Abdülbâki Gölpınarlı ile Söyleşi

A+
A-

“Mevlânâ’nınn dilinde konuşulan şey halkın ta kendişidir. Sınırsız bilgisini halk hikâyeleriyle öyle bir anlatır ki, dünya edebiyatında, örneği gösterilemez”

Mevlânâ Celâleddini Rumi ‘nin doğum tarihi hakkında bize bilgi verir misiniz ?

Hazret-i Mevlânâ’nın 607 (-1207)’de Belh’de doğduğu rivayet edilir. Fakat kendisi, 604 veya 609’da,Semerkand’ın istilâsında, orada bulunduğunu “Fihi ma Fih” de şöyle anlatıyor : “Harezmşah şehri kuşattı, biz Semerkand’da idik . Dünya güzeli, eşi bulunmayan bir komşumuz kız vardı. Duyuyordum, her an ‘Yarabbi, benim zalimlerin eline geçmemi revâ görür müsün? Ben sana sığınırım…’ diye yalvarmaktaydı. Şehir zapt ve halk esir edildi, hattâ o kızın câriyelerini de aldılar, ona kimse dokunmadı. “Mevlânâ bu suretle, duyduğu bir rivayeti değil, yaşadığı bir olayı dile getiriyor. İnsanın, doğduğu yıldaki veya 5-6 yaşında geçen bir olayı böyle anlatması imkansızdır. Kaldı ki,0,600’de(1203/ 4) Gor hükümdarı ile Harezmlerin savaşından “Divân-ı Kebir” de bahseder. Gene ay nı eserdeki bir gazelde Şems-i Tebrizî ile 60 yaşında, bir başka gazelinde 62 yaşında buluştuğunu söyler. Şems Konya’ya 642 cumadelahirasının 26 cumartesi günü geldi. (26 kasım 1244). Bütün bunlara göre Mevlânâ H. 580’de (1184) doğmuştur.

Ailesi üzerine bilinenler nelerdir? Soyluluğu için söylenenler ne dereceye kadar doğrudur ?

Babası Sultan-ül Ulemâ Bahaeddin Muhammed Veled’dir, Moğol istilâsından önce Belh’den göçmüş ve Hacca gittikten sonra Lârende’ye ( Karaman) gelmiş, bir süre orada oturmuşlar, Mevlânâ’nın annesi orada ölmüş, ondan sonra da Konya’ya gelip yerleşmişlerdir. Sultan-ül Ulema, Konya’ya geldikten ikiyıl sonra H. 628’de (1231) ölmüştür. Mevlânâ’nın I. Halife Ebubekir Sıddık soyundan geldiği iddiası da, annesinin Harezmşahlar sülâlesinden olduğu söylentisi de uydurmadır. Bütün bunlar, sonradan, asalete önem verilmeye başlanmasından itibaren uydurulmuştur. Türk-Selçuk sanatının bir şaheseri olan sandukasındaki kitabe de, yazılması ve tezhibi ölümünden yıl sonra biten Mesnevi’nin sunuş yazısı, vakfiyesi, kendi şiir ve sözleri, Sultan Veled’in eserleri de böyle bir yakınlığı kesin olarak doğrulamazlar.

Mevlânâ’nın öğrenimi ve yakın dostları hakkında neler biliyoruz ?

Mevlânâ, babasının halifesi olan ve Kayseri’de gömülü bulunan Seyyid Burhaneddin Muhakkık-i Tirmizi’den ders almış, öğrenimine Halep’de devam etmiş, oradan Konya’ya gelmiştir. İran ve Yunan mitolojilerini, eski çağlar tarihini , Kur’ân ve Kur’ân’a dayalı ilimleri, hadis’e ait bilgileri , İslâm hukukunu, yani Fı-kıh’ı, tasavvufu, Arapça, Türkçe, Rumca dillerini biliyordu. Seyyid Burhaneddin’den sonra Konya’ya gelen Tebrizli Şemseddin Muhammed’le sohbet etmiş ve sûfilerin Kalenderiyye koluna mensup olan Şems’i kendisine halife tayin etmiştir. Şems’in, kendisini yürekten yakan ayrılışından sonra Konyalı Salahaddin’i, sonra da sanat ve hırfet ehlinin başı oluşundan dolayı Ahitürk adıyla anılan bir zatın oğlu olan Çelebi Hüsameddin’i kendisine halife ve sohbet arkadaşı seçmiştir.

Bir incelemeci olarak, Mevlânâ ‘nın hayatını devrelere ayırabilir misiniz ?Hangi tarihte vefat etmiştir?

Hayatında üç devre göze çarpar :

1-Öğrenim hayatımya içine alan ve âdeta hazırlık devresi denilebilecek çağı ;
2-Şems’ingelinindenkayn bolup gidişine kadar süren coşkunluk devresi ;
3-Özellikle Salâhaddin ve Husameddin ile geçen verim. devresi.

“Divân-ı Kebir” her üç devrenin bilhassa son devrenin şiirleriyle oluştu.”Fihi mâ Fih” (Ne Varsa İçinde) ve”Mesnevi” üçüncü devreye aittir.

Mevlânâ, 672 yılı cumadelahirasının 5 pazar günü (17 aralık 1273) öldü.

Ertesi gün yapılan cenaze törenine hıristiyanlar ve yahudiler de katılmıştır. Onlara engel olmak isteyenlere karşı “O bizim İsa’mızdı, O bizim Musa’mızdı, gerçek İlâhî tecelliyi biz onda gördük , onda bulduk” diye feryad ederek isteklerine ulaşmışlardır.

Şiirlerinin dili, Türkçe karşısındaki tutumu ve çevresine karşı tavrı hakkında neler söylerdiniz?

Şiirlerinin çoğunluğu Farsçadır. Fakat ayrıca, Türkçe mülemmalar (iki ayrı dille yazılmış şiir) ve beyitler , Arapça, Rumca şiirler ve beyitler de vardır. Türkçesine Belh Türkçesi hâkimdir ama, şu beytinde tam bir Batı Oğuz lehçesiyle karşılaşmaktayız :

“Okcılardur gözleri, hoş kemandur kaşları
Yüz süvari öldürür kimdür ol Alpârslan”

Beyit, bir kahramanlığı dile getirmesi, bu kahramanın bize Anadolu’yu açan Alparslan olması ve Mevlânâ’nın Anadolu lehçesini benimsemesi yönlerinden dikkate değer.

Mesnevi’deki Arapça ve Farsça dibaceler (Başlangıç , önsöz) hariç, çeşitli dillerde yazdığı bütün şiirlerinde tamamiyle halk dilini kullanır. Esasen, çeşitli itirazlara rağmen çevresindeki kalabalığın çoğunluğunu da halkdan kimseler yapar. Nazım ve nesir, eserlerinin hiç birinde, çağın ve geleneğin büyük alışkanlığına rağmen, zamanın büyüklerini öven tek kelimesi yoktur. Ziyaretine gelen Selçuk Sultanı Rükneddin’e “Sen çobanı olduğun sürüye kurt kesilmişsin) “diyecek kadar medeni cesaret sahibidir.

Muiniddin Pervane’ye de ‘Duyuyorum demiştir, Kur’ ân ezberliyor, hadîs okuyorsun ; Allah’ın ve Peygamber’in sözleri sana tesir etmezse benden ne alabilirsin öğüt namına?” diyebilmektedir.

“Ayran kâsem önümde oldukça, vallahi kimsenin malım düşünmem bile. Azıksızlık ölümle kulağımı bursa bile hürriyeti tutsaklığa satmam ben.”

Tasavvuf dilinde, günümüzde anlaşılması zor görülen ve karışıklığa yol açan bazı kavramlar var. Bu kav ramların nelere sembol olduğunu açıklar mısınız ?

İslâmi bir duyuş, düşünüş ve inanış sistemi olan “Tasavvuf” veya “Vahdet-i Vücûd’tie-nilen ve Allah’ı tek varlık,eşyayı da O Tek Varlık’ın birer görüntüsünden ibaret sayanbu görüş içinden bakıldığında bazı kavramlar, bugünkünden başka şeyler anlatır. Allah’ a karşı duyulan büyük sevgi AŞK, Allah Mâşuk SEVGİLİ, kul AŞIK, tekke MEYHANE , şeyh SAKİ, şeyhin din ve Tanrı’yı öğretisi de ŞARAP sözleriyle anlatılır. Buna da, sıradan insanın tepkisini ortadan kaldırmak için başvurulmuştur. Bilindiği gibi Mansur’u, ENEL HAK Ben Allah’ım dediği için öldürmüşlerdi. Mevlânâ’ da rastlanan meyhane, şarap, güzel. .. gibi sözleri böyle anlamak gerekiyor.

Ney, Tanrı katından ayrılıp, ölümlü dünyaya düşen insanın sembolüdür ve işi inlemek, iç’in acı ve hasretlerini dile getirmektir.

Mesnevi de onunla başlar :

Bişnev ez ney çün hikâyet miküned (Dinle neyden ki hikâye ediyor, ayrılıklardan şikâyet ediyor)

Görüyoruz ki Mevlânâ ‘yı , en az bizim kadar, belki bizden de fazla olarak Batı dünyası da kabul etmektedir. Onun bu büyük evrenselliğini yapan belli başlı şey nedir?

Mevlânâ, hem şiir, hem nesir ve hem de sohbetlerinde özellikle İnsanî düşünceyi hâkim kılmıştır. Bütün bir kültür zenginliğine rağmen onun dilinde konuşan şey halkın ta kendisidir. Denilebilir ki, O, İnsanî özlem yönünden bugün bile gerçekleşmeyen, ne zaman gerçekleşeceği kestirilemeyen bir geleceği konuşmuştur. Sınırsız bilgisini halk hikâyeleriyle öyle bir anlatır ki, dünya edebiyatında bir başka örneği gösterilemez.. . Bu başarı karşısında insana düşen pay hayrettir yalnız.

“Su gibi akıp gitmek, her gün bir yerden bir yerlere göçmek; donup kalmamak; ne hoş bir şeydir… Dünün sözleri dün gibi geçti, bugün yepyeni şeyler söylemek gerekir.” ‘ İşte bütün bunlar Mevlânâ’yı yalnız dünün değil, bugünün ve bütün zamanların ve toplumların TEK’lerinden biri yapmıştır.

Mevleviliği başka tarikatlerden ayıran , yalnızca Mevleviliğe ait olan sema’ nasıl doğmuştur, nedir?

Mevlânâ’ nın sema’ ı bir vecd sonucudur. Yemekler yenilir ve sohbetler edilirken birden kavval veya dûyende denilen okuyucular neşideye başlar ve genellikle rebap çalınır. Mevlânâ ansızın kalkar, vecd içinde sema’ eder, sema’da rübailer, gazeller, söyler, fetva veya sorulara cevaplar verir, bunları kâtib-i esrar (sır kâtipleri) yazıya geçirirdi. Bu yüzden bazı gazellerinde farklılıklar görülür, Sema’a ya bizzat kendisinin kaldırdığı ya da kendiliklerinden kalkanlar da katılırdı. Bu görenek Sultan Veled ve torunlar zamanında da devam etmiş, 15’inci yüzyıldan sonra Pîr Adil Çelebi Mevlevi mukabelesini bir düzene sokmuş ve kalıplaştırmıştır. Artık Mevlevilik veya Mevlânaîlik halkdan elit zümreye kaymış olur.

Konuya yakınlığı olanlar içinhayat ve dolayısıyla sanat dünyamıza Mevlânâ’nın derin tesirleri olmuştur . Bu sanatkârlardan bir anda akla gelenler kimlerdir?

Köçek Mustafa Dede, Itrî, Hammamî Büyük İsmail Dede, Zekâî Dede, Tamburî Cemil Bey gibi musikişinaslar ;Nefî, Beliğ, Fasih Dede, Şeyh Galip gibi şairler akla ilk gelen isimlerdir.

Sizce Mevlânâ konusunda bugün yapılması gereken bir şey var mıdır?

Yıllardır duyarız, bir Mevlânâ Enstitüsü kurulacaktır , ama hiç bir çaba görülmez… Dileğimiz bunun bir an önce gerçekleşmesidir. Mevlânâ ve Mevleviliğin etkileri üstüne ciddî ve çeşitli araştırmalar yapılsın ve yayınlansın isteriz. Bütün eserlerinin ve öncelikle Mesnevi’nin ilk nüshasının olduğu gibi yayınlanması yürekten dileğimizdir.

GÜLTEKİN TARI

Abdulbaki Golpinarli Ile Soylesi