı üzerinde duracağız.

Mânevi büyüklerimiz bu çok önemli hasletleri şöyle sıralamışlardır: KİLLETÜ TAAM, KILLETÜ  MENAM VE KILLETÜ  KELAM…

Yâni, az ye, az uyu ve az konuş..

İnsan olmanın, insanca yaşamanın temel prensibi olan bu üç kaideyi  Kur’an âyetleri, Hâdis-i şerifler ve çeşitli Mesnevi beyitleriyle hep birlikte anlayıp zevk etmeye  çalışacağız inşallah.

Dinlerde,  tarikatlarda, mezhep ve meşreplerde, çeşitli farklılıkların olması gayet tabiidir. Fakat  hepsinin birleştiği ortak bir nokta vardır ki oda: Az yemek, az uyumak, az konuşmaktır. Bütün Peygamberler bu üç sihirli kelime üzerinde hassasiyetle durarak  ümmetlerini uyarmışlardır.

Peygamber Efendimiz: Az yiyerek maddi mânevi hastalıklarınızı tedavi ediniz. Az yiyiniz  sıhhat bulunuz derken,

Hz. İsâ ümmetine: Karnınız aç olsun ki; kalbinizde Rabbinizi göresiniz diye buyurmuştur.

Hz. Davud: O güzel sesini  açlıkta bulduğunu söylemiştir. Çünkü içi boşalmayan bir kişiden  hoş sesler çıkmaz.

Hz. Musâ: Kelimullah olmayı açlıkta bulmuştur. Çünkü karnı toprakla dolu olanın Hakk ile yakınlığı olamaz.

Mânevi büyüklerimiz şöyle der: Kalbi üç şey karartarak hikmet yolunu kapatır. Oda çok yeme, çok uyuma, çok konuşmadır. Üç gün aç kaldı diye dertlenen  kişiden ârif  bir insan  olmaz.

O cahil ve haddini bilmez adamın tekidir. Cenâb-ı Allah bir kuluna yardım ve ikramda bulunursa ona az yemeyi, az konuşmayı, az uyumayı nasip eder.

Gerçektende bu üç kelime insan olmanın, tasavvuf yolunda yürümenin  değişmez kuralıdır. İnsan rûh, nefs ve akıldan mütşekkil topraktan yaratılmış bir varlıktır. Akıl yoluyla nefsimiz ve rûhumuzu dengede tutmak zorundayız.

Beden topraktan yaratıldığı için meyli hep toprağa doğrudur. Fakat rûh olmayınca beden hiçbir işe yaramaz. Topraktan geldin haydi toprağa der bir çukur kazar içerisine atarlar. Bedeni sevimli ve kutsal kılan rûhtur.

Hz. Mevlânâ beden bu dünya’ya aittir rûh ise öteki âlemden gelmiş bu âlemde gariptir gariplere sahip çıkmak Kur’an emridir o nedenle rûhuna sahip çık diye buyurmuştur.

Rûhumuza sahip çıkmanın birinci şartı az yemektir. Az yemek, az uyumaya. Az uyumak az konuşmaya, az konuşma da  dinlemeye  vesile olur. Malûm rûhumuzu beslemenin diğer bir şartı da dinlemektir. Bunlar bir birine bağlıdır.  Nefsâni istekler karşısında güçlü bir rûh’a sahip olmak için de  az yemek değişmez kuraldır.

 

Hz. Mevlânâ: Mes.clt.1.265. “Sen bedenini yağlı ballı yemeklerle besledikçe, asıl varlığın olan, seni diri tutan rûhunu asla güçlü bulamazsın” derken başka bir Mesnevi beytinde ise:  Sen; Cenâb-ı Hakk’tan  ilâhi  aşk iste, rûhunu besleyecek gıda iste. Ekmek isteme. Ekmek bu bedenimizin gıdasıdır. Hayvani rûhumuzu, nefsimizi besler. İlahi aşk ise can rızkıdır rûhumuzu besler. Allah’tan ten rızkı istemektense Rûhumuzu besleyecek  can rızkı istemek elbette çok daha hayırlıdır”

 

Hz. Mevlânâ; Mesnevi, Divân-ı Kebir ve Rubailerinde az yemekle alâkalı bir çok beyit dile getirmiştir. Bunları sizlere arz etmemeden evvel öncelikle konumuzla alâkalı Peygamber Efendimizin  yedi  hâdis-i şerifini   arz etmek isterim.

  1. Bir hâdis-i kûdside Peygamber Efendimiz Cenâb-ı Hakk’ın dilinden şöyle buyurmuştur: Ey adem oğlu ! Ben şeref ve yüksekliği itâat etmeye verdim.

İnsanlar ise onu sultanların kapısında arıyorlar, nasıl bulacaklar ?

İlmi açlık içinde  takdir ettim, halbuki insanlar onu çok yemekte arıyorlar ilmi nasıl bulacaklar ?

Gönül  parlaklığını gece uykusuzluğuna verdim. İnsanlar onu derin uykularda arıyorlar. Gaflet ile uyurken  gönül parlaklığını   nasıl bulacaklar ?

Ey âdem oğlu ! ilim ve âmeli tok karınla, gönül parlaklığını derin uykuyla, hikmet ve inceliği çok konuşmayla, ülfet ve dostluğu insanlarla iç içe bulunmakla, nihayet benim sevgimi dünya sevgisiyle dolmuş olarak nasıl isteyebilirisin ? Bütün bu güzel hasletleri nasıl  bulabilirisin.

Öyle ise:  ilim ve âmeli açlıkta, gönül parlaklığını gece uykusuzluğunda, hikmet ve inceliği sükûtta, dostluğu bana kavuşmayı ise  uzlette bulabilirisin.

  1. İnsanoğlu kendi karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysa insanın bedenini güçlendirip olgunlaştırması için  sadece  üç beş lokma yemesi  yeterlidir.
  2. Eğer kim yemek şehvetine tutulur karnını doldurmak istese hiç değilse üçte birini yemekle, üçte birini içecekle, üçte birini de boş bıraksın.

4.Şeytan insanın damarlarında kan gibi dolaşır. O yolları  açlık ve susuzlukla  tıkamak sadece Allah dostlarına mahsustur.

  1. Allah bir kulunu severse onu bol ve ucuz yemek bulunan yerlerde bile aç ve susuz bırakır.
  2. Karnı aç, gönlü kânaatkâr, kalbi zikirde olanın, Allah dostu olduğu çok  açık bir şekilde ortadadır.
  3. Nefsinizi aç bırakın ki kalbinize irfan nûru doğsun.

Dikkat edilirse, Hazreti İsa’da bu son hâdis-i şerifle aynı mânâ’da söz söyleyerek “Az yiyiniz ki  kalbinizde  Rabbinizi  göresiniz” diye buyurmuştu.

Fakat bu aç kalmayı veya az yemeyi de doğru düzgün  anlamamız gerekir. Az yemeyle veya aç kalmayla ilim, irfân, aşk, muhabbet sahibi olunsaydı diyetisyenlere gidip rejim yapanların  hepsi Evliyâ  olurdu.

Maksat aç kalmak veya DİYET yapmak değil !  RİYÂZET yapmak

Her hangi bir diyetisyenin reçetesiyle, Peygamber Efendimizin bu mübarek sözlerini birbirinden ayrı tutmak  gerekir.

Diyet yapan kişi dış görünüşünü  bedenini zayıflatmak, güzel görünmek için günde sadece  bir kâse çorba içer.

Riyâzet yapan kişide günde bir kase çorba içer. Görünüşte ikisi de aynıdır. Fakat arada bir fark var. Biri dışını, diğeri  içini güzelleştirmek için günde bir kâse çorba içer. Ameller niyetlere göredir. O nedenle o bir kâse çorba birinin dışını güzelleştirirken ötekinin hem dışını hem içini güzelleştirir.

Bildiğiniz üzere İslâmiyette esas olan niyettir. Yapılan işin Cenâb-ı Allah yanında ki kıymeti  O  işteki  amaç ve  gayemizdir.

Hz. Mevlânâ; “Allah rızası için yapmadığın bir  iş, sadece  hiçten ibârettir”  der.

Aç kalmayı veya az yemeyi  şükür, fikir ve zikirle birleştirdiğimizde mânevi olarak  amacımıza ulaşırız. Sadece kuru  kuru aç susuz  kalmakla ilim, irfan, aşk, muhabbet  sahibi olunmaz.  

Zikir: Malûm Hakk’ı anmak. En azından lokmayı ağzımıza götürürken  Bismillahirrahmanirrahim diyerek başlamak.

Fikir: Yemeğimizi  yerken birkaç saniyede olsa  tefekkür etmek.

Bakınız  Hz. Mevlâna Mesnevi’de ne der:  clt.2. 3078. Yarattığı şeylerde Allah’ın sıfatlarını görmeden, tefekkür etmeden, ekmek yiyecek olsam lokmalar boğazımda kalır yutamam o bir lokma ekmeği.

Onun yarattığı güzellikleri seyretmeden, onun gülünü gül bahçesini görmeden yediğimiz lokmalar nasıl olur da içimize siner ?

Öküz ve  eşek  gibi  onlardan  başka kim Allah’a kavuşma ümidi olmadan bir an bile olsa bu ekmeği yer bu suyu içer.

Onlar hayvan gibidirler hatta hayvandan da aşağıdırlar. Pis murdar kokmuş kişilerdir. Düşünceleri körleşmiştir. Akılları bunamıştır. Ömürleri tükenmiştir. İnsan olarak hiçbir şeyleri kalmamıştır.

Görüldüğü üzere Hz. Mevlânâ  zikir fikir ve şükürsüz ancak hayvanlar lokma yer diye buyuruyor.  Eskiler yemekte konuşmayı ayıp sayarlardı. Çoğu insan yemekte konuşmazdı ama bunu niye yaptıklarını da bilmezdi. Sebep;  gelişi güzel boş laf konuşmak  yerine, yemeği  tefekkür içinde yemektir.

Zaten tefekkür ile  yemek yiyen insan istese de gereğinden fazla yiyip içemez. Zamanımızda tüm toplantılar bir yemek eşliğine yapılıyor. Yoğun bir muhabbet içerisinde ne yediğinizin ne kadar yediğinizin farkına bile varmıyorsunuz.

Yemekteki Şükür’e gelince; bu da kişinin ilmine,  irfânına, aşk-u muhabbetine  göre değişir. Kimisi bulup yediği için; Kimisi da aç kaldığı için şükreder.

Derler ki; Şakiki Belhi Hazretleri bir gün İbrahim Ethem Hazretlerine şükür hakkında ne dersiniz diye sorar ?

İbrahim Ethem Hazretleri de; Bulduğumuz zaman Allah’a şükrederiz. Bulamadığımız zamanda  sabrederiz der.

Şakiki Belhi Hazretleri sizin bu yaptığınızı Horasanın köpekleri de yapıyor. Onlarda buldukları  zaman yiyip, bulmadıkları zaman sabredip bekliyorlar der.

Bu cevaba şaşıran İbrahim Ethem Hazretleri peki siz ne yaparsınız ? diye sorunca,  Hazret bulunca  elde olanı dağıtırız, bulmayınca da şükrederiz der.

Buda iki ayrı şükür anlayışı. Hz. Mevlânâ da şükür, varlıktan değil, yokluktan doğar demiştir.

Diyet için aç kalmayla Riyazet için aç kalma arasındaki farka da yine  en güzel örnek  Bayezid-i Bestami Hazretleridir.

Mes. clt.3.1694  Bayezid-i Bestami hz. Namaz kılmak hususunda kendisinde bir isteksizlik hissedince boğaz derdinden fazla yemek içmekten  kaçındı.

O çok akıllı, çok ârif veli, namaza karşı duyduğu isteksizliğin sebebini düşündü tefekkür etti bunun sebebini çok su içmekte buldu.

Mademki  çok su içmek beni namazdan alıkoyuyor, bende namaz karşı bir isteksizlik yaratıyor o halde bende  bir sene su içmeyeyim diye ahdetti ve öylede yaptı. Onun bu iyi niyetine karşılık Allah’a  ona sabır ve tahammül ihsan etti.

Onun bu önemsiz olan  gayreti çabası sadece Allah için  maneviyatı içindi. O yüzdende mânevi sultan oldu. Ariflere kutup kesildi.

 

Görüldüğü üzere son beyitte “Onun bu önemsiz olan  gayreti çabası sadece Allah için  mâneviyatı içindi. O yüzdende mânevi sultan oldu. Ariflere kutup kesildi” Deniyor. Yaptığımız işin içimizde bir mânevi boyutu varsa ve bu konuda da gerçekten samimi isek, ondan mânevi olarak faydalanırız. Yoksa niyetimiz ne ise karşılığı da ona göre gelir.

 

Tekrar konumuzla alâkalı Mesnevi beyitlerini arz etmek istiyorum.

Mes.clt.4.3608 Sen bu dünya’ya sadece mezardaki kurtlara yem olacak bedenini beslemek için gelmedin.

Mes.clt. 3.2260 Gerçek insan olmak için mal, mevki, yemek, içmek gibi şeylerin üzerine çok düşme ki, onların kölesi olmayasın.

Mes.clt.2.2592 Bedenini  beslemek, onun ihtiyaçlarını gidermek için bir sanat öğrendin bir işin gücün var. Peki Rûhunu beslemek için ne yaptın ? onu beslemek  içinde din sanatını öğren.

Mes.Clt.1.2871-Senin haberin yok düşünce kanadın çamura bulaşmış ağırlaşmış. Çünkü sen çamur yiyorsun, çamur sana ekmek olmuş.

Çünkü senin yediğin ekmek ile etin aslı mayası topraktır çamurdur. Bunları az ye de çamur gibi yer yüzüne yapışıp kalma da peygamberin gibi mirâc et.

Mes.clt.3.43   Şunu iyi bil ki; Hakk yolunda yürümenin, insanca yaşamanın şartı mizacın değişmesindir. İnsanın mizacı karakteri toprak yemeğe alışırsa yüzü sararır rengi kötüleşir hastalanır düşkün bir hale gelir.

O topraktan yetişen şeyleri yiyen insanın kötü mizâcı değişirse çirkinliği gider yüzü mum gibi parlar.

Bir süt anne süt emmeye alışmış çocuğunu memeden keser süt emmekten alı korsa onu gereği gibi beslemek için bu defa ona yüzlerce bağın bahçenin gıdalarının yolunu açar.

Çünkü annenin memesi o zayıf çocuğun gelişmesi için onu beslemiş fakat yavrunun binlerce nimetten gıda almasına binlerce yemek ve ekmekten faydalanmasına da engel olmuştur.

Demek ki bizim yaşayışımız gerçek hayata kavuşmamız memeden kesilmeye yâni nefsâni gıdalardan vaz geçmeye bağlıdır.

Ancak bu keslime ile biz mânevi gıdalara ulaşacağız. Ey Hakk yolunun yolcusu  sende azar azar kendini nefsini besleyen gıdalardan elini çekmeye çalış. Az yemeyi alışkanlık haline getir bunca sözümüzün  özü budur.

 

Efendim bendenize göre konuyu daha iyi anlayabilmek  için  şu son beyit ile  ilk beyti birleştirmek gerekiyor:

 

Birinci beyit: Şunu iyi bil ki; Hakk yolunda yürümenin, insanca yaşamanın şartı mizacın değişmesindir.

Son beyit: Az yemeyi alışkanlık haline getir bunca sözümüzün  özü budur.

Son beyti biraz açacak olursak;  Hayat bir alışkanlıktan ibrettir. Az yemeye alışırsak az yeriz. Çok yemeye alışırsak çok yeriz. Bunun başka türlü bir açıklaması yok. Mesnevi clt.2 3458. bu aşırı arzuların gönle yerleşip kalması sadece adetten ve alışkanlıklardandır.

Her ülkenin her yörenin bir yemek kültürü var. Urfa’da bebekler biber yerken, batıda kocaman insanlar acı yiyemiyor.

Dünya’da kimisi et ile beslenirken, kimisi ot ile besleniyor. Bazısı tatlıya düşkün, bazısı tuzluya. Vesselâm  bunların  hepsi çeşitli nedenlerden kaynaklanan  alışkanlıklar, adetlerdir.

Birinci beyitte ise: Şunu iyi bil ki; Hakk yolunda yürümenin, insanca yaşamanın şartı mizacın değişmesindir. Yâni alışkanlıkların değişmesidir demektir bu. Mademki bazı şeyler bir alışkanlık.  O zaman; Gerek yemek içmek, gerek başka konularda alışkanlıklarımız, kendimize ve çevremize zarar veriyorsa  mutlak bu alışkanlıkları değiştirmemiz  gerekiyor.

Bizler ise çeşitli huylarımız hoş görülmediği zaman  ben böyleyim ne yapayım. Bu bir karakter meselesi, ben yıllardır böyle alışmışım deriz. Hayır efendim bu tümüyle yanlış. Bu bir karakter meselesi, böyle alışmışım  diye bir şey yok. Alışkanlıklarımızı terk etmek veya   değiştirmek zorundayız. Çünkü buna yaratılış olarak muktediriz.

Hz. Mevlânâ: Her insanın karakterini değiştirme yeteneği vardır fakat nefsine uymasından dolayı değişemez der.

Eyvallah çeşitli karakterler vardır, fakat anahtarları da elimizdedir istediğimizi açar, istediğimizi de kapatırız.

Malûm insan melek ile  hayvan  arası bir yaratıktır. Bir Hâdis-i şerifte:

“ALLAH melekleri yarattı onlara akıl verdi.

Hayvanları yarattı onlara şehvet verdi.

İnsanları da yarattı hem akıl hem şehvet verdi.

Kimin aklı şehvetinden üstün olursa meleklerden daha yücedir.

Kimin  şehveti aklından üstünse o hayvanlardan daha aşağıdır”

Biz insanlar  ne hayvanız ne melek. İkisi arası bir yaratığız. Aklımız şehvetimizden üstün gelirse Meleklerden de yüce olurken, şehvetimiz aklımızdan üstün olursa hayvandan da aşağı oluruz.

Hadis-i şeriften de anlaşıldığı üzere, hayvanlarda akıl yok. Fakat insanlarda akıl var onun için yaratılış gayelerinin dışına çıkmaktan, yâni eşref-i mahlûkat olduklarını unutup hayvan gibi yaşamaktan sorumlu olurlar.

Denilebilir ki hayvanlarda nasıl  akıl yok olur ? Onlarda akılları sayesinde bu âlemde yaşamıyorlar mı ?

Eyvallah doğru hayvanlarda da akıl var ama, sadece “Hayvâni akıl” Kuşlar da gagasıyla çer çöp toplayarak kendine ev yapar ama, proje hazırlayıp beş katlı bir bina yapamaz. Yiyeceğini içeceğini bir yere toplar ama bir buzdolabı yapamaz. Hayvanların en akıllısı kabul edilen tilki çok güzel tavuk yakalar ama. Yumurtada bulunan  sırrı hikmeti çözemez.

Akıl akıldan üstündür diye bir söz vardır. Son derece yerinde ve doğrudur.

Hz. Mevlânâ Mesnevi’de cilt.1.3309.”Bütün hayvanları insan için, bütün insanları da bir akıl için öldür”  Peki bütün insanlarda akıl yok mu ?

Aklı kül sahibi insanlar var, aklı cüz sahibi insanlar var. Yâni cüz-i aklını, akl-ı kül sahibi karşısında yok et demektir bu. Yoksa bütün insanları kurşuna diz öldür demek değil. Akıl bir çürük diştir kaldır at denilen yerdir. Cüz-i akıl, küllü akıl karşısında çürük diş gibi kalır rahat etmek içinde  kaldırıp atmak gerekir.

Vesselam konumuz akıl değil sözü uzatmayalım, çok yemek veya farklı davranışlarımız  bir alışkanlıktır onu da aklımız veya bir akıl sahibinin  yardımıyla değiştirmek mümkün. Olmaz diye bir şey yok.

Yemenin içmenin ölçüsü nedir ?

( Araf sûresi 31 âyette ) Cenâb-ı Allah rahmetiyle kullarına yemek yemenin adabını öğreterek; “Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez  diye buyurmuştur” Bu âyeti  tasavvuf büyüklerimizden Necmedin-i Kübra Hz. şöyle açıklamıştır: Bu yolun yolcusu günde bir defa yemek yer. Normal kimseler ise: Onların sabah akşam rızıkları vardır  ayetine uygun olarak günde iki defa yer.”Meryem sûr. 62” Günde üç defa yemek ise israf sınırları içerisine girer der, Necmeddin-i Kübra hazretleri (Tasavvufi hayat sayfa 51 )

Niçin israftır günde üç öğün yemek ?

Buna da Hz. Mevlânâ’nın beyitleriyle cevap verelim:

Divân-ı Kebir clt 2: 640 Aşırı derecede yemeyi içmeyi bırak, uyuyup rahat etmeyi azalt. Ey ilâhi inciyi gübre içine düşürmüş zavallı !  şu canı cansız bırakma ! bedenindeki canı bilmezlikten gelip hayvanlar gibi cansız yaşama ! ALLAH’ın verdiği şu nûr gibi  ekmeği  bedeninde gübre haline sokma !

Divân-ı Kebir clt.1.320. Tatlı yemekler, yağlı yemekler, hoşa giderler, sofralarda hoş görünürler. Fakat onlar fazla değil bir gece senin içinde kalınca iğrenç pislik şekline dönerler.

Efendim elbette bedenimizin günde yüz gram  ekmeğe ihtiyacı varsa biz kalkar beş yüz gram ekmek yersek bu israf olur. Hz.Pir’imizin buyurduğu gibi ilâhi nimeti gübre şekline getirdik. Ebette israf olur. İsraf ille de götürüp çöpe atmak değil ki. Vücudumuzun ihtiyacının dışında yediğimiz yemekler  tuvalet yoluyla bir şekilde  israf olmuyor mu ?

Mes.clt.5.2475 Varlığının yarısı misktir yarısı da iğrenç pisliktir. Aklını başına alda beden içerisinde  pisliğini artırma.

Bu sözleri daha evvel söylediğimde bir beyefendi;  Kur’anda  size verdiğimiz nimetlerden bol bol yiyiniz  deniyor. Siz ise yemeyin diyorsunuz. Sizin bu sözleriniz Kur’an’a aykırı değil mi ? demişti .

Bu sorunun cevabını da gene Mesnevi’den vermek isterim:

Mesnevi clt.3.3744.nolu beyitlerde: Ey gâfil kişi ! Cenâb-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de: Hakk’ın verdiği rızıklardan bol bol  yiyin diye buyurduğu, bizlere tavsiye ettiği  rızkı sen, hikmet değil de, ekmek zannettin. Onun için bol bol ekmek yedin.

Bu bedene ait olan ağzını kapatırsan, ancak o zaman  sende mânevi ve rûhani bir ağız açılır, açılan o ağızla da ilâhi sırlar ve hikmetler lokmalarını yersin. Eğer sen şu bedenini  şeytanının sütünden kesilebilirsen, yâni nefsâni  gıdalardan kesilirsen,  O zaman Cenâb-ı Hakkın mânevi sofrasına oturursun da nice akıl almaz mânevi lokmalar yer, nice sırlar duyarsın.

Az evvel  sözü edilen verdiğimiz rızıklardan  bol bol yiyin âyet-i kerimesi  Kur’an’ın  Bakara Sûresi 58. âyet. Bildiğiniz üzere  Mûsâ kavmine Cenâb-ı Allah verdiğimiz temiz  rızıklardan bol bol yiyin diye hitâp ediyor. Fakat onlar gökten indirilen mânevi rızktan pek memnun olmayarak. Hz. Musâ’ya Rabbine söyle bize soğan sarımsak mercimek versin diyorlar. Konuyu hepiniz biliyorsunuz.

Kur’an’da sözü edilen verdiğimiz rızıklardan bol bol yiyiniz emri âyetten de anlaşıldığı üzere mânevi rızıklardır. Et ile ekmek değil o nedenle Mesnevi’de: clt.5.2706.”Cenâb-ı Hakk ekmek yiyenlere israf etmeyin diye buyurdu. Fakat nûr yiyenlere  fazla yemeyin bu kâfi deyip sınır koymadı” Denmiştir.

 

Efendim konumuzla alâkalı  bildiğiniz bir hikâyeyi burada tekrar arz etmek isterim:

“Harun Reşid bir gün Behlül Dâna’ya;  neden  hiç insan içine girmiyorsun ? Hep tenha yalnız yaşıyorsun biraz insanlara karış onlarla hemdem ol diye bâzı tavsiyelerde bulunur.

Hz. Behlül sabırla Harun Reşidi dinledikten sonra; müsaade et  gidip akıl danışıp, bu konuyu sorup  geleyim der ve  hemen  tuvalete gider.

Tuvaletten çıktıktan sonra da  hayır olmaz, insan içine karışmam, ben gene insanlardan uzak, yalnız  yaşamak istiyorum der.

Harun Reşid; gidip akıl danışacaktın soracaktın,  karar vermeden evvel gidip bir sorsaydın  deyince; Behlül;  zaten tuvalete gidip sordum. Bana sakın insan içine karışma. Bak, bizler çok değil, bir akşam önce sultanın yemek masasında nefis yiyecekler olarak masada ne güzel görünüyorduk. Bir gece insan içinde kaldık gör  ne hale geldik. Sen sen ol sakın insan içine karışma dediler”

 Evet efendim buda kıssadan hisse; Yâni bedenimizin ihtiyacı dışında yediklerimiz sonuç olarak tuvalette bir şekilde  israf oluyor. Bir kez daha arz etmek isterim ki; İsraf ille de götürüp çöpe atmak değil. Ne yazık ki israfı da yanlış anlıyoruz. O nedenle Hz. Mevlânâ: Allah’ın verdiği  nûr gibi ekmeği çok yiyip gübre şekline sokma demiştir.

 

Az yemenin maddi mânevi faydaları nelerdir ?

Peygamber Efendimiz: Karnı iyice acıkmadan, tok olarak  yemek içmek hem haramdır. Hem de insanda çeşitli hastalıklar  yapar. Yemekte aç gözlülük yapan, çok  yiyen katı kalpli, hikmetten nasipsiz, Cenâb-ı  Hakk’ı  da  unutan kişi  olur derken; Hz. Mevlânâ’da; Mes. cilt.1 305 Clt.1.2910. clt.4.3011. clt.5.2829  Rubailer clt.4.1142. beyitlerde şöyle buyurmuştur:

Mesnevi cilt.1 .305 Dünyevi duyguların sağlığı ten binasının yiyecek ve içeceklerle onarılmasına bağlıdır. Halbuki manevi duygularımızın sağlık ve sıhhati; az yemeğe, az içmeye, az uyumağa dayanmaktadır.

Mes.clt.4.3011 Hastalık da, sağlıklı ve güçlü olmakta yediğimiz gıdalardan meydan gelir.

Mes. Clt.1.2910 Perhiz etmek ilaçların başıdır. Kaşınmak uyuzluğu artırır. Perhiz gerçekten ilaçların başıdır. Perhiz et de canın da ki, bedenindeki gücü, kuvveti, sağlık ve  sıhhati  seyret.

Rubailer clt.4.1142. Az yersen akıllı uyanık bir kişi  olursun. Çok yersen aptallaşır hantallaşır işten güçten olursun. Senin midene düşkün oluşun oburluğundandır. Az yersen midene düşkünlüğün azalır.

Divân-ı Kebir  clt.3. 1124 Gözüne perde çekilen lokmadan çok yeme, yoksa gidecek yere gidemezsin, evini kaybedersin.

Sen yaşamayı yediğin lokmalara bağlı sanırsın. Fakat çok yediğin lokma, can gözüne kıl, baş gözüne perde kesilir.

Mes.clt.5.2829  Eğer açlık olmasaydı mideyi tıka basa doldurmaktan, mide ekşimesinden sende yüzlerce hastalık baş gösterir.

Açlık zahmeti; hem güzellik, hem hafiflik, hem de ibâdet, amel bakımından çeşitli hastalıklardan elbette daha iyidir.

Açlık zahmeti öbür zahmetlerden çok  daha temizdir, bilhassa açlıkta yüzlerce fayda, yüzlerce hüner, yüzlerce deva  gizlidir.

Şunu iyi bil ki; açlık, ilâçların pâdişahıdır. Açlığı canla başla benimse onu hor hakir işe yaramaz olarak  görme. Bütün hastalıklar açlıkla iyileşir. Fakat şunu da kabul etmek lazım ki; açlık denilen ilâhi rahmet herkese nasip olmaz. Herkes onu elde edemez. Bu açlık öyle ilâhi bir lütuftur ki herkes onu elde edemez. Ancak Allah’ın has kulları ondan nasiplenirler. Açlığa her ahmak dilenci lâyık olamaz. Nasılsa ot eksik değil O ahmakların  önüne koy otu  yesin dursun.

 

Mesnevi’de yine konumuzla alâkalı çok güzel bir hikâyeyi  arz etmek isterim:

 

clt.5.2841: “Bir şeyh müridi ile yola düştü, durmadan dinlenmeden yorgun bir şekilde  bir şehre ulaştılar. O şehirde ise  ekmek sıkıntısı vardı.

Gafletinden, Cenâb-ı Hakk’a güveni ve  bağlılığının azlığı yüzünden müridin gönlüne  her an açlık korkusu ve  endişesi geliyordu.

Şeyh durumu anlamış, müridin gönlünden geçenleri sezmişti. Ona dedi ki: Ne zamana kadar aç kalma korkusu  elemi ıstırap’ı  içinde çırpınıp duracaksın ?

Ekmek derdi ile içten içe yanıp yakılıyorsun; sabır ve tevekkül gözünü kapamışsın.

Hiç merak etme !  Sen o yüce nazlı nâzeninlerden, Allah’ın has kullarından  değilsin ki, seni ekmeksiz,  cevizsiz, kuru üzümsüz bıraksınlar.

Çünkü açlık Allah’ın sevgili ve has kullarının gıdasıdır rızkıdır. Böyle bir rızık senin gibi nefs düşkünü bir  ahmak’a hiç nasip olur mu ki sen aç kalmaktan korkuyorsun.

Boş yere üzülme; sen o üstün varlıklardan değilsin o nedenle  bu âlemde aç, susuz ve  ekmeksiz kalmazsın”

Midesine düşkün oburlara bu âlemde kâse üstüne kâse ekmek üstüne ekmek sunulur merak etme”    

Evet efendim; sonuç olarak açıkça görüldüğü gibi tüm dertlerin başı çok yeme, devası da az yeme. Kıssadan hisseyi de hepimiz anladık zaten.

Tasavvufi olarak maddi mânevi sağlığın başı kabul edilen az yeme ilmi olarak ta kabul görmüştür. Zaten maddeyle mâna ilmi bir bütündür örtüşmeyen bir taraf varsa mutlak bir yanlış anlaşılma var demektir.

1940 yılında insan adlı eseriyle Nobel Tıp Ödülü alan Dr. Alexis Carrel: “Oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu ve orucun sağlık bakımından çok yararlı olduğunu.” bildirmektedir.

İnsan anatomisini maddi mânevi en iyi bilenlerden olan büyük İslâm âlimi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de çok meşhur eseri Mârifetnâme’de bu konuya değinmiş uzun uzun az yemenin faydalarını, çok yemenin zararlarını anlatmıştır.

Marifetnâmeden de çok kısa  bir bölüm arz ederek konuyu toparlamak istiyorum.

  1. Çok yemek mideye düşkünlük anlayışı kısırlaştırır. Mide dolgunluğu ilâhi hikmetleri gönülden siler.
  2. Açlık az yemek tüm dertlerin devasıdır. Tüm ağrı ve sızıyı getiren tokluktur.

Az yemek vücuttaki hastalıkları azaltır. Çok yemek hastalıklara sebep olur.

Gece uyku ve rüya düzenini bozar.

  1. Sürekli tok olmak, bir çok hastalıkları tahrik eder. İlâhi hikmetlere perde olur.

Cenâb-ı Allah bir kuluna ihsanda bulunursa; ona az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı nasip eder.

  1. Az yemeyen insan fikir duruluğunu vetefekkür zevkini bulamaz. Çok yemek insanın bedenine zarar, çok uyku ise insana keder ve huzursuzluk  verir.
  2. Az yiyenin kederi az, sağlığı uzun olur. Az yemekle hastalık ikisi bir arada bulunmaz. Çeşit çeşit yemeklerle nefsini besleyen kimsesağlığını bozmak için hastalıklara davetiye çıkarıyor demektir.
  3. Az yemek peygamberlerin yemeği Allah dostların makamıdır. Açlık ilim ve zeka keskinliği kazandırır.

Tokluk ise cehâletin karanlığın sebebidir. Açlık her türlü hastalığı def eden çok güçlü bir silahtır. Karnını tıka basa dolduran hayvandan farksızdır.

  1. Bedenin sağlığı az yemekte. Ruhun sağlığı az uyumaktadır. Aşırı yemek yiyen kişinin aklından tekrar ele geçirilmesi mümkün olmayan bir şeyler silinir gider. Tokluk çeşitlihastalığı, hastalıkta keder ve elemi davet eder.
  2. Bütün hastalıkların temelinde mutlak çok yemek vardır. Az yeme, açlık ise cümle hastalıkların devasıdır.
  3. Çeşitli vehimlerin, kuruntu ve vesveselerin hattâ mahlûkatın azgın nefislerinin yakıcıateşini ancak açlık söndürür. Nefsi aç olanın vesveseleri gider. Deli bile aç kalırsa akıllanır.
  4. Açlık ibret tarlası, hikmet kaynağıdır.Açlık yüksek anlayış ve derin sezişin ruhu, aşk kapısının anahtarı, irfan nurunun feneri ve hakikat yolunun rehberidir. 11. Nefs yoksul bir hastadır. Onun acil şifası açlıktır.
  5. Açlığın az yemenin gönle kazandırmayacağı ilim yoktur. Açlık az yeme Allah dostlarının kılavuzu olmuştur. Kim az yemeyi başarır karnı aç olursa onun gönlü iki cihanı da geçip Mevlâya ulaşır.

Az yemeyi nasıl başarırız ?

1- Yemek yerken çok yemek yemenin bedenimize ve rûhumuza verdiği zararları düşünmek.

2- Hazırlanmış yemeklerden en önce en sevdiğimizi yemek

3- Tek çeşit hafif yağlı bir yemekle yetinmek

4- Çok yemek yiyen yemeğe düşkün kişilerle birlikte yemek  yememek. Yalnız yemek

5- Az yiyerek her gün belli ölçüde yemeği azaltmak

 

Önümüzdeki Mesnevi sohbetinde ise az uyumak üzerinde duracağız inşallah.

Hayır sağlık esenlik içerisinde görüşmek niyâzıyla hayra karşı olunuz efendim.