Ali Temizel: Hz. Mevlâna’nın Farklı Özellikleri
Mevlâna’nın tüm dünyayla ortak bir dil ve düşünce yapısına sahip olduğunu belirten Prof. Dr. Ali Temizel, “Mevlâna Celâleddîn-i Rumî, Türkiye’yi bütün dünya ile buluşturan Müslüman bir mutasavvıftır” dedi. Ali Temizel, Mevlâna’nın döneminin tıbbi bilgilerini, hastalıkların teşhisini ve tedavi yöntemlerini, hekim-hasta münasebetlerini, hastalık karşısında nasıl durulması gerektiğini, halkın sağlık hakkındaki inanç ve düşüncelerini çeşitli vesilelerle dile getirdiğini aktardı.
Mevlâna’nın şahsiyetinin tüm dünya tarafından benimsendiğinin altını çizen Selçuk Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Temizel, “Mevlâna Celâleddîn-i Rumî kullandığı gönül, sevgi, barış, kardeşlik diliyle 800 yıldan beri özelde Anadolu’nun, Balkanların, Kuzey Afrika’nın, Ortadoğu’nun, Orta Asya’nın Hint yarımadasının genelde ise; doğudan batıya, güneyden kuzeye bütün dünyanın ortak değeri ve hazinesi olmuştur” ifadelerini kullandı.
‘BAZI ŞAHSİYETLER COĞRAFYALARI AŞMIŞTIR’
Ali Temizel, bazı şahsiyetlerin ortak dil ve düşünceleriyle coğrafyaları aştığını ve Mevlana’nın da bunlardan biri olduğunu söyledi. Mevlana’ya göre dünya mutluluğunun ancak İslam’a uygun bir yaşam sürmede mümkün olduğunu belirten Ali Temizel, “Mevlâna insanın dünya ve ahiret mutluluğunu İslam’a uygun bir hayat yaşamada nefsi, kötü ve basit özelliklerden temizleyip iyi, yüce ve güzel huylarla donatmada ve Hakk’ı tanımada görür. Bu yolda başarılı olmak için Kur’ân’a, sünnete ve dinin hükümlerine sıkı bağlı olmayı kesin şart olarak belirtir. Mevlâna, Allah’ın varlığı ve birliği konusunda ve sığınacak tek yer olarak gördüğü Allah’a imanı hakkında şöyle söylemektedir: “Ey Allah’ım! Gözlerimiz sarhoş oldu; bağışla bizi, günah yüklerimiz ağırlaştı. Ey gizli (Allah’ım)! Doğuyu ve batıyı doldurdun; doğu ve batı nurundan daha yukarı yüceldin. Sen sırlarımızı bilen sırsın. Sen gündüzlerimizi aydınlatan sabahsın” diye aktardı.
‘İLK TASAVVUF EĞİTİMİNİ BABASINDAN ALMIŞTIR’
Mevlâna’nın ömrünü öğrenmekle geçirdiğini vurgulayan Ali Temizel, “Mevlâna, çocukluğundan itibaren ilk derslerini Horasan bölgesinde İslam Dini ile birlikte biri ilim merkezi haline gelen Belh şehrinde yetişen babasından ve ailesinden almıştır. Böylece henüz 24 yaşındayken müderris ve müftü olacak dereceye ulaştığı anlaşılmaktadır. Mevlâna’nın babasının vefatından sonra Konya’da Seyyid Burhaneddin-i Tirmizi, Halep’te Halâviyye Medresesinde Kemaleddin İbn Adin’den ders aldığı; Şam’da Muyiddin İbnü’l-Arabî, Sa‘deddîn-i Hammûye, Osman-ı Rûmî, Evhâdüddîn-i Kirmânî ve Sadreddîn Konevî’nin sohbetlerinden yararlandığı bilinmektedir. İlk tasavvufi eğitimini babasından almıştır. Seyyid Burhâneddin Muhakkık-i Tirmizî’nin yanında irşat eğitimi görmüştür. Mevlâna, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Kelam gibi ilimlerin yanında tasavvufla meşgul olmuş ve İran, Hint, Arap edebiyatlarına ve Klasik Yunan dönemine ait eserleri de okumuştur” ifadelerine yer verdi.
Mevlâna’nın, başta oğlu Sultan Veled olmak üzere birçok kimseye eğiticilik ve öğreticilik görevinde bulunduğunu vurgulayan Temizel sözlerine şöyle devam etti: “Mevlâna Şam’dan döndükten sonra irşat faaliyetlerine devam etmiş ve halka vaaz etmiş, birçoğu ulema ve yöneticilerden olan mürtleriyle sohbeti devam ettirerek eğitimde ve öğretimde devamlılığı sağlamaya çalışmıştır. Eserlerinden birçok geleneği, töreyi, köyleri ve şehirleri bildiği anlaşılan bir öğretmendir. Eserlerinde her kesime ait bilgi ve düşünce bulunan Mevlâna, bilgisi, tasavvufi yaklaşımı ve şiirsel anlatımıyla toplumun her kesimine hitap eden bir eğitimcidir. Onun öğretici ve ufuk açıcı anlatımı, iç duygularını, aşkını, heyecanını, ayrılık ve kavuşma derdini anlattığı şiirlerinde gözükmektedir. Bir konu anlatılırken yalnızca teorik olarak bir anlatım yapılmamakta, günlük hayata uygulanabilir, bilgiler ve deneyimler aktarmaktadır.”
‘MEVLÂNA’NIN EDEBİ KİMLİĞİ DE VARDIR’
Mevlâna’nın öğretmen ve âlim olma kişiliğinin yanında edebi kimliğinin de bulunduğuna dikkat çeken Temizel, “Mevlâna’nın Şems-i Tebrizî ile karşılaşmadan önceki hayatında Arap ve Fars edebiyatındaki Tasavvufî şiire hâkim olduğu bilinmektedir. İçerisinde birçok tasavvufî, dinî ve ahlâkî terim ve kavramlara yer verilip anlamlarının açıklandığı Mesnevîde anlatılan hikâyelerin birçoğunun, o dönem Anadolu’da var olan sosyal, siyasî ve kültürel hadiselerle ilgili olduğu da görülmektedir. Kuran-ı Kerim’de adları zikredilen 28 Peygamberden 18’inin ismiyle birlikte Tevhid mücadelesi, irşad hizmeti ve tebliğ faaliyeti çerçevesindeki gayretlerinin Mesnevi’de de farklı boyut ve şekillerde yer almaktadır. Özellikle Ulü’l-Azm Peygamberlerden olan Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve ilk Peygamber Hz. Adem’e ilişkin anlatımlara Mesnevi’de daha fazla yer verildiği görülmektedir. Böylece, Mevlâna, Selçuklular döneminde şiirin Anadolu’da oluşması, gelişmesi ve yerleşmesi noktasında önemli bir rol üstlenmiştir” cümlelerini kullandı.
‘HALKIN İÇİNDEN BİR İNSANDI’
Mevlâna’nın o dönemdeki içinde bulunduğu toplumla barışık bir halk insanı olduğuna vurgu yapan Temizel, “Mevlâna toplumun bütün kesimleri ile ilişkilerini dostluk, muhabbet ve insanlara fayda sağlama merkezinde tutuyordu. Mevlâna’nın müritlerinin çoğunluğu halk arasındaki insanlardan meydana gelmekteydi. Her sanat ve meslekten insanlar, semâ meclislerine katılıyordu. Mektûbat gibi eserinden ve yazışmalarından dönemin yöneticileri ile yakın ilişkilerinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu ilişiklerinde çoğunlukla halkın problemlerini çözmeye yönelik olarak kullanmıştır. Mevlâna yöneticiler ile olan ilişkilerini nasihat çerçevesinde sürdürmüştür. Mevlâna’nın görüştüğü kesim arasında birçok din ve devlet adamı, emir, yönetici, alim, tarikat şeyhi, mutasavvıf şair ve gayr-i Müslim bulunmaktaydı. Mevlâna’nın Müslümanca ve barışsever siyasi bir şahsiyeti de bulunmaktadır” ifadelerine yer verdi.
‘MEVLÂNA MOĞOLLARA NEFRET DUYUYORDU’
Mevlâna’nın Moğol ajanı olduğu iddialarının bir doğruluğu olmadığını ifade eden Temizel, şunları aktardı: “Mevlâna’nın yaşadığı dönem, Anadolu Selçuklu Devletinde birçok siyasi, kültürel, iktisadî gelişmelerin büyük sarsıntıya ve kesintiye uğradığı bir dönemdir. Mevlâna’nın Moğollar ile işbirliği yaptığı yönündeki iddialarla ilgili bilgilerin kaynak eserlerde sağlıklı olamadığı gözükmektedir. Zira Mevlâna, Moğolların ahiret inancı olmadığını, yaptıkları zulümlerle de bunu gösterdiklerini ifade etmektedir. Mevlâna, Muîneddîn Pervâne’yi Moğollarla yaptığı işbirliğinden dolayı kınamıştır. Mevlâna, Selçuklu yöneticilerine göre direkt ilişkisinin olmadığı Moğollara karşı bir sempatisi olmamıştır ve gerçek anlamda bir gücün yükselişini tasavvufi bir yorumla açıklarken diğer taraftan Moğolların yaptıkları zulümleri anlatmaktan çekinmemiştir. Bütün bunlardan Mevlâna’nın Moğollara karşı sürekli nefret duyduğu anlaşılmaktadır.”
‘MEVLÂNA’NIN TABİP KİŞİLİĞİ DE VARDIR’
Ali Temizel, Mevlâna’nın döneminin tıbbi bilgilerini, hastalıkların teşhisini ve tedavi yöntemlerini, hekim-hasta münasebetlerini, hastalık karşısında nasıl durulması gerektiğini, halkın sağlık hakkındaki inanç ve düşüncelerini çeşitli vesilelerle dile getirdiğini aktardı. Temizel, şunları da sözlerine ekledi: “Sağlık ve tıp ile ilgili görüşlerine daha çok Mesnevî’de rastladığımız Mevlâna’ya göre Tıp ilmi, kaynağı peygamberlere ulaşan vahye dayalı bir sanattır. Her hastalığın bir devası var ve mutlaka aranmalıdır. Ama Mevlâna, hastalığımıza çare aramızı istiyor ve şöyle diyor: “Hastalığından korkuyorsan, neden hastaneye gitmedin? Yahut hastalıktan şifa bulmak için şefkatli bir hekimin evine varmadın? Mevlâna, Mesnevi’sinde tıbbı ve sağlıkla ilgili konuları hikâyeler halinde anlatmakta ve hasta ziyaretinin önemi, hekim-hasta münasebetleri, hastalık, beslenme, bedensel engellilik gibi konulara öncelik vermektedir.”
‘HEDEFİ ALLAH VE PEYGAMBER SEVGİSİNİ GÖNÜLLERDE YEŞERTMEKTİ’
Mevlâna’nın Müslüman bir din alimi ve mutasavvıf bir şahsiyet olduğunun da altını çizen Temizel, “Mevlâna’nın hedefi, hakikat yolunda Allah ve Peygamber sevgisini gönüllerde yeşertmek, İslamiyet’in aşk derecesinde bir duygu ve samimiyetle yaşanmasına gayret göstermektedir. Bu çaba ve samimiyeti daha kendisinin sağlığından itibaren başta Anadolu olmak üzere Balkanlara, Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’ya ve Hint Yarımadasına kadar uzanan bir coğrafyaya ulaşmış ve yirminci yüzyılın başlarından itibaren de tüm batı dünyasın da ve modern dünyada etkisini göstermeye başlamıştır. ‘Ben yaşadıkça Kur’ân’ın kölesiyim. Ben, Hz. Muhammed Mustafa’nın yolunun tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim’ beyitlerinden anlaşıldığına göre Mevlâna, İslam dininin kurallarına uygun olarak ve peygamberimizin ahlakıyla yaşayan Müslüman bir kişi olarak tüm insanlığı kucaklamıştır” diyerek sözlerini noktaladı.
SÜMEYRA KENESARI / YENİ HABER GAZETESİ