ÂLİMİN SEDASI

A+
A-

ÂLİMİN SEDASI

7 Nisan 2013 günü Esenköy’de sırlanan

Ahmet Muhtar Büyükçınar’ı rahmetle anıyoruz.

Gazzâlî’nin ilim bahsinde ele aldığı siyaset kavramı, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. O, siyaseti farklı açılardan değerlendirir ve tasnif eder. Bu tasnifte âlimin siyaseti, hele hele veresetü’l-enbiyâ olarak nitelendirilen ilmiyle âmil olan âlimin siyaseti, bütün siyasetlerden üstün tutulmuştur. Tabi en evvel, en muteber siyaset, peygamberlerin siyasetidir ve ondan hemen sonra, âlimin siyaseti gelir.

Şimdi Gazzâlî’nin siyaset kavramına yüklediği anlamdan yola çıkarak kavrama ilişkin analiz yapacak değilim; ancak, bir “ulu çınarı” Esenköy’de ebedi istirahatgâhına uğurlarken, oracıkta aklıma bunlar geldi. Marmara Denizi’ni temaşa eden bir yamaçta tanzim edilmiş servilikte, son görevini yapmak için uzaktan yakından cem olan müminlerin arasında, kulağım hafızın o latif sedasında, gözlerim dalgalara karışmış, oradan Hayatım İbret Aynası diyen bu ulu çınarın doksanı aşan bütün bir hayatını okuyorum. Sanki o dalgaların her birisi birer cümle, birer kelam… Dalgalar da tıpkı söz gibi, kemâli kelâmda arıyorlar.

Hafız efendi, “Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik…” mealine gelen ayeti okurken, bu ulu çınarın, adeta dalgalar gibi gelip geçen zaman ırmağında yaşadıkları yâdıma geliyor; baştan sona çile, baştan sona ıstırap… “Çile”, diyor dostum, “bereketi içinde barındırır; şimdiki nesiller onu idrakten yoksun olsalar da, âlimlerin yaşadıkları sürece hep böyle çileli ve mustarip oluşları, onların manevi gıdalarıdır.” O gıdayla tefeyyüz eder, dersleri, yazıları ve sohbetleriyle ümmeti emzirirler. Bu milletin emdiği ana sütü, işte bu çilenin, bu ıstırabın eseridir. Tam da sözün burasında Nuretttin Topçu’nun İradenin Davası’ndaki cümleler zihin aynamda yansıyor; irade, ıstırap ve millet mistikleri… Bugün huzurunda durduğumuz şu ulu çınar, kelimenin tam anlamıyla bir millet mistiği, bir irade adamı ve bir mustariptir. Bunun böyle olduğuna, şu nurani vücudu sırlayan toprak, işte orada kıyıya vuran dalgalar ve hafızın sedası şahittir.

Söze Gazzâlî’den ve siyaset kavramından başlamamın sebebi, zihin dalgalarımda gelgitler yaşadığımdan değildir; aksine, bilerek ve isteyerek Gazzâlî’den söz ettim ve onun siyaset kavramına yüklediği anlama işaret ettim. Neden? Çünkü bugün burada uğurladığımız ulu çınar, İhya’nın ilk bahsini hayat düsturu etmiş; bir ömrü ilimle ve irfanla geçirmiştir. İlim uğruna uğradığı duraklar, eriştiği zirveler ve yaptığı hizmetler adeta bir destandır. Daha evvel, değerli dostlarla Ekim ayında yaptığımız ziyarette de söz etmiştim; ilmi, mansıp, mevki ve kariyer talebiyle, para, pul kaygısıyla yapmamış ve tedrisatı geçim kapısı görmemiştir. Anlatılanlara bakılırsa, bir takdir peşinde yahut bir tesir halkası oluşturma emelinde de değil, sadece müstağni; o kadar: Gönüllü muallim… Fırınında çalışıp ekmek yapıyor, baklava açıyor, alın teri döküyor ve bu denli bedeni yüke karşın, hiç yüksünmeden öğrencilerin hizmetine koşuyor. Şimdi söyleyin, bundan daha yüce siyaset mi olur? İşte âlimin siyaseti budur: Mansıp ve mevki arzusundan azade, takdir ve tenkit kaygısından ziyade belki tekdir de görmeyi göze alıp öğrenmek, okumak ve okutmak!

Dalgalar kıyıya daha da sert vuruyor… Hafız, “Onlar için bir ayet de, onların çocuklarını dolu gemide taşımamız” ayetini okuyor; kendime geliyorum: Şu seyrine koyulduğum dalgalar birer ayet, bu millet mistiği, bu mustarip irade adamının naşını sırlamak için atılan toprak ayet, rüzgâr ayet, gelişimiz ve gidişimiz ayet… Bunca ayet arasında gafil kalmak, gafil kalmakla kalmayıp milleti gaflete mahkûm etmek de nedir? Neden bu millet ilimden ve irfandan mahrum bırakılıyor? Neden? Neden? Bu nedenlerin de ardı arkası kesilmiyor bir türlü; bu yazıyı kaleme alırken de aynı sorular aklımda ve öylesine çıkıp gelen dostuma soruyorum: Neden? “Eğer o nedenler olmasaydı”, diyor dostum, “ilim ehli arınmazdı…” Nasıl diyorum, bu sefer nedensellikten nasıllığa tebdil ediyor nazarım; “evet,” diyor, “arınmazdı; zira ilim engelleri aşarak ulaşılan âb-ı hayâttır. Buna öyle kolayca ulaşılır mı?” Evet, ilim âb-ı hayâttır; işte orada üzerine kürek kürek toprak döktüğümüz âlim bu sudan içti, görünürde sır olup gitti, lakin mana olarak hala var ve var olacak! Yazdığı eserleriyle okuyucusunun ve verdiği derslerle talebelerinin gönlünde her daim yaşayacak. Bu duygularla etrafı temaşa ediyorum: Cemaatin kahir ekseriyeti, maddi ve manevi açıdan bu ulu çınardan feyiz alan zevat… Çoğu mevki ve mansıp sahibi, anlı şanlı ilim adamları, akademisyenler, yazarlar ve sanatkârlar!

Tekrar Marmara’nın dalgalarına takılıyor gözlerim… Dostumun anlattıklarından yola çıkarak, o dalgalarla dost olan, adeta dalgalarla sohbete tutuşurcasına rahat yüzen ve bu hünerini öğrencilerine de aşılayan ulu çınarı hayal ediyorum. Hayatın deli dalgalarıyla boğuşurken de hep sabırlı, metin ve kanaatkâr, Marmara’nın dalgalarıyla buluşurken de. Acul, müşteki ve abus değil; metin, sabırlı, kararlı ve mütebessim. O mütebessim çehre gözümün önüne geliyor, hatıralarda seyrana çıkıyorum. Yıllar önce bir görev vesilesiyle yolum Esenköy’e düştüğünde hatıralarının bir kısmından haberdar olduğum bu zatı ziyaret etmek ve özellikle de kütüphanesini görmek için kapısına vardığım o anı hatırlıyorum. İstanbul’un kalabalığından kaçıp, bu sahil kasabasına sığınmış; kitapları ve tek tük gelen ziyaretçileriyle huzur hanesinde adeta bir sakin liman inşa etmişti. O limana bir uğrayıp çıkacaktım; lakin bu birkaç saati almış, sohbetten ve kitaplardan başka, Antep usulü kaynatılmış çorba ve ikram edilen böreklerle bayram etmiştik. Hep mükrim, hep cömert… Her halde, Gazzâlî’nin bahis konusu ettiği âlimin siyaseti böyle olmalı: İlimde olduğu gibi, ikramda da cömert! Bu cömertliğin eseri işte şu cemaatte yansıyor; yârânın kimi Yalova’dan ve civardaki ilçelerden, kimi de bizim gibi Bursa’dan, İstanbul’dan veya başka başka şehirlerden kalkıp gelmiş.

Fatihalar okundu, emanet yerine teslim edildi ve yola düşüldü… Bu dünya kalıcı değil; gelenler gidecek, konanlar göçecektir. Peki, mesele nedir? Mesele bir “hoş seda” bırakma meselesidir. Âlimin bıraktığı seda, kıyamete değin yankılanacaktır. Hak mekânını cennet etsin!

Bilal Kemikli

bkemikli@gmail.com