Abdülbaki Gölpınarlı

A+
A-

AŞKIN SULTANLARI SON DÖNEM İSTANBUL MEVLEVÎLERİ ULUSAL SEMPOZYUMU
14-15 Mayıs 2010 / İSTANBUL

 

Mevlana’yı Bilim Ve Kültür Dünyasına Sunan Araştırmacı

Abdülbaki Gölpınarlı (11200-1982)

Adnan Karaismailoğlu* 

Bu başlık, Yeni Türkiye’de Mevlana’nın bilim ve kültür dünyamızda yer alışına dikkat çekerken, A. Gölpınarlı’nın bu gelişmedeki yerini vurgulamaktadır. Mevlana’nın Türkiye’de XX. yüzyılda gerek bilim dünyasında ve gerekse kültür dünyasında tekrar öne çıkmasında Gölpınarlı’nın büyük katkısı vardır. O, bundan 28 yıl önce, Mevlana ve Mevlevilik alanında yaptığı çalışmalarla yeni araştırmacılara büyük imkân ve kolaylıklar sağlamış olarak aramızdan ayrılmıştır.

Üzülerek ifade etmem gerekir ki İstanbul’dan uzakta Erzurum’da yüksek tahsil yaparak akademik hayata intikal edişim ve onunla görüşmeme vesile olacak bir fırsat oluşmayışı sebebiyle onunla görüşüp kendisinden bizzat yararlanamadım. Ancak eserleri ve yazdıkları aracılığıyla ondan istifadem büyük olmuştur. İtiraf etmek gerekir ki özellikle Mevlana ve Mevlevilik konusunda yol açıcı ve kolaylaştırıcı varlığı her an şahsım için bir imkân oluşturmaktadır. Onu yakından tanıyan sizlerin karşısında ondan bahsetmek cesareti de bundan kaynaklanmaktadır.

Burada merhum Gölpınarlı’nın yaşam öyküsüne kısaca değindikten sonra asıl olarak Mevlana araştırmalarındaki yeri ve önemi üzerinde durulacaktır. Bu hususta öncelikle Mevlana’nın eserlerinin çevirileri için yazdığı önsözler ve yayınlarındaki üslubu, bize rehberlik edecektir.

Abdülbaki Gölpınarlı adıyla bildiğimiz Mustafa İzzet Baki, 12 Ocak 11200 günü İstanbul’da dünyaya geldi ve 25 Ağustos 1982 günü doğum yerinde dünyaya gözlerini yumdu. Gölpınarlı, ataları Azerbaycan’ın Gence şehrinde yaşamış olan gazeteci Ahmed Âgâh Efendi’nin oğludur. Gölpınarlı soyadı ata yurdu Gökçay bucağı Gölbulak köyü ile alakalıdır. İzzet Baki, çocukluk yıllarında Mevlevî olan babasının refakatinde Bahariye Mevlevihanesi’yle buluştu. 16 yaşında babasını kaybedince çalışma hayatına atıldı, kitapçılık ve ilkokul öğretmenliği yaptı. 1930 yılında İstanbul Edebiyat Fakültesi’ni bitirince Konya, Kayseri, İstanbul ve Kastamonu’da edebiyat ve Türkçe öğretmenliklerinde bulundu. 1939 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde önce okutman, sonra doçent unvanıyla görev yaptı. 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne geçti. On aylık bir tutuklanma ve yargılanmanın ardından 26 Şubat 1946’da görevine döndü ve 1949 yılında kendi isteğiyle emekli oldu. Mevlana ve Mevlevilikle ilgili çalışmalarına bu yıllarda ağırlık vererek Mevlana’nın bütün eserlerini Türkçeye kazandırdı. Mevlana’nın bütün eserlerini Türkçe’ye çevirmiş olan tek kişi olması yanında önemli izah ve yorumlarıyla Mevlana ve Mevlevilik araştırmalarında büyük bir yere sahip oldu.

Gölpınarlı, çocukluğundan itibaren Mevlana ve Mevlevilikle olan irtibatını şu cümlelerle ifade etmiştir:

Takdir, bizi bu potada yoğurdu. Doğar doğmaz bu havayı almaya başladık. Gözümüz, Mevlevî yüzlerine, kulağımız, âyin ve naat nağmelerine açıldı. İnandık, inandırdık. Gördük, beledik. Duyduk coştuk. Ağladık ve ağlattık. Nihayet zaman gözlerimizdeki buğuyu kaldırdı, bizi düşünce sahasına attı. İnancımızı akılla tahlile, duygumuzu, gerçekle tenkide imkân buldu.[1]

Merhum Gölpınarlı’nın hayatı ve eserleriyle ilgili olarak Ali Alparslan [2], Ömer Faruk Akün [3] ve Hatice Aynur’un [4] yayınları gerekli bilgileri bir arada bulmamıza imkân sağlamaktadır. H. Aynur tarafından yapılan tespite göre Gölpınarlı, 114 kitap (telif ve tercüme), 404 makale yayımlamıştır. Bu tespite göre ilk yazısı 1925’te 25 yaşındayken neşredilmiştir. [5]

Onun Mevlana hakkındaki ilk yayınları 1940 yılına aittir.[6] Bu tarihten sonraki ilk büyük çabası 1942 yılında yayınlanmaya başlayan Veled İzbudak’ın Mesnevi tercümesi üzerinde olmuştur.[7] Yalnız bu çevirideki emeği daha sonra kendisinin de dâhil olduğu bazı tartışmalara yol açmıştır.[8]

İlk baskısı 1951 yılında gerçekleşen, daha sonra üzerinde ilave ve düzeltmeler yaptığı bilimsel eseri Mevlânâ Celâleddin diğer birçok eseri gibi bilim adamlarına kaynaklık etmektedir.[9]

Gölpınarlı ilk olarak Mevlana’nın eserlerinden Fîhi Mâ Fîh’i çevirip 1954’de yayınladı[10], 1957 yılında başlayan Dîvân-ı Kebîr çevirisi uzun yıllar sürdü, 1974 yılında tamamlandı.[11] Mektuplar’ı[12] ve Rubâiler’i[13] 1963’te, Mecâli-i Seb’a’yı 1965’te[14] ünlü Mesnevî Tercümesi ve Şerhi kitabını ise 1973-1974 yıllarında yayınladı.[15] Mevlana’nın eserlerinin tamamı, şiir halindekiler 66 bin beyit ve nesir halindekiler 500 sayfa kadar hacimdedir. Bütün bu eserler ilk defa Gölpınarlı tarafından Türkçeye aktarılmış oldu. Bu çevirilerin çok sayıda baskısı olduğu gibi, kendisinin veya başkalarının adıyla bunlardan çok sayıda seçmeler hazırlandı. Onun çevirilerinden Mesnevî Tercümesi ve Şerhi, manzum olarak yazıldığı Farsçaya yakın yıllarda tercüme edildi.[16] Nesr ve Şerh-i Mesnevî-i Şerîf-i Abdülbâki Gölpınarlı adıyla bu çeviriyi yapan Tevfîk H. Subhânî, manzum metnin nesir halinde Türkçeye yapılan çevirisinin Farsçaya aktarılmasını gerekli görmüştür. Çünkü Gölpınarlı gibi bir bilim adamının manzum metinden elde ettiği anlamın, Farsça bilenler için de yararlı olacağı kanaatini taşımış ve İranlı bilim adamlarıyla bunu paylaşmıştı. Ayrıca Sübhânî, çevirisinin önsözünde Gölpınarlı’nın bu çalışmasında yer alan şerh kısmının başka şerhlerde bulun- mayan hususları içerdiğini belirtmektedir.

Gölpınarlı’nın Dîvân-ı Kebîr çevirisinin Nevit Oğuz Ergin tarafından İngilizceye aktarılması[17] da aynı özelliktedir. Bu çeviriler bir bakıma Türkiye’deki geleneğin, Mevlevî kültürünün yabancı dillere bu yolla da intikal ettiği anlamına gelmektedir. Şu durum açık bir gerçektir, Mevlana ve düşüncesi gerçek hüviyetiyle ve kaynaklarıyla Anadolu’da günümüze intikal etmiştir.

A. Gölpınarlı’nın başta Mevlânâ Celâleddin (1951)Mevlevî Adâb ve Erkânı (1963) [18] ve Mevlânâ’dan sonra Mevlevîlik (1983) adlı kitapları olmak üzere çalışmaları ve çevirilerine ilave ettiği izahlar, yerli ve yabancı araştırmacılara kaynak olmuştur. Araştırma ve çevirilerini Türkçe yayınlamış olmasına rağmen yurt dışında da bilinen ve kaynak gösterilen büyük bir araştırmacıdır. Günümüzde birçok dile onun tespit ve yorumları aktarılmakta, kendisine atıflar yapılmaktadır.

Gölpınarlı’nın, Mevlana’nın eserleriyle ilgili yaşadığı yıllarda gerçekleşmeyen bir arzusu vardı. Mevlana’nın eserlerinin önemli yazmalarını tıpkıbasım halinde yayınlamak istiyordu. Son yıllarda önemli oranda gerçekleşen bu yayınları maalesef kendisi yapamamış ve yapılanları da görememiştir. Bu konudaki hissiyatını ve hedeflerini gösteren ifadelerinden bir iki örnek şu şekildedir:

Kaç ciltte bitecekse terceme bittikten sonra ilk sahifeler ve aslındakinin aynı olmak kaydıyla Dîvân-ı Kebîr’in metni, son cilt ve tıpkı-basım olarak okuyuculara sunulacak, heyecandan titreyen eller, iştiyaktan nemlenen gözler, bu mübarek eseri öpecektir. Hatta yalnız Dîvân-ı Kebîr’i değil, Mesnevî’yi de Mevlânâ’nın diğer eserlerini de, Mevlevîliği ilgilendiren başka eserleri de tıpkı-basım metinleriyle vermeyi vaat ediyoruz, azmettik buna; inandık ki Güldeste, ancak tam metin verildikten sonra olabilir ve metni verilmeyen terceme, elbette noksan kalır.[19]

Bizde metin basmanın ne kadar güç olduğunu söylemeye hâcet yok. Milli Eğitim Bakanlığı bu işi ele almaz; bu işe yaklaşmazlar. Fakat gönül ister ki Mevlânâ’ya ait en sağlam, en doğru metinler de basılsın ve bu şeref, bize ait olsun; başkalarına müracaattan müstağnî kalalım. Ama bu işi kim yapacak; bu dilek, ne vakit gerçekleşecek? Bilemeyiz.[20]

Yalnız mektupların değil, Mevlânâ’nın bütün eserlerinin metinlerini de, ilmî bir şekilde vermek isteriz; fakat bu işe, haklı olarak hiçbir kütüphane yanaşmıyor; Maârif Vekilliğinin yahut herhangi bir müessesenin, bu millî ve insanî işi ele almasını candan-gönülden dileriz.[21]

Mevlana’nın eserlerinin tıpkıbasımlarının yapılmasını bu derecede amaç edinen Abdülbâki Gölpınarlı maalesef bunlardan herhangi birinin tıpkıbasımını görmeden vefat etmiştir. Onun vefatından sonraki yıllarda Mesnevî ve Dîvân-ı Kebîr’in tıpkıbasımları yayınlanmıştır. Ancak yine de onun özellikle Mesnevî açısından bu arzusunun tam gerçekleştiğini söylemek güçtür. Çünkü İran’da yapılan tıpkıbasımda (Tahran 1371hş./1992) silik ve solgun sayfalar mevcutken, Türkiye’deki basımda ise (Ankara, 1993) bilhassa başlıklardaki bazı harfler, noktalar, kelimeler ve sayfa kenarlarındaki kimi beyitler düşmüştür.

Onun çalışmalarında Şia’yı öne çıkardığına ve birçok zevatı yanlı davranarak Alevî-Batınî kimlikle buluşturduğuna dair serzenişler yapılmıştır. Örnek olarak Asaf Halet Çelebi ona karşı bu nedenle sert eleştirilerde bulunmuştur.[22] Bu konunun üzerinde durmanın pek anlamlı olmadığını belirterek Gölpınarlı’nın ilmî kişiliğiyle ortaya koyduğu Mevlana kimliğine bakmak daha anlamlıdır. O, yaptığı çalışmalarla Mevlana’nın babası ve çevresiyle hangi ilmî ve tasavvufî gelenekten geldiğini, Sünnî ve Hanefî kaynaklarla olan beraberliğini bütün açıklığıyla izah etmiştir. Çevirilerinin önsözlerinde Mevlana’nın düşünce dünyasının, babası, hocası, dostu ve oğlu ile nasıl bütünlük arz ettiğini, kendi eserleri arasındaki uyumun nedenli olduğunu örneklerle sıralamaktadır. Mecâlis-i Seb’a çevirisinin “Sunuş”undaki şu sözleri onun uzun ve yorucu çalışmalarının mahsulüdür:

Dâima söylediğimiz gibi burda, gene söyliyelim: Mevlânâ’nın konuşmasiyle yazması, şiiriyle nesri arasında hiçbir üslûp ayrılığı yoktur. Dîvân-ı Kebîr ve Mesnevi, nasıl düşüncelerin, sezişlerin, gelişlerin, buluşların vezin ve kafiye kalıbına girmesinden doğmuşsa, nasıl bu iki eser arasında hiçbir ayrılık yoksa, Mesnevî’de nasıl hikâyeler anlatılıyor, örnekler veriliyorsa, Dîvân-ı Kebîr’de, nasıl sırası geldikçe bu hikâyelere, bu örneklere, tabii gazel, yahut terci’ kalıpları içinde dokunuluyorsa, “Mektuplar” da da onlar, yazdırılırken, örneklere, temsillere girişilmekte, başlıklardaki hitaplardan başka, bütün mektuplarda halk diliyle konuşulmaktadır. “Mecâlis-i Seb’a” da da hutbelerden ve kısmen münâcât fasıllarından başka, halk diliyle, halk seviyesine inerek, hikâyelere, temsillere, örneklere dokunarak, arada şiirler inşâd etmek, hadîsleri hikâyelerle, şiirlerle anlatmak suretiyle ve aynı üslûpla konuşmadadır.

Aşağıdaki cümlelerini de “Rubâiler” için kaleme almıştır:

Mevlânâ, rubâîlerini de gazelleri gibi, her hangi bir sebeple inşâd etmiştir. Zâten Mevlânâ’nın her çeşit şiiri aynı üslûptadır, aynı mâhiyette doğar, aynı inançları duyurur, aynı duyguları taşır; fakat her şiiri ap-ayrı, tamâmıyla orijinal bir söyleyiş örneğidir. Onun bir tarz şiirini, öbür tarz şiirinden, ifâde, heyecan, telkıyn bakımından ayırmanın, hattâ nesrini bile ayrı bir özelliğe sâhip sanmanın imkânı yoktur. Külfetsiz söyleniş, halka, halk diliyle hitâb ediş, halkın düşünüş, anlayış seviyesine inmekle, mazmunları günlük, gündelik hayattan almakla berâber, hiçbir şâirin erişemeyeceği kadar ince bir görüşün, içli bir duyuşun, âhenkli olduğu kadar samimi bir söyleyişin olağanüstü mahsûlünü veriş, sözlerini âyet ve hadîslerle, kendisinden önceki büyük sufîlerin sözleriyle, halk hikâyelerinden alınan canlı, özlü, gerçekçi örneklerle örüş, onun bütün eserlerinde hâkimdir. Mektuplarında bile, hitaplar müstesnâ, aynı esasları buluruz.

Merhum Gölpınarlı’nın bu ifadeleri, onun ısrarlı ve yılmaz bir okuma ve araştırma gayretinin mahsulüdür. O, asrımızda menkıbevî anlatımlardan uzak, hayallerden ve kişisel tasavvurlardan arınmış bir Mevlana kimliğini bilim ve kültür dünyamıza böylece tekrar sunmayı başarmıştır.

Günümüzde Mevlana ve eserleriyle buluşmak isteyenlere büyük kolaylık oluşturan Gölpınarlı, ayrıca ülkemizde Mevlana araştırmaları yapmakta olanların mesafe almasında, çalışmalar yapmasında yardımcı ve cesaret verici bir işlev görmüştür. Onu minnetle anıyor, rahmetler diliyoruz.


Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü

[1]                 Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik, İstanbul: İstanbul Mtb., 1953; gözden geçirilmiş 2. Baskı, İstanbul: İnkılap, 1983, Ön-Söz, s. 2-3.

[2]                Ali Alparslan, Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara, 1996.

[3]                Ömer Faruk Akün, Gölpınarlı, Abdülbaki, TDV İslam Ansiklopedisi, c. XIV (1996), s. 146-149

[4]               Hatice Aynur, Abdülbaki Gölpınarlı Bibliyografyası, Turkish Studies, Abdülbaki Gölpınarlı Hatıra Sayısı, 1, c. XIX, (1995), s. XXI-LIV. 

[5]                İmtihan: monolog, Tedrisat Mecmuası, s.63 (Kanun-ı Sani 1341/ Ocak 1925): 59-62.

[6]                 Mevlâna, C.H.P. Konferanslar Serisi (Kitap, 21), 1940, s. 1-13; Mevlâna’nın Türk kültürüne tesiri. (22.4.1940’da Konya Halkevinde verdiği konferans).Konya Halkevi Kültür Dergisi, yıl 4, s.32 (Mayıs 1940): 1735-1742.

[7]               Mevlânâ. Mesnevi. Çev. Veled İzbudak. Önsöz ve muhtelif şerhlerle karşılaştıran ve esere bir açıklama ilâve eden Abdülbâki Gölpınarlı. 6 c. İstanbul: Maarif Vekaleti, 1942-1946.

[8]                 Meselâ: Mevlâna’nın Mesnevî’sinin tercümesi önce Mevlâna soyundan gelen Veled İzbudak’a (Veled Çelebi) verilmiş fakat tercümenin Türkçesi ağır bulunduğundan tekrar çevrilmesi için A. Gölpınarlı’ya havale edilmişti. Yalnız çevirinin üstüne Veled İzbudak adı yazılacak, her cildin sonuna eklenen açıklamaların da A. Gölpınarlı tarafından hazırlandığı yazılacaktı. Böyle de yapıldı. Hakikatte ikisi de A. Gölpınarlı’nın kaleminden çıkmıştı. Bk. Ali Alparslan, Abdülbâki Gölpınarlı, s. 13; Veled çelebi’nin emriyle onun 23 Ekim 1937-2 Şubat 1940 arasında yaptığı Mesnevî çevirisini istinsah eden Şücaeddîn Onuk ise şu bilgileri vermek- tedir: Bu tercüme bilâhere Me’ârif Vekâleti tarafından tab’ ettirilmiş ise de tercüme aynen muhafaza edilme- yerek birçok değişiklikler yapılmış olduğundan Çelebi Efendi’nin yapmış olduğu tercümeyi görmek isteyenlerin istifadelerini te’min ve bu fakir-i pür taksir için de vesile-i rahmet ümidiyle Mevlânâ müzesi Kütübhanesine bırakıyorum. Bk. Ali Temizel, Mevlâna; Çevresindekiler, Mevlevilik ve Eserleriyle İlgili Eski Harfli Türkçe eserler, Konya, 2009 (Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi Yay.).

[9]                 Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlânâ Celâleddin: Hayatı, Felsefesi, Eserleri, Eserlerinden Seçmeler, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1951; 1952; 3. Baskı 1959; Farsçaya çevirisi: Gölpınarlı, Abdülbâki, Mevlânâ Celâleddîn: Zindegânî, Felsefe, Âsâr ve Guzîdeî ez-ânhâ, tercume ve tavzîhât: Tevfîk-i Subhânî, Tahran: Mu’essese-i Mutâla’ât ve Tahkîkât-i Ferhengî, 1363hş.; 2. Baskı, 1370hş.; vîrâyiş-i devvom, 1375hş.

[10]                 Mevlâna Celaleddin. Fîhi mâ-fîh. Çev. Abdülbâki Gölpınarlı. İstanbul: Maarif Vekaleti, 1954.

[11]                Mevlânâ Celaleddin. Dîvân-ı Kebir. Haz. Abdülbâki Gölpınarlı. 7 c. İstanbul: Remzi Kitabevi (c. 1-5); Milliyet (c. 6); İnkilap ve Aka Kitabevleri (c. 7), 1957-1974.

[12]                 Mektuplar, çev. ve hzl. Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul: İnkılap ve Aka Kitapevleri, 1963.

[13]                Rubâîler, çev. ve hzl. Abdülbâki Gölpınarlı, Konya: Kanaat Kitabevi, 1963; İstanbul: Remzi Ki- tabevi, 1964.

[14]                 Mecâlis-i Seb’a (Yedi Meclis), çev. ve hzl. Abdülbaki Gölpınarlı, Konya, 1965 (Konya Turizm Derneği, Yeni Kitap Bsm.).

[15]                 Mesnevî ve Şerhi, I-VI, Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul: MEB. Yay., 1973-1974.

[16]                Gölpınarlı, Abdülbâki, Nesr ve Şerh-i Mesnevî-i Şerîf-i Abdülbâki Gölpınarlı, I-III, Terceme ve tavzîhât: Tevfîk H. Subhânî, Tahran: Vezâret-i Ferheng ve İrşâd-i İslâmî, 1371hş.; 2. Baskı, 3. Baskı, 1374hş.; 4. baskı, 1381hş.; 1384hş.

[17]                Divan-ı-Kebir: Meter I-XXII, translated by Nevit Oguz Ergin, first edition, CA., Los Angeles: Turkish Republic Ministry of Culture & Echo Publications, Chicago: Kazi Publications, 1995-2004.

[18]                Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlevî Adâb ve Erkânı, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1963.

[19]                 Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr, Çeviri Abdülbâki Gölpınarlı, I, Önsöz s. 10.

[20]                Mevlânâ Celâleddin, Mecâlis-i Seb’a, Çeviri Abdülbâki Gölpınarlı, Önsöz s. 9

[21]                 Mevlânâ Celâleddin, Mektuplar, Abdülbâki Gölpınarlı, Önsöz s. 23.

[22]                 Mevlânâ ve Mevlevilik, İstanbul, 2007, s. 149.