HAYATIN NÛRU VE TAHÛRÂ

A+
A-

HAYATIN NÛRU VE TAHÛRÂ

“Kalbini eyle havâtırdan tahûr, ilhâma düş
Su gibi bî-renk olup durma dökül her câma düş.”

Osman Şems Ef.

Bu defa Osman Şems Efendi’nin bir beyti ile yola çıkalım dedik. (iraden dışında) gönlüne gelen her olur olmaz düşüncelerden temizlenip kalbini Allah’ın verdiği ilhamlarla doldur.” demektedir Osman Şems Efendi.  Benzer bir düşünceyi Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri de

Tulû ederdi envâr-ı mahabbet
Havâtırdan derûnu olsa hâlî

mısralarıyla “Eğer içini (gönlünü) mâsivâdan temizleseydin (sende) muhabbet nurları doğardı.” şeklinde terennüm eder.

Beyitte vurgu yapılan şey ilahî kaynaklı varidatlar, ihamlar ve o ilhamların gönlü temizleyici olması. Temizlik “tahûr” kelimesi ile ifade edilmiş. Kelimenin anlamı “çok temiz, tertemiz” manasındadır. Bu kelime eskiden çeşmelerin üstüne de yazılırdı. İnsan (Dehr) Suresinin 21. Ayetinden alınmıştır: “Şarâben tahûrâ: Tertemiz içecek” demektir. Tertemiz, ‘hem kendisi temiz; hem de temizleyicilik özelliğine sahip’ demektir.

Sekiz yüz yıldır hayatın hüküm sürdüğü, medeniyetin eriştiği tüm coğrafyayı feyziyle aydınlatan Hz. Mevlânâ ve onun yolu ‘Tertemiz içecek’ olarak insanlara sunulmuştur. Bu yolun yolcularında olan Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin son kitabının ismi de “Tahûrâ” irade edilmiş. Bu yazıyı da Hayat Nur Hanımefendi’nin yeni kitabına ve kendilerine ayıralım arzu ettik.

Eser, Mayıs 2021’de Sufi Kitap’tan çıkmış. 21 X 13 c.m. ebatlarında ve 352 sayfa.

Ehl-i tasavvuf bir ailede yetişen Hayat Nur Hanım’ın yolu, zamanla Mesnevîhan Ser-tarik Şefik Can Dedeefendi ile kesişir. Artık O bir Mevlevî bendegânıdır. Tahûrâ için ‘temizdir ve temizleyicidir’ demiştik. Tasavvuf da İslam’ın zarif yüzü olup kendisi temizdir ve insan ahlakını temizleyicidir. Bu güzel duygu ve düşüncelerini çeşitli mahfillerde dile getiren H. Nur Hanım, röportaj ve mülakatlarını bu eserle kitaplaştırır.

Kitap, Hz. Mevlânâ’nın Muhterem valideleri Mümine Hatundan başlayarak bu yoldaki tüm hanımlara ve kendi muhterem annelerine ithaf eder.

Yazar, Önsöz’de “çeşitli tasavvufi görüşlerin yanı sıra, Hz. Mevlânâ, Mevlevîlik, Mesnevî-i Şerfif, Şefik Can Dede, İslâm’da Kadın gibi birçok konu”ya temas ettiğini belirtir.

On dört bölümden oluşan eserin ilk iki bölümünde kendi seyr ü sülûkları ve Mesnevî-i Şerîfi hal edinen Şefik Can Defeefendi anlatılmakta.

Yazara göre bir sufinin prensipleri şöyle sıralanır:

“ ….. sufizmde anahtar nitelikte en önemli üç temel prensip vardır: “Teslimiyet, Sadakat, Hizmet.” Çünkü bir insanda hocasına karşı teslimiyet ve sadakat olmazsa, manevî olarak tekâmül etmesi asla beklenemez. Bu hasletlere sahip olmayan insanda ise, bir sufide mutlak olması hizmet duygusu dolayısıyla da AŞK asla tecelli etmez. Hizmet duygusu ve Aşk’ın hakim olmadığı beden ise çorak bir toprak gibidir. Çölden farksızdır.”[1]

“ ….. bir insanın sosyal ve toplumsal barışa katkısı olması, etrafına sevgi ve huzur verebilmesi için, önce kendi içinde barışa, sevgiye ve huzura ulaşmış olması gerekir.”[2]

Rol modellerinden bahsederken “….. ilk rol modelim rahmetli annemdir.” “Çocukluk yıllarımdan sonra ise mânevî evladı olmaktan şeref duyduğum mürşidim Şefik Can Dedemdir.” “Şefik Can Dedemizin yüksek şahsiyetinden aldığımız terbiye ile diğer en büyük örneğimiz, Hz. Pir Efendimiz Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Hazretleri ve Yüce Peygamberimizdir.”[3] der.

Muakkiplerinden de beklediklerini

“Başta insan olmak üzere, evrendeki tüm varlığa hizmet etmeyi Hakk’a hizmet bilen, sevgi, şefkat, merhamet, edeb, terbiye sahibi, maddi, manevi özgür ruhlu, derin düşünceli, toplumsal barışı, sevgiyi, saygıyı temsil eden, bakmadan gören, konuşmadan anlayan, harfsiz sözsüz duyan, yüksek ahlak sahibi şahsiyetler olmaları en büyük arzumuzdur.”[4]

sözleriyle dile getirir.

Hanımların sûfî önderliği konusunda haklı olarak bazı durumları dile getirir ve “….. insanlar hakikati görmek, gerçeği idrak etme yerine, yüce İslâm dinine gelenek ve kültür çerçevesinde bakmayı tercih ediyorlar.”[5] der. Sözlerine ayetlerle devam eden Artıran, “Kadını mânevî tekâmülde eksik ve yetersiz görmek, Cenab-ı Allah’ın yaratma gücünü, insanın hakikatini ve gerçek değerini bilmemektir.”[6] diyerek düşüncesini açıklar.

Şefik Can Dede merhumu “Muhammedî ahlakı hâl edinmiş, Hz. Mevlânâ hayranı, tevazu ve mahviyet sahibi, nev-i şahsına münhasır, âlim, kâmil, fâzıl bir Hakk âşığı. Yaşadığı devrin çok kıymetli bir mutasavvıfı. Bir asırlık ömrünü İslâmiyet’e, Hz. Mevlânâ’ya ve eserlerine adamış yüce bir şahsiyet.”[7] diye tanıtır. Onun güzel ahlakından, günlük yaşayışından örnekler verir.

Hakk yolunda, insanlara faydalı olmak için kurmuş oldukları vakıftan bahsettikten sonra cevap bekleyen birçok soruya cevap veren Muhterem Hanımefendi, Mevleviliği

“Hz. Mevlânâ’nın ilâhî aşkından feyz alan âşıkların, aşk ile yürüdüğü muhabbet yoludur. İslamiyet’i en zarif, en naif, en hassas bir şekilde yaşamaktır. Sonraki aşamalarda ise bize getireceği sorumluluk ahde vefadır. Mânevî ve insânî sorumluluklarımıza azami dikkat ve hassasiyet göstermektir. Bunu başarabildiğimiz takdirde; teslimiyet, sadakat, hizmet, edep, erkan, nezaket, nezahet kendiliğinden tecelli edecektir. Tüm bunlara ihlas-ı amel ile Muhammedî ahlâka sahip olmak, yürüdüğümüz yolu aşk ile yürüyebilmek diyebiliriz.”[8]

şeklinde tanımlar.

Mevlevîliğin kaynağını belirtirken Hz. Mevlânâ’nın meşhur rubaisinden bahsederek

“Ben, Kur’an’ın kulu kölesi, Hz. Muhammed’in bastığı yerin toprağıyım” sözünü hatırlatır. Mevlevîlik Kur’an’a ve sünnete dayanmaktadır. “Daldaki meyvenin cazibesi, güzelliği; toprak altında gizli olan kökten meydana gelir.” der.

Mevleviliğin bugünkü durumu ve geleceği hakkında da, temel düşüncesini Kur’an ve Resûlullah’ın üstüne kuran bir müessesenin ortadan kalkmasının mümkün olmadığını, zaman ve zemine göre kendini yenileyerek devam edeceğini, varlığını koruyacağını beyan ederek “Tarikatlardaki eğitim sistemleri, usûl, adap, gelenek, görenekler “din” yerine konulmaz. Çünkü bunlar “amaç” değil, hakikate vâsıl olmak için çeşitli “araç”lardır.”[9] “Dün dünde kaldı cancığazım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.” diyerek feryat eden bir Hz. Mevlânâ’dan ve onun âşıklar yolundan bahsediyoruz.”[10] diye düşüncelerini belirtir.

Eserin diğer bölümleri ise şu başlıkları taşımaktadır:

* Doğu ve Batı Sufizmi: İslâm Dünyasına İçeriden ve Eleştirel Bir Bakış

* Mecâzî Aşktan İlâhî Aşka Geçiş Süreci: İlâhî Aşka Ulaşma Yolları

* Sevgi: Sevginin ve İnsanlara Yardım Etmenin Bir Sınırı Var mıdır?

* Merhamet, Affetmek ve bağışlamak: Allah Ahlakı ile Ahlaklanma.

* Bireysel ve Toplumsal Barışa Ulaşmanın Yolları: Peygamberlerin Yolu ve İyiliği Emretme

* Tasavvufî Açıdan İnsan ve İmtihan Dünyası.

* Ramazan Ayı ve Oruç.

* İnsanların Tasavvufî Öğretilerle Tedavi olması ve Şifa Bulabilmesi.

* Kur’an-ı Kerîm Âyetleriyle Korunan ve Şerefli Kılınan Kadın: Er Kişi Olmanın Sırları.

* Küresel, Sosyal ve Ekonomik Krizde İnsan Faktörü.

Son söz olarak tasavvuf hayatımıza böyle bir eserle katkıda bulundukları için H. Nur Artıran Hanımefendi’ye ve Sufi Kitap’a teşekkürler.

Müştak Baba ne güzel buyurmuş:

“Nice erler var ki avretten beter
Sûretâ erdir velâkin bî-hüner
Nice avret var ki zikrullah ile
Vâdi-i aşk içre olmış şîr-i ner”

“Nice erkekler var ki kadından beterdir, görünüşte yiğittir ama bir hüneri yoktur. Nice kadın da vardır ki Allah’ı anarak ve onun istediği manada yaşayarak aşk vadisinde bir erkek aslan gibidir.”

Bu vadide at koşturan kadın olsun, erkek olsun erlik makamına ulaşanlara selam olsun.

 

[1] H. Nur Artıran, Tahûrâ, Sufi Kitap, İstanbul, Mayıs 2021, s. 42.

[2] A.g.e., s. 43.

[3] A.g.e., s. 43.

[4] A.g.e., s. 44.

[5] A.g.e., s. 45.

[6] A.g.e., s. 45.

[7] A.g.e., s. 49.

[8] A.g.e., s. 87.

[9] A.g.e., s. 99

[10] A.g.e., s. 100.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.