7000 – 7999

A+
A-

7000, Ama neyliyelim? Bahtımız buymuş; Allah’ın kaza ve kaderi ansızın geldi, bahtımız  döndü,

Derdin, baştan başa derman olması için herkese tövbe etmek gerek,

Fakat Hak’tan da ümit kesmeyelim; onsuz, kanadı bağlı kuşuz ama,

Lûtfuyla kanatlarımızı çözecek biri de vardır elbet dostum,

Erler dünyâdan gittiler ama meydan da onlardan boş değil,

Güneş, gökkubbe durdukça Hakk’m bir halîfesi vardır,

Çünkü yaratanın, dünyâdaki halkı yaratmaktan muradı, onların varlığıdır,

Güneş de onlar için yaratılmıştır, gök de; yeryüzü de onlar içindir, şeytan da, melek de,

Hakk’m muradı, onların varlığı olmasaydı, ne dünyâ olurdu, ne can,

Mustafa’ya, gökyüzünden, yerden, bütün varlıktan maksat sensin buyurdu,

 

7010, Ey canın özeti dedi, sen olmasaydın ne göğü yaratırdım, ne mîzânı,

Hiçbir göğü yaratmazdım; gökte bir tek melek bile bulunmazdı,

İki dünyâdaki iyi – kötü herşeyi, gerçek olarak bil ki senin için yarattım,

Yoksa güneş, Ay, güzelim gökyüzü, şu böceğe benzeyen, onun kadar değersiz olan yeryüzü için nerden var olacaktı?

Kimin gönlünde îman yoksa sen onu böcek, yılan, akrep bil, Topraktan doğanların hepsi de böceğe benzer; gene de şu toprakta helak olur – giderler,

Hepsi de yeyip içmekle, yatıp kakmakla yaşar; hepsi de nefse dosttur, nefse kul – köledir,

Eşek gibi dört unsurla dururlar; ruh âleminden haberleri bile yoktur,

Hayatları, hayvanı ruhladır; vahye, ilhama mazhar olan ruh, insana nasîb olmuştur,

Bu çeşit dirilik, geçicidir; Tanrı’yla dıriysen ölmezsin, kalırsın,

 

7020, Sense, şu âlemde ekmekle dirisin: hâsılı hayvan gibi hiçbir şeyden haberin yok,

Senin canın, bu bedene girmeden, yatıp uyumaktan, yeyip içmekten önce, Elest âleminde sarhoştu,

Gene o âlemi, o sarhoşluğu ara da bundan geç; geç de zahmetten, tehlikeden kurtul,

A bilen kişi, değil mi ki canın vatanı, o denizdir, gene onu ara,

Bu altıyı, beşi, dördü bırak: canla – gönülle yönsüzlük – yöresizlik yönüne yüz çevir,

Cansan, beden yönüne gitme; bedene tapan, mücrimdir, canidir,

Tez canı, bedenden sevgilinin yanına çek de can bahçen binlerce meyva versin,

Ten, tuzağa benzer; bâkıysin ama, onda kalırsan fâni olursun,

Topraktaki katre de denizdendir ama güneşin harareti ve hava, düşmanıdır onun,

Katre, denize gitmezse tezce yelden, topraktan yok olur – gider,

 

7030, Hele a katre, sen bilgisizlikle bu düşmana neden dost dersin?

Sana zehir olan, düşman olan, boyuna canına kasdeden bedenin

Üstüne, aşkla, şevkle titriyorsun; düşmanın odur da bilmiyorsun,

O, bütün ömrünü yele verdi; sonunda da seni yok eder – gider,

Şimdi seni otla, yemle semirtir ama bu, sonunda seni bıçakla kesmek içindir,

O seni kesmeden kaç ondan; kendini kurtar düşmanın kılıcından,

Artık bedene yağlı  – ballı  şeyler verme; ne zamana dek yol kesene itaat edeceksin’7

Bedeni besleme ki o, kurbanlıktır: gönlü besle ki Rabb’e mensûb olan odur,

Gönlün yağlı – ballı gıdası nurdandır: o yüzden de neş’e kaynağıdır,

Allah şarabı nurdur, sağrağıysa hikmet, Kime hikmet nasîb olursa,

 

7040, Onda dâima o nur bulunur; o, Musa gibi dâima Tur’dadır

Sözün özü – özeti şu: O padişahları ara; onları aramak için canla – gönülle koş, uğraş,

Velîlerin eteğini tutarsan bil ki mekânsızlık âleminde padişahsın

Dünyâ, değil mi ki onlar için var oldu, soyları gizlendi deme,

Farenin, vahşi hayvanların soyları – sopları üreyip dururken, meydandayken

onların soylarının bulunmadığını söylemek yanlıştır,

Balçık bedenden türeyen soy – sop varken, olacakken, gönül soy – sopu ne yüzden kesilir?

Bu zan, eğridir, bozuktur, kötüdür; böyle düşünceyi uzaklaştır kendinden,

Parça – buçuk var olur da asıl olan bu soy, nasıl yok olur?

Gökler döndükçe, dünyâ durdukça bil ki Hakk’ın seçilmiş erleri de vardır,

Boyuna onları ara; dervişler için canını feda et,

 

7050, Kim arıyorsa bulur; o, kul bile olsa, gerçekte padişahtır,

Görünüş kuldur, anlam bakımından padişah; beden bakımından buluttur, can bakımından Ay gibi her yanı aydınlatır,

Ay, güneş nedir ki ona benzesin; bir su katresi, nasıl olur da ırmağa benzer?

Şu bedenimızdeki ruh katresi, yoğurttaki yağa benzer,

Yağı yoğurttan ayırmadıkça yoğurttaki yağın tadı belirmez,

Derken o katre, suyla ıslanan kerpiç gibi toprağa karışır, tortulaşır,

Öylesi katreye su deme; çünkü serap bile bu çeşit sudan daha hoştur,

Gümüş de mâdende, toprağın gönlünde gizlenmiştir,

Ateş küresinin içinde kaynayıp coşmadıkça saf, ayarı tam gümüş olur mu hiç1′

Mâdende kalan cevher, ateş görmedikçe toprakla birdir,

 

7060, Sen de gelip burda sulanmadıkça korkuyla ümit arasında kalakalırsın,

Yiğidim,   nasılsın,   ne   hâldesin,   kör   müsün,   gözün   görüyor  mu?   Hüküm verilemez,

Ak mısın, yoksa zift gibi kapkara mı; buluta mı benziyorsun, yoksa Ay gibi aydın mısın, aydınlatıcı mı? Anlaşılmaz,

Dünya  halkına vaaz etmekten,öğüt vermekten geç de «Sen olmasaydın» hadîsinin sırrını açıklayıp anlat,

Gene o anlatışa dön, «Sen olmasaydın» sözünün yorumu nedir, onu anlat,

«Sen   olmasaydın»   sözünün   sırrı   şudur;   anla  da  tez  uyan,   sıçrayıp  kalk uykudan,

Âlemin varlığı, Peygamber içindir, Peygamberin yerine geçen kişi içindir,

«Sen olmasaydın» sözünün sırrı  şudur:  iki  âlemde de halka feyiz,  ondan gelmektedir,

Kim elini onun eteğine attıysa, Seylan’ın düzeninden, kötülüklerden, fitnelerden kurtulur,

Gayb âlemini gözleriyle görür; dostun cemâli, ona görünür,

 

7070, Batısı da bir başka şekle döner, doğusu da; artık neliksiz-niteliksiz âlemde yürür -gider,

Önüne ön olmayan âlemde, ayaksız yol alır; adım atmadan âşıkların safında koşar – durur,

Allah şarabını ağızsız içer; iki ten gözüne muhtaç olmaksızın bakar, seyreder,

İki ele hacet kalmadan hurileri kucaklar; uzakları, iyice yaklaştırır,

Cennet ehlinin hepsi de, bu ne padişah, bu ne biçim seyran diye ona havran olur – kalır,

Cennet gibi yüce bir durak yoktur ama yücelerin durağı, ondan da yücedir,

Mü’minler cennete giderler; her köşke neşeli bir hâlde koşarlar ama,

Velîlerin bir başka makamı vardır: pek nâdir mezeleri, bambaşka bir şarapları vardır onların.

CXLVI

«Gerçekten de içerler iyi kişiler,,,» âyetinin tefsiri, Evliyanın, «Gerçeklik makaamında, herşeye gücü yeten ulu pâdişâhın katında,» cennetten üstün bir nıakaamı, onlardan başka hiç kimseye nasîb olmayan apayrı yiyecekleri, apayrı içecekleri vardır; netekim selâm ona, Mustafâ buyurur: «Gerçekten de yüce Allah’ın, velîlerine hazırladığı öyle bir içilecek şeyi vardır ki onlar, onu içtiler mi, kendilerinden geçerler; kendilerinden geçince de tertemiz olurlar,»

Çünkü, el, elin üstündedir; aşağı mertebeden, orta mertebeye, ortadan yüceye, yüceden de Hakk’a dek bu, böyledir,

Allah onlara, izi – eseri görünmeyen aşk küpünde öyle bir içki hazırlamıştır ki,

 

7080,  O, ancak onlara mahsustur: haslardan da gizlidir o, bayağı kişilerden de,

Tertemiz içimli cennet ırmağını Allah, cennete doğru akıtmıştır,

Cennet ehli bu ırmaktan içerler: velîlerse bilhassa o eşikten, öbüründen içerler

Onlar, ne yerlerse, Allah’ın kudret elinden yerler, ne elde  ederlerse de, Allah’dan elde ederler,

Cennete aldırış etmezler, huriye de, köşklere de; Hakk’ın yakınlığında nurlara garkolmuşlardır,

O şarabı içtiler mi sarhoş olurlar, hepsi de kendinden geçip elden çıkar,

O solukta zevke dalarlar: onların katında ne az kalır, ne çok,

Nakış, suret, sayı sıfatları yok olur – gider: bir olan ululuğu yüz gösterir,

Hepsi de Hak’ta mahvolur, o yoklukta ne benim için sözü kalır, ne senin için sözü

Öylesine hâl ebedî padişahlıktır; çünkü o hâlde ne iyilik vardır, ne kötülük,

 

7090, Zıtlar oraya yol bulamaz; o yanda kimsenin kendisinden haberi olamaz,

Ordaki erin meclisi, Arş’taıı da ötedir, yokluktan da: orda ne aşağı vardır, ne yukarı,

O feraha benzer bir ferah yoktur; onların şarabını hiç bir kadeh görmemiştir,

O feraha nispetle gam da hiçtir, neş’e de; ebedî makbul olan kişiler bile oraya gıpta ederler,

Bu dünyânın neş’esi çiy tanesidir; aşkın neş’esiyse deniz gibi dalgalanır – durur,

Dünyânın gecesi, gündüzü, bir alacalıktır ancak; o güzelliğe karşı halk da alacaya bürünmüş birşeydir,

Gam, neş’e, gündüz, gece burdadır; o yansa seher yeli gibi sâdedir,

Hattâ seher yeli, nerden aşkın lûtfuna, letafetine benzeyecek? Orda seher yeli, sam yelidir adetâ,

Allah aşkı, ölüyü diriltir; hem de o dirilene artık yokluk ermez; ebedî olarak kalır,

Kör, Allah aşkıyla görür; yıpranmış, sölpümüş ihtiyar, gençleşir,

 

7100, Aşk, dilsizi söyletir; belâya uğramışı sağlığa – esenliğe kavuşturur; kötürümü yürütür,

Aşktan bir kıvılcım düşse, demirle taş bile kar gibi erir,

Aşk güneşi Turdağı’na vurdu mu, o nurla zerre – zerre olur da uçar – gider o dağ,

Taşa vursa taştan Hak nuru parlar; zerre gibi onun ardına düşer taş;

O vuslatın aşkıyla paramparça olur da o görüşe her zerresiyle kavuşur,

A tümden ayıp olan, ar kesilen, sen katı taştan da aşağı mısın ki o taş kadar tecellîye  kaabiliyetin yok,

Allah, Kur ân’da taş dedi sana; hattâ daha da aşağı, hayvandan da beter buyurdu,

Kendi varlığında mahpus kaldın; hayvan gibi ona ait bir duygun bile yok,

Can âleminden haberin yok; yaşayışın, hayvan gibi yalnız bedenden,

Bunu  anlatmanın  sonu  yoktur  ama  bu  anlatıştan  bir  söz bile  sağırların kulaklarına değmez,

 

7110, Hiç sağırın  gizli   bir   söz   duyduğunu,   yahut  körün,   güzellerin  yüzlerini gördüğünü duydun mu’?

Bu ne olmuştur, ne de olur; öğüt bunların ikisine de fayda etmez,

CXLVII

Âleme gelen ve gelecek olan her peygamber, her velî, yüce Hak’tan bir neftindir, Birisi, bir nefhadan maksadına ermez de o nefha, yitip giderse, ümidini kesmemesi, başka bir nefhayı araması gerektir; çünkü âlem durdukça onların mübarek vücutları da vardır, Netekim Peygamber, «Gerçekten de zamanınızın günlerinde,

Rabbinizin nefhaları vardır; onları kollayın» buyurmuştur, Yüce Hak, bâzı velîleri gizler; bütün âlem, gerçekliği, aşkı, dîni tam inancı ‘onun yüzünden arttırır, hepsi de onunla durur, halleri, onun hürmetine artar ama onu görüp bilemezler ki teşekkür etsinler, evlerini -barklarını, varlarını – yoklarını ona feda etsinler, Ama o, onların, kendi yüzünden diri olduklarını, işte – güçte bulunduklarını bilir ve görür, Hani ağaçların, bitkilerin, bahar yüzünden büyüyüp boy attığı hâlde baharı bilmemesi gibi, Alem halkı da ondan faydalanır, ama bilmez; fakat o bilir, Üç yaşında, iki yaşında, bir yaşında oğlancıkların, kendilerini yetiştireni bilmedikleri gibi, ama o, onların, kendi oğlancıkları olduklarını bilir,

Peygamber’ın, din padişahlarının ulusunun ne dediğini duymadın mı?

Hakk’ın buyurduğu, her zaman nefhaları vardır, soluktan soluğa halka esip gelir,

Hepiniz de Allah’ın nemalarını candan – gönülden, temiz gönülle kabul edin,

Böylece karanlık, tümden aydınlansın; tikenliğiniz güllük – gülüstanlık olsun,

Bir nefha geldi, geçti ama siz gaflettesiniz; o, kimi dilediyse olgunlaştırdı,

O nefha geçip gitti, gizlendi; hepiniz de cansız, gönülsüz kaldınız,

Arılık, bilgi, görüş bağışlamak için tekrar yeni bir nefha geldi,

Çalış da bundan mahrum kalma: yoksa bu kârı yitirir, ziyana girersin,

 

7120, Çünkü bu nefha da gelip geçti mi, bil ki muradına eremezsin artık,

Nefhayı bir ganimet bilmeye, ondan faydalanmaya iyice çalış da sevgiliden dileğini elde et,

Allah’ın lûtfüyla bizim, bu nemadan armağanımız var; inkâr edenlere de feryâd etmek düştü,

İkrar ettik de armağana kavuştuk; inkâr tozundan – pasından arındık,

Nefha üstüne nefha gelmede, bize can bağışlanmada; cihansız, yüzlerce cihan ihsan edilmede,

Değil mi ki toprak dünyâsından sıçrayıp kurtulduk; dünyâda artık işimiz iş,

Kendimize de, dünyâya da sırtımızı döndük; yüzümüzü can âlemine çevirdik,

Perdesiz olarak gönül yüzünü gördük, dositan sırlar işittik,

Hakk’ın elinden bâkıy şarabı içtik; kendimizden, varlığımızdan öldük; onunla diriyiz,

O sâkıy’nin lûtfüyla dâima bâkıyyiz: Hak şarâbı, ruhu bakıy kılar,

 

7130, Ebedîlik sarayında şarap, meze, mum, güzel ve can, önümüzde bizim,

Bundan böyle yolumuz – yordamımız zevk ve safa, aşk keskin, bineğimiz çevik,

Değil mi ki iki âlemde de sâkıy o; âşıklardansan gözünü aç da,

Sarhoşları gör; defle, neyle bağın – bahçenin her yanına nasıl dağılmışlar,

Hepsine de can şarabı sunulmakta; aşağılık kişiye de, yüceye de, gence de,ihtiyara da verilmede,

Hepsi de o şarapla hoş, kendinden habersiz; hepsinin de o bakışla gönlü neş’elı, diri,

Terü taze dallar, baharın, meyvalardan çok gonceler verir ya; tıpkı onun gibi,

Bil ki o tomurcuklar, o gonceler, ağacın meyva vermesi içindir; meyva verdi mi hepsi de dökülür,

Yel estikçe her yana, gümüşler, altınlar gibi dökülüp saçılır, savrulur – durur,

Dal,   meyvalarla   yüklüdür  ama  haberi   yoktur;   lâyık   olduğu   bağışlardan bihaberdir,

 

7140, Gül, tikenin arkasından çıkar, tek binici gibi dalların üstünde kendini gösterir,

Ama güzelliği kimdendir; o kadar güzel kokusu niçindir, haberi bile yoktur,

Bunun gibi bitkilerin de, hayvanların da kendilerinden haberleri yoktur hani,

Artık zamanımızda da halka bağış bir velîden verilirse,

Ama halkın, onun bağışından haberi olmazsa, gizli – açık, ondan ihsana nail oldukları halde onu bilmezlerse, buna şaşılır mı?

O velî, her selâma karşı kadeh sunmakta, hor sözün sonunda dilek vermede,

Artık yağmur yerine altın yağmakta; mâden geldi, artık dükkâna boşverm,

Hepiniz de zenginlesin onun definesinden; hepiniz de büyüyün, yücelin onun mevkiiyle, yüceliğiyle,

Hepiniz de onun yüzünden şeker oldunuz, şükredin; onunı şarabıyla boyuna sarhoş olun,

Size karşılıksız altın vermede, taşlan inci hâline getirip durmada,

 

7150, Sizden yükü, mihneti – zahmeti kaldırdı; lütfedip cömertlik bayrağını yüceltti,

Dert, keder, size aşk afsununu okudu da tümden yok oldu; kalmadı,

Herkesin bedeninde can gibi gizlidir o; damarlarınızda, iliklerinizde kan gibi akıp duruyor,

Görünüşte onu bilmesen de bunu bil ki boyuna onun yüzünden tertemizsin sen,

Çocuk köle, sahibini tanımaz ama a bilen kişi,

Sahibi bilir ki o, kendi kölesidir; balık gibi oltasında o,

Çocuklar da her solukta babalarının yüzlerine, hayran – hayran bakarlar ama,

Hepsine  de  esenlik,  yaşayış  ondan gelmekle  beraber onun kim olduğunu bilecek kadar bilgileri yoktur,

İşte gerçek şeyh de zamanında böyledir; herkese ihsan da ondan ,erişir, yardım da ondan,

Herkese güç – kuvvet de ondan gelir; rızık da; herkes, balığın denizde yaşadığı gibi onun sayesinde yaşar,  onunla diridir,

 

7160, Onun Allah gölgesi olduğunu bilmeseler de iki âlem, ondan feyzalır,

Gök de onun hükmündedir; yer de; küfür ordusu da onun buyruğuna tâbi’dir, din ordusu da,

Ne dilerse hemencecik olur; hâli kötü olan, onun yüzünden iyi hâl elde eder,

Bu eşekler onu bilmeseler ne gam; zâti onı ne eşit vardır, ne benzer,

İki âlemde ne varsa, ona yakındır; varlık da ondan bindir, mekân da,

Hükmiyle cehennem cennet olur; mihnet, tümden rahat kesilir,

Yokluğa o varlık bağışlar; yücelik de ondan belirir, aşağılık da,

CXLVIII

Bu âlem, o âlemden bir zerredir; çünkü bunun sınırı vardır, onunsa sınırı yok, O âlemlerin hepsi de Hakk’ın nurları ve eserleridir ve Hak’la durur; onun nurlarıyla diridir, Bu sınırlı âlemden geçtin mi, Allah katında olan o sınırsız âleme ulaşırsın ve Allah daha iyi bilir,

O yücelikler güneşine karşı gökle yeryüzü, bir zerre bile değildir,

Değil mi ki canla – gönülle bize dostsun; gözün varsa aç gözünü de,

Önü, sonu olmayan yüzbinlerce âlem görür,

 

7170, O güneşin çevresinde hepsi de dönmede; hepsi de boyuna onun yüzüne hayran,

Bu dünyâ, o tûbânm bir gölgesi; yahut âhvret gül bahçesinin bir yaprağı,

Bu dünyâ, onun parıltısından bir parıltı; hattâ bu dünyânın bütün sebepleri oradan,

Bu   dünyâ,   hâlden  hâle   dönmek  için  kurulmuştur;   burda  hoş   olan  kişi hayvandır,

İnsan olan beden âleminden can âlemine geçen kişidir,

Geçici cam Allah’a verir de birine karşılık binlerce can alır,

Bir cana karşılık Hak’tan canlar alır; bir tek altın kesintisine karşılık mâdenler elde eder,

Bir eve karşılık bir şehre, bir katreye karşılık bir ırmağa sâhib olur,

Böyle bir kâr, esnafa nasîb olsaydı, şüphe yok ki sultan olurdu,

Böylesine bir kârdan mı kaçıyorsun? Yoksa bu kân, bu faydayı bilmiyor musun?

 

7180, Canımın bundan haberi varsa Türk’ü bu çadırda gördün demektir,

Bedenin bir çadırdır; ondaki canınsa, orda gizli olan Ay gibi bir Türk’tür,

Onu bu çadırda görürsen, Hak sırlarından haberin vardır,

Define sendedir, onu kendinde ara; çünkü gizli – açık, herşey sensin,

Bil ki senden dışarda hiçbir şey yok; erler, sırrı açığa vurmuşlardır,

Aklı terket, deli – dîvâne ol; çünkü akıl perdedir, neliksiz – niteliksiz yörene onsuz yürü,

Söz de yoluna perdedir; Ay’a benzeyen yüzü sana örten bir perdedir,

Bu varlıktan yok olmak gerek ki o sarhoşluğu şarapsız elde edesin,

Bedenden, candan mahvolmak gerek ki eş olasın sevgiliye,

Yoluna perde olan, sendeki senliktir; bire yapış da iki olan herşeyi bırak,

 

7190, Bütün zahmetler, ikilikten, üçlüktendir; ikilik gitti mi, aşk yolu düzleşir,

Suret gidince anlam gelir; senin oldun mu anlam, boyuna seninledir,

Ey can, artık kabıma sığamıyorum; çünkü gizli kalmış yüzlerce defineyim ben,

Definemin haddi – hesabı, önü – sonu yok; bedenimse onun üstündeki toprak yığını,

Sen, benliğinden geçerek yüzümü görürsen beni kıble edinirsin, beni seçersin,

Başka şeyhlere bakmazsın artık; benden başka bir baş, başbuğ tanımazsın,

Ama ne fayda ki senden gizliyim; sen baştan başa tensin, bense canım,

Canımın nuru bütün âlemi tuttu; insanın canını aydınlattı,

Bundan böyle ne kaldıysa ağyardır; sen onu kâfir bil, mü’min sayma,

O hayvan, insan cinsinden değildir; insan libâsında köpektir o,

 

7200, Onun canı dumandandır, kandandır; o lanetlenmiş, dört unsurla durmaktadır,

O, topraktan hâsıl olan kurta benzer; nerden göklere meyledecek?

Onun canı, bedensiz olarak Elest şarabını içmiştir, onunla sarhoştur,

Onun canı bizimle biliştir; onun için de dervişliğe meyleder,

Canların bilişliği – tanışlığı ordandır; yalnız bu bilişlik, beden bilişliği gibi geçici değildir,

Bedenlerin bilişliği birkaç gündür; canların bilişliğiyse ebedîdir,

Parça – buçuk akıl nerden anlayacak bizi; tüm akıl bile burda hayran,

A bilgili er; Allah’ın kimseye vermediği, bize nasîb olmuştur,

Çünkü padişahımız, cilveyle kendini gösterince, tecellî edince şöyle buyurmuştur,

 

7210, Âdem’in ruhu, özü – özeti benim: o soluğu, o çağı evliya gibi sen de âdemde ara,

Velîler nurdur, bense nurun nuruyum; nazarlardan gizliyim, uzağım ben,

Benim duraklarıma kimse erişemez; sultanın sırrını her bayağı kişi bilmez,

İsa  bizim  yüzümüze  hayran  olmuştur;   Musa,   Tur’da  bizimle  buluşmayı dilemiştir,

Peygamberdi, Allah hasıydı ama Musa, Hızır’ı anlayabildi mi?

O seçilmiş peygamber, Hızır’ın bütün işlerini inkâr etti,

Çünkü onun sırrını bilmiyordu; o padişahın hâli ona gizliydi,

İşte onun gibi Hızır da bizim yüzümüze âşıktır; bizim kutlu nurumuza hayran olmuştur

Ama Allah, bir sır belirtti de o, bizden bunun gibi yüzbinlercesini gördü,

Kerem sahibi Kelîm, Hızır’dan bu sırrı görmüştü de ikrar etmiş, aşkla ona eş – dost olmuştu,

 

7220,   Eğriliğimiz,   doğruluk  gibi   onu   Me’vâ  cennetinin  ta  baş  köşesine  çekip götürmüştür,

Güç – kuvvet olarak onu bil ki ne gösterirsen, seni dileyeni onunla ilerletir, feyzim arttırdıkça arttırırsın,

Senin verdiğin dertleri derman sayar; küfürleri îmân olarak kabul eder,

Arslanın gücü, herşeye yeter ama Rüstem’e karşı nasıl serkeşlik edebilir?

Arslan, vahşî hayvanlara padişahtır ama b:ze karşı tilkiden de zebundur,

Bütün padişahlar, kapımızın yoksuludur; herbiri de bizden binlerce bağışa nail olmuştur,

Bu dâva değil, erler gibi gözünü aç da göğün, yerin ötesini seyret,

Yüce canların, birbirleriyle eş – dost oldukları âleme bak,

Orda bizim canımızı güneş değirmisi gibi apaçık nur saçarken gör,

Netekim güneşin nuruyla da âlem aydınlanır da padişah, kuldan seçilir,

 

7230, Onunla karayla ak belirir, o nurla çınar söğütten ayırd edilir,

Can âleminin güneşi de bil ki devranda biziz,

Dost düşmandan, inci boncuktan, iyi kötüden bizimle ayrılır,

O ruhlar nûrânîdir ama bu incinin karşısında, bedenlerden de aşağıdır;

Bu lâtifliğe karşı beden gibi yoğundur onlar; yüce kişinin karşısında aşağılık kişi gibi hani,

Meleklerin bile gıpta ettikleri akıllar, bu tertemiz denize karşı toz – toprak mesabesindedir,

Gerçeklik padişahları bile bize ulaşamamışlar, ayrı kalmışlardır; artık,

Körler topluluğu bizim güzelliğimizi göremezlerse bil ki, yerindedir bu,

Hak bize ulaşanlara bile göstermedi; bu hasetçi topluma nasıl gösterir?

Körler topluluğunun ham tamahına bak ki gerçekliğin, tam inancın kokusunu bile alamamışlar;

 

7240, Hepsi de kendi varlıklarının kuyusunda mahpus; suçlarla hepsinin de işleri tersine dönmüş,

Bu aşağılık kişiler bizi nerden görecekler? O güzeller bile bizi göremediler,

Kim  bizi   gördüyse  bizdendir;   iyice  bil   ki   gerçekten  de  denizin  dalgası denizdendir,

Böyle bir resim de bil ki bir işarettir; bir işaret ki onda yüzbinlerce muştuluk var,

Diyor ki: Benim mürîdim, denizimden bir dalgadır; ister aşağıda olsun, ister yukarda,

Demek ki biz gece – gündüz beraberdik; o ne dediyse gerçeklikle duyuyorduk,

Onun sözleriyle bir hoşça yol aldık; onun nurlarla dolu konağına yürüdük,

Beden tortusu, onun yüzünden aparı oldu; çünkü boyuna şarapsız sarhoşuz biz,

Peki, niçin ondan bahsetmeyelim; neden her ne dilersek yapmayalım?

Aşağıda – yukarıda, Ay’dan balığa dek herşeye padişahlık edersek değer,

 

7250, Çünkü gerçekte kul, padişahtır; ayrılıktan kurtuldu mu, padişahın ta kendisi kesilir,

İnsan, elden ayaktan, baştan ibarettir ama iki, üç sayma onu, bir insandır o,

Böylece denizin dalgaları da sayıda çoktur;

Sağda, solda, her yandan baş gösterir, denizden coşup köpürür ama hepsini bir gör,

Dalgalar da denizin elleri mesabesindedir; ne fazladır onlar, ne eksik, denizin ta kendisidir,

Bilgisizlikle onların sayılarına bakma; biri gör, sayıdan geç,

Sureti terket, anlama yürü; ne diye cansız suretlere yamanıp kalakalmışsın?

