MAKAM ÇELEBİLERİ – 14) Ebûbekir Çelebi

A+
A-

Betül SAYLAN*

MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI VE MAKAM ÇELEBİLERİ

14) Ebûbekir Çelebi (d. 964 h./1566 m. – ö. 1052 h./1642 m.)*

Ferruh Çelebi’nin beşinci oğlu olan Ebûbekir Çelebi, 964 h./1566 m. târihinde dünyâya gelmiştir.439 Ebûbekir Çelebi, 30 yaşına geldiğinde, 995 h./1586 m. târihinde, babası Ferruh Çelebi’nin vazîfesinden azledilmesiyle babasına refâkat ederek İstanbul’a gitmiştir. Burada, zamânın pâdişahı tarafından kendisinde devlet vazîfesi tevcîh edildiğini kaynaklar kaydetmektedir.440 Babası Ferruh Çelebi’nin vefâtı olan 1010 h./1601 m. târihine kadar, İstanbul’da ikāmet ederek, babasına refâkat eden ve devlet vazîfesine devam eden Ebûbekir Çelebi, babasının vefâtının akabinde Konya’ya avdet etmiş, ağabeyi I. Bostan Çelebi’nin mürîdânı arasına katılmış ve Dergâh’ın birçok meselelerinde Bostan Çelebi’ye yardımcı olmuştur. 441 Ağabeyi I. Bostan Çelebi’nin 1040 h./1630 m. târihinde vefâtıyla boşalan çelebilik makāmına geçmiştir.442

Sefîne, Ebûbekir Çelebi’nin Kadızâde meselesine443 kadar, Konya civârında mânevî nüfûzunun sağlam olduğunu, Ebûbekir Çelebi’nin kimsesizlerin hâmîsi, mevlevîlerin imâmı bulunduğunu ve Çelebi’nin himâyesinde bulunanların maddeten ve mânen     müreffeh olduklarını nakletmektedir.444

Ebûbekir Çelebi’nin zamân-ı meşîhati hakkında kaynaklardaki en önemli mâlûmat, pâdişah IV. Murâd’ın (ö. 1049 h./1640 m.) Revan Seferi (1635 m.) esnâsında vukū bulan hâdisedir. Mevlevî kaynaklarının naklettiklerine göre pâdişah IV. Murâd Revan Seferi’ne çıkarken 1635’te Konya’ya gelmiştir. Konya’da bulunduğu esnâda Kadızâde Mehmed Efendi445 (ö. 1045 h./1635 m.) ile tebdîl-i kıyâfet edip, Mevlânâ Dergâhı’na gelmişler ve çizmeleriyle Türbe’ye girmek istemişlerdir. O sırada türbedâr olan Dervîş Muhammed ismindeki zât, kendilerine ziyâret âdâbından bahsederek, çizmeleriyle Türbe’ye girmelerine mâni olmuştur. Bu îkaz karşısında canı sıkılan pâdişah, türbedârın îkāzına teşekkür etmek bahânesiyle elini sıkmak ister ve bütün gücüyle türbedârın elini sıkar. Ancak, türbedâr pâdişahın niyetini anlamıştır ve kendinden beklenmeyecek bir güçle pâdişahtan önce davranır ve pehlivan yapılı olarak bilinen pâdişahın elini neredeyse kıracakmış gibi sıkar.

Ziyâret esnâsında meydana gelen bir diğer mesele de, Kadızâde Mehmed Efendi’nin, pâdişaha Hz. Mevlânâ ile ilgili olarak söyledikleridir. Kadızâde, pâdişaha; “Mevlânâ Celâleddîn gerçek bir velî ise cesedi çürümemiştir. Şâyet cesedi çürümüş ise o bir velî değildir. Türbesinin ve dergâhının bulunduğu yeri yıkmak, yerine de bir medrese inşâ etmek daha evlâdır” demiştir. Bunun üzerine IV. Murâd, Hz. Mevlânâ’nın cesedinin çürüyüp çürümediğini görebilmek için elindeki inci tesbihini Hz. Mevlânâ’nın sandukası kenarından aşağı düşürür. Ve tesbihi almak bahânesiyle, Hz. Mevlânâ’nın naaşının bulunduğu bölmenin açılmasını ister. Ancak, Ebûbekir Çelebi “Bu husûs   bizlere   teklîf-i   mâ-lâ-yutâkdır”   buyurarak,   bunun   mümkün   olmadığını   anlatmaya   çalışır.

Pâdişahın ısrarlı tavrı karşısında Dergâh zâbitânı bir araya toplanır ve aynı teklif onlara yapılır. Dergâh zâbitânı da aynı şekilde bunun mümkün olmadığını îzâh etmeye çalışır. Fakat, pâdişah son derece hiddetlenerek, Hz. Mevlânâ’nın sandukasına saldırmak için bir hamle yapar. Fakat henüz parmağını kımıldatamadan pâdişahın başına ve yüzüne isâbet edecek şekilde Kubbe-i Hadrâ’dan toz, toprak ve taş parçaları düşmeye başlar. Daha sonra, tesbihi çıkarmak için, Hz. Mevlânâ evlâdından bir çocuğun mezara indirilebileceğine karar verirler. Çocuk, mezara girer, tesbihi çıkarır. Yukarı çıktığında ise, Hz. Mevlânâ’nın naaşının keyfiyetinden suâl etmek isterler, fakat çocuğun mezardan çıktıktan sonra dilinin tutulduğunu şaşkınlıkla görürler. Esâsen, Hz. Mevlânâ evlâdından o çocuğun üç gün içerisinde vefat ettiği rivâyet edilmektedir. Bu durum pâdişahın kulağına geldiğinde ise pâdişah Kadızâde’ye olan kızgınlığını dile getirmiştir. Mustafa Sâkıb Dede, IV. Murâd’ın bu hadîseden son derece pişman olduğunu446 ve Kadızâde Mehmed Efendi’nin yerine Hocazâde Ilgınî’yi tâyin ettiğini de nakletmektedir. Mesele Ebûbekir Çelebi’nin İstanbul’a gönderilmesi ve Kadızâde’nin de sar’a hastalığına yakalanması ile netîcelenmiştir. 1046 h./1637 m. târihinde azledilerek İstanbul’da Yenikapı Mevlevîhânesi’ne mihmân olan Ebûbekir Çelebi burada 4 sene kadar bulunmuştur.447 Doğānî Ahmed Dede’den sonra postnişîn olan Sabûhî Ahmed Dede zamân-ı meşîhatinde, 1052 h./1642 m. târihinde vefat etmiş, Sabûhî Ahmed Dede’nin elleriyle defnettiği Çelebi Efendi için;

Dünyâda seyr edib hele encâm-ı düşmeni
Ukbâya kalmadı hele hayf u gezendimiz
Meydan-gîr-i keyfer olub cedd-i pâkine
Yüz akı ile gitdi Ebûbekir Efendimiz

kıt’asını inşâd etmiştir. Kadızâde ise, yakalandığı hastalıktan kurtulmak için Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Doğānî Ahmed Dede’den (ö. 1040 h./1631 m.) şifâ niyâz etmiş; Dede ise, “Onların şifâsı ve hayâtı tez vefat etmedir; zîrâ onlar huzûr-ı Mevlânâ’da zahm-dâr oldular, necât yoktur” buyurarak bu talebi reddetmiştir.448

Bu mesele, Naîmâ gibi târihçilerin eserlerinde de yer bulmuştur. Ancak, târih kaynaklarında nakledilen bilgiler Mevlevî kaynaklarından farklılık arzetmektedir. Târih kaynaklarına göre, Sultan IV. Murâd Revan Seferi’ne çıktığında Konya’ya uğramış; Ebûbekir Çelebi’yi ziyâret emiş ve ihsanlarda bulunmuştur. Bu ihsanlar arasında, Konya havâlisinde yaşayan hıristiyanların cizyelerinin mevlevihâneye vakfedilmesi de bulunmaktadır. Esâsen Konya civârında büyük bir nüfûz sâhibi de olan Ebûbekir Çelebi’den halk yaşadıkları iktisâdî sıkıntılar sebebiyle bâzı mesûliyetlerinin kaldırılmasını pâdişaha iletmesini ricâ etmişlerdir. Ancak bu ricâyı pâdişaha iletmeyen Ebûbekir Çelebi’ye halk içten içe kinlenmektedir. Bu durum pâdişahın kulağına gitmiş ve bu meselenin açığa kavuşması için Çelebi ile görüşmek istemiştir. Ayrıca kendisine verilen ihsanların da Çelebi’nin kendi şahsî servetine dâhil edildiği zehâbına da kapılan pâdişah, Çelebi’nin katlini emretmiş, araya hatırlı kişilerin girmesiyle de bu cezâ İstanbul’da  sürgüne  tebdîl  edilmiştir.449 Târih kaynakları, Ebûbekir Çelebi’nin Bayram Paşa’nın sarayına yerleştiğinden bahsediyor ve İstanbul’a gelişlerinin birkaç gün akabinde Çelebi’nin vefâtından bahsediyorsa da, mevlevî kaynakları Ebûbekir Çelebi İstanbul’da Yenikapı Mevlevîhânesi’nde 4 sene ikāmet etmiş, 1052 h./1642 m. târihinde vefat ederek, Sabûhî Ahmed Dede tarafından Kemâl Ahmed Dede’nin yanına defnedilmiştir.450 Babası Ferruh Çelebi ve kendi zamân-ı meşîhatlerinde yaşadıkları bu sıkıntı ve üzüntüler sebebiyle Mustafa Sâkıb Dede Ebûbekir Çelebi’yi “Ebû   Kerb”  (üzüntü  babası) olarak nitelemektedir.451

Ebûbekir Çelebi’nin azledilmesinden sonra, postnişînlik vazîfesinin Konya’da bulunan sâir çelebilere teklif edildiği ancak çelebilerin; “Çelebi Ebû Bekir hakîkat sultanlarının halîfesidir, pâdişahın azletmesiyle azlolmaz. Ama ona kırgınlığımızdan dolayı uzak duruyoruz” diyerek vazîfeyi kabul etmedikleri rivâyet edilmektedir. 452 Bunun üzerine pâdişahın fermânıyla Karahisar çelebilerinden Veled Çelebi oğlu III. Muhammed Ârif Çelebi (ö. 1052 h./1642 m.) postnişîn tâyin edilmiştir.453

Ebûbekir Çelebi’nin 1017 h./1608 m. târihinde dünyâya gelen Abdurrahman Çelebi (ö.1071 h./1660 m.) isminde bir oğlu bulunmaktadır.454


439 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 268; Târîhçe-i Aktâb, Ebûbekir Çelebi’nin doğum târihini şu mısrâlar ile kaydeder;

Birâder-i Ferrûh’a Bû Bekr Efendî
Tokuz yüz ile altmış beşde geldi
(Târîhçe-i Aktâb, s. 8)

440 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 276

441 I. Bostan Çelebi’nin meşîhati zamânında, Ebûbekir Çelebi’nin ismi Bostan Çelebi ile zikredilmektedir. Mevlevîhânelerin bâzı meselelerinin halli için Ebûbekir Çelebi’nin 1037 h./1627 m. târihinde İstanbul’a gelerek Şeyhülislâm Yahyâ Efendi ile istişârede bulunması ve Sahîh Ahmed Dede’nin Ebûbekir Çelebi’den bahsederken kullandığı “Cemî’ umûr-ı husûsu, çelebiler ve fukarâ ve dervişân Çelebi Ebûbekir Efendi re’yine tefvîz ve emrine merbût olunduğundan” ifâdesi, mevlevîhânelere postnişîn tâyini esnâsında Ebûbekir Çelebi’nin “re’yi”ne başvurulduğunun vurgulanması, Ebûbekir Çelebi’nin ağabeyi I. Bostan Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinde söz sâhibi olduğunu isbât etmektedir. (Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 286, 287, 288, 298)

442 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 299

443 IV. Murad zamânında patlak veren Kadızâde Meselesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Çavuşoğlu, Semiramis, “Kadızâdeliler”, DİA, c. XXIV, s. 100-102; Yılmaz, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 431-433; 449-451

444 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., s. 165

445 Sefîne, Kadızâde Mehmed Efendi ile IV. Murâd’ın yakınlıklarını bir rüyâ tâbirine bağlar. Kadızâde Mehmed Efendi’nin pâdişah IV. Murâd zamân-ı saltanatında Molla Gürânî Câmii’nde vazîfe yapan ve şöhret sâhibi olmayan biri olduğunu kaydeden Mustafa Sâkıb Dede, pâdişahın gördüğü bir rüyâyı tâbir etmeye tâlip olmasıyla şöhret kazandığından bahseder. Pâdişah, bedeninin yarısının siyah renk olduğu bir rüyâ görmüştür. Ve bu rüyâyı tâbir ettirmek istemektedir. Rüyâ tâbiri yapabilecek kimseler seferber olurlar. Kadızâde Mehmed Efendi de, Molla Gürânî Câmii civârını mesken tutmuş Dervîş Hasan ismindeki bir dervişle bu rüyâyı paylaşır. Derviş; “Ka’be-i Mükerreme’ye seyl vârid olup, Harem’de nısf mertebesini harâb etmiştir. Karîben haberi gelir” diye rüyâ yorumlar. Kadızâde de bu tâbiri pâdişaha ulaştırır. Bir hafta geçmeden de rüyânın tâbiri çıkar ve Kâbe’de büyük bir sel olduğu haberi gelir. Esâsen IV. Murâd da, zamân-ı saltanatında şiddetli yağmurlar netîcesinde Mescid-i Harâm’ı basan suların tahrip ettiği Kâbe’yi Kadı Mehmed Efendi ve Mîmar Rıdvan Ağa vâsıtasıyla esaslı bir sûrette tâmir ettirmiş ve pâdişahın adı Beytullâh’ın tâkı üzerine yazılmıştır. Bu rüyâ tâbiri sebebiyle Kadızâde Mehmed Efendi’nin şöhret kazandığını Sâkıb Dede rivâyet etmektedir. Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 165; Yılmazer, Ziyâ, “IV. Murâd, DİA, c. XXXI, s. 183

446 Sefîne’de, Sultan IV. Murâd’ın Çelebi’den özür dilediği ve kendisinden sonra postnişîn olan III. Muhammed Ârif Çelebi’nin vefâtıyla boşalan çelebilik makāmına isterse avdet edebileceğini söylediği, ancak Çelebi’nin bunu kabul etmediği rivâyet edilmektedir. Hattâ Sultan IV. Murâd’ın, Ebûbekir Çelebi’nin gönül kırıklığı sebebiyle, Bağdat Seferi dönüşünde “şîr-pençe” adı verilen kan çıbanına mübtelâ olduğu ve doktorların pâdişahın hayâtından ümidlerini keserek “tabîbân-ı ilâhî”ye mürâcaat etmelerini salık verdiklerini ve pâdişahın sıhhat ve âfiyetine kavuştuğu rivâyet edilir.

Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 167; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 306; Mehmed Ziyâ, “Selâtîn-i izâm-ı Osmâniyye muhibb ve müntesib-i tarîk-i Mevleviyye’dir”, Cerîde-i Sûfiyye, Teşrîn-i evvel 1329/29 Zilka’de 133

447 Ebûbekir Çelebi’nin azl ve sürgün târihini kaynaklar 1046 h./1637 m. olarak vermektedirler. Sultan IV. Murâd’ın Revan Seferi ise 1044 h./1635 m. târihine rastlamaktadır. Buradan yola çıkarak ve bâzı kaynakların verdiği bilgilere istinâden Sultan IV. Murâd’ın Revan Seferi dönüşünde ya da başka bir sefer esnâsında yine Konya’yı ziyâret ettiğini, azl ve sürgün hâdisesinin de bu ziyâret esnâsında vukū bulduğunu söylemek mümkündür.
Top, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, s. 246

448 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 166-169; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 303, 307; Târîhçe-i Aktâb müellifi Ahmed Remzi Dede ise bu meseleyi eserinde şu mısrâlarla ifâde etmiştir:

Murâd-ı Râbi’ etdi azm-i Bağdâd
Ederdi Kadızâde fikrin ifsâd

Gelince Konya’ya ordû-yı Sultan
Ziyâret kasdın etdi şâh-ı devrân

Fakat teklîf-i keşf-i merkad-ı Pîr
Ser-â-ser ehl-i hâli etdi dil-gîr

Cesâret etmedi kimse bu emre
Gazâb gösterdi Sultan Şeyh Bekr’e

Olup iclâ Stânbul’a nihâyet
Âna bin yigirmi beşdir sâl-i rıhlet
Târîhçe-i Aktâb, s. 8-9

449 Ebûbekir Çelebi’nin dikkat çeken ve çeşitli dedikodulara sebebiyet veren şahsî servetinin kaynağı uzak-yakın kimseler tarafından suâl edildiğinde, Ebûbekir Çelebi’nin, şu kıt’a ile kendilerine cevap verdiği Sefîne’de yer almaktadır:
از ریاست پا كشيدم سر به پایت كرده ام
نه از كياست بل زیارئ هدایت كرده ام
بو كه یابد چشم جان از خاك پایت روشنا
هر چه مي كردم به اميد عنایت كرده ام

[Önderlikten elimi-eteğimi çektim, başımı senin ayağına koydum. Bunu pâdişahlık için değil de, hidâyet
“ziyâre”si için yaptım. Bu senin ayağının toprağından, can gözüm aydınlık bulmuş olur. Her ne yaptıysam,
inâyet ümîdiyle yaptım]

(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 164)

450 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 167; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 307; Naîmâ, Târih, c. III, s. 338-340

451 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 168

452 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 167; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 303

453 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 303

454 Sabûhî Ahmed Dede’nin taht-ı terbiyesinde yetişmiş olan Abdurrahman Çelebi daha sonra, babası Ebûbekir Çelebi’den sonra postnişîn olan III. Muhammed Ârif Çelebi’nin kızlarından Âişe Hanım ile oğlu Abdülhalim Çelebi’yi evlendirmiş, Abdülhalim Çelebi de Pîr Hüseyin Çelebi’den sonra postnişîn olarak vazîfe yapmıştır.
(Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 293, 306, 314)

 

ETİKETLER:
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.