FİL VE YAVRUSU – Mehmet Demirci

A+
A-

Mesnevi Hikâyelerinden Dersler: 19

FİL VE YAVRUSU

Hindistanlı akıllı ve bilgili bir kişi vardı. Bir gün uzak bir diyardan gelen aç ve çıplak perişan kimselere rastladı, onlara acıyıp nasihat etti:

“Biliyorum zor günler yaşamışsınız. Çektiğiniz açlık yüzünüzden anlaşılıyor. Fakat beni çok iyi dinleyiniz. Bundan sonra gideceğiniz yollarda filler var. Onların son derece semiz ve güçsüz olan fil yavruları da olur. İhtiyaç durumunda bu yavruları avlamak ister­siniz. Bu size çok kolay ve cazip gelir.

Fakat unutmayın ki anneleri pusuda onları beklemektedir. Yavrusu kaybo­lunca kilometrelerce yol yürüyerek yavrusunu arar ve durmadan ağlayıp inler. Yavrularına çok düşkündür filler. Sakın ola ki fil yavrularım avlayıp yemeyin, açlıktan ölseniz de bunu yapmayın çünkü nereye giderseniz gidin ana fil, yavrusunun kokusunu takip ederek sizi bulur,” dedi.

Sonra şöyle devam etti:

-Eğer bu öğüdümü tutarsanız başınızı belâdan kurtarmış olursunuz. Otlara, yapraklara, yabani meyvelere razı olun da sakın nefsinize uyup fil yavrularına tamah et­meyin, onları avlamayın.

Bu yolcular yollarına devam ederlerken, yiyecekleri bitti, çâresiz kaldılar. Açlıkları, her an artıyor, dayanılmaz hale geliyordu. Tam bu sırada, yeni doğmuş semiz nazik, iştah açıcı bir fil yavrusu gördüler. Adetâ aç kurtlar gibi fil yavru­sunun başına üşüşerek, onu kesip yemek istediler. On­lardan biri kendilerine söylenenleri hatırlattı. Fa­kat kimseye dinletemedi, açlık başlarına vurmuştu.

Arkadaşları fil yavrusunu kestikten sonra güzelce kebap edip yediler. Ona da ikram edip:

-Bırak bu boş sözleri de gel karnını doyur, bak ne kadar nefis et, dediler.

Bütün bu ısrarlara rağmen o akıllı kişi fil yav­rusunun etinden yemedi. Karınlarını fil yavrusunun etiyle tıka basa doyuranlar biraz sonra yatıp derin bir uykuya daldılar.

Bu etten yemeyen kişi ise açlıktan uyuyamadı, dolaşıp duruyordu.

Aradan bir müddet geçtikten sonra kızgın bir fil çı­ka geldi. Önce o uyanık adamın yanına gelip korkudan titreyