Ahırdaki Ahu – Filiz Konca

A+
A-

Ahırdaki Ahu

Filiz Konca

Hz. Mevlana Peygamberimiz (s.a.v.) için şöyle demiştir:

“Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet kemik yırtar deler.

Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki şeytan, onunla bir kâseden yemek yer.

Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki şeytan, ona komşu olur.

Kim sensiz uzak bir yola giderse şeytan onula yoldaş olur, onunla bir sofraya oturur.

Yüce ve güzel bir ata binse haset eder; şeytan da ona arkadaş olur.”

Her göz Peygamberimizin (s.a.v.) nurunu göremiyor. İslamiyet”le şereflenmenin ne büyük nimet olduğunu herkes farkında olamıyor.

Hz. Ömer (r.a.) şöyle diyor:

“…Biz çok basit bir kavim idik, Allah Teala bizi İslamiyet’le şereflendirdi. Şan ve şerefi dinden başka yerde ararsak, Cenab-ı Hak bizi tekrar eski halimize düşürür.”

Gönlü ötelerin hasretiyle yanan ve bu dünyanın sap ve saman mesabesindeki nimetlerine iltifat etmeyen yüce erlerin halini Hz. Mevlana şu hikâye ile anlatır:

“Avcının biri nazlı bir ahu yakaladı ve onu götürüp ahıra kapattı. Ahır öküz ve eşeklerle doluydu. İçerideki pis kokudan zavallı ahunun başı döndü, bayılacak gibi oldu. Kurtulmak için sağa sola koştu ama kapılar sımsıkı kapatıldığı için bir çıkış bulamadı… Öküz ve eşeklere bu saman şeker gibi geliyordu ama zavallı ahu samanı nasıl yesin! Biçare nice gün o ahırda aç kaldı, çile çekti, karaya vuran balık gibi çırpındı durdu. Ahunun saman yememesini kibrinden zanneden ahır hayvanları onun bu haliyle eğleniyor ve vah, vah senin gibi saraylara layık bir padişah nasıl oldu da buraya düştü, diyorlardı. Zavallı ahu kendisini kınayan yanı başında bağlı eşeğe dedi ki:

Saman yemeyişim sanma ki kibrimden, gururumdan. O sana uygun bir yiyecek ama bana uygun değil. Ben çayırlıklarda taze otlar yiyerek tatlı sulardan içerek büyüdüm. Değil saman yemek ben kendi yurdumda taze lale, sümbül ve reyhanları bile binlerce nazla niyazla yerdim. Gerçi şimdi yerimden yurdumdan uzak düştüm ama benden ahu olma özelliği de kalmadı ya! Fakirim ama gözüm fakir değil, elbisem eski ama ben yeniyim.”

Eşek bu sözlere inanmadı ve “Gurbet garibe böyle saçma şeyler söyletir, bunlara inanmak için delil lazımdır.” deyince ahu dedi ki:

Göbeğimdeki şu misk söylediklerimin doğruluğuna şahittir. O misk sap ve saman yiyerek olmadı, bunu bil! Göbeğim, sözlerime tanıklık etmede. Öd ağacı ile ambere bile ehemmiyet vermemede. Fakat koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır. Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahlûklara miski nasıl sunabilirim? O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir” remzini söylemiştir. Çünkü zatı, meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar. Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz. Öküz suretindeki aslan gibi. Onu uzaktan görürsün ama içini deşmeye kalkışma. Deşersen ten öküzünü terk et. Çünkü o aslan huylu, öküzü paralar. Öküz tabiatı, seni başından eder, hayvanlık huyu, seni hayvanlıktan ayırır. Öküz bile olsan onun yanında aslan kesilirsin. Fakat sen öküzlükten hoşlanıyorsan aslanlığı arama.”

Eşek huylu kimseler ötelerden bahsedenlere “Deliliniz nedir?” derler. Mevlana şu delili veriyor: Bayraktaki aslanın hareketi gizli bir rüzgârın varlığının ispatıdır. Keza:

“Sarhoşun oynayıp durması nasıl gizli bir şarabın ve sakinin varlığını gösterirse  bu fani âlemin varlığı da baki bir varlığa delildir.”

Dünya hayatına iltifat etmeyen yüce erlerin hali tıpkı eşek ahırına düşmüş ahunun hali gibidir. Halk onların bu istiğnasını kendilerini bir küçümseyiş olarak algılar. Ayrıca kendilerinde olmayan bazı güzelliklerin berikilerde olması hasretlerini celbe der ve inkâr yolunu tutarlar.

 

ETİKETLER: