MEKTUBA, MEKÂNA VE DOSTLUĞA DAİR – Bilal Kemikli

A+
A-

MEKTUBA, MEKÂNA VE DOSTLUĞA DAİR

Sevgili kardeşim;

Gündelik hayat meşgaleleri, bitmesi gereken işler, dersler, projeler, gidilmesi gereken programlar ve bir de gelişen teknoloji, avuç içine sığan telefonlar, internet, ayaküstü de olsa faklı mekânlarda görüşmelerimiz gibi sebepler sana yazmam gereken mektubu geciktirdi. Mektup, adeta gündemimizden düştü. Sanki çocuklarımız, mektup yazmayı unutacak. Unutmaz belki, ama gidişat pek de iyi değil. Mektup kültüründen gelen bizler, eğer zaman yokluğundan şikâyet edip, yazamadığımızı dile getiriyorsak; dostluğu mesajlara sıkıştıran çocuklarımızdan ne bekleyeceğiz? Onları yargılayamayız.

Dostlukla mektup arasında sıkı bir ilişki var… Muhkem bir ilişki. Manayı, duygu ve düşünceyi kayda alan cesur bir ilişki. Cesur, zira ortada bir metin var; geri dönüp muhasebe yapabilir, gidişatı takip eder, ortaya çıkması muhtemel ihtilafları bertaraf edersiniz. Hem mektup yazdığımız dostumuz biriciktir, değerlidir; onun zevklerine ve neşesine aşina olduğumuz gibi, dertlerine ve yüklerine de aşinayızdır. Yazarken dertleşiriz… Yazarken bütün kalabalıkları bir kenara bırakıp sadece onun için yalnızlık köşesine çekiliriz. Daha yazmaya başlamadan, bir köşeyle dost oluruz; ne bileyim bu köşe bazen evimiz, bazen çalıştığımız okulda öğretmen odasının tenha masalarından birisi, belki kütüphane rafları arasında bir güzel masa veya belki de her daim gittiğimiz kahvehanenin tenha bir masası olur. Belki de bir mabedin gölgesi… Ama evvelemirde mektup yazmaya niyet edince münzeviliği ihtiyar edecek ve bir köşecikle dost olacaksınız.

Mekânla dost olmakla başlıyor her şey… Bütün dostlukların kapısını, o mekânla açıyorsun. Ben mektuplarımın çoğunu sevgili Yunus, hep geceleri yazdım. Gece, evimde. Yolculuklara çıktığımda, denedim, otel odalarında değil mektup bir satır yazı yazamadım. İnsan yabancılık duyduğu bir mekânda dostça satırlara hayat veremiyor. Bu kısa seyahatlerimde, gündüz keşfettiğim güzel bir yerde – bu yer, bazen kahvehane, bazen pastane ve bazen de bir mabedin gölgesi olur – çayımı yahut kahvemi yudumlarken mektup yazarım. Hele oracıkta bir ulu çınar var ise, değme keyfime. Çınar, çay ve mektup; bunlar birbirinin mütemmim cüzü gibi. Mesela yolum İstanbul’a düştüğünde, o güzelim talebelik yıllarında, sahafları tavaf eder, alacaklarımı alır, yükümü yüklenir, ikindi vakti Bayezid Cami’nde huzura durur, sonra Meydan’daki çınarın altında çayımı yudumlarken yazardım. Mektup, çoğu kere şiir olurdu. Demem o ki, mekân insanı kucaklar. Mekânla dost olan, kalemle, kâğıtla ve harflerle de dost olur. Baştan sona dostluk… İşte mektup, bu dostluğun eseridir.

Sözümüz, sohbetimiz ve mektubumuzdan başka neyimiz var ki? Bunlar çok kıymetli zenginlikler; zira söz, sohbet ve yazı sizi dışarıya açıyor. Bunlar adeta içinizi dışarıya açan birer pencere. Tabi söz ve sohbet derken, yapıp ettiklerimizi de kastediyorum. İşimizle, gücümüzle, yapıp ettiklerimizle, halimizle konuşuruz. Bakışımızla, duruşumuzla ve dokunuşumuzla devam eder sözümüz ve sohbetimiz. Varlığımız bunlardır, aziz kardeşim, bunlar. Dostluktan daha yüce bir zenginlik mi var? Dost olmaktan daha kıymetli bir mücevher mi var? Maalesef, çoğu kimse bunu farkında değildir. Küçük bir kısım menfaatler, gelip geçici unvanlar, şan ve şöhret; insanın gözünü adeta boyar da o kalıcı ve ebedi dostluğa bunları tercih eder. Sakın maddi zenginlikleri küçük gördüğümü, servet düşmanı olduğumu sanma; bunlar olsun, ama kalıcı ve ebedi dostluğu unutturmasın, bunu demek istiyorum.

Her şeyin bittiği anda geride kalan ne ise, kim ise, işte odur gerçek dost. Yalnız başına kala kaldığımız anlar vardır, bilirsin; işte o anda seni bırakmayan, daima yanında olduğunu hissettiğin. Değişirsin, dönüşürsün, birer birer terk ederler seni. İflas edersin. Gözden düşersin, itibarını sıfırlar birileri. Tükenirsin. Düşersin de düşersin… Nemrud’un ateşine atılmış İbrahim –selam onun üzerine olsun- gibi, alevler içinde kalırsın. Görünürde kimse kalmaz yanında. İşte tam da bu anda farkedersin, gerçek dostu. Çünkü dost, dest kelimesinden türemiştir; el demektir, elini verdiğin ve elini tutabildiğindir. O, Yusuf –selam olsun o güzeller güzeline- misal düştüğün kuyudan seni çıkarmak için elini uzatır. Ben dost mektuplarını hep o kuyuya uzanan el olarak gördüm, uzanıp bizi anbean düştüğümüz kuyudan çıkarıyor.

Sevgili dostum,” hani nerede o kuyu?” deme; her gaflet anımız bir kuyudur. Bir dokunuş, bir nazar veyahut bir el bekleriz. Benim için bu el, açıkça söyleyeyim çoğu kere Mevlana –Hak razı olsun ondan- olmuştur. Ne zaman gönlümde bir darlık duysam, eskilerin deyişiyle bir kabz hali yaşasam, Mesnevi’ye nazar ederim. Mevlana, sanki asırlar öncesinden bu dostuna mektup yazmış da onlar daha yeni adresime geliyormuş gibi… Hani, zamanlı mektuplar yollardık ya, hatırlar mısın? Doksanlı yılların başında, milenyumda adrese teslim edilsin diye PTT’ye teslim edilen mektuplar vardı. Mesnevi de benim için öyledir; sadık bir dostumdan gelen mektuplar gibi okurum. Okudukça, düştüğüm yerden çıkacak yollar keşfederim; gönlüm şenlenir. Bunu şunun için söylüyorum; ola ki, yine gaflete dalıp sana mektup yazmayı geciktirirsem, gam yeme, al eline Mesnevi’yi, dostum Mevlana’yla halleş!

Gam yeme dedim ya, hatırıma Şirazlı bilge şair Hafızı’n şu gazeli geldi, teberrüken buraya alıyorum:

Şenlenir Yûsuf’la bir gün arz-ı Ken‘an, gam yeme!
Gam evinden dûr olur feryâd ü efgân, gam yeme!
Gün gelip elbet olur bedbâht olanlar bahtiyâr
Aynı minvâl üzre devretmez bu devran, gam yeme!
Ey gönül! Varlık evin tûfâna gark olsun, bırak!
Sen ki bilmişsin ezelden Nûh’u kaptan, gam yeme!
Gittiğin menzil uzak, yollar karanlık olsa da;
Mutlaka her yol bulur bir hadd u pâyan, gam yeme!
Sapma Ey can, doğrudan -kalsan da tek- Hâfız gibi
Yoldaşındır dâimâ kalbinde Kur’ân gam yeme!

Dostum Yunus’um, Nûh –selam onun üzerine olsun-’u kaptan biliyorsun ya… İman, bu bilmeyi muhkem hale getiriyor. Korkma ve umudunu kesme, İbrahim ol hak bildiğin yoldan dönme. Onlar seni, ateşin ortasında yalnız ve çaresiz kaldı sansınlar, bırak öyle sansınlar. Ama sen bil ki, gerçek dost, Cüneyd –Hak razı olsun-‘in dediği gibi, sana karşı hiç değişmeyen dost mutlaka ama mutlaka yanındadır.

Baki selam ve muhabbetlerimle, azizim kardeşim.

(Yazı Yeni Dünya dergisinden yayılanmıştır.)

 Bilal Kemikli

bkemikli@gmail.com