Yüz kişi yol arkadaşı olsa, hak yolunda aşkla yola düşse,

Candan – gönülden birbirlerine yardım ederler; geceleri de, gündüzleri de gerçeklikle, aşkla  yardımlaşırlar,

Dikkat edersen, onların hepsi de bir olmuştur; bu yöndensen anlama yönel,

 

7260, Âlemin nakşını bırakan, o solukta insan bedeninden kurtuldu demektir,

Dâvaya kapılmadan suretlere sırtını çevirmiş, anlam tarafına yüz tutmuştur,

Ferşi Arş için bırakıp geçmiştir; önündeki perdeleri kaldırmıştır,

Doğan   kuşu   gibi,   gözlerini   padişahın   yüzüne   açmak   için   başkalarına kapamıştır,

Canını – gönlünü balçıktan kurtarmış, kendini can âlemine atmıştır,

Ruhunu, ruhlara yoldaş etmiş, akşamın – sabahın zahmetinden kurtulmuştur,

Ölümün yol bulamayacağı yere ulaşmış, güneşi, Ay’ı olmayan göğe ağmıştır,

Hattâ o, artık hem göktür, hem güneş, hem Ay; hem padişahtır o, hem bey, hem ordu,

CXLIX

Yüce Hak’ vezire, perdeciye, naibe, kapı kullarına muhtaç olmayan bir padişahtır; bunların hepsi de yardım etmek hizmette bulunmak, onu ululamak için padişahlara gereklidir; yüce Hak’sa bunların hepsinden de münezzehtir; O, hem bir zât hem padişahtır, hem vezirdir, hem asker, Onun ordusu, gökte, yerde parlayan, her yanı aydınlatan, bitkileri, tohumları, ağaçları, meyvaları, gümüş, altın madenlerini yetiştirip geliştiren, taşı lâ’l hâline getiren, daha da anlatılamayacak yüzbinlerce şeyler yapan kendi nurlarıdır, Elbette güneşi yaratanın bu çeşit yüzbinlerce güneşi vardır; hattâ güneşin sıfatları da onun ihsanıdır; bunun anlatılması uzundur; «Akıllı kişiye bir işaret yeter,»

Güneşin ordusu, onun ışığı değil midir; hançere benzeyen parıltısı, gölgeyi öldürmez mi?

Bir kandilde bu anlam olursa, o ışık, hem böyle bir dâva konusu olur, hem dâva kesilirse,

 

7270, Önde de o vardır artık, ardda da, yukarda da o vardır, aşağıda da: ağaç da odur, dal da, yaprak da, hurma da o,

Gökler de onunla doludur, yeryüzü de; sağ da onun nûrlarıyla aydındır, sol da,

En   aşağılık   kul   olan   güneşin   lûtfiıyla   aşağı   da   aydınlanır,   yukarı   da aydınlanırsa;

Bitkileri, cansızları parlatır, nekesi de, cömerdi de ısıtırsa;

Hem tohumlar, hem mâdenler onun yüzünden hayat bulur, bedenler de, canlar da ondan aydınlanırsa;

Kendi kendine; bir dostu; bir yoldaşı, bir yardımcısı olmaksızın yüzbinlerce iş görürse,

Onu yaratan padişahtan düşmana – dosta bağışlar gelirse şaşılır mı ki?

O pahişah, vezirsiz, perdesiz, ordusuz, kendi kendine işler görür – durur,

Sen de, bir soluk olsun, huzurda oturursan bütün bunları, kendi gönlünde görürsün,

Böyle olan kişi, gerçek olarak Arş’ı da, kürsîyi de, onun gibi yüzbinlercesini kendi vücûdunda görür,

 

7280, İsteyen kişinin gönlü, bil ki, gerçekten de aynaya benzer; gönlü arındı mı, herşey orda görünür,

Dünyâdaki suretler de, o suretleri düzen de, cennetlerin yerleri de, yerlerini döşeyen de oraya vurur,

Ne mutlu o cana ki kendini tanımıştır, derleyip toplamıştır, düzüp koşmuştur,

Güzelliğini perdesiz görmüştür;  şarap gibi saf bir hâle gelmiştir, tortudan arınmıştır,

Karanlık perdesi olmaksızın ağyarı sohbetinden uzaklaştırmıştır,

Kulluk bağından kurtulmuş, padişah olmuştur; konakta oturmuş, yoldan halâs olmuştur,

Zahmeti terketmiştir, defineyi seçmiştir; tatlılaşmış, aşkla kaynayıp pişmiştir,

Hak yolunu tamâmiyle aldıktan sonra o eşsiz mürîd, konağın şeyhi olmuştur,

Artık görmüştür ki var da odur, yok da; herşey fânidir, aşkla diri olan, ancak odur,

Ölümden önce işini bitirmiştir; can filini kurttan halâs etmiştir,

 

7290, Ecelin nefse yapmak istediğini o ulular ulusu emîr, ecelden önce yaptı,

Nefsiyle yaman savaşlara girişti; öldürünceye dek ondan elini çekmedi,

Sevgi ve ihlâs silâhiyle onu helak edip kurtuldu,

Nefsini   önceden  öldürdü  ya;   artık   söyle;   bundan  sonra  ölüm,   onu  nasıl öldürebilir

O tehlikeden kurtuldu da emin oldu; o yüce sarayda konakladı,

Bundan böyle diriliği ölümsüzdür;  can bağı – bahçesi dallarla budaklarla, meyvalarla dopdoludur,

Bu bahardan sonra gayrı kış olmaz; bundan böyle kadehten, şaraptan başka birşey yok,

Mahmurluğu olmayan bu çeşit tertemiz, hâlis şarap, ancak o diyarda bulunur,

Sen arı – duru oldun mu, arı – duruya kavuşursun; yoksa savaşta tortu gibi dibe çöker – gidersin,

Mahremlerin nasîbi çengdir; mücrimlerinse azar ve azap,

 

7300, Herkes, lâyığını bulur; hiç kimse devenin eşek doğurduğunu görmüş müdür?

Bunun gibi her işin de, hayırdan, serden karşılığı, soluktan soluğa gelir – durur,

Şüphe yok ki gazepten gazep doğar; neş’eden – zevkten de neşe ve zevk,

İtaat, ibâdet yönüne Hak’tan rahmet gider; isyana da yüzlerce zahmet ulaşır,

Gülün yeri, boyuna gül bahçesidir; tikenin yeriyse şüphe yok ki külhandır,

İbâdeti, ilmi gül gibi say; suçu – isyanı da çirkin, kötü tiken,

Şu hâlde akıllıysan iyilik et; zulmün, kötülüğü kökünden sök,

Kötü huydan arındın mı; melek gibi göğe ağarsın,

Kötülüğü kendinden söküp attın mı, iyiliğin boy atar, yücelir

Bahçıvan, ağaçtaki kötü dalı, iyi dal boy atsın, meyva versin diye ağaçtan keser – atar,

 

7310, Sen de kötüyü iyiden ayırırsan, ondan sonra iyiliğin, seni Tann’ya götürür,

Rab, iyilikten başka birşey kabul etmez; iyilik et gücün yettikçe, en fazla buna çalış,

Adalete yapış, çünkü o, Allah sıfatıdır; zulmü bırak, çünkü o, Seylan’dan türer,

Allah sıfatlarıyla dopdolu olan, kulluktan kurtulur, hür olur,

Allah, Peygamber’e, Kur’ân’da kendisini bu vasıflarla övdü, bildirdi de bilen kişinin,

O  vasıfları   çabalayıp   edinmesini,   bu  suretle  de tortudan  arınıp  tertemiz olmasını diledi;

Böylece bilen, Hakk’ın huyuyla huylanır, benliğinden geçer; ömrünü bu yolda harcar;

Öyle kişilerle oturup kalkar ki onların yardımıyla

Alçak nefsi, kökünden söküp atar; sonra da ondan Ledün bilgileri baş gösterir,

İnsan kendini Allah’a feda etti mı, can kuzgunu, Allah yardımıyla ankaa kesilir,

 

7320, Hattâ a bilgin, Kafdağı nedir, ankaa da ne ki o yüce padişah onlarla övülsün’:

Yaratılmış,  nerden onu vasfedecek?  Çünkü onun canı, göğün yücesini de aşmıştır,

Âşıkın hâli, âlem halkından gizlidir; onu Allah’dan başkası tanıyamaz,

Her göz, onun yüzünü görmesin diye Allah, gayretinden onu gizler,

Herkesin onu görmesi, yahut her aşağılık kişinin onun yanı basma oturması lâyık değildir,

Hırsız, nerden melek vasfinı elde edecek; her aşağılık kişi, neliksiz – niteliksiz mekâna nasıl girecek?

Padişahı padişah anlatabilir, her kul değil; mirahur, padişahın sırrını nerden bilecek?

Bu sözü bırak da gene o cana can katan padişahı anlatmaya koyul,

Devranda o, nasıl bir kılavuzdur, onu söyle; o Hakk’ı bilen, Peygamber’in sırrıdır,

Kim ona candan hizmet ederse hapisten de kurtulur, küfürden de, bilgisizlikten de, körlükten de,

 

7330, Onun öğüdünü canla – gönülle duyanın balçığa batmış canı, o balçıktan halâs olur,

Onun bağışıyla dirilerin başı yücelir; o kişi, ebedîliğe kavuşur,

Daralmış gönlü bir sahraya döner; katre olan canı deniz kesilir,

Hakk’ın ilim, nur mâdeni olur; dokuzuncu kat göğün de yücesine ağar,

Ağızsız, damaksız lokmalar yer; teslisiz, kadehsiz şaraplar içer,

Huriyi, cenneti, gönlünde görür; taze hurmaları kendi fidanından devşirir,

Velînin sureti; güneş gibi meydandadır; gökteki Ay gibi herkese görünür,

Kimde akıl ve ayırd ediş nuru varsa onu görür; kalayı altın sanır mı hiç?

Pislik böceğini misk yerine alır mı? Yaş ağacı kurusundan ayırd etmez mi?

Onca hayır, nasıl olur da şerre benzer? Zehir onca nerden şekeri okşar?

 

7340, Arı – duruyu nasıl kirli, paslı şeyden ayırd etmez; rahvan katırı nasıl topal,eşekten  ayırmaz?

Nuru ateşten fark etmez mi; tikeni gülden ayırd etmez mi?

Göğü   yerden   nasıl   ayırd   etmez;   pis   yeryüzünü   tertemiz   Arş’tan   nasıl farketmez?

Bütün bunları bilir, bilir ama gizler; mahsustan kendini kör gösterir,

Ama o cansıza gelince: Hasedinden, kininden apaçık bilgisini gizler;

Padişahları hor göstermek, kendini buyruk sahibi tanıtmak ister,

Şom garez, kendini kör, sağır eder; arı – duru tatlı suyu acıtır,

Böylece padişaha köle nazariyle bakıp ona gururla, kibirle selâm vermeyi;

Halkın  onu   ileri  bilmemesini,   onun  geri  olduğunu,   kendisinin  daha  ileri bulunduğunu;

Olaylarda kendisinin benzeri bulunmadığını, zamanede âşıkların başı olduğunu;

 

7350,   Halkın   yıldızlara,   kendininse   Ay’a   benzediğini,   herkesin  askere,   onunsa padişaha benzediğini sanmalarını sağlamak ister,

Halkın da kendi gibi aşağılık, bayağı olmasını, herkesin zayıf, illetli bir hâle gelmesini;

Başkasının adının işitilmemesini diler; kimsenin, ona inanmamasını, yanma varmamasını diler,

Kendinin, ondan üstün olmasını, Hak erinin de kendisi gibi zebun bir hâle gelmesini ister,

Gece – gündüz, aylar – yıllar geçer de o, hep Allah güneşini örtmeye çalışır, Ama bu dileği olmaz; olmaz ama Allah eri, onun dileğine rağmen sonunda Ay gibi ayan – beyan meydana çıkar,

Sonunda sana da malûm olur ki övülen odur, mümkiriyse yerilendir,

O Ay gibidir, başkalarıysa sanki Ülker yıldızı; herkes katreye benzer, oysa denize,

Allah  definesi  odur, halksa zahmetten ibaret;  çoğu da bu geçici sarayda kalakalmıştır,

CL

Allah velîsi, zamanında, vaktin Nuh’udur; yardımıysa, gemiye benzer; belâ tufanında, sığınanları korur, Su tufanı da belâdır ama ondan kurtulmak kolaydır; çünkü o bela bedenlere gelir; bilgisizlik tûfânıysa ondan güçtür; çünkü ona dalıp boğulan, ebedî olarak kurtulamaz,

Allah  eri,  âleme  rahmettir;  iki  dünyâda da düşkünün  elini  tutandır,  ona sığınılır,

 

7360, Elinizi ona atın, ona sarılın da kurtulun; aşkla, gerçeklikle ona yüz tutun, O, bu âlemde vaktin Nuh’udur; onun gemisi insanı tufandan kurtarır,

Su tufanının  derdinden  kurtulmak   kolaydır;  bilgisizlik   tufanı, ondan da güçlüdür,

Gerçekte tufan, bu âlemdir; bey de o tufanda boğulup gitmiştir, padişah da, adamları da,

Nuh’un gemisine doğru kaçın da can, ondan halâs olsun,

Dünyânın şehvetleri, tufana benzer; kim bundan kurtulursa, odur Müslüman,

Bilgisizlikle şehvetlerde kalansa, salavat getirse bile kâfirdir,

Sizin için eminlik gemisi, aranızda bulunan Allah velîsidir,

Sizi tufandan kurtarmak için aranızdadır; çünkü o derdin dermanı, odur,

Allah için olsun, Allah için, hepiniz, ona bakın, onu gözetin de ondan, can defineleri elde edin,

 

7370, Allah için olsun, Allah için, canlarınızı ona feda edin de onun gibi dokuzuncu göğün yücesine ağın,

Allah için olsun, Allah için, ona kul – köle olun; o ne yana giderse, siz de o yana gidin,

Allah için olsun, Allah için, hepiniz ona sarılın; Allah için olsun, Allah için, ondan ayrılmayın,

Ayrılmayın da böyle bir devleti yitirmeyim ölümden önce ona yüz tutun,

Ganimet  olarak  ele  böylesi  bir devlet gelmiş,  kimin gönlü  varsa onunla esenleşır;

Kimin gönlü yoksa o, o kişiye gönül bağışlar, o da güneş gibi, Ay gibi parlar, nûrlandırır,

Onu inkâr eden, kendi canına düşmandır; kim ona kul olmadıysa, akılsızdır,

Hiç aklı olan, kendi ziyanını ister mi; zarar edeceği birşeye koşar, gider mi?

Dipsiz kuyuya ayak atar mı; bir mevki’e erişmek için elindekinden olur mu?

Ebedî ömrü, daimî zevki, neş’eyi terkeder mi?

 

7380, Yahut can âlemine, ölümsüz ömür sürülecek âleme karşılık,

Pis, geçici toprak yurdunu, mihnetlerle, dertlerle, sıkıntılarla dopdolu dünyâyı seçer mi?

Bu âlemde hiç kimse rahata kavuşmamıştır; tümden ziyandır bu âlem, burda kâr, fayda yoktur,

Bunda gece – gündüz, ele geçen, perişanlıktır; her rahatın ardında bir pişmanlık vardır burda,

Elde edilenin sonu, yitip gitmektir; onun yaşayışında bile ölüm uyumaktadır,

Dünyâ köprüsü, pek büyük tehlikelerle dopdoludur; dünya köprüsü, ancak geçip gitmek için kurulmuştur,

Köprü üstüne ev kurmaya kalkışma; dünya köprüsü, aklı – fikri olanın yeri değildir çünkü,

Senin canın, bu köprüden geçip gitmek üzere mekânsızlık âleminden gelmiştir,

Bu köprünün altında derin mi, derin bir su var; kim boş yere bu köprünün üstünde yurd edinmeye kalkışırsa,

Sonunda o suda garkolup gider; çünkü Allah, sonunda o köprüyü yakacaktır,

 

7390, Kim köprü üstünde oturursa bil ki o tufana baş aşağı düşer – gider,

Köprüden geçen, tehlikeden kurtuldu; hoş bir surette sağ – esen, eminlik yerine erişti,

Dünyâ istekleri, adamı aldatıcıdır; beyin de yolunu keser onlar, efendinin de, kulun da,

Hepsi de kuş gibi onun ağına tutulup kalmıştır; hepsi de onun izine düşmüş,muradına ermemiştir,

Büyücü dünyâ, bir kocakarıya benzer; âhiret huzuruna engel olup durur,

Kendini büyüyle çocuğa, gence, ihtiyara genç gösterir,

Büyük, küçük, iyi, kötü, herkesi kendisini meftun etmiştir,

Kendisini gül bahçesi gibi gösterir ama gerçekte, tikenden de beterdir o,

Bir ,cehennemdir  ki   herkesi   yok   etmedikçe   rahat  etmez,   kendini   cennet gösterir,

Ondan, binlerce kişiden biri kurtulmuştur; ‘geri kalanları, onun ateşinde yok olup gitmişlerdir,

 

7400, Güçlü, tesirli bir büyüsü vardır ki ona kapılıp tutulmayan hani?

Güzelliği, yaldızlı bakıra benzer; güzel görünür ama onu çirkin bil,

Tatlılığının altında ne acılıklar vardır; onun doğru gösterdiği herşey eğridir,

Düzenine ne had vardır, ne son; hilelerinin bitimi yoktur,

Kimse düzenle üst olamaz ona; alıcı doğanın pençesine karşı sinek ne yapabilir ki?

Sen tilkiden de zebunsun, oysa arslan gibi; aptallık edip de yiğitcesine ona doğru koşma,

Bir Rüstemin eteğini tut da seni arslanın pençesinden kurtarsın,

Ateşin, şeyhin nuruyla söner; işin, şeyhin yardımıyla başa çıkar,

Onun gücüyle işler görürsen, ne dilersen kolaylaşır sana,

Dünyânın  düzenini, kendi  gücünle  defedemezsin; o, senin gibi yüzbinlercesinin yolunu vurmuştur,

 

7410, «La havle» nin şerhini bilirsen, gücünün yetmediği şey, aydınlanır sana,

Daimî diri olan Allah’ın yardımıyla, onunla savaşabilirsin

Bu söz, sana aydınlanırsa, onun eteğinden başka birşeye sarılmazsın, ondan başkasına güvenmezsin,

Gücü – kuvveti bırakır, ağlar – sızlarsın; gururdan, cebbarlıktan vazgeçersin,

Gece   –   gündüz,   Allâh’la   kulluk   edersin;   boyuna   yalvarıp   yakarmaktan, gerçeklikten, yanıp yakılmaktan,

Başka bir çâre aramazsın; kulluktan başka birşeyin ardından koşmazsın,

Varlığı,  benliği  ancak kulluk defeder;  varlığın, benliğin kafasına yüzlerce muşta vurur da senden uzaklaştırır,

Onu çarpınıp çırpınmak değil, kulluk defeder; sakınıp çekinme yayını ger de okla onu,

Nefsin dilediğini yapma; ibâdeti çoğalt, benlik, onunla eksilir,

Çünkü zıt, zıddıyla yok olur; güzün âfeti, temmuz değil midir?

 

7420, Soğuk, sıcaklıkla mahvolmaz mı? Barış yüz gösterdi mi savaş gider,

Kulluk, bil ki Şeytan’ın zıddıdır; böylesine derdin ilâcı odur,

isyanın zıddı, gerçekten de ibâdettir; her mihnetin, her belânın zıddı, esenliktir, huzurdur,

Hadi, böyle bir kılıçla kes nefsin boğazını da o denizde sedefsiz inci ol,

Senden bilgisizlik gitsin, bilgi gelsin yerine; öfkenin, kînin yerini ilim tutsun,

Şeytan gitti mi, Rahman tecellî eder; cennetlere karşılık dünyâyı terket,

O, buyruğu terketti, tutmadı da onun için Şeytan oldu; kim bu işi yaparsa, onu da Şeytan say,

CLI

İnsanda asi olan ahlâktır; surete itibâr edilmez; çünkü kıyamet gününde herkes, huyuna göre haşredilecektir; köpek sıfatına sahipse, köpek suretinde hasredilir; bu, surete îtibâr edilmediğine delildir, Yüce Hak, «Dördüncüleri köpekleri» buyurarak Ashâb-ı Kehfin köpeğini velîlerden olarak andı; çünkü onda erlerin huyu vardı, bu bakımdan şekline îtibâr etmedi; çünkü «Gerçekten de Allah, şekillerinize, işlerinize bakmaz; fakat gönüllerinize, niyetlerinize bakar,»

Asıl olan huydur; yaratılışsa, o huyu meydana çıkarır; sen huya itibâr et, şekle aldanma,

Suret kaptır, aıılamsa altın; altını ara, kaptan geç,

Aklını başına devşir de surete itibâr etme; arı – duruyu al, tortuyu bırak,

 

7430, Her bedene insan deme ;huyuna bak; nasıldır, nicedir?

O mağaranın köpeğinin köpekliği, kendisine bir ziyan vermedi; köpek şeklinde oluşu, onu aşağılatmadı,

Çünkü onda iyi huy vardı;  o yüzden de daimî diri olan bâkıy Allah’ın velîlerinden oldu,

Hak onu Kur’ân’da andı; o erlerle zikretti,

Kimi dördüncüleri buyurdu ona, kimi sekizincileri diye andı onu,

Hiç şekline bakmadı onun; çünkü Hak nakşa, surete bakmaz,

Onun nazarı, dâima gönülledir, insanların gönüllerinde ne var; ona bakar,

Onların,  kendisiyle dostlukları ne kadardır; her gönülde ne derecede vefa vardır?

A iyi yoldaş, yüce Hakk’ın ona dostluğu da o kadardır,

Hak, ne surete bakar, ne yapılan amele; ne hırsa bakar, ne nekesliğe, ne umulan şeye,

 

7440, Bil ki Hak, gönüle bakar; gönülde açık, gizli ne var, ona nazar eder,

Gönlünde onun sevgisi varsa, o, dâima sana nazar eder – durur,

Sevgisiz ibâdet edersen, Allah tapısından huzur elde edemezsin

Âdet   edinilen   ibâdet,   aşktan,   gerçeklikten,   kavuşma   özleminden   değil, münafıklıktan meydana gelir,

O kulluk, o tapman râzılığı elde etmek için değil ad – san kazanmak, ayıptan kurtulmak içindir,

Senin ibâdetinin şeklinde can yoktur ki Hakk’a lâyık olsun,

Canı olmayan şekil, mezara gömülmekten başka bir işe yaramaz,

Değil mi ki Allah, gönüle nazar etmekte; şu halde gönlünü geliştir; çünkü onun baktığı yer, gönüldür,

Artık sen de gönlünü doğrult; balçık içindedir ama asıl olan, gönüldür,

Gönlünü Hakk’a ver de saf bir hâle gelsin, tertemiz olsun; toprağın üstünden su gibi akıp gitsin,

 

7450, Su da toprağın üstünden akıp gitmez mi; suya topraktan bir ziyan gelir mi?

Tertemiz su, toprakla bulanmaz; apaydın, tertemiz bir hâlde akar, gene denize kavuşur,

Süt de kanın, pıhtının arasından geçip süt emen çocuğa temiz, saf olarak gelir, ulaşır,

Yolu o pisliklerden geçer ama bak da gör, hiç onlara bulanıyor mu?

Ananın muhabbeti, onu tortudan arıtıyor da bize saf bir halde getiriyor,

Böylece Allah’ın muhabbeti, rahmeti de coştu mu, acıları tatlıdan, kötüleri iyiden ayırd eder,

Tatlı, iyi olan da, o zehirlere, o kötülüklere bulanmaz; hoş, bir hâlde Allah’a ulaşır,

Gönül, balçıkta olsa da güneş gibi nurlar saçar,

Balçıktan ona bir zahmet gelmez; hattâ zahmet bile onun yüzünden rahmet olur,

Gönlünü Allah’a ver, balçığı düşünme de bütün işlerin ilerlesin,

 

7460, Beden de, âlem de onun perdesi değildir; fakat bu ikisini düşünmek, sana perde olmuştur,

Bedeni, cihanı düşünmeyi bırak; fikrini de, hatırını da tümden Hakk’a ver,

Perde olan dünyâ değildir, dünyâ düşüncesidir; din düşüncesi ne daldın mı, âhireti elde edersin

Malın – mülkün vardır ama, değil mi ki gönlünü Hakk’a tapşırdın,

Bunlar sana perde olmaz; çünkü gönlün, Allah aşkıyla dopdoludur,

Ama   dünya   malını-mülkünü terketsendebunu   candan-gönülden yapmadıysan, gönlünde o sevgi varsa,

Hiçbir suretle bundan faydalanamazsın; hiç kimse böyle bir ziyandan fayda elde edememiştir,

Hâsılı dünyâyı,  bir karşılık elde etmek için terkettiysen, boyuna buz gibi soğuksun sen,

Çünkü bu gitti – gider, o da ele geçmez; böylece olmayacak bir şey için ömrünü yele verdin – gitti,

Dünyâyı  candan – gönülden terketmek gerek ki can,  ebedî olarak huzura kavuşsun,

 

7470, Yoksa dünyâyı canla – gönülle terketmezsen, ebedîlik yurduna sefer edemezsin,

Yolculuğa içten çık,  gönülden yola düş,  dışardan değil;  çünkü neliksiz niteliksiz âleme yol, gönüldendir,

Onu, duygu yoluyla arama, sevgiliyi can yoluyla ara,

Sende iş gören beş duygu, nura mensup değil, ateşe mensuptur,

Ateş, şüphe yok ki, onun nuruyla söner; bu altı (yön), beş (duygu), dört (unsur), onunla ölür – gider,

Orda bütün sayılar yok olur; aşk parıltılarında görünmez,

Yok ol da bu sayıdan kurtul; böylesi tehlike dolu tuzaktan sıçra, halâs ol,

Allah aşkını seç de emîn ol; aşktan başka hiçbir şeye, bir arpa denli değer verme,

Aşk bineğine bindin mi, hoş bir surette onu, can âleminin göğüne doğru sür,

Çalışıp çabalamayı ayak bil, aşkıysa kanat say; kim kanatlanırsa, o kurtulur tehlikeden,

 

7480, Yolu ayakla alırsın ama ey bilen kişi, nerde ayak, nerde kanat?

Ayakla yüz yılda aşılan yol, kanatla bir solukta alınır,

Ama kanadın yoksa, ayakla yürü; yoldaşların ardına düş de koş canla – başla,

Böylece yoldan kalmazsın; sonunda da Allah’tan bir rahmettir, gelir, erişir sana,

Hak seni padişahlar padişahı yapmadıysa, orduya katılacak dereceden de aşağı değilsin ya,

Boyuna, Allah yolunda çalış, ona kavuşmak isteğiyle coş – köpür,

Bu çalışmada iyi hareket eder, çaba gösterirsen, bu coşup köpürmede vefalı olursan,

Bu çalışıp çabalaman, devlete erişeceğine bir nişanedir; can kuşunun kolu-kanadı, istektir,

Çalışmayanı ölü bil; canı olsa bile ölüdür o, diri değildir,

Öyle kişideki can, hayvanı candır; o aşağılık kişide vahye, ilhama mazhar olacak can yoktur,

 

7490, Hayvani can da sonunda, gerçekten de, yok olur – gider, izi eseri kalmaz,

Ebedî olarak diri olan, vahye, ilhama mazhar olan candır; çünkü o can, cananla durur,

Hakk’a ulaşmayı böyle can ister, çünkü onda akıl ve îman nuru vardır,

Kimin gönlünde istek yoksa, sonunda cehenneme yönelir – gider,

Çünkü Hak, ona îman nurunu vermemiştir; insandan doğmuştur ama şeytanın ta kendisidir,

CLII

Yüce Hak, ruhları, cesetlerden dokuzyüz bin yıl önce yarattı; hepsini de rahmetiyle besledi, geliştirdi, esenleştirdi, «Rabbiniz değil mi yim» buyurdu; evet dediler; «inin» diye hitâb etti; bu neliksiz – niteliksiz olan bu âlemden o âleme gidin, balçıktan yapılmış kalıplarda esenlesin, yerleşin, ahdinizdeki vefanız belirsin dedi şu hâlde kim, orda zevke, sefaya, huzura ermişse, burda da onu arar; çünkü «Vatan sevgisi îmandandır,» Ama kim buna ermemişse, ne arayacak? O, bir hayvandır ki burdan türemiş; öküz gibi, eşek insan şeklinde anlam bakımından hayvan nerde, Hakk’ı tanımak nerde?

Kimin canı, Elest ahdinden beri yabancıysa, bu yana yamanmışsa,

Hak’la  bildik  olmayı nerden arayacak;  yahut bu yolda nerden gerçeklikle koşacak?

Orda Hak’tan bir bağışa nail olmamıştır ki; o, burda aramayı ne yapacak” Söyle,

Bir kumaşı yitirmeyen, bunda, onun peşine düşüp her yana koşmaz elbet,

Ama iyi bir vakit geçiren, ömründe, o geçirdiği zamanla hoşnûd olan kişi,

 

7500, Mihnete düştüğü zaman, o günlerini anar, bir soluk olsun, o anışla sevinmek ister,

O zamanları hatırlayınca o demleri yitirdiğinden dolayı feryâd eder,

Yanıp yakılacak ne hoş zamandı: ziyansız binlerce fayda elde ediyordum der,

Her solukta canı, aşkla yanıp yakılır da öylesine hoş bir günü anar – durur Allah’dan,

O demler, asla hatırından çıkmaz, yazıklar olsun, nerde o demler?

Acaba  tekrar  o  günler  yüz  gösterir  mi,   öylesine   solukdaşı   der,  nerden bulacağım?

Ama ömründe bir hoşluk görmeyen, eline acılıktan, ekşilikten başka birşey geçmeyen kişi,

Neyi hatırlayacak, neyi arayacak? iyi bir gün görmemiştir ki o,

Ezelde Elest şarâbını içmiş olan, o ruh şarabıyla sarhoş olan kişinin,

O çakır mertliği geçer mi hiç? İki gözü de boyuna o yandadır onun,

 

7510, O hayâl, bir soluk bile gözünün önünden gitmez; o buluşma tadını bir an bile unutmaz,

Dünyâda ondan başka birşey aramaz; o arayışla kıvranır durur o,

Ona kavuşması müyesser olmadıkça coştukça coşar, feryâd eder – durur,

Bütün velîler bu hâldedir, böyle hareket etmişlerdir; buluşmak, kavuşmak için kendi kanlarını içmişlerdir,

Ayrılık derdiyle ne uykuları kalmıştır, ne yeyip içmeleri; hepsinin de varlığı gamdan yıkılıp gitmiştir,

Varlıklarını  özlem  ateşine  yakmışlardır;   iki  dünyâ  da hararetle,   dumanla dolmuştur,

Bedenlerini de Hakk’a feda etmişlerdir, canlarını da: işte ondan sonra kavuşma zevkine ermişlerdir,

İnsanın varlığı, benliği engeldir, perdedir; o ortadan kalktı mı yüzlerce kapı açılır,

Sende, senlikten bir kıl kadarı kalsa, Allah vuslatı yüz göstermez,

Sen kalmazsan ebedî olursan; tümden aradan kalkarsan, ondan sonra, sensiz olarak dilediğini bulursun,

 

7520, Allah’a kavuşmak, yoklukla olur; kim yok olduysa Hakk’a o ulaşır,

Erlerin azığı, azıksızlıktır; azığa dayanan erkeği kadın say,

Ulular gibi açlığı seç; boyuna, açlığın ta kendisinden yiyecek düz kendine,

Rahatını uyanıklıkta ara; yüceliğini de horlukta, aşağlıkta,

Muradın ,muratsızlık oldu mu, ondan sonra Allah vuslatına erersin,

Yokluğa erersen var olursun; Allah, şarapsız olarak sâkıy olur sana,

Mihnetle rahat, sence bir oldu mu, sonucu tamam olur – gidersin,

Birliğe eriştin mi, ikilikten kurtulursun: bundan sonra var da sen olursun, yok da sen,

Bu durağa vardın mı, diriliğe ulaşırsın; herşeyden geçtin mi, hayat bulursun,

Sevgilinin vuslatını konak edinirsin; onun dileğine düşer, hastalıktan kurtulursun,

 

7530, Ona ulaştıktan sonra, ayrılık nedir, görmezsin; gönlündeki hüzünler durulur – gider,

Irmakta katre olduktan sonra onun havasıyla deniz gibi coşar – dalgalanırsın,

Direndin de Turdağı kesildin mi, onun baharından nur libasları giyinirsin,

Gönüllerde binlerce bağa – bahçeye kavuşur, Rahmanla buluşma durağına erersin,

Allah ululuğu tecellî eder de ey yiğit, o parlayınca sen yok olursun,

O kalır ancak; sen ondan söylersin; ondan söylenen söz, yorumlanmaz artık,

Boyuna onunla olursan; kötülük ordusundan, onunla kurtulursun,

Bu dünyâdayken Hakk’a ulaşırsın; âhiret, şimdiden eline geçer,

Katre olan canın derya kesilir; dilsiz – dudaksız, gönüllerden sözler söylersin,

Melek gibi bedensız nur olursun; vuslat denizinde ayaksız yürürsün,

 

7540, O vuslatta ayrılık görmezsin artık; boyuna buluşur, koşuşursun,

Velîler, sana eş – dost olurlar; hepside canla – başla seni görür – gözetir,

Hepsi seninle şarab içer, meze yer; hepsi sofrandan nevale alır, gıdâlanır,

Hepsi halka kesilir, sen yüzük taşı olursun; hepsi adetâ küçülür, sen ulu olursun,

Böyle bir vuslata eriştikten sonra da ne dilersen olur,

Bu vuslattan sonra da başka bir yol var ki o, hayırdan da dışardadır, şerden de,

CLIII

Hakk’a kavuşmak, bir duraktır ve hasların son durakları budur; bundan sonra hasların haslarının, Hak’ta bir başka gidişleri vardır ki bu, durakta gidiştir, Yolda gidişin sonu vardır; ama, durakta gidişin sonu yoktur; çünkü yolda gidiş, kendinden, varlığından, geçmektir; insan varlığının sonu vardır, Ama durakta gidiş, Allah1 da, gerçeklik ve vuslat âleminde gidiştir ki bunun sonu yoktur, Beden ehli olanlar, gerçek velîlerden Hak sırlarını, vuslat ve aşk sarhoşluğunu, bunların şerhini duyarlar; fakat o durağa erişmediklerinden, esasen de gerçek perde olan şehvetlerin verdiği sarhoşluğu Hakk’ın ve vuslatın sarhoşluğu sanırlar; peygamberlik, velilik dâvasına kalkışırlar; onlar, halkın en kötüleridir işte, Hani bir sinek, denizi, gemiyi, kaptanı duymuştu da ansızın bir eşek sidiği birikintisi görmüştü; üstünde de bir saman çöpü vardı; o saman çöpünün üstüne kondu, o yana – bu yana gitmeye başladı; görüşünün kısalığı, himmetinin noksanı yüzünden, işte buncağız deniz ve gemi, ben de kaptanım demeye başlamıştı; bu yol yitirmişlerin halleri de bunun gibidir; kendilerilerini ulaşmış sanırlar,

O yolda gidiş, vuslatta gidiştir: olgunluktan olgunluğa doğru yol alıştır,

Beden yolunun sonu vardır, kıyısı var; can yolunaysa ne had var, ne son,

Boyuna durakta gitmektir o gidiş; hâsılı o yolun hiç sonu yoktur,

O yolda gidişin izi – tozu da belirmez; akıldan da üstündür, bedenden, candan da,

 

7550, O yol, düşüncenin, anlatışın vehmine bile gelmez, ondan da uzaktır; çünkü nuriçinde nurdur o yol,

Yolda gidiş, ölüm vaktine dek sürer: ölümden sonra giden, kalmaz artık,

Durakta gidışse boyuna sürer – gider; o çeşit gidiş, hür kişilerin harcıdır,

O yola, adım – adım gidilemez: varlık, yokluk yolunu nasıl ala bilir ki?

Durakta gidiş yolunun sonu yoktur: o yola gidiş de bunun gibidir,

O yolda duruş – dinleniş hiç yoktur; neliksiz – niteliksiz âlemde boyuna gidilir,

Allah’a, gidişin sonu vardır: Allah’ta gidişinse ne sonu vardır, ne sınırı,

Allah’a gidiş, varlıktan – benlikten geçiştir: varlığından – benliğinden geçtin mi,artık gidiş kalmaz,

Allah’ta gidişse, O’nun sıfatlarında seyrediştir ki Hakk’a nasıl zeval yoksa bu

gidişe de bir son, bir durak yoktur,

O yola bir son arama; çünkü Allah’ın (sıfatlarının, eserlerinin zuhurunun) da sonu yoktur,

 

7560, Öylesine gidişte ikilik olamaz; sen yok olmadıkça da ikilik yok olmaz,

Senden senlik gitti mi, Hakk’a gidiş başlar; «Hergün işte» sırrım anla,

Herkesin gidişi, lâyığıncadır; sürünün çobanı, suniye göre olur,

Kendi gidişini, gerçek gidişle kıyaslama; erkek arslanın kazla ne ilgisi var?

Zerre, aydınlatıcı güneşe karşı nedir ki: katre, gölün, denizin karşısında ne olabilir ki’,’

Sen, her   şeytana   zebûn oldukça, nerden   ve   nasıl   meleklerle   düşüp kalkabilirsin?

Eşekliğinden her katreye deniz deme: zerreye de gökteki güneşin adını takma,

Hani  bir sinek,  ansızın eşek  sidiği  birikintisinin  üstündeki  saman çöpüne konuverdi de,

Sindiğin üstünde o saman çöpü yüzüyor, sinek de onun üstünde şöyle diyordu:

İşte şu gemi, şu da deniz, bense kaptanım; yeller esmeden gemiyi her yana yürütmedeyim,

 

7570, Eşek sidiği ona umman görünüyordu; saman çöpü gemiydi onca, kendisi de kaptan,

Sidik birikintisi, onca denizdi sanki; ona o kadar büyük, engin görünmedeydi,

Herkesin  görüşü,   layığıncadır;  bu  yüzden  de  Tann’ya  âşık  olan,  küçük, değersiz sayılmamalı,

Hak, önce ona o liyâkati verir de sonra aşk dersini okutur,

Kendi nurunu onda gizler de onu, o nuru aramaya koyultur,

Yoksa karanlık,  nerden aydınlığı  arayacak;  hattâ karanlık boyuna nurdan kaçınır,

Hiçbir vakit zıt, zıddını aramaz; eşit, canla – başla, boyuna eşidini arar,

Hiç deve, öküzü arar mı; yahut padişah, yahut hür kişi, kulun – kölenin eşi – eşidi olur mu?

Allah’a âşık olan da senin gibi insandır ama gözün, görüşün varsa ona bir iyice bak,

Gözün ışıklıysa onda ne maya var, ne yaratılış; onun can denizinde ne inciler var, onu gör,

 

7580, Sen, onun toprak bedenine bakma; gözünü aç da temizliğini gör onun,

Temizliği, yerin de ötesinde, yedi kat göğün de; ferşi de aşıp geçmiş, Arş’ı da, boşluğu da,

Peygamber gibi bilgisi Hak’tan, boyuna Hakk’a nazar etmekte,

Onunla Allah’ın arasında hiç bir kimse vâsıta olamaz; bu sırrı anlayıver,

Allah ne buyurursa onu yapar; o çevgenin önünde adetâ bir top,

Kader,  nereye  yuvarlarsa oraya gider;  top gibi  başının yüzünün üstünde yuvarlanır,

Onun işini, ondan değil, Hak’tan bil; Hak, sanki ırmak da o, dere gibi,

Allah’ın önünde bir âlet gibi; ne isterse onu, ondan meydana getirmekte,

Âlete itiraz etme; hiç kimse âletten birşey ummaz

Safları yaran bir kahramanın elinde olmadıkça kılıç, kalkan ne yapabilir?

 

7590, Nerde bir saf yaran, yiğit ki kılıcı çeksin de arslan gibi ordunun kalblerıni yarsın,

Rüstem olan, düşmanın kanını -içmedikçe dincelmez,

Senin aklın Rüstem’dir, nefsinse düşman; onun korkusundan her yana kaçar – durur,

Yürü, ele geçir, kes – öldür onu da dertten – mihnetten de kurtul, korkudan, belâdan da aman bul,

Ehrimen’e benzeyen düşmanın başını kestin mi o zaman emîn olursun,

Onun başını, bedeninden ayırdın mı, hoşça oturursun; dörtten de ,kurtulursun, beşten de, altıdan da,

Altısız, beşsiz, dörtsüz ruh olur,’ Nuh gibi herkesin elini tutar, herkese yardım edersin,

Canların gemisi, Nuh’un öğüdüdür; kim o öğüdü tutarsa zahmetten, belâdan kurtulur,

Kim, zamanın Nuh’unun öğüdünü tutarsa onu, tufan, suda boğmaz,

Ruhların tufanı şehvetlerdir; Nuh’un gemisiyse ibâdetler, namazlar,

 

7600, Kim böyle bir gemiye bindiyse güzelleşti, çirkinlikten kurtuldu,

Nuh’un öğüdünü canla duymayansa, şüphe yok, tufanda boğuldu – gitti,

Akıllıysan öğüt dinle de bizim gibi hoş bir surette dosta kavuş,

Yoksa bu öğüdü tutmazsan, hapsedilmeye, bağlanmaya, zincire vurulmaya lâyık olursun,

A yoksul, kendinden pek gaafılsin de o yüzden gamlara batıp kalmışsın,

Uyusan da, uyanık olsan da gamdan kurtulmaya bir imkân bulamıyorsun,

Dünyâda ne malın var, ne mülkün; başı dönmüş bir hâlde her yana koşup duruyorsun,

Buna sebep de Allah’a itaat etmeyişin; bu yüzden Allah rızâsından uzak düşmüş, ayrılmışsın,

Cefâlar içinde yuvarlanıyorsun; şu körlükten nasıl kurtulacaksın? iki gözünü aç,

Böyle  bir yolda kalakalır,  bir kâr elde etmeden tezce yüzbinlerce ziyana girersin,

 

7610, Böyle gidersen eyvanlar olsun; bundan vazgeçemezsen gönül ehlinden olamazsın,

Ömrün, kuşkusuz yiter – gider; sonunda alçalır, yalvanr – yakarırsın ama ne fayda;

O alçalıştan, yalvarıştan birşey elde edemezsin; değil mi ki kanadın yok, nasıl uçabilirsin?

Yanımıza gel de sayemizde can sahibi ol; kuzgunsun ama doğan olur, devlet kuşu kesilirsin,

Biz hem devlet kuşuyuz, hem devlet kuşunu tutanlarız; kendimizden başkasını da kabul etmeyiz,

Bizdensen, neden bizden uzaksın; nurdan niçin karanlıktasın?

Şekerimiz   neden   sana   zehir   gelmede;   lûtfumuz   ne   yüzden   sana   kahır görünmede?

Gönül ehliyle alış – verişin yok; boyuna dışa bakmadasın,

Hayvan gibi yemekle – içmekle dirisin de o yüzden gönül ehlini bilmiyorsun,

Gönül ehlini, gene gönül ehli bilir; ebcedi sökmeye uğraşan, çocuk, nerden kitap okuyacak?

 

7620, Bir ihtiyar (Zâl), nerden Rüstem’in kılıcını çekecek; yıpranmış şal, nasıl olur da atlasa benzer,

Evde beslenen kuş, nerden zümrüdü ankaa gibi uçacak; aşağılardan olan nasıl yücelere ağacak?

