MAKAM ÇELEBİLERİ – 10) Cemâleddin Çelebi

A+
A-

Betül SAYLAN*

MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI VE MAKAM ÇELEBİLERİ

10) Cemâleddin Çelebi (d. 842 h./1438 m. – ö. 915 h./1509 m.)*

Pîr Âdil Çelebi’nin halîfesi olan Cemâleddin Çelebi, II. Muhammed Ârif Çelebi’nin (ö. 824 h./1424 m.), oğlu V. Emîr Âdil Çelebi’den (ö. 860 h./1455 m.) dünyâya gelen torunudur. 842 h./1438 m. târihinde dünyâya gelmiştir.350

Pîr Âdil Çelebi’nin henüz hayâttayken, 861 h./1457 m. çelebilik makāmını kendisine terk etmesiyle posta oturmuştur.351

Birçok kaynakta, postta bulunduğu dönemde, Sultan II. Murâd’ın (ö. 855 h./1451 m.) da Osmanlı tahtında bulunduğu ve münâsebetlerinin samîmî boyutlarda olduğu; Sultan II. Murad’ın düzenlediği birçok başarılı seferde Çelebi’nin mânevî yardımıyla zafere ulaştığı rivâyet edilir. Hattâ, Sultan II. Murad’ın Edirne’de Tatar Ordusu’yla yaptığı savaşta, Çelebi’nin mânevî yardımı netîcesinde Edirne Mevlevîhânesi inşâ edilmiştir.352 Sultan II. Murâd, Cemâledin Çelebi için medhiyeler kaleme almıştır;

Cemâlüddîn edip ihyâ celâlü’l-mille erkânın
Zamân-âsâ zemîni eyledi çün Mevlevîhâne
N’ola devrinde olsa münkirân hâl-i ser-gerdân
Ki verdi hâlet-i nev-pertevi bu köhne eyvâne

Ve;

Cemâlüddîn edip bu şeş-cihâtı rûşen-i vahdet
Semâ’-ı bâ-safâ verdi letâfet çâr-erkâna

Aceb mi olsa âlem cilve-gâh-ı sırr-ı Mevlânâ
Ki oldu enfüs ü âfâk yek-ser mevlevîhâne
Ve;

Cemâlüddîn olup âyîne-i dünyâya aks-efken
Mahabbet hâlet-efken oldu cân-ı bende vü hâne

Zamânıdır olursa ber-tarâf gerd-i keder zîrâ
Safâ-bahş-ı sipihr oldu zemîn-i mevlevîhâne353

Bu noktada bizim ilâve etmek istediğimiz mesele şudur ki; başta Sefîne olmak üzere, bu bilgiyi ihtivâ eden birçok kaynak, II. Murâd’ın pâdişahlığı zamânında (1421-1444, 1446-1451) samîmî münâsebeti olan Edirne Mevlevîhânesi şeyhi Cemâleddin (Pürcemâl) Çelebi (ö. 853 h./1449 m.) ile makam çelebisi Cemâleddin Çelebi’yi karıştırmaktadırlar.354 Çünkü, hem II. Murâd’ın vefat târihinde çelebilik makāmında Pîr Âdil Çelebi bulunmaktadır; hem de Edirne Mevlevîhânesi II. Murâd zamânında inşâ edilmiştir (Sahîh Ahmed Dede’ye göre 842 h./1438 m. ya da 839 h./1435-36 m.). İlk postnişîni ise, ilerde bahsi geçecek olan Sultan Veled’in oğullarından Şemseddin Âbid Çelebi (ö. 739 h./1338 m.) oğlu Selâhaddin Emîr Zâhid Çelebi oğlu (ö. 737 h./1336 m.) Emîr Âdil Küçük’ün (ö. 829 h./1425 m.) oğlu olan Celâleddin (Pürkemâl) Çelebi’dir (ö. 843 h./1440 m.). 355 Celâleddin (Pürkemâl) Çelebi’nin vefâtının ardından kardeşi Cemâleddin (Pürcemâl) Çelebi postnişîn olmuş ve Edirne Mevlevîhânesi’nin 9 sene boyunca postnişînliğini ifâ etmiştir.356

Bütün postnişînlerin vazîfeleri esnâsında karşılaştıkları meselelerden olan tasavvuf düşmanlığı ve Mevlevîliğe muârız dedikodular Cemâleddin Çelebi zamân-ı meşîhatinde de baş göstermiş ve Çelebi’nin özellikle yumuşak başlı tavrı basîretsizliğine hamledilmek istenmiştir. Bu dedikodular kulağına geldiğinde ise Cemâleddin Çelebi; “Hakîkat meydanının erlerinin güzelliği ve azameti birbirinden bağımsız değildir. Kılıç ve su gibi bâzen azamet rûhundan cemâl ve bâzen de onun aksini gösterirler. Nazar karşıda durandadır, bakanda değil. Güneş baştan ayağa her şeye ve herkese ışık saçar. Lâkin ondan hoş renkli gülün ve gübrenin nasîbi farklıdır” buyurmuş ve Cemâleddin Çelebi zamânında da Mevlevîliğe teveccüh edenlerin ardı arkası kesilmeyerek geniş bir muhabbet halkası meydana gelmiştir.357

Sefîne’de diğer çelebilerde olduğu gibi Cemâleddin Çelebi’nin de en çok zikredilen husûsiyeti cömertliğidir. Hânesinin neredeyse Halil İbrâhim Peygamber’in evinin bir eşi olduğu; Çelebi’nin de Lokman Peygamber misâli dertlilere şifâ dağıttığı, ihtiyâcı olanların ihtiyaçlarını giderdiği, birtakım soru ve sıkıntılarla zihinleri ve gönülleri karışmış olanları huzur ve rahata kavuşturduğu rivâyet edilmektedir. Hattâ bu ihsanlara teşekkür maksadıyla huzûruna gelenlerin “Eğer bu yok olmayan devletin esâsı fakr u fenâ zemîni üzerinde olmasaydı, her ha lü kârda sultanlar kıskanırdı” diyerek hayretlerini gizleyememelerine karşılık Çelebi; “Evet, varlık ve vâr olanın vergisi arasında çok açık bir fark vardır. Varlığın lûtfu sonsuz ve vâr olanın da cömertliği ise sınırlıdır. Vâr olanların kısıtlı eli tedbir sâhilini aşıp eteği kupkuru olan muhîte erişemez” buyurmuş ve hem akıllardaki soru işâretlerini gidermiş ve bu teveccühler karşısında da tavrını değiştirmemiş, aynı cömertlik ve tevâzu ile vazîfesini devam ettirmiştir.358

Hattâ cömertliğinin öyle bir hadde vardığı rivâyet edilir ki; Çelebi hânesinde misâfir edip, harçlıklarını da temin ettiği misâfirlerin hâricinde; yeri geldiğinde sırtındaki ferâce ve kıymetli kürklerini dahi ihtiyaç sâhiplerine vermiştir. Kendisinden tasadduk ederken bu kadar acele davranmasının hikmeti sual edildiğinde ise; bir secde esnâsında Hz. Ali (k.v.) ile mülâkātında Hz. Ali’nin kendisine tasaddukta acele davranmasını öğütlediğini ve büyüklerin nasîhatlerine ittibâ ettiğini ifâde etmiştir. Bu kadar cömert olmasının karşısında hayrete düşen eşraftan birtakım kimseler ise, Çelebi’yi ziyâret edip, kendisine para, erzak, giyecek gibi yardımlarda bulunmayı teklif ederek Çelebi’nin üzerindeki maddî yükü azaltmaya niyet etmişlerdir.Ancak ziyâret esnâsında Çelebi’nin hiç de yardıma muhtaç bir durumu bulunmadığını görerek hayrete düşmüşler ve Çelebi de وَفِي السَّمَآءِ رِزْقُكُمْ (Zâriyât, 51/22) [Semâda da rızkınız vardır] ve مَنْ یَتَوَكَّلْ عَلَى اللََِّّ فَهُوَ حَسْبُهُ وَمَنْ یَتَّقِ اللَََّّ یَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا وَیَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لََ ی حْتَسِبُ (Talâk, 65/2-3) [Kim Allâhu Teâlâ’ya güvenirse, O, ona yeter. Kim Allâhu Teâlâ’dan korkarsa, Allâhu Teâlâ ona bir çıkış yolu ihsân eder ve ona beklemediği yerden rızık verir] âyetlerini tilâvet ile

گفت پیغمبر كه دائم بهر پند
دو فرشته خوش منادى ميكند

كاى خدایا منفقا نرا سيردار
هردر مشانرا عوض ده صد هزار

[Peygamber şöyle dedi: Her an bir nasîhat için iki melek güzelce sesleniyorlar:“Ey Allâh’ım! Sadaka verenleri doyur, onların her bir dirhemini yüz bin dirhemle değiştir!”] kıt’asını inşâd ederek; hem bu bolluğun ve cömertliğin sebebini açıklamış; hem de teşekkür etmiştir.359

Cemâleddin Çelebi’nin, her tavrının yumuşak olması; her sözünü yerinde söylemesi; sözlerinde vesveseden, gururdan, tatsızlıktan eser olmaması; ve tavırlarının ve sözlerinin de bir bütünlük arzetmesinin hikmeti kendisinden sual edildiğinde; “Tevhîd, vahdete yol açar, kesreti uzaklaştırır. Nâzik davranış, güzel söz ve bol mükâfâtla süslenmeyi celbeder. Münâkaşa ise, dostun terkine ve açık üstünlüğe tahammülü cezp eder” buyurmuş, kendisine hayret edenlerin hayretlerini gidermiştir.360

Postnişînliği zamânında, hac ziyâretinde ısrar eden ve çelebi efendiye birtakım sû-i zan taşıyan bir fakih, ziyâret için yola çıktığında, Bâdiye civârında eşkıyâ tarafından soyulmuş. Çâresiz kalan adam ne yapacağını bilemezken, âlem-i gaybda bu durumdan haberdâr olan Çelebi, adamın çalınan parasını yerine koymuş. Bu vâkıa karşısında hayretler içerisinde kalan adam, hemen daha önceki sû-i zannından utanıp pişman olmuş ve hem de ziyâret dönüşü Çelebi’nin dervişânı arasına dâhil olmuştur. Bahsi geçen derviş, daha sonra meseleden bahsederken “Vallâhi kirâmın cemâlinde gördüğümü, Beytü’l-Harâm’da görmedim” diyerek, Allah ile berâber olmak için çok uzaklara gitmemek gerektiğine işâret etmiştir.361

50 sene postnişîn olarak vâzîfe yaptıktan sonra, oğlu Kādı Mehmed Paşa’dan (d. 860 h./1455 m. – ö. 913 h./1507 m.) olan torunu Hüsrev Çelebi’yi, “Herkese atiyedir” buyurarak 915 h./1509 m. senesinde postnişîn tâyin etmiştir. Cemâleddin Çelebi’nin dervişlere bu beyânatta bulunmasının   akabinde,   Hüsrev   Çelebi’nin   hânesinde   düzenlenen   merâsim   hitâmında   ve “Cemâl” isminin tekābül ettiği 74 yaşında, vefat ettiği Sefîne’de rivâyet edilmektedir.362

Postnişînliği zamânında, Osmanlı tahtında bulunan Sultan II. Bâyezıd (ö. 918 h./1512 m.) da birçok Osmanlı pâdişahı gibi Mevlevî muhibbi olmakla bilinmektedir. Özellikle, Pîr Âdil Çelebi’nin, dedesi II. Murâd’a “Ebû’l-Feth” künyesini hâiz bir evlâda sâhip olacağını ve bu evlâdın İstanbul’un fethini gerçekleştireceğini müjdelemesi; babası Fâtih Sultan Mehmed’e de İstanbul’u fethedeceğini tebşîr etmesi gibi; Cemâleddin Çelebi’nin de Fâtih Sultan Mehmed’i “Bâyezid-i Velî”363 olarak tanınacak bir evlâda sâhip olacağını müjdelemiş olması; Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi esnâsında Pîr Âdil Çelebi’nin birtakım mânevî yardımlarının bulunduğuna dâir rivâyetlere şâhit olması da bu muhabbeti güçlendirmiştir. 364 Bu muhabbetin bir tezâhürü olarak, Sultan II. Bâyezıd, Hz. Mevlânâ Türbesi’nde büyük bir tâmirat gerçekleştirmiş365 ve sandukaları yenileyerek pûşîde olarak kullanılmak üzere çok değerli kumaşlar göndermiştir.366

Cemâleddin Çelebi zamân-ı meşîhatinde, Sultan II. Bâyezıd ile olduğu kadar, babası Fâtih Sultan Mehmed ile de iyi münâsebetler gerçekleştirmiştir. Zîrâ, Fâtih Sultan Mehmed, 872 h./1468 m. târihinde, Karamanoğulları Devleti’ne son vererek, Konya’yı Osmanlı topraklarına dâhil etmiştir. Konya’nın fethinin akabinde gerçekleştirilmek istenen birtakım sürgünlere mâni olmaya  çalışan Cemâleddin Çelebi;  sonrasında  Osmanlı  Devleti tarafından Konya’ya vâli tâyin edilen şehzâdelerle iyi münâsebetler kurarak Osmanlı Devleti’nin mevcut saygı ve muhabbetini güçlendirmiştir.367

Farsça ve Türkçe birçok şiiri bulunduğu, ancak günümüze ulaşabilmiş bir Dîvân’ı bulunmadığı kaynaklarda bildirilmektedir. 368 Kendilerinden sonra postnişîn olan Hüsrev Çelebi, Cemâleddin Çelebi’nin vefâtı ardından:

Kemâl-i dîn ü dünyâyı edip cem’
Olunca kendi(n)den her kâmı hâsıl
Çekilip ırk-ı cinsiyyetle oldu
Cemâleddîn Celâleddîn’e vâsıl

kıt’asını inşâd etmiştir.369 Kardeşi Celâleddin Çelebi ise vefâtının ardından;

Hazret-i cedd-i Celâleddîn’le
Emr-i Hak etti Cemâleddîn’i cem’
Bâtın oldu çeşm-i zâhirde velî
Naklolundu bezm-i ervâha o şem’

kıt’asını söylemiştir.370


* MEVLÂNÂ ÂİLESİ VE MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKÂMI – SEFÎNE-İ NEFÎSE-İ MEVLEVİYÂN ÖRNEĞİ – Doktora Tezi

350 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 238; Târîhçe-i Aktâb’da;

Cemâlüddîn bin Âdil Efendi
Sekiz yüz kırk bir idi dehre geldi

351 Sahîh Ahmed Dede, Cemâleddin Çelebi’nin, 865 h./1460 m. târihinde, Pîr Âdil Çelebi’nin vefâtıyla çelebilik makāmına oturduğunu aktarmaktadır. Ancak, Sefîne’de “Bu üslûb-ı mergūb üzere se-sâl, bakiyye-i ömr-i nâzenîninden behre-ver-i âsâyiş ve hadîs-i şerîf-i نفسك مطيتك فارفق بها [Nefsin bineğindir, ona yumuşak davran] mazmûn-ı münîfiyle ârâmiş-nümâ olduklarında” ifâdesiyle de Pîr Âdil Çelebi’nin vefâtından üç sene önce makāmını terk ettiği anlaşılmaktadır. Yâni, Cemâleddin Çelebi’nin, Pîr Âdil Çelebi’nin vefâtıyla değil, henüz Âdil Çelebi hayattayken ve 861 h./1457 m. târihinde posta oturduğunu söyleyebiliriz. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 138; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 246)

352 Esrâr Dede, a.g.e., s. 106

353 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e.,c. I, s. 139; Esrâr Dede, a.g.e., s. 106-107

354 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e.,c. I, s. 139

355 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e.,s. 228

356 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e.,s. 240, 243

357 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 139-140

358 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 140-141

359 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 141

360 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 141-142

361 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 142; Burada vurgulanmak istenen kaynağını tesbit edemediğimiz ancak çokça kullanılmakta olan; من اراد ان یجلس مع اللَّ فليجلس مع اهل التصوف [Kim Allâhu Teâlâ ile oturmak, beraber olmak istiyorsa tasavvuf ehli ile otursun, beraber olsun] hadîs-i şerîfidir. (Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, c. IV, s. 101

362 Mustafa SâkıbDede, a.g.e.,c. I, s. 142-143; Sahîh Ahmed Dede,a.g.e., s. 255; Târîhçe-i Aktâb’da;

Makamda ellibir yıl oldu kāim
Tokuz yüz on beş idi oldu zâim
(Târîhçe-i Aktâb, s. 7)

363 Sultan II. Bâyezıd (ö. 918 h./1518 m.), kaynaklarda “velî” ve “sofu” özellikleriyle anılan bir pâdişahtır. Cemâatle namaz kılmayı ihmâl etmediği ve sadaka dağıtmaya ehemmiyet verdiği rivâyet edilen pâdişahın, adına yaptırdığı Bâyezıd Câmii’nin inşâsı tamamlandığında (911 h./1505 m.) “Her kim ömrü boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini terketmemiş ise, ilk cum’a namazında o imâm olsun” isteğinde bulunduğu; ancak bu evsâfı hâiz kimse çıkmadığı; ve hiçbir hâl u kârde namazlarının sünnetlerini terketmemiş olması sebebiyle ilk cum’a namazını pâdişahın kıldırdığı rivâyet edilmektedir. (Evliyâ Çelebi, Seyâhatnâme, s. 143; Gündüz, İrfan, Osmanlılar’da Devlet-Tekke Münâsebetleri, s. 36-37, Sehâ Neşriyât, İstanbul, 1984; Öngören, Reşât, Osmanlılar’da Tasavvuf- Anadolu’da Sûfiler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İz Yayıncılık, İstanbul, 2003, s. 245-247)

364 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 143

365 Bu tâmirâtın, Abdurrahman Muhammed el-Halebî tarafından gerçekleştirildiği bilgisini de içeren bir kitâbenin Türbe’de bulunduğu nakledilmektedir. (kitâbenin metni için bkz: Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 153, dpnt: 174; Özönder, Hasan, “Mevlânâ Türbe ve Külliyesinin Tâmir ve İlâveler Kronolojisi”, s. 18; Önder, a.g.e., s. 186; Top, a.g.e., s. 241)

366 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 143

367 Önder, a.g.e.,s. 186; Top, a.g.e., s. 240-241

368 Ali Enver,a.g.e.,s. 29; Esrâr Dede, a.g.e., s. 108

369 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 143; Ali Enver, a.g.e.,s. 29; Esrâr Dede, a.g.e., s. 108

370 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 143

ETİKETLER:
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.