ALEM DÖNÜYOR – Ahmet Köseoğlu
ALEM DÖNÜYOR
Ahmet Köseoğlu
Aşk Bizim Annemiz
Hz. Mevlânâ sekiz yüz yıla yaklaşan bir zamandır sevginin, ilâhi çağrının, aşkın sesi olagelmiştir. Onun sözünün ve sesinin diriliğinin, tazeliğinin temelinde bir’liğin, hakk’ın muhabbetiyle yanıp tutuşması, mesajının her dem insanlığın ilacı olmasının yegane sebebidir.
Gönüller Sultanı’nın muradı; insanlığın hakk’ın bir’liğinde sevgiyle, aşkla buluşmasından, tanışmasından, yaşamasından başka bir şey değildir. Elbetteki bu sese kulak veren, bu nidayı duyan Hz.Pir’in büyüyüp olgunlaştığı hamken pişip yandığı ve Maşukuna kavuştuğu coğrafyanın mukimleri değil sadece. Yüzyıllardır Konya’dan dünyaya bir ışık, bir ses yayılıyor ve âlemde yankı buluyor. O;
“Bütün şu âlemi aşk çengi yapacağım,
Dilsiz çengden üç yüz dil meydana getireceğim.”
demiş ve pergeliyle tüm insanlığı kapsayan bir daire çizerek mutlak sevgiyi, süresiz ve sınırsız mutluluğu muştulamıştır ki, nefesi hep diri kalabilmiştir. Hz. Mevlânâ diri kalan bu düşüncesinde;
“Canım olduğu müddetçe Kur’an’ın bendesiyim,
Muhammed yolunun tozuyum, toprağıyım”
diyerek referansını da bize işaret ediyor.
Mevlânâ’yı gönlünün aynası olarak gören Yunus Emre;
“Mevlânâ Hüdavendigar bizer nazar kılalı,
Ânın görklü nazarı gönlümüz aynasıdır”
derken aynı zamanda onun insanlığın aynası olduğunu vurguladığını da söyleyebiliriz. Çünkü o gönüllere hitaben sımsıcak ifadelerinde ayrılık ve ayrımcılıktan hep şikayet eder.
“Biz ayırmak için değil, birleştirmek için geldik”
ve yine bir başka sözünde;
“Yetmiş iki millet, sırrını bizden dinler, biz ney gibiyiz,
İki yüz mezhep ehli ile bir perdede konuşuruz.”
deyip farklılıklar arasında da bir’liğin, beraberliğin, aynı gönül diline sahip olabilmenin imkanını ve güzelliğini dile getirmektedir.
Maşukuna vuslatı düğün gecesine benzeten Hz.Mevlânâ (âşık) fâni âlemden bâki âleme göçtüğünde Mesnevi’sinin arayanlara doğru yolu gösterebileceğini de yine kendisi bize önceden haber verir.
“Bizim Mesnevimiz vahdet (birlik) dükkânıdır, (onda) bir’den başka ne görürse puttur.”
Yine o der ki;
“Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur.
Biz aşkın çocuğuyuz, aşk da bizim annemiz.”
“Bizden sonra Mesnevi şeyhlik edecek ve arayanlara doğru yolu gösterecek, onları yönetecek ve onlara önderlik edecektir”, “Allah’a tekrar tekrar yemin ederim ki bu mânâ, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün âlemi kaplayacaktır.”
Dünyada bugün Japonya’dan Amerika’ya kadar binlerce İnsan onun eserleriyle ilgileniyor, en çok satan kitapların ilk sıralarını onun şiirleri alıyor. Konya’ya binlerce insan akın ediyor, semâ ayini her yerde ilgiliyle izleniyor, doğumunun 800. Yılına izafeten bir çok ülkede programlar tertip ediliyor.
*Işık Âsitane-i Âli’yeden
Hz. Mevlânâ’nın vefatından sonra ise; Mesnevi’nin okunduğu, âşıkların gıdası semâ ayininin yapıldığı, birçok toplumsal meselelerin çözüme kavuştuğu, sosyal ve kültürel hayatın neşvünema bulmasına katkıda bulunan Mevlevîhâneler, altı yüz yıl bu mânânın insanlığa ulaşmasında önemli bir görevi yerine getirmiştir.