Herkes ne yapabilirse onu yapar ancak; arş lanın köpek doğurduğunu gördün mü hiç;

CLIV

«Herkes, huylandığı huya göre hareket eder» âyetinin tefsiri, Yüce Hak, kime kötülük kaabiliyeti verdiyse o, çaresiz kötülük eder; kime iyilik kaabiliyeti verdiyse o da iyililik eder; ancak yüce Hak, kötülüğe razı değildir,
Hayrı diler, şerse çirkindir:
Ama olmayacak şeye razı olmaz,
Bunun örneği şudur: Bir efendinin iki kölesi olsa, biri emin, öbürü hâin bulunsa, dostlarına, bu emindir, öbürü ham diye ikisinin de hâlini haber verse, sözünün doğruluğu meydana çıksın diye onlardan o iki işin de meydana gelmesini istese, bu suretle hainliğe razı olmuş sayılmaz, Netekim yüce Hak, her insandan meydana gelecek işi Levh-i Mahfuz’a yazmıştır, melekler de o yazıyı okumuşlardır da gerçeklemeleri artmıştır, tasdıyk edişleri ilerlemiştir, Allah bunu böyle takdir etmiştir; ama şerre de asla razı değildir,

Hak, Kur’ân’da buyurmuştur ki: Küçük – büyük, genç – ihtiyar,

Kimi nasıl yarattıysam ondan, vefaya, siteme ait o zuhur eder,

Herkesten, onda ne varsa o zuhur eder; kötüye lâyık olan kötüdür, iyiye iyi,

Kimin içinde kötü yaratılış varsa o yaratılışa lâyık iş yapar, hüner gösterir,

Kiminde içinde kötü maya varsa işlen tüm kötüdür, aşağıdır,

Ezelde nasıl yoğrulmuşsa işleri yaratılışına lâyıktır,

Allah hayrı da dilemiştir, şerri de; ancak şerre razı değildir

 

7630, Allah, şerre razı olsaydı şer yapanları ateşle, yalımla yakmazdı

Ama, o bir olan Allah, sözünün aksi çıkmasın diye de kötüden kötü işin zuhurunu diler,

Bu sözü duyup da olmayacak birse)’ sanma; olur bil de dedikoduyu bırak,

Bunun sırrını bir örnekle anla da o ahvâli öğren,

Bir efendinin iki kölesi olsa, birisi alçaklardan, öbürü yüce kişilerden bulunsa,

Biri hâin, ters, kötü huylu, öbürü enim, seçkin, iyi kişi olsa,

Gizlice ikisinin de hâlini, adıyla – sanıyla dostlara söylese,

Birinin hainliğinin, öbür kölenin emîn oluşunun meydana çıkmasını,

Verdiği   haberlerin   doğruluğunun  bilinmesini,   sözlerinin,  verdiği  haberlerin doğru olduğunun bilinmesini diler;

Fakat, aklın varsa şunu gerçek olarak bil ki kötülüğe razı değildir o,

 

7640, Allah da ezelde meleklere, sözsüz, harisiz bunları bildirmiştir,

Herkesten  dünyâda,   iyiden,   kötüden,   açık   –  gizli  ne  meydana  gelecekse anlatmıştır,

Biri eğriliğe yönelecek, biri doğrulukta bulunacak; birinin derecesi artacak, birinin eksilecek; bunları bildirmiştir,

Ama kötü işe razı değildir; dâima kötülükten arıdır,

Levlıte gerçek olarak, iyiden – kötüden, küçükten – büyükten ne olacaksa hepsi yazılmıştır,

Bütün bunları apaçık anlatmıştır; bu böyledir, öbürü şöyle, buyurmuştur,

Demek ki bu yüzden Hak, melekler, işkilde kalmasınlar diye şerri de takdir etmiştir,

Göğün   yücesindeki   Levh’te   yazılmış   olan   Allah   emrinin  doğru   olduğunu bilmelerini;

Hepsinin de inanıp îmanlarının artmasını, namazda, duada onu övmelerim;

Her meleğin, ey Allah, senin bilginden hiçbir şey gizli değildir;

 

7650,  Senden başka hiçbir kimse sırları bilmez; dünyâda senden başka iş görenyoktur demesini murâd etmiştir,

İyi – kötü, hepsi de takdîrin; ama sonunda herkes hasredilince,

Nasıl  olur  da herkesin  mertebesi  bir  olur?  Biri  cehenneme gider,  öbürü cennetlere,

Boncuğun değeri nasıl olur da inciye uyar? Dünyâda şeker zehire benzer mi hiç?

Tilkilerden arslanlık arama hiç; yol yitirmişlerden kılavuzluk isteme sakın,

Nerde bir kaabıliyetli ki işin sırrından haberdar olsun da apaçık şeyi şüpheliden ayırıp bilsin;

Böylece de o gözü gören kişi, gönül sırrını görsün de yer – yön âleminden yersizlik – yönlüzlük âlemine uçsun;

Aşk âlemine kadem bassın; her solukta bir başka hâle burunsun;

Çeşit  –  çeşit öyle hükümlerde bulunsun ki onları,  Eflâtun bile rüyasında görmemiş olsun,

Mekânsızlık âleminde taht sahibi olur da iki dünyâda da padişah kesilir,

 

7660, Ölü, ondan ebedî hayat bulur; ölüme de aldırış etmez artık, mezara da, lahde de,

Bunlar, kıyışız,  kenarsız anlamlardır ama halkın kulakları sağırdır, bunları duymaz,

Böyle sırlara lâyık kulak nerde: bu nurları görecek göz hani?

Nerde o kulak ki bu, budur diye olduğu gibi anlasın; bunları görsün de, bu dînin sırrıdır desin,

A bilen kişi, bunları duyabilecek, bu anlamları anlayacak kulak olsaydı,

Başka çeşit remizler söylenir, eşsiz inciler delinirdi,

Ondan   daha   üstün   durak   olmayan   makamdan   yüzbinlerce   bahislerde bulunurdum;

Kimsenin kulağının duymadığı, hiçbir gözün görmediği sözleri söylerdim de,

Bütün sözler hasede düşerdi; her hased eden, gussadan kör olur – giderdi,

Sözlerimiz, güneş gibi tanınırdı; yolumuzu inkâr eden, kahrolurdu,

 

7670, Sözlerimiz bir başka şekle dönerdi; katre, işaretimizle deniz kesilirdi,

Gayb âlemine ait şeylerin hepsi yüz gösterirdi: halkın düğümleri de çözülürdü,

Bu dünyâda perde ardında kimse kalmazdı; dilenip istenen de isteyenlere yüz gösterirdi,

Can şarabı, can gibi ucuzlardı; hattâ yerdekilere bile dökülüp saçılırdı:

Bütün bedenlere eş – dost olur, can gibi boyuna bedenlerde yer tutardı,

Beşikteki çocuk, Mesih’e dönerdi; herşeyi anlar, söyler fasîh bir hâle gelirdi,

İyi, kötü, görünürde bir olurdu; ikilik aradan kalkardı,

Şu fanı dünyânın bütün halleri, ihtiyara da, gence de ayan – beyan değil mi?

Çocuk da yolu gören pîr kesildi mı, gayb âlemi de böyle olur işte,

Ama Hak bunu istemez; sırrını, kimsenin anlamasını dilemez;

 

7680, Onun için de herkesin hayrete düşmesini, tundan tuna gezmesini murâd eder,

Hâsılı hayran olup kalmış, onun güneşinin karşısında zerre gibi başı dönmüş,

Kendinden  geçmiş,  onun işine  şaşırmıştır;  herkes,  hiç bir yardımcısı  yok demekte,

Herkes, gece – gündüz onu aramakta, yanıp yıkılacak onu anmaktadır,

Herkes, canda-gönülden onu aramaya düşmüşbaşı dönmüş bir hâlde her yana koşup durmakta;

Ondan bir belirti bulmayı umarak boyuna yanıp erimektedir,

Oysa, sanki uzaktan bunları seyreder; herkesin şaşkınlığından sevinir;

Halkın gamından şad olur; onun katında feryattan daha aziz birşey yoktur,

Sen de candan – gönülden feryâd et de canın balçıktan kurtulsun,

Balçık, ruhun zindanıdır; ruh, bu yüzden, o zindanda perperişandır,

 

7690, Can, bu bedende, boyuna zahmettedir: çünkü o defineye kavuşmaktan uzaktır,

Define   dedim   ama,   Hak   ondan   uzak   olunca,   sevgilisi,   gözünden   gizli bulunursa, ne hâle gelir?

Kim dosttan uzak kalırsa hali ne olur onun? Sen söyle bana,

Onun hali nerden dile sığacak; anlatış kaplarına nerden girecek?

Onun, derdine ne had vardır, ne son; onun ziyanına nerden son bulunacak?

Kim aşkı bulduysa tamamlandı – gitti; artık sen, ona karşı ne padişahtan bahset, ne kuldan,

Çünkü sayı bu yandadır; aşk güneşi can nurunu saçmaya başladı mı

Ne sayı kalır, ne iyi, ne kötü; hepsi de bir olan Allah’a yüz tutar.

CLV

Allah’ın has kulu, bütün yaratılmışları esirger, hepsinin de Allah’a kavuşmasını diler; ama gayret, buna engel olur, Birisi, itiraz eder de, bu kitapta andığın her velî hakkında, eşin benzerin yok, dünyâya senin gibisi gelmedi de, gelmez de demektesin; bu sözde tenakuz vardır derse cevap verir de deriz ki: Tenakuz, velîlerin, anlamda da sayılı olmalarına bağlıdır; oysa onların sayılı olmaları, ad ve cisim bakımındandır, anlam bakımından değil, Sözgelişi padişah, katır, at, deve ve başka yüz çeşit bineğe biner ama padişah, hep odur; binekler yüzünden sayılı olmaz; bu bakımdan da övgüler, hep o padişaha aittir, tenakuz yoktur, Bu hususta başka örnekler de vardır ki şiirde söylenmektedir,

Göstereyim, söyleyeyim, bağları, düğümleri tamâmiyle çözeyim diye gayretler ediyor,  çabalıyorum ama,

Ne yapayım? Onun gayreti engel olmada; kalkan, saldırılarımı önlüyor ,ben ne yapabilirim?

 

7700, Bildiğimi anlatsaydım bu âlem, o âlemin karşısında yok olur – giderdi,

Aradan   ikilik   perdesi   kalkardı;   Hak,   benlik,   senlik   olmaksızın  meydana çıkardı,

Ey benimle oturup kalkan, bil ki iki âlemde de benzerin yok,

Ben padişahsam, sen de padişahlardansın; sen de benim gibi her gönlün, her canın nurusun,

Hakk’a andolsun ki benden öte kimse yok; yanımdan ayrılma, buracıkta dur,

Değil mi ki şarapçısın; elimden şarab iç, sarhoş ol da ayıklıktan kurtul – gitsin,

Bizden olan, şarab içer; güneş gibi herkese nur saçar,

Hem padişah olur, hem padişahlık bağışlar; yoksula geçer al altınlar ihsan eder,

Kimde irfan nuru varsa, kim, gerçeklik ve îman gevherine sahipse,

Yüzümüzü canla – başla kıble edinir, canla – gönülle dudağımızı öper,

 

7710, Değil mi ki benim gibi azız oldun, seçkin bir hâle geldin; tez aşk bineğine vur eğeri,

Değil mi ki Allah bağışıyla kutlu oldun, var Rüstemlerin safını bugün,

Zamanede kimse sana karşı duramaz; ruhtan başka hiç kims^, seni anlayamaz,

Yeni hükümler yürüt devrânın padişahısın; yeni paralar bastır adına, sultansın çünkü,

Alemde mutlak hüküm senindir; Adem gibi naipsin, halîfesin sen,

Hükmedenler bedenlerdir sanki, sense cansın; padişahlar altın kesintileridir, sense mâdensin,

Senin gibisi gelmemiştir de, gelmez de; bugün âlemin özüsün sen, özetisin,

Güzellikte, lûtufta benzerin yok; taç da senin gibisini görmedi, taht da,

Zamane anası, senin benzerini doğurmadı; zaman bahçesi, senin gibi meyva vermedi,

Âdem de benzerini rüyada bile ne gördü, ne de kimseden sıfatlarını duydu,

 

7720, Hızır, seni görseydi hayran olurdu da Musa gibi peşine düşer, koşardı,

Mısır Yûsuf un, güzelliğini anlasaydı, aşkla iki büklüm olurdu,

Ve, uzaktan görseydi seni, kendi güzelliğine mağrur olmazdı,

Şîrîn’in gözü o yüze – o yanağa düşseydi, kendi güzelliğinden bezerdi,

Senin   eşin   –   eşidin   yoktur;   olmayacaktır;   varlık   yaratılah   senin   gibisi gelmemiştir de,

Büyükler için bundan önce bu çeşit, hattâ bundan da üstün övgüler düzdüm,

Bunlarda birbirine aykırı anlamlar bulan, bunları böyle anlayan kişinin, Ledün bilgisinden haberi yoktur,

Çünkü tam olgun kişilerin hepsi de, dâima bir kadehten sarhoşturlar,

Sıfat bakımından birbirlerine uzak olsalar bile zât itibariyle hepsi bir nurdur,

Bin bile olsalar birdir onlar; dervişler, sayıdan kurtulmuşlardır,

 

7730, Gerçekte birini övüş, hepsini övüştür; birini veriş de, gerçekte hepsini yetiştir,

Şu hâlde sen, onların biriysen, eşin – benzerin yok;

Âlemde kimse benzerini görmedi; Âdem soyundan senin gibisi de doğmadı desen;

Ondan sonra, başka velîlere de bu sözleri söylesen, hattâ daha üstün sözlerle övgüler düzsen,

Doğrudur bu, çünkü hepsi de birdir onların; tam gerçeğe ermişlerdir, şüpheden arınmışlardır onlar,

Ama, bunun tersine, bu sözleri nefis ehline söyler, onları över, beğenirsen,

Sözlerin,   birbirine  uymaz,   doğru   olmaz;   çünkü   herbiri,   ayrı   bir  asıldan kopuşmuştur onların,

Herbirimn ayrı sıfatları vardır, ayrı zatları; herbirinin yaşayışı da ayrıdır,

Onların birini övmek, hepsini övmek olmayacağı gibi birini yermek de hepsini yermek olmaz,

Her peygambere, herkes, bu çeşit sözler söyledi, övüş incisini boyuna böyle deldi,

 

7740, Senin gibi bir padişah dünyâya gelmedi, zamanın gözü, yüzün gibi bir yüz görmedi;

Güzellikte, âlemde benzerin yok; insanların da, cinlerin de özüsün – özetisin dediler,

İyi bil ki hepsi de doğru söyledi; çünkü onlar, o ummandan bir tek inciydiler,

Bedenlerinin sayısı çoktu ama canları, ne ikiydi, ne dört, birdi,

Çünkü hepsi de gerçekte birdir; söyle bana: Kim onları birbirinden ayırabilir?

Allah’ın tertemiz nüm, nasıl iki olabilir? Kim iki derse, aşağılıktır,

Dostum, yüzlerce kandilin, mumun üstüne bir tek ışık binmez mi?

Işığa bak, mumları bırak da birlik bahçesinden meyva devşir,

Birisi, her solukta renk – renk, çeşit – çeşit libaslar giyilişe de dışarıya çıksa,

Elbise yüzünden o adam değişir mi; akıllı kişi böyle bir söze inanır mı?

 

7750, Çünkü hiç kimse, elbiseyle değişmez; sirke, küpün değişmesiyle bal olmaz,

Altından testi, tas, çanak, küp, sürahi, kadeh yapsalar,

Ad, şekil bakımından çeşitlidir, birbirlerine uymazlar, dal’la elif gibidir bunlar;

Ama hepsini de eritsen, sen de bilirsin ki hepsi, gene altın olur,

Demek ki dostum, sana ayrı görünse de gerçekten de anlaşıldı ki övgüler ayrı değildir,

Ey arayan, bütün bu övüşler, Hakk’ı övüştür; çünkü âşık, Hak’tan söyler,

Çünkü hepsinden maksat, birdir; iki anlayan kişi, duymamıştır, anlamamıştır,

Ey âşık, bunun sonu yoktur ama gerçek olana bir işaret yeter,

CLVI

Akıllıya bir işaret yeter; çünkü o kişide bu arayış vardır, söylenmeden anlar, Hani iki kişi, upuzun bir işi bilse, birisi, bir işarette o işi, bütün ayrıntılarıyla öbürüne anlatabilir; ama o işi hiç bilmeyene bir işaretle bütün o iş nasıl anlatılabilir?

Hattâ gizlesen bile, bir işaret verilmeden o işi anlar, Çünkü o anlayışı Allah, ezelde onun gönlüne koymuştur,

 

7760, Onun canı Elest âleminde o şaraptan, o kadehten sarhoş olmuştur,

O denizin içinde balık gibi, gecesiz – gündüzsüz vuslattaydı,

Başkalarının yol bulamadığı âlemde azizlerle her yanda gezer dururdu,

Dilsiz, ağızsız   birbirleriyle   konuşuyorlar, başsız   –   ayaksız   beraberce dolaşıyorlardı,

«İnin» emriyle o can, gelip bu zindanda hapsedilince,

Balçıktan yapılmış bedende karar edince öyle bir devletten yoksun oldu,

Bedenle  sohbet  yüzünden  onu  unutmuş,   malla,   çoluk  – çocukla,  kadınla uğraşmaya başladı,

Kendisine o âlemi hatırlatacak bir sözceğiz söylendi mi, iki âlem de feryâdiyle dolar,

Çünkü evvelden de o âlemi biliyordu; fakat unutuş, önüne perde çekmişti,

Böyle bir derde başını vuruncaya dek öyle bir hatırlayış, kendisine kapanmıştı,

 

7770, Ama başını vurunca o eski âlem aklına gelir; o saf şarabı, o eşi-dostu olan padişahları,

O yurd edindiği yeri, o alıştığı mahalli, o harf zarflarına sığmayan sözleri hatırlar,

Ama orayı görmeyen, o çeşit gezip tozmayı, öylesi seyri – seyrânı görmemiş olanın,

Hayvan gibi bu dünyâdan türeyen, gelişen kişinin can âleminden ne haberi olur b?

Ona karşı o zevalsiz yüce güzelliği yüz yıl anlatsan,

Ona hiçbir suretle eser etmez; söylediklerinin bir sözü bile kulağına girmez,

Böyle adama, istersen çok söyle; bu, dıvara söz söylemeye benzer,

İster az söyle, ister çok; dıvar sözü anlar mı hiç? Ama sen gene herkese söyle, Ledün bilgisinden nurlar saç,

CLVII

En büyük mucize, velîlerin sözüdür; çünkü mucizelere, kerametlere büyü, düzen, simya sığabilir; büyücüler de, olağan üstü şeyler yapabilirler, Velîlerin kerametlerinden olan gönüllerden geçenleri bilişi, remilciler, kâhinler, düzenbazlar, cinlere karışanlar da gösterebilirler; onlar da, gönülden geçeni bilebilirler; ama velîlerin sözlerini, bunların hiçbiri söyleyemez,

Hak yoluna gidenlerin kılavuzu sözdür; gökyüzüne Hak merdiveni sözdür,

 

7780, Sözü gıda edinen kişi, denizin üstünde gemisiz yürür, îsâ gibi göğe ağar; bedensiz olarak can cihanına varır,

Mutlak ruh kesilir de bedenden kurtulur; güneş gibi iki cihanı da aydınlatır,

Dünyâya Allah’dan gelen şey, sözdür; söz, Ledün bilgisinden gelmiştir,

Dünyâda söze benzer bir mucize yoktur; sözden başka birşeye sığınma sakın,

Gerçek  mucize  değil  mi  Kur’ân;   dertlerle  dolu  gönüle  derman  değil  mi Kur’ân?

Bütün, Kur’ân, baştan başa sözdür; onda kum – yaş, ne varsa sözdür,

Dikkat edersen, bütün varlık sözdür; iyice bakarsan görürsün ki yukarı – aşağı, hepsi sözdür,

Şu yeryüzü, gök, güneş, sözdür; dağ, ova, deniz, kara, sözdür,

Âlemde sözden başka birşey yoktur; anlayış, ayırd ediş varsa sende, anla ki herşey; sözdür,

 

7790, Bağ-bahçe, hayat-sayvan, ev-bark, bütün şekiller-suretler, düşünceden doğmuyor, düşünceyle anlaşılmıyor mu?

Arş’ta – ferşte ne varsa hepsi; iç – dış, özleri, hep sözdür,

Hepsi de Allah bilgisinden doğmuştur; gönül ehli, bütün bunları sözden ibaret bilir,

Çünkü insan, cin, yeryüzü, gökkubbe, bütün varlık, hikmetsiz var olmamıştır,

Allah, ben bir gizli defineydim, meydana çıkmayı, görünmeyi diledim;

Bu sebeple âlemi yarattım; böylece sırrın belirmesini istedim;

Bir padişahın varlığını, yücelikle aşağılığın, kendiliğinden meydana gelmediğini bilmesini murâd ettim,

Hak, bu âlemi, insanlar, orda başı boş yaşasınlar diye yaratmadı; abes yere halketmedi,

Yüzlerce hikmeti var bu yaratışta; ne mutlu o kişiye ki bunu gördü, tanıdı,

Alemde ondan başka bir Allah olmadığını, kendi zâtından başka hiçbir şeyin var olarak kalmayacağını bildirmiş oldu,

 

7800, Böylece gerçek olarak anlaşıldı ki varlık âlemi ve bu âlem de ne varsa, onun

bilgisinin, onun hikmetinin suretidir dostum,

Bil ki bilgi de sözdür, hikmet de; görünüşü yerdir, zamandır ama gerçeği bu,

Onun nakşını, suretini benden ayrı sayma; ayrı görünmekte ama sır, öz, gene odur,

Bu şekiller, gerçekte suya benzerdi, derken şu yaratılışta buza döndü,

Bilgiyi su bil, sözü de buz, Söz, o suya karşı köpük gibi hanı,

Akıllı kişiye göre buz, sudur; ancak bilgisizliği yüzünden uyuya kalan, bunu bilmez de,

Buzu, ayrı birşey sanır; yemle tuzağı zıt tanır,

Ama güneş doğdu da parladı mı, buz su olur, akar – gider,

Böylece mahşer güneşi de göründü mü, gök ne hâle gelir, yer ne olur?

Güneş eritir onu, burda hiçbir şey kalmaz; onların haznesini yarım mangıra bile almazsın,

 

7810, Gök de alt – üst olur, Zuhal yıldızı da; gökten Ay da yere dökülür, yıldızlar da,

Dağlar, saman çöpleri gibi uçuşur: bütün varlık zerre – zerre olur,

Suret mülkü tümden yıkılır; buzdan varlık su gibi akar – gider,

Herşey helak olur, daimî diri olan kalır; sen o kalanı ara boyuna,

Ara da sen de ebedî ol; gidene de aldırış etmez bir hâle gel, gelene de,

Allah’dan özge dayanılıp sığınılacak yoktur; ona yönel de yolda ayak dire,

Çünkü doğru yol, Allah’ı arayış yoludur: sağlık da Allah yönündedir, esenlik de,

Kim Hakk’ı seçtiyse, odur bilgin; ne mutlu huyu hep bu olana,

Eyvanlar olsun dileği dünyâ olana; açık – gizli, Hak’tan başkasını dileyene,

Cihan, onun gözüne perde kesilir; ayrılıkla solar – sörper,

 

7820, Diriliği elden gider: bütün lütfü, kalırın ta kendisi olur,

Nîmetler sarayına, cennete girebilecek olsa bile sonunda cehennem ateşine lâyık bir hâle gelir,

Yaratılıştan, buraya gelince, onda Allah vergisi, Allah bağışı vardır,

Can bahçesinden gül gibi terli taze geldi; ama ölçülü adım atmadı:

Aptallığından, suyla ,toprakla oyalandı; durağını, o yolu unuttu:

Toprak yurdunda mahpus kaldı; duyguyla anlaşılan suret âlemi onu yoldan alıkoydu;

O istîdat, işe yaramaz bir hâle geldi; yoğun dünyâda bir set gibi kalakaldı,

O  istîdat gitti  ondan,  izi bile yok oldu; Allah,  lûtfunu, gene yönsüzlük-yöresizlik âlemine çağırdı,

Allah’ın lütfü, az da olsa, çok da olsa, aslına gitti,

Artık   sen  de, namaz  kılarak,Allah’ı  anarak  yardım  et,  sayısız  çalışıp savaşarak uğraş da,

 

7830, Şu kötü sıfatları değiştir, Allah’ı anısı, ona kulluğu gıda edin,

Namazı, orucu, yalvarıp yakarışı çoğalt, kibirden, nazlanıştan vazgeç, toprak ol da,

Can ışığı, bu kullukla artsın; sen tembellik yüzünden bu darlıktasın, ölçüsüz bir hâle düşmüşsün,

Allah yolunda çalışmak, iyi birşeydir: ne mutlu kuldur o can ki bu huya sahiptir,

Allah buyruğuna uyar da yaşarsan, ölmezsin: sultanlığı kullukta ara,

İyi dikkat et, kuldur, sultan olan: iyice gör, küfürdür îmân olan,

Derman, dert için değil midir, derman, canla – başla, boyuna derdin bulunduğu yöne gitmez mi?

Derde derman erişti mi, iyice bil ki dert, derman olur,

İşte bunun gibi Allah da tecellî edince ne insan kalır, ne renk, ne koku,

Hak’tan başka herşey yok olur; varlık karanlığı ışıkla dolar,

 

7840, Hak geldi mi, bâtıl gider; dileyenlerin varlığı da batar, görünmez olur,

Dağ gibi güçlü olsa bile varlık, o sarhoşlukla yün gibi yumuşar – gider,

Aşk yeli, pamuğu uçurur: aşk eli, perdeyi yırtar,

Aşk gaza benzer, varlıklarsa kamışa: kamışlar, onun ateşiyle tümden yok olur,

Bütün varlık, herşey, o ateşle yok olur ama bu, anlayışlı olmakla bilinemez,

Anlayıştan geç de anla onu: yok ol da acıyışından nasîb al,

Şu yoktan var edişte Hakk’ın hikmetini gör: nasıl yokluktan yarattı bu âlemi,

En yüce bir dereceye varması, yücelmesi  için bilgiden bir suret meydana getirdi,

Dört unsurun karılmasından bedeni yarattı: erkek – kadın, halkı yürüttü,

Kandan, etten, damardan, sinirden, hayvanı bir can meydana geldi ama, fani bir can bu,

 

7850, Sudan, topraktan, ateşten, yelden yoğrulmuş bedende bütün bunlar toplanıp bir yere gelince,

Beden, hayvanı canla dirildi: bu gizli değil apaçık meydanda,

Akıl artınca da Hak rahmet kapısını gösterdi: lûtfüyla o kapıy ı açtı,

RasûTün dilinden bize dedi ki: Vuslat âleminden ayrıldınız:

İlimdiniz, salt suret kesildiniz: arı – duruydunuz,, tortu hâline geldiniz:

Can ve beden sevgisini içinizden söküp atın: dünyâ sevgisini gönlünüzden çıkarın:

Geceleri de, gündüzleri de bana hizmet edin de zindana benzeyen dünyâdan kurtulun,

Beni anarak, namaz kılarak, oruç tutarak bana yalvarır – yakarırsanız,

Bunlardan,   ölümsüz   bir   can   meydana  getiririm   de   zevalsiz   olarak   diri kalırsınız,

Böylesine ruh, ibâdetten belirir: arayan, vuslatı bulur,

 

7860, Cam buğudan, kandan arama: îmânı, boyuna Allah’ı anışta ara,

İman nuru, Rahmân’ın vergisidır: kâfirlik karanlığıysa Şeytan’dandır,

Nur, güneşten ne vakit ayrılır ki? Mü’minleri Allah’dan ayrı bilme,

Mü’min, Hak nuruyla görür – durur: nerde oturursa otursun, boyuna Allah nûruyladır,

Her solukta konuşup görüşmesi Allah’dandır: duyması da Allah’dan,

Allah elinde âlete benzer: öfkesi de Hak’tandır, razılığı da,

O, kendi nefsinden hareket etmez: hareketleri, hep o tapıdandır,

A arayan kişi, bu bahsin sonu yoktur: dön de gene sırdan söz söyle,

Söylemekte olduğun bahsi açıkla: hani sözü övüyordum ya, o bahse dön,

Kimin kaabiliyeti varsa bu sözü canla – gönülle kabul eder,

 

7870, Kaabiliyetsiz kişiyi görüp de susma: bu şarabı, bu kadehi bırakma, bu içişi terketme,

Güneş gibi dünyayı parlat: yarasa için yüzünü halktan çevirme,

Ayın ondördü gibi ışık saç; köpekler üredursun, aldırma onlara,

Ayın işi odur, köpeğin kârıysa bu; kâfir için dînini terkeder mi dindar?

Ayın işi nedir? Nur salmak, aydınlatmak; köpeğin işiyse havlayıp ürmek, can çekişmek,

Güneş, yarasa ışığa bakamaz diye örtü altında kalır mı, görünmez olur mu?

Görüşü – bilişi noksan, özü yerilmiş yarasa için bir âlemi, kendisinden mahrum eder mi?

Bir pire için yorgan yakılmaz; bir aşağılık kişi için iki göz yumulmaz,

Nuh, yıllarca davet etti de bir tek canın bile bu davetten kilidi açılmadı,

Hem haliyle, hem sözüyle dokuzyüz yıl çalışıp çabaladı, halka öğüt verdi,

 

7880,Öğüt  dokumacığını pek uzun dokudu,ördü ama o toplumdan kimsecik, öğüdünü  işitmedi,

Sen de işine bak, kimseyi düşünme; bir yabancı için işinden kalma,

Yabancı kim1? Senin topraktan yoğrulmuş olan, boşuna seni helak etmeye uğraşan bedenin,

O, kendi gibi senin de pis olmanı, çetin azap içinde bulunmanı ister,

Senin düşmanındır o, dost sanma; övünüşünü bile ayıptan, ardan beter bil,

Görünüşte dosttur, iç yüzde yılan; her gülünün altında yüzlerce tiken vardır,

Onun sevgisi, güneş gibi kavurucudur; kahır ateşini tutuşturucudur,

Timsaha benzeyen cehenneme gıda olasın diye gıdanı çoğalttıkça çoğaltır,

Seni   dünya   bezentileriyle, kimi   malla, kimi kadınların   güzellikleriyle aldatmaya kalkışır,

Kimi ekmekle ,kimi kebapla, kimi şarapla, kimi yeşillikle, kimi su kıyısıyla aldatır,

 

7890, O büyücü, seni çuvala sokmak için bu çeşit sayısız şeyler yapar,

Sakın ondan gaafıl olma da yol yitirmişler gibi batıp gitme,

Hakk’ın adını an da ona üfle; böylece onun azgınlığını yatıştır;

Allah’ın adım kal’a edin de canını onun düzeninden kurtar,

O sebepten merhametli Allah, onu defetmek için Kur’ân’da bize buyurdu ki:

Beni çok anın da o düzencinin cefâsından kurtulun,

Beni anış, onun elini, ayağını keser; saç gibi onu sırrını başından kazır, tıraş eder,

Beni anış; ona karşı keskin bir kılıçtır; şüphe yok ki onun damarını, iliğini keser,

Böyle yaparsan ondan kurtulursun; düşman, sana karşı kör olur, muratsız kalır,

O lanetlenmiş, küçük bir düşman değildir; halkın çoğunu aldatmıştır o,

 

7900, Bu ihtiyar, Rüstemleri tutsak etmiştir; onun yüzünden herkesin hâli perişan olmuştur,

Sense Rüstem değilsin, yolun bir çocuğusun; padişah değilsin sen, ordunun aşağılık bir erisin,

Bir düşün hele, onun yüzünden hâlin ne olur; ondan sana ne sitemler gelir?

Kendine gel de Allah sığınağına kaç; yalnızken de, halk içinde de Hakk’ı an,

CLVIII

Beden balığa benzer, âlemse denize; insanın özüyse Yunus gibidir, Yunus, balığın karnında nasıl Allah’ı tesbîh ederek kurtulduysa sen de bu bedende tesbîh edersen, îman cevherin halâs olur; vaktini gafletle geçirirsen balığın karnında sindirilir, yok olursun, Peygamberlerle velîler, meheng taşına benzerler; kalpla ayarı tam olan, onlarla belirir, Hani kalp İblis* de Adem’in varlığıyla ayarı tam meleklerden ayrıldı; her peygamberin zamanında da kâfir, mü’mînden böyle ayrılıp belirdi, Bu, esenlik ona, Mustafâ’nın zamanına dek böyle oldu da Ebû – Cehil ve Ebû Leheb, sahabeden ayrıldı, «Her doğan çocuk, İslâm yaratılışıyla doğar; sonra anası, babası onu, Nasrânî, Yahûdî, Mecûsî yapar» hadisinin anlamı,

Yunus gibi, balığın karnında, gece – gündüz Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih etmeye, anmaya dal,

Çünkü o, balığın karnından, o çeşit sıkıntıdan, Allah’ı anışla kurtuldu,

Senin de canın Yunus’tur, sense balıksın; yol yitirmemişsen Hakk’ı an da,

Yunus gibi beden balığından kurtul, göğün yücesine ayak bas,

Allah’ı anış, sana gıda olmazsa Yunus’ıın, balığın karnında hazmolur – gider,

Aziz  ömrü  yele  vermiş  olursun;  mahşer günü  de gamdan feryâd eder-durursun;

 

7910, Böylesine bir devlet elden gitti; ne yapayım ki ok, bir kere yaydan firladı dersin,

Canla – gönülle, dâima gece – gündüz Hakk’ın emrine, nehyine uymaya çcaiş da,

Makbul olanların arasına katıl; aşağılanmışlar gibi cehenneme gitme,

Allah’a itaati seçen, onun buyurduklarını riyasız yerine getiren kişiye

Hak, sonsuz, tükenmez hazîne, ebedî padişahlık, güç – kuvvet vermiştir,

Sonunda onu kapısının haslarından, kendisine yakın olanlardan saymış, ona bütün sırları duyurmuştur,

O kişi, Hak bilgilerinin tercemanı olmuş, Allah ona, perdesiz olarak tecellî etmiştir,

O, artık dâima Tann’yladır; Allah onu, davulsuz, bayraksız padişah etmiştir,

Yerdekilere, göktekilere üstün etmiş, onu seçmiş, iki âleme de hükmetmesini takdîr eylemiştir,

Cömertliğinden, onun yüzünden hakla bâtılın ayrılması için onu mutlak hâkim kılmıştır,

 

7920, İblîs, Âdem yaratılmadan önce boyuna meleklerle düşer – kalkar, otururdu,

Allah Adem’i yaratıp o soluğu, canına yoldaş edince,

Onun  tertemiz   nuru,   mekânsızlık  âleminden  parlayınca  iblîs,   meleklerden ayrıldı,

Ondan sonra da başka peygamberler yüzünden, kötü iyiden, az çoktan ayırd edildi,

Seçilmiş Muhammed’in, peygamberler serverinin, hürler padişahının zamanına dek

Ümmetten,   olanların   hepsi   de   birdi;   bedenle   can   gibi   herkes,   birbirine katılmıştı,

Ahmed’in nuru, onların başlarında parlayınca, bir bölüğü küfür ehli oldu: bir bölüğü îman ehli,

Ebû – Zerr’in adı padişah oldu, gerçek diye anıldı; Ebû – Cehl’in adı kâfir oldu, zındıyk oldu,

Allah  peygamberleri,   ışıklara  benzerler:   herşey,   onların  nûrlariyle  ayrılır, belirir,

Kâfir mü’minden, dost düşmandan, boncuk inciden, kötü iyiden, onlarla seçilir,

 

7930,  Böylece   gerçekten de peygamberlerin,  meheng  oldukları, bu yüzden de hepsinin sıfatlar bakımından bir oldukları anlaşıldı,

Kalp altından onlarla ayrıldı; mehenksiz, kalp akçayla geçer akça birdi,

Bu meheng, kıyamete dek durur; cihan durdukça bu da vardır,

Peygamberler dünyâdan gitti, ebedîlik âlemine göçtü ama,

Kendilerinden beliren, bunlardan belirsin diye yerlerine velîleri bıraktılar,

Kim candan onlara mürîd olursa, geçer akçası bil ki mehenkte doğru çıkar,

Onları inkâr edense, gerçekten de kalptır; insan değildir, köpek sıfatlıdır,

Velîler belirmeselerdi, bize başka bir imtihan gelirdi,

Bakalım, görelim, kim onların yolunu tutuyorsa, kim onların öğütlerini aşkla kabul ediyorsa;

Onların yollarından başka bir yolda çalışmıyorsa, canla onların sözlerine uyup izlerinden gidiyorsa;

 

7940, İşi – gücü çalışıp ibâdet etmekse, bundan başka birşey düşünmüyorsa;

Dünya  sevgisini  aklından  –  fikrinden  atmışsa;   şehvetleri  kökünden  söküp çıkarmışsa;

Her  solukta  uykusunu,  yeyip  içmesini  azaltmışsa;  düzene  girme  çabasını günden güne arttırmışsa;

Bunlarla biliriz ki o kişi, hâlis altındır; çünkü Elest ahdına vefalıdır,

Bunun tersine harekette bulunuyorsa kafir bil, kalp say,

Doğru sınav budur; kim din yolunu araştırıyorsa;

Bu çeşit adamla düşüp kalkmaktan çekinir; Allah’ı arayan, dileyen kişiyle bağdaşır,

Çünkü sohbetin pek büyük bir tesiri vardır; kötü kişi, sana da kötü tohum eker,

Kâfirlik, insanda sohbetle meydana gelir; yol yitiren, seni de kendi gibi yol yitirmiş eder,

Mustafa , «Bütün çocuklar» dedi, bil ki Müslüman ve temiz olarak doğarlar,

 

7950, Ama bâzısı, bu dünyâda analarının, babalarının tesiriyle kâfir olurlar,

Baba isevî ise oğul da isevî olur; oğlan, kız, babanın – ananın yolunu tutmaz mı çocuk?

Baba, Musa dînindeyse oğul da, çıfıtlasın pisleşir, o yolu tutar,

Baba, Mecûsî ise, o da öyle olur; babası neyse çocuk da o olur,

Herkesin ayrı – ayrı dîni vardır; insanların her birinin bir yolu – yolunu tutmaz mı çocuk?

Şu hâle senin aklın tamsa, Allah velîsinin yolunu tut da,

Onun gibi velî ol; onun sohbeti seni zenginleştırsin, doyursun

La’l, nasıl güneşten arılık elde ederse sen de ondan arılık elde et, Allah’dan başkasına dayanma,

Böylece aşağı himmetin yücelir; aklın – fikrin, Hak’tan başkasına gitmez,

Hak’tan başkası yok olur sence; daimî diri olan Allah’dan başkasına yüz tutmazsın,

 

7960, İki dünyâya da himmet ayağını basarsın; Rahman’dan başkasına el uzatmazsın,

Velîlerin sohbeti, seni bu hâle getirir; seni böyle bir devlete eş eder,

Bu devlet, eline geçerse, bunu ganîmet bil, o padişahların eteklerini elinden bırakma,

Sana ne yaparlarsa razı ol; buyruklarını canla – gönülle dinle,

Yüzüne vursalar bile başını çevirme; çünkü huyun, onların cefasıyla iyileşir,

Bunun ne sınırı vardır, ne sonu; sen, benim gibi dervişlere kul ol,

Onların kulu oldun mu, ne tehlikeye düşersin, ne ziyan görürsün,

Boyuna başın yücelir; herkes kuzgunken sen, alıcı doğan kesilirsin,

Amıca, iyiyi, kötüyü, anlatmayı bırak; içinden o soluk baş çekti de belirdi mi,

Soluksuz, harfsiz, sessiz söz söyle; bırak gemiyi, gir denize,

 

7970, Hiç balık, gemide karâr eder mi; yahut kendini tutar da bir tepeye atar mı9

Deniz yaratıkları, denizde dolaşırlar; boyuna, denizde her yana gider – dururlar,

Denizden başka yer, şeker bile olsa, onlarca zehirden beterdir,

Onların ekmekleri de sudur, yemekleri de; bayrakları da sudur, saltanatları, orduları da,

Hak’tan bahsetmek de Hakk’a perdedir; perdesiz yol alıp giden,

Tensiz, cansız Allah yolunu aşan, kolsuz – kanatsız gökte uçan da nâdirdir,

Gam neş’e, bu dünyânın sonucudur; zıddan kurtuluş, âhirette olur,

Bu   zıt,   eşit   oluş,   yokluk   âlemindedir,   dünyâdadır;   tam   birlik,   ahret yurdundadır,

İyi – kötü, cisimlerin vasıflarıdır; bu ikisinden geçmeyen, hamdır,

Aşağı – yukarı gitmeye kalkışma, böyle bir yolda bilen can için bu çeşit hareket, yolsuzluktur,

 

7980, Orda küfrü, İslâmı arama; çünkü oraya ben – biz sığmaz,

Suret, şekil, renk, koku, bu yandadır; yoksa yönsüzlük – yöresizlik âleminde ne ön vardır, ne ard,

Sevgiliye bedenle değil, canla git; Hak’tan başkasını Hakk’m ardına at,

CLIX

«O, nerde olursanız olun, sizinledir», «Biz ona, şah damarından da yakınız», «Nefislerinizde, sizde, görmez misiniz» âyetlerinin tefsîri ve «Kendini bilen, Rabbini bilir», «Ariflerin gönülleri Allah hazineleridir» sözlerinin şerhleri,

Onu arıyorsan, gönlünde ara; ne diye-şaşkınca her yana koşup durmadasın?

Onun lütuf suyu,  seni temizlemek için  senin toprak bedeninden kaynayıp coşar,

Kendinde ara onu, çünkü o, senden belirmektedir: hatta o, seni aramaktadır,

O sendedir, başka yerde arama; gözünü aç, bir iyice bak kendine,

Süt ırmağı sende akmakta; sense kimi bundan süt aramadasın, kimi ondan,

Küpün, denize bitişmiş; niceye bir her ırmaktan su arayacaksın?

Ekmek sepetini başına koymuş da her yandan bir lokmacık ekmek istiyorsun,

 

7990, Eşek değilsen kendi başına dön; başın dönmemişse, sersem değilsen kendi çevrende çizgin,

Gizli – açık, ilâhî, bana görün diye yalvarıp durmadasın;

Oysa a bilgisiz, bil ki ben senden asla ayrı değilim diye sana cevap vermede;

Diyor ki: Senden bir soluk ayrılsam, o solukta bedenin, nasıl diri kalırdı;

Soluktan soluğa benimle ağlayıp inlemedesin: bilgisiz değilsen, gözünü aç da bak;

Senin boyuna iş gören benim ne diye uyuyorsun, neden uyanmıyorsun:

Avucumda zar gibisin; benimle oturmadasın, benimle kalkmadasın,

Sırrın da benden, nâzın, niyazın da benden; hareket, bedenden görünür ama candandır:

Gece – gündüz seninleyim ama görmüyorsun; kimi sevinçlisin benimle, kimi gamlı;

Kimi benim yüzümden küfre dalarsın, kimi îmâna; kimi sevgi kesilirsin, kimi kin,

 


ETİKETLER: