Aşkın Mekanları: Mevlevihaneler

A+
A-

Aşkın Mekanları: Mevlevihaneler

672/1273 yılında Mevlânâ’nın Konya’da vefatını müteakip, adına oğlu Sultan Veled (v. 712/1312) tarafından kurulan Mevlevîlik, Selçuklular devrinden başlayarak, beylikler dönemi ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen süre içerisinde geniş kitleleri derinden etkileyen tarîkatların başında gelmiştir.

Mevlânâ, Şems’le tanışması neticesinde ortaya koyacağı coşkun ve cezbeli tasavvufî tavrına ait temelleri Burhaneddin Muhakkık Tirmizî’nin tasavvuf eğitiminden almış, fakat Şems’le konuşup görüşünceye kadar temkinli bir sûfî olarak yaşamıştır. Şems-i Tebrizî vasıtasıyla Melamîlik ve Kalenderîliğe sempati duymuş, fakat babası ve onun halifesi Burhaneddin Muhakkık Tirmizî’den aldığı zühdî tasavvuf anlayışını da bütün hayatı boyunca sürdürmüştür. Mevlânâ, o dönemde Anadolu’da hakim olan İbn Arabî etkisi, Kübrevîlik, Melamîlik ve Kalenderîlik gibi tasavvufî anlayışları kendisinde toplayıp mezcetmiştir.

Şems-i Tebrizî ile karşılaşması ve beraber geçirdiği günlerden sonra aşk ve cezbeye dayanan, musikî, sema’ ve şiir ile yoğrulmuş bir tasavvuf anlayışı sergileyen Mevlânâ, ortaya koyduğu bu anlayış çerçevesinde özel meclisler tertip etmiş, dinî sohbetler, zikir ve sema toplantıları yapmıştır. Her ne kadar yaşadığı dönem içinde ortaya koymuş olduğu tasavvufî bu anlayış ve yaşantısını, bir tarîkat tesisi maksadıyla yapmamışsa da, vefatından sonra kendisine tâbi olanların gayretiyle, oğlu Sultan Veled tarafından Mevlana’nın yolu bir sistem dahilinde yaşatılmaya çalışılmış, onun ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde yapılanmış, adab ve erkânıyla bir tarîkat halini almıştır.

Böylece ortaya çıkan Mevlevîlik, Konya’da bulunan Mevlânâ Dergâhı merkez olmak üzere, kısa sürede Anadolu, Balkanlar ve diğer İslâm beldelerinde yaygınlık kazanmış ve buralarda Mevlana’nın aşkını, cezbesini ve tasavvuf anlayışını yaşatmaya çalışan, her biri aşkın merkezinde musiki konservatuarı ve güzel sanatlar akademisi olan mevlevîhâneler tesis edilmiştir.

Tesis edilen bu mevlevîhâneler fonksiyonları bakımından Âsitâneler ve Zâviyeler diye iki gruba ayrılmıştır.

Mevlevîlikte âsitânenin diğer tarîkatlarda bulunmayan farklı bir anlamı vardır. Bu tarîkat erkânına göre âsitâneler; içerisinde 1001 günlük çile çıkartılan ve dervîşlerin eğitim ihtiyaçlarına göre mîmarî özellikler taşıyan dergâhlardır. Bir Mevlevî âsitânesi umûmiyetle geniş bir bahçe içerisinde bulunur ve semahâne, türbe, çilehâne, hücreler, selamlık, harem dairesi, mutfak, kiler ve meşkhâneden müteşekkil kısımlardan oluşan bir müessesedir.

Âsitânelerde, “matbah terbiyesi” denilen bir usûl takip edilmiştir. Toplumun her kesiminden yirmi beş yaşını geçmemiş, askerlik vazifesini ifâ etmiş, bekâr, müzmin yahut sirâyet edici bir hastalığı olmayan, sar’a veya akıl hastalıklarından biri ile malûl bulunmayan, “matbah-ı şerif” denilen, içinde yemekten ziyâde çiğ kimselerin piştiği mahalde yatıp kalkan ve “can” tabir edilen dervîş adayları yetiştirilmiştir.

Mevlevî Tarîkatı’nın merkezi sayılan Konya’da, “Âsitâne-i Aliyye” de denilen Mevlânâ Dergâhı’ndan başka, bu özel anlamda âsitâne olan mevlevîhâneler şunlardır:

1-İstanbul Galata Mevlevîhânesi

2- İstanbul Yenikapı Mevlevîhânesi

3- İstanbul Beşiktaş/Bahâriye Mevlevîhânesi

4- İstanbul Kasımpaşa Mevlevîhânesi

5-Afyonkarahisar Mevlevîhânesi

6-Manisa Mevlevîhânesi

7-Halep Mevlevîhânesi

8-Bursa Mevlevîhânesi

9-Eskişehir Mevlevîhânesi

10-Kâhire Mevlevîhânesi

11-Gelibolu Mevlevîhânesi

Küçük Mevlevî tekkelerine de zâviye tâbir olunmuştur. Mevlevîler açısından zâviye; içlerinde çile çıkarılmayan fakat sema’ meşk edip ayrıca ney üfleyen, kudüm çalan, ayin okuyan Mevlevî dervişlerinin bulunduğu mekânlardır. Âsitâneler zâviyelerden büyük kabul edilmiş, zâviye şeyhleri mevkî bakımından âsitâne şeyhlerinden aşağı tutulmuştur. Çile âsitânelerde çıkarılmış, dervîşler bu tekkelerde yetiştirilmiş ve zâviyelerde hizmet etmek çile çıkarmak sayılmamıştır.

Mevlevî zâviyelerin bazıları; Konya’da Şems Tebrizî, Ateşbâz Velî, İzmir’de Bahri Baba, Kayseri’de Burhaneddin Muhakkık Tirmizî, Halep’te Şeyh Ebu Bekir Vefai gibi bir Mevlevî büyüğünün türbesi yanına kurulmuştur.

Mevlânâ’dan sonra yerine geçen Hüsameddin Çelebi ile başlayıp, Veled Çelebi ve Ulu Arif Çelebi zamanında ve daha sonraki ilk devirlerde, bizzat Mevlevî halîfeleri tarafından Mevlevî tekkeleri –ki bunların çoğu zâviyedir- kurulmuştur. Bu zâviyeler, Amasya’da, Kırşehir’de, Erzincan’da, Niğde’de, Tokat’ta, Kütahya’da açılmıştır.

XIV. asırdan itibaren Anadolu’da ve Anadolu dışında Osmanlı Devleti’nin egemen olduğu ülkelerde bu Mevlevî tekkelerine ilaveten daha sonraki dönemlerde de bir çok Mevlevî zâviyesi açılmıştır.

XVI. asırda Lazkiye, Mısır (Kahire), Cezayir, Sakız, Eğridir, Sandıklı, Midilli, Muğla, Burdur ve İstanbul’daki Galata (Kulekapısı) Mevlevîhâneleri, rivâyetlere göre Fars ülkesindeki mevlevîhâne ve Halep Mevlevîhânesi tesis edilmiştir. Bu asrın ortalarında vefat eden Gülşen-i Esrâr müellifi Şâhidî’nin naklettiğine göre; bu asırda Mevlevîlik köylere kadar yayılmış ve Anadolu’nun birçok yerinde halkı tamamen mevlevîlerden oluşan Mevlevî köyleri kurulmuştur.

Köylere kadar birçok yerleşim yerinde tesis edilen mevlevîhâneler, XVI. asrın başlarından itibaren Mevlevîliğin köyden kasabaya, kasabadan şehirlere çekilmeye başlamasıyla, daha çok beyler, paşalar ve vezirler gibi devlet erkanı tarafından tesis edilmiştir. Mesela; Kilis Mevlevîhânesi 931/1525’da eşraftan Ali Ağa tarafından, Selanik ve Üsküb Mevlevîhânesi 1024/1615 tarihinde Ekmekçizâde Ahmed Paşa tarafından, Peçoy (Peçu, Peç) (Macaristan) Mevlevîhânesi 1076/1665’te Gazi Hasan Paşa tarafından, Kayseri Mevlevîhânesi 1086/1675’te Bayram Paşa tarafından, Yenişehir Mevlevîhânesi yine eşraftan Hacı Ahmed tarafından tesis edilmiştir ki bunların çoğu Mevlevî zâviyesi statüsünde kalmıştır.

Bunlardan başka Bursa Mevlevîhânesi Ahmed Cunûnî Dede tarafından, Tavşanlı Mevlevîhânesi Esif Mehmed Dede tarafından, Gelibolu Mevlevîhânesi Ağazâde Mehmed Hakîkî Dede tarafından bina edilmiştir.

Kurulan bu Mevlevî zâviyelerine, ilk yıllarda dergâhı açmak veya açılan dergâha şeyhlik yapmak üzere gönderilen Mevlevî dedeleri postnişin olmuş, bunların vefatından sonra varsa oğulları, yoksa aileden ehil bir kişi olan Mevlevî dervişi o tekkede postnişinlik yapmıştır. Ancak zamanla Mevlevîlik yayılıp geliştikten ve dergâhlara zengin vakıflar bağlandıktan sonra bu uygulama değişmiş, mevlevîhânelere şeyh ataması Konya’da bulunan ve tarîkatın aynı zamanda idari lideri olan “çelebi efendi”nin rızası ve işaretiyle, belirli kurallar çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.

İstanbul’a Mevlevilik Fatih’in İstanbul’u fethinden hemen sonra girmiş, önce zaviye olarak vazife yapmış, daha sonra da Galata Mevlevihanesi’nin tesisiyle asitane olmuştur.

İstanbul Mevlevîhâneleri (Galata-Yenikapı-Kasımpaşa-Beşiktaş-Üsküdar), İstanbul merkezli Osmanlı tarîkat kültüründe tarih boyunca çok önemli bir mevkiye sahip olmasına rağmen, İstanbul’daki diğer tarîkatların çoğundan daha az sayıda tekkeye sahip olmuştur. Bunun başlıca sebebi, diğer tarîkatlardan farklı olarak Mevlevîliğin bazı araştırmacıların “popüler sûfism” diye adlandırdıkları, geniş tabanlı tasavvuf hayatı yerine, başından beri tasavvuf kültürünün klasik boyutunu temsil etmesi, düşüncesi, edebiyatı, musikisi, irfanı, âdâb ve erkânı ile daha seçkin bir düzeye hitap etmesi olarak kabul edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da yerleşmesiyle birlikte, bu toprakların İslamlaştırılması için buralarda, çeşitli tarihi, kültürel ve sosyal yapılar inşa ettikleri gibi, tekke, dergâh ve bunların çevrelerinde sayıları bilinmeyen türbeler inşa etmişlerdir. Fakat çeşitli sebeplerle buralardaki tekkeler daha Osmanlı döneminden başlayarak varlıklarını sürdürmekte, Anadolu’da olduğu gibi fazla başarılı olamamışlar ve özellikle Osmanlı’nın 1912 senesinde Rumeli’den çekilmesinden sonra bu tekkelerin ortadan yok olması daha da hızlanmıştır. Başta eski Yugoslavya topraklarında olmak üzere olmak üzere bir çok Balkan ülkesinde bazı tekkeler faaliyetlerine devam etseler de, içinde Mevlevî tekkeleri de dahil olmak üzere, tekkelerin büyük bir kısmı müritsiz kalmış ve yıkılmıştır.

XV. asrın sonlarına doğru, Bosna-Hersek’teki Osmanlı iktidarının güçlendiği bir dönemde Mevlevîler buralara da gitmiş ve dergah açmışlardır. Tarihi kaynaklar, Mevlevî tekkelerinin eski Yugoslavya’da çoğunlukla büyük kentlerde (Saraybosna, Belgrad, Üsküb, Mostar, Konjic ve Niş) kurulduklarını bildirmektedir. Bunlardan en meşhuru Saraybosna (Sarayova)’da, Osmanlı’nın yükselme döneminde 866/1462’de kurulan ve asırlar boyunca Mevlevî kültürünün balkanlarda yayılmasına aracı olan Saraybosna Mevlevîhânesi veya diğer adıyla İsa Bey Mevlevîhânesidir.

Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde var olan Mevlevî zâviyeleri, İmparatorluk küçüldükçe Belgrad, Bosna, Filibe, Peçoy, Vodine, Yenişehir gibi devlet sınırları dışında kalan yerlerdeki mevlevîhânelerin mühim bir kısmı kapanıp tarihe gömülmüş, Mevlevîliğin yüksek zümreye mal olması ve köylerden kasabalardan şehirlere çekilmesiyle ve buna bağlı olarak vakıflarının azalmasıyla, Demirci, Marmaris, Niğde, Tavşanlı gibi küçük yerlerdeki mevlevîhânelerden geriye bir zâviye, bir şeyh ve birkaç dervişten başka bir şey kalmamıştır. Öyle ki, muhibsizlikten, neyzensizlikten zâviyelerde icra edilen mukabeleler yapılamaz olmuştur.

Balkanlarda faaliyet gösteren Mevlevî dergâhlarından biri de, bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan ve 1024/1615 senesinde bina edilen Selânik Mevlevîhânesi’dir. Balkanlarda XIX. asır içinde inşa edilmiş olan Hanya (Girit) Mevlevîhânesi 1297/1880 yılında Süleyman Şemsi Dede tarafından kurulmuştur.

Balkanlarda varlığı bilinen diğer Mevlevî dergâhlarından biri de Üsküb (Makedonya) Mevlevîhânesidir.

Yukarıda isimleri geçen mevlevîhânelerden başka Balkanlar’da, tarih sahnesinde faaliyet göstermiş bazı mevlevîhânelerin de ismi geçmektedir. Bu mevlevîhânelerden bazıları Türkiye’de tekkelerin kapandığı 1925 senesine kadar Konya’daki merkez dergâha bağlı olarak vazifelerine devam etmişlerdir. Balkanlar’da neredeyse Osmanlı’nın gittiği her bölgeye ulaşmaya çalışan Mevlevîler, bu toprakların Türkleşmesi için diğer tarîkatlerle (Bayramî-Melamiler, Bektaşiler, Nakşî, Rufâî, Sâdî, Kâdirî) birlikte Macaristan’da mevlevîhâneler/dergâhlar tesis ettikleri gibi, etkinlikleri Polonya’nın içlerine kadar uzanmıştır.

Balkanlarda tesis edilen diğer Mevlevî dergâhları da şunlardır:

Rumeli Yenişehir (Larissa) Mevlevîhânesi (Yunanistan), Vidin (Vodine) Mevlevîhânesi (Bulgaristan), Serez Mevlevîhânesi (Yunanistan), Niş Mevlevîhânesi (Sırbistan), Sakız Mevlevîhânesi (Yunanistan), Midilli Mevlevîhânesi (Yunanistan), İlbasan Mevlevîhânesi (Arnavutluk), Filibe Mevlevîhânesi (Bulgaristan), Peçoy (Peç) Mevlevîhânesi (Macaristan), İpek Mevlevîhânesi (Kosova), Belgrad Mevlevîhânesi (Sırbistan).

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da da mevlevihaneler faaliyet göstermiştir. Arap aleminde Suriye’de; Halep, Şam, Hama, Humus, Lazkiye ve Musul, Lübnan’da; Trablusşam, Mısır’da; Kahire, Suudi Arabistan’da; Medine ve Mekke, Irak’da; Bağdat, Kerkük ve Şehrizor mevlevîhâneleri sayesinde, Mevlana’nın tasavvuf anlayışı, Osmanlının örf ve adetleri, kültür ve sanatı bu bölgelerde yayılma imkanı bulmuş, hangi milletten olursa olsun, mevlevîliğe intisabla veya intisab etmeksizin muhib kalmakla birçok mutasavvıf, musikişinas ve sanat erbabının yetişmesine katkıda bulunmuştur.

Genel olarak ifade etmeye çalıştığımız, Türk topraklarında neş’et etmiş bir tarîkat olma özelliğine sahip olan Mevlevîliğin aşk mekânları olan mevlevîhaneler, ortaya çıkışlarından 1925 yılında kapatılmalarına kadar geçen süre içerisinde, gerek Türk kültür muhitlerinde gerekse Osmanlı toprakları dahilindeki diğer kültür çevrelerinde, Türk kültür, sanat ve musikisinin tasavvufî zeminde temsilciliğini yapan merkezler olmuşlardır. Itrî’ler, Şeyh Galib’ler, İsmail Dede Efendi’ler; devirlerinin en meşhur şairleri, hattatları, musikişinasları ve özellikle mürşid-i kâmilleri bu mekânlarda yetişmişler, Mevlana ile yanan aşk ateşinin yüzyıllar boyunca her yerde yanmasını ve her milletten aşk meftunu Mevlevîlerin bu ateşlerin şem’inden faydalanmasını temin etmişlerdir.