YASİN SURESİ – 7

A+
A-

YASİN SURESİ- VII

Yemin Olsun İkiz Kardeşine ki; Sen Rasûllerdensin!…

(Yasin Suresi “özde anlama” çalışması… Bu çalışma ne bir tefsir, ne bir te’vil, ne de bir ayet yorumudur. “Kur’an’ı sana inzal olur gibi oku”, uyarısı; “Kur’an İnsanın İkiz Kardeşi” Nebevi Gerçeği çerçevesinde sadece bir yaklaşım denemesidir. )

Güzel Dostum;

Yasin Suresini özde anlama ve değerlendirme çalışmamızın buraya kadar olan kısımlarında bedensel bilincin öldürücü bir idrak darbesi alışını müteakiben ölümünü, yeniden dirilişini ve kendi hesabını kendi içinde görmek üzere yaşadığı mahşer süreçlerini tahlil etmeye çalıştık.

Bunu yaparken özde kalmaya ve yaşamın gerçeklerinden kopmamaya, şeytaniyetle eşdeğer olan dışsallığa düşmemeye özen gösterdik.

İşte tüm bu yaşananlar esnasında yeniden dirilen ve kendi hesabını kendi görmekte olan o yeni idrak sahibi insan için, daha doğrusu Halifetullah olduğunu fark eden yeni yapı için hayatı engin ufuklardan okuma ve değerlendirme evresi, muhterem İslam Alimi Mustafa İslamoğlu’nun o sevimli tabiri ile VAHİYLE İNŞA OLMA SÜRECİ başlamaktadır.

YENİLENMİŞ İNSANın fark ettiklerine bir giriş olarak karşımıza gelen ayeti okuyalım şimdi:

69-) O’NA ŞİİR ÖĞRETMEDİK! O’NA YAKIŞMAZ DA! O ANCAK BİR HATIRLATMA VE APAÇIK BİR KURÂN’DIR!

Kur’an’ın bir şiir, Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz (sav) in de bir şair olmadığı vurgulanıyor burada! Kur’an’ın diğer bazı surelerinde de “O BİR ŞAİR DEĞİLDİR” vurgusu yapılır ısrarla.

Konuyu içeriden okumadan önce şiir ve şairlik konusunda ehli zatların değerlendirmelerini hatırlayalım. Söz önce büyük müfessir Elmalılı merhumda:

“Mana bakımından şiir; hakikat olup olmadığı aranmaksızın hoşlandırmak veya tiksindirmek, coşturmak veya küstürmek gibi hisleri gıcıklayan muhayyel (hayali) kuruntulara, vehmi kıyaslara, hissiyat oyunlarına racidir (yöneliktir- dönüktür.) (Elmalılı Tefsiri Yasin 69. ayet açıklamasından)

Şimdide en kapsamlı tasavvufi Kur’an açıklamasını bu çağa armağan eden Üstad Ahmed Hulusi’nin YANSIMALARda yaptığı şair tanımına bakalım:

“Şairler (şiirlerle duygusallığı tahrik ederek, insanları tanrı edindiklerine tapınmaya yönlendirenler) ( Şuara Suresi 224 açıklamasından)

***

“Kur’an şiir değildir” derken ne kast ediliyor?… “Hz. Muhammed (sav) e şiir öğretilmemesi” ne demek? Önce şiir olgusunu dış ve iç görüntüsüyle biraz inceleyelim.

Şiir denince akla ilk gelen hiç şüphesiz ölçü ve kafiyedir. Her ne kadar serbest nazım türlerinde bu konu bir miktar gevşetilmiş ise de kafiyesiz ve ölçüsüz bir metin şiirden sayılmaz. Serbest tarzlarda dahi yer yer ölçü ve uyuma ihtiyaç duyulur.

Şiir; bir söz oyunudur! İçerik ve manadan daha öncelikli olan; kelimelere takla attırmak, adeta laf cambazlığı ile kelamda ustalığı sergilemektir! Yani, kulağa hoş gelecek ritmik bir kelam akışı, mananın önüne geçmiştir şiirde.

Ses ve tonlama mühimdir. Dinleyene, seyredene keyif verir. Bu nedenle ŞİİR OKUMA YARIŞMALARI yapılırken düz yazı okuma yarışması diye bir müsabaka duymamışızdır değil mi?.. Düz yazı, düşünceye daha fazla açık olduğu, şekle değil içsel olana nüfuz ettiği için okuma sahasında yarışma yapılmaz!

Şiir; mutlak surette DUYGU TEMELİ üzerine bina edilir. Duygusuz insanlardan şair çıktığı görülmemiştir. Duygunun öne alındığı yerde ise DÜŞÜNCE VE TEFEKKÜR otomatik olarak ikinci plana itilir, örtülür ve hatta kapanır.

Elmalılı merhumun gayet veciz buyurduğu gibi şiir; HOŞLANDIRMA – TİKSİNDİRME, COŞTURMA – KÜSTÜRME amacına yönelik, HAYALİ KURUNTULAR içeren, VEHMİ KÖRÜKLEYEN, DUYGULARI TAHRİK EDEN çağrılar yumağıdır!

Üstad Ahmed Hulusi’nin çok daha çarpıcı olarak vurguladığı gibi duygusallığın tahriki; dışarıda güç vehmetmeye, dışsal tanrılar edinmeye, hakikatten sapmaya sebeptir!..

İster destansı olsun, ister kahramanlık söylemleri içersin, ister içinde vatan- millet gibi değerlere vurgular yapılsın; şiirin insanı dar bir düşünce alanına hapsettiği, evrensel değerlendirme yapmaktan perdelediği, zannediyoruz tartışma götürmez bir gerçek!

Şiir, bir takım sembol ve şifreler taşır. Şairler özellikle hiciv ve methiyelerde bazı şeyleri gizli tutarak merak uyandırma yada muhaliflerinden korunmayı tercih ederler.

“Kur’an bir şiir değildir” derken ne kast edildiğini o halde biraz daha açık okuyalım. Şiire ait özetlediğimiz özellikler yönüyle olayı bir de Kur’an’a uyarlayalım. Bakalım neler görürüz?

–          Kur’an hisleri tahrik yada vehim uyandırma amacı taşımaz. Bilakis onun amacı düşündürmek, tefekkür ettirmek, insanı bu yolla kendi hakikatine çekmektir. “Düşünmez misiniz”, “Akletmez misiniz”, “Düşünenler için ayetlerimizde işaretler vardır” türünden ifadeler; Kur’an’ın şiirsel bir amaç taşımadığının açık beyanıdır. Bu nedenle Kur’an’ı ses uyumu yada lafzi kaideler bütünü gibi okumak, okumak değildir. Bir harfi gırtlaktan çıkarmaya bir ömür harcamak, musiki makamlarına uygun olarak Kur’an tilavet etmek, okuyan ve dinleyeni neye odaklıyor, varın siz düşünün!!!

–          Kur’an saklı sembol ve şifreler kitabı değildir!… Mecazlar içerir, derin manalara işaret eder ama kesinlikle bir şifre ve rumuz demeti değildir!.. Şu halde Kur’an’da şifre ve sembol aramak, Kur’an’ın ruhuna aykırıdır ki, kişinin hakikatine olumlu hiçbir katkı sağlamaz. Harflerden, kelimelerden geriye ve ileriye dönük çıkarımlar yapmaya çalışanlar Kur’an’a değil, dışsallığa bir çağrı yapmaktadırlar! Onu gerçekten OKUmak isteyenin bunlarla işi olmaz.

–          Kur’an duygu temeli üzerinde değil akıl, bilim, gözlem ve içsel tefekkür temelinde yükselir.

–          Kur’an, bir gruba karşı hoşlandırma bir başka gruba karşı da nefret ettirme amacı da taşımaz! İnsanların gerek ırk ve gerekse idrak noktasında mensup oldukları tüm grupları Kur’an kucaklamıştır! Zalim de kafir de, mümin de münafık da, inanan da inanmayan da kendini bulur Kur’an’da. Kur’an’a dışsal bakanlar, onun bazı insan kesimlerini aşağıladığını, yere çaldığını yada cehenneme postaladığını zannetse de olayı içsel değerlendirenler için Kur’an; insanları değil sadece insanı ve onun iç dünyasında sürekli dönüşerek gelişen halleri anlatmaktadır.  Kur’an’ı dış dünyaya ve başkalarına karşı bir azap silahı gibi algılayanlar, kendileri için torpil olarak cenneti, kendileri gibi olmayanlar için de alın size dercesine cehennemi gösterdiğini düşünenler; Kur’an’a şiirsel bakanlardır!

–          Kur’an şiir gibi GEÇMİŞE ÖZLEM (Nostalji) veya GELECEK BEKLENTİSİ içermez!.. Kur’an ANı anlatan bilgidir!… Geçmişin hikayesi (esatıyrul evveliyn) tarzında onu değerlendirenlere Kur’an, kendi lisanı ile kafir (perdeli) demektedir. Şu halde Kur’an’ı geçmiş kavimlerin, nebi ve rasüllerin hikayesi- kıssası diye algılamak nasıl bir değerlendirmedir yada değerlendirme midir, bir kere daha dikkatle düşünün!

–          Gizlilik yoktur Kur’an’da. APAÇIK BEYAN oluşu, ona her yönelene kendi alemince (idrak düzeyince ) seslenmesi bunu göstermektedir. Tüm idrak gruplarına seslenen yegane ilahi bilgidir Kur’an!

–          Bir zikirdir Kur’an. İnsana özünü, asıl gerçeğini hatırlatmaktadır dün ve yarın kaydından çıkararak ŞİMDİKİ ANI okutmaktadır!

Buraya kadar yazdıklarımız Kur’an mesajının şiir olmadığını, onun bu yaklaşımla okunamaması gerektiğini açıklamak üzere kaleme alınanlardı.

Peki, Kur’an bir hayat kitabı ise, yaşamı şiir gibi algılamamak ne demek?… Muhammedi olmanın bir yolu da hayatı şiir gibi algılamamaktan geçiyor olmasın?!..

Şayet siz, hayatı, sizdeki halleri, çevrenizdeki gelişmeleri şiirsel bir algılama ve şair bakışı ile değerlendiriyorsanız, istediğiniz kadar bilgi yüklü olun, istediğiniz kadar derinlere nüfuz edin, bunun gerçek bir okuma olmadığı yukarıdaki tahlilde yeterince açıklanmış olsa gerek.

Tasavvufla ilgilenmesine rağmen;

–          Şekil kalıpları ve yaklaşımlarından çıkamamak,

–          Beşerî ve nefsî hallere hakikat bilgisini kılıf geçirmek,

–          AN ı değerlendirirken geçmiş ve gelecek odaklı düşünmek,

–          Hayatı bir zincirin halkaları, bir trenin vagonları, bir nehrin kıvrımları gibi algılamak,

–          Kalbinde birilerine dinmeyen nefretler, birilerine de zapt edilmez sevgiler taşımak,

–          Bütün güzel gelişmeleri öteye atarak ileride beklemek,

–          Gizem ve sır odaklı düşünmek,

–          Ceza ve ödül merkezli değerlendirmek,

–          Ceza ve ödülü; karşılığı kıyamete ötelemek,

–          İnsani ilişkilerde paylaşım yerine BENLİK odaklı davranmak,

–          Olaylar ve hitaplar karşısında yıkıcı HÜZÜN, çıldırtan COŞKU yaşamak,

–          Gelişmeleri kendinden ve içeriden bilmek yerine dışarıda suçlu ve bahane aramak,

HAYATI ŞİİRSEL OKUMAKTIR VE HAKİKATTE KÖRLÜĞÜN- KİLİTLENMİŞLİĞİN- PERDELİLİĞİN TA KENDİSİ OLAN OKUMA BİÇİMİ DE BUDUR!..

Bu tür bir okuma ve değerlendirme tarzının ÖLÜ bir okuma ve GAFLET hali olduğunu gelecek ayetten çok daha net okuyoruz.

70-) TÂ Kİ DİRİ OLANI UYARSIN VE HAKİKAT BİLGİSİNİ İNKÂR EDENLER ÜZERİNE DE O HÜKÜM GERÇEKLEŞSİN.

Evet, Kur’an’ın şiir, Rasülullahın şair olmadığını fark etmenin getirisi; diri olmak ve uyarılmaktır! Bu ise dünyada bir insanın yaşayacağı en büyük lütuf, gark olacağı en büyük nimettir. Gaflet uykusundan uyanmak ve ölmüşken dirilmekten daha büyük hazine olabilir mi? Bundan daha büyük ne ister ki insan?!

Ayetin, içsel açıdan bir diğer işareti de perdeli değerlendirmelerimize karşı bu hakikat okumasının bir HÜKÜM içerdiği müjdesidir!…

Daha açık ifade etmek gerekirse Kur’an’ı ve dolayısıyla da hayatı ZİKİR (HATIRLATMA ) ve BEYAN (AÇIKLAMA VE TEFEKKÜR ) olarak okumak, bizde kalmış perdeler ve gaflet hallerine karşı kesin bir hükmü açığa çıkarmaya vesiledir.

Hüküm; mahkeme kararının diğer adıdır ve kesindir.

O halde bu tarz bir okuma sonucu insana perdeleri yakma cesareti, gafletten sıyrılma kudreti, ANa odaklanma kararlılığı verilmektedir özünden!..

Aşamadığınız engelleri, yıkamadığınız duvarları, karşı koymakta zorlandığınız alışkanlık- şartlanma ve gelenekleri değiştirmek için gerekli olan şey çok da zor ve uzakta  değilmiş öyle mi?..

Sadece dikkatle, sadece aklederek okumak, tüm istediğiniz hareket alanını bir çırpıda bahşediyor size. Bunun da çok açık bir müjde olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı?..

71-73) GÖRMEZLER Mİ Kİ, ESERLERİMİZ ARASINDA ONLAR İÇİN KURBAN EDİLEBİLİR HAYVANLAR YARATTIK… ONLARA MÂLİKTİRLER. ONLARI (EN’AMI) BUNLARA BOYUN EĞDİRDİK… HEM BİNEKLERİ ONLARDANDIR VE HEM DE ONLARDAN KİMİNİ YERLER. ONLARDA KENDİLERİ İÇİN MENFAATLER VE İÇECEKLER VARDIR… HÂLÂ ŞÜKRETMEZLER Mİ?

Tamam, hayatı şiirsel okumayacak, Özümden gelen Risalet hitabını duygusal değerlendirmeyeceğim. İyi de, ben bunu ne ile ve hangi araçlarla başaracağım? Dışarıdan destek olacak mı? Bunu yapacak kuvveleri, aletleri nerede bulacağım?

Hüküm verildikten sonra, cezanın çekileceği yer hazır mıdır?.. Hazırdır! Ceza (karşılık) kötü olsa da hazırdır iyi olsa da… Hüküm; özgürlükse kapılar açılır. Hüküm, kısıtlılıksa onun da çekileceği mekân vardır! Yani hüküm açığa çıkmışsa nasıl olacağı, nerede olacağı da bellidir!

İşte ayet, o hükmün nasıl ve hangi aşamalarla kişide açığa çıktığını beyan ediyor. Hükmün icrası için gereken kuvveler EN’AM; HAYVANLAR diye ifade edilmiş.

En’am fıkıh ilmi nezdinde KURBAN EDİLEBİLİR HAYVANLAR demektir. Yani deve- sığır- keçi- koyun cinsinden hayvanlar…

Dostum, sürü otlatmıyoruz, kendimizden bahsediyoruz değil mi?..

Kasaplıkla da işimiz yok! O halde ne demek bizde kurban edilecek hayvanlar?..

Hem de ellerimizin altında ve hazır bunlar!.. Yani, dışarıda aramayacaksın, satın da almayacaksın, sende mevcut ve emre amade bunlar.

Bedende, tüm hayvanlarda bulunan ortak özelliklerin adıdır en’am. ( Yansımalar- Taha/117) Şeytaniyetin bedende açığa çıktığı en güçlü yön de bu hayvani özelliklerdir. Bunların kurban edilmesi demek, boyunlarının kesilmesi değil onların KURBİYET VE YAKİYN VESİLESİ olarak kullanılması demektir.

Anlaşılmadı mı?.. Açalım…

Beden yeme- içme istiyor mu?… Evet…

Şehvet istiyor mu? Evet.

Sürekli konuşmak istiyor mu? Evet.

Sürekli biçimde yatmak, zora koşulmamak istiyor mu? Evet.

Daima haklı çıkmak istiyor mu? Evet.

Başkaları yerine ben demeyi seviyor mu? Evet…

İşte tüm bu melekeler, seni şeytaniyete çeken yönler. Yani bunların kesilmesi lazım. Öldürülmesi mi?..

Ölümü, bir başka aleme diriliş diye düşünüyorsan evet. Yok edilme diye düşünüyorsan o muhal. Şu halde sen, sende mevcut kuvveleri iyiye- güzele- hayra dönüştürmek üzere bir takım gayretlere girmişsen; bu o kuvveleri kurban etmen, yani sende mevcut hakikatin yaşamını açığa çıkarmana vesile kılman demek.

Şehvetin ölümü Sevginin dirilmesi,

Lafazanlığın ölümü Tefekkürün açılması,

Gösterişin ölümü İç Alemin Güzelleşmesi,

Tutkuların ölümü Yönelişin artması demektir, bilene!

Sözü çok uzatmaya gerek yok. Ehl-i Tasavvufun asırlarca AZ YE- AZ UYU- AZ KONUŞ demesi her şeyi özetliyor aslında.

Bir başka açıdan bakacak olursak sahip olduğumuz melekeler BİNİTimizdir bizi hakikate taşıyan. GIDAmızdır o şuuru ayakta tutan. İÇEÇEKtir susamışlığımızı, hararetimizi, yanışımızı söndüren…

Kurbanlık hayvan deyince benim aklıma üzerine binilen ve yük taşıyan deve, etinden ve sütünden yararlanılan sığır ve koyun gelir. Bizde mevcut esma kuvveleri, menzile taşıyacak araç olduğu gibi, yaşam gıdamız ve sütle sembolize edilen Ledünni İlim de onlardadır! Dışarıda değil, bizatihi kendimizde mevcut esmalarda mevcuttur hepsi.

74-75) BELKİ KENDİLERİNE YARDIM OLUNUR ÜMİDİYLE ALLAH DÛNUNDA TANRILAR EDİNDİLER! (TANRILAR) ONLARA YARDIM EDEMEZLER! (AKSİNE) ONLAR, TANRILARA (HİZMETE) HAZIR DURAN ORDUDURLAR!

Tuhaftır insanoğlu!

Bilir ama illa birisi bildirsin ister. Görür ama illa bir başkası gösterse daha hoş olur diye düşünür. Yani illa ki dışarıya atmak, tanrı saymak ister.

Oysa, uzun uzun anlatmıştır ayetler kudretin- iradenin- ilmin nerede olduğunu. Sendeyim, demiştir HU olarak Rabbi. Ama hala dışarıda görmek ister bir yönüyle insan. Nedense bu dışarıda arama yaklaşımı sevimli gelir hakikat yolcusuna uzun süre.

İlim dersin, “Yaşayan alimi görsem, daha iyi anlarım” der.

Hakikat dersin, örnekler verirsin, “Yok illa deneyerek, yanarak öğreneyim” der.

Sisteme dair bir gerçeği işaret edersin, hayır der, “Ben o gerçeği başka yerlerde gözleyerek ikna olacağım.”

Hepsi sende, dön özüne, çıkma dışarı dersin, bunu hapsedilme ve baskı uygulama sanır da susuz sahralarda gördüğü serapları su zannederek bir o yana bir bu yana dolanır durur!..

Önüne Kur’an gelir, önüne açıklama gelir, ama o illa “Bir ikinci şahıstan duyayım bizzat” demeyi seçer inatla

Tuhaftır insanoğlu.

Tanrı; yani dışarıda arama tutkusundan uzun süre vazgeçeyemecek kadar tuhaf!

Tanrı algısı o derece güçlü bir şeytani ögedir ki, hesabını göreni, mahşerini kuranı, hükmünü vereni dahi yoklar zaman zaman!.. Uzun süre yakasını bırakmaz insanın.

Özden gelen Risalet bir kez daha kulağını çekerek sarsar insanı:

YARDIMI DIŞARIDA ARAMA. DIŞARIDA ARADIKLARIN, SANA ZERRE KADAR YARDIM EDEMEZ. AKSİNE SEN ONLARIN KÖLESİ OLURSUN! HEM DE ÖYLE BİR KÖLELİK Kİ SENİ HİYERARŞİK BİR EMİR KOMUTA ZİNCİRİNE (ORDUYA) SOKAR O DIŞARIDA YARDIM BEKLEDİKLERİN. VE SENİ DÜŞÜNCE VE MANTIKTAN UZAK YAT KALK HAREKETLERİNDEN İBARET DÜŞÜNCE POMPALAMALARI İLE KENDİLERİNE (ASKER) KÖLE KILARLAR!…

Kimlerden ve nelerden bahsediyorum?… Dışsallık neden insanı köle eder?..

Dışarı çıkanlar, cennete sokacak ilim verildiği halde hala ötede arayanlar ne demek istediğimi gayet iyi bilirler.

Şimdi bilmiyorlarsa da yandıkça, yıkıldıkça, sarsıldıkça, tutundukları dallar ellerine bir bir geldikçe bileceklerdir acı acı…

76-) O HÂLDE ONLARIN LAFI SENİ MAHZUN ETMESİN… MUHAKKAK Kİ BİZ ONLARIN GİZLEDİKLERİNİ DE AÇIKLADIKLARINI DA BİLİRİZ.

Evet dostum,

Geldiğin bu noktada dahi bazen içeriden bazen dışarıdan vehim ve vesvese fısıltıları işitebilirsin.

Nasıl mı?…

–          İyice çekti kendini toplumdan. İçe kapandı, hasta olmasa bari.

–          Halleri bir garip, normal insanların ritminde değil, Allah hayra çıkarsın.

–          Deli mi akıllı mı anlayana aşk olsun.

–          Hayata boş vermiş sanki.

Bunları dışarıdan, belki de yakın çevrenden duyacakların. İçeriden de seslenecek sana vehim:

–          Tamam, sen hakikati anladın, yaşıyorsun, az da dışarının hakkını ver.

–          İnsanlığa da hizmet etmek lazım, çok çekildin ama sen.

–          Dağda evliyalık kolay, sen de şehre in. Hem Efendimiz de Hıradan indi. Di mi ama?

–          İlham geliyor, hikmet akıyor diyorsun ama ne malum nefsinden olmadığı?..

Bütün bu vesvese ve vehimlere karşılık olarak; üzülme, mahzun olma, onun ilmi bizde, açığı da gizlisi de bizde buyrulmuş ayette.

Bu ne demek bilir misin dostum?…

Sen gönlünü Allah’a vermişsen ne nefsinden gelen vehimlere, ne dışarının sataşmasına üzülme. Kefilin ve Vekilin Allah’tır demek!… Allah’tan daha büyük kefil, ondan daha güçlü vekil var mı ki?!…

Şu halde gözün aydın olsun. Yolun mübarek olsun.

Takılma hiçbir şeye, yürü, ama sadece yürü istikrarla ve sebatla!…

Yasin Suremizin, Kalbimizin, ilk misali ŞEHRİN UZAK TARAFINDAN GELEN ADAM idi. O misalle çok şeyi çözdük, anladık, tasavvur ettik.

Surenin son misali, “ELLERİNDE ÇÜRÜMÜŞ KEMİKLERLE GELEN ADAM” ve “TUTUŞTURULMAKTA OLAN YEŞİL AĞAÇ!..”

Onlarda nelere işaret edilmiş, daha sonra konuşalım nasipse…

Selam yaşamımız olsun.