Cihan devleti Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarının genişlemesine paralel olarak muhtelif bölgelerde Mevlevîhâneler de çoğalarak hizmete dahil olmuştur. Âsitane-i Âliye diye de adlandırılan Konya Mevlânâ Dergahı’ndan sonra; Afyon, Manisa, Kütahya, Halep, Galata, Yenikapı, Kasımpaşa, Beşiktaş, sonra Bahariye, Bursa, Kahire, Kastamonu, Eskişehir, Gelibolu, Rumeli, Yenişehir (Larisa) Mevlevîhâneleri önem sırasına göre öne çıkan âsitaneler olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun ardından tekke ve zaviyelerin kapanması kanunu (1924) çıkarıldığında mevcut mevlevîhânelerin sayısı (âsitane-zaviye) hakkında ittifak edilmiş bir bilgiye rastlayamıyoruz. Çeşitli araştırma ve belgelerden muhtelif sayıların ortaya çıktığını görüyoruz. Tabiidir ki; yanan, yıkılan, kapanan ve tarikatlar arası değişimler neticesinde mevlevîhânelerin sayıları her zaman değişiklikler arz etmiştir. M. C. Duru, “Mevlevî” adlı eserinde 300 civarında Mevlevîhânenin varlığından bahsederken, Ş. B. Tanrıkorurda yaptığı çalışmada 129 Mevlevîhânenin ismini tespit edebilmiş ve bunlardan 49’unun şu anki ulusal sınırlarımızın dışında olduğunu belirtmiş olup Sezai Küçük ise çalışmasında 29’u Türkiye dışında olmak üzere 82 Mevlevîhâneden, Süheyl Ünver ise 28’i yurt dışında olmak üzere 82 Mevlevîhânenin varlığından bahsetmiştir. Mevlânâ Dergahı’nda 1911 tarihli ve Postnişin Veled Çelebi (İzbudak) dönemine rastgelen bir Mevlevîhâne listesi belgesi mevcut olup, burada da 63 Mevlevîhâne ismi önem sırasına göre listelenmiştir.
Mevlevî tekkelerinin en küçük şubesi olan zaviyelerde sadece ayin-i şerif yapılır, aynı zamanda ibadet mahallidir. Âsitaneler gibi buralarda çile çıkarılmaz. Zaviyelerin içinde en mühimleri Konya Şems Türbe ve Zaviyesi ile Mevlânâ’nın annesinin kabrinin bulunduğu (Mader-i Mevlânâ) Karaman tekkesidir. İzmir, Şam, Mekke, Medine, Kudüs, Kıbrıs, Bağdat zaviyeleri de tarihteki önemli mevlevîhâneler olarak belirtilmiştir. Konya’daki zaviyelerden Âteşbâz-ı Veli, Fahrunnisa, Cemal Ali Dede, Mahmut Dede ve Piri Mehmed Paşa Mevlevîhânelerini de zikretmek gerek.
Mesnevî Şârihi İsmail Rüsûhî Dede, Şeyh Galip, İsmail Dede, Zekai Dede, Kutbünnâyi Osman Dede, Abdülbâki Dede, Divane Mehmet Çelebi, Rauf Yekta Bey gibi birçok şeyh ve mevlevînin Türk Kültür ve san’atına ciddi hizmetleri olmuştur.
*Semâ sâfa, cana şifa, ruha gıda
Mevlevîhânelerin önemli ritüellerinden biri olan mevlevî ayini (semâ) Hz. Mevlânâ’nın bizzat kendisinin dini toplantılarda ya da hayatın herhangi bir anında vecde gelmesiyle herhangi bir usul ve kaideye bağlı olmadan yaptığı semâ’lardan alınan ilhamla XV. y.y. dan sonra formel hâle getirilmiştir.
Mevlevîlikte semâ; Hz.Mevlânâ’nın ifadesiyle
“Mutlak fânilik içinde bekâ zevkini tatmaktır.”
“Bu dönüşü ben kendi canımdan öğrendim. Beden kalıbına girmeden önce can âleminde böyle dönerdim. Bana sabır ve sükûn daha uygundur diyorlar. Ben bu sabrı da sükûnu da size bağışladım.”
diyor Hz. Pir bir rubaisinde.
“Semâ aşıkların gıdasıdır, çünkü semâda Allah (c.c.) ile buluşma hayali vardır”
diyen Hz. Mevlânâ âlemin yani güneş sistemi ve çevresindeki gezegenler topluluğunun da insanın iç âlemi gibi sürekli dönüp durduğunu, semâ ettiğini bize fısıldar. Divan-ı Kebir’de semâ ile ilgili olarak;
“Bedenimin her zerresi, güneşine âşık; dikkat etde bak, zerrelerin güneşle uzun işi var.”
“Şu zerreler güneşin ışığında sufîler gibi semâ edip dururlar; fakat hangi nağmeyle, hangi vuruşla; ne biçim bir sazla semâ ederler, kimsecikler bilmez!”
“Hepsinden üstün bizim iç semâmız; bütün zerrelerimiz, yüz çeşit nazla O’nun ışığında oynayıp durmada.”
Demek ki dönmeyen hiçbir şey, hiçbir varlık yoktur ve varlıklar arasındaki müşterek benzerlik her birinin bünyesinde bulunan atomlardaki proton ve nötronların dönmesidir. Bu benzerlik dolayısıyla her şeyin döndüğü gibi, âdemin bünyesindeki atomların dönmesi ve vücudundaki kanın dönmesiyle birlikte âlemin (dünya) dönmesiyle de hayat sürer gider. Hülâsâ âlemde, âdemde dönmeye devam ediyor. Zaten
“Âlemden maksat Âdemdir; Âdemden maksat ise o demdir”
dememiş midir şair?
“Can konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin. Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir: Neyi arıyorsan osun sen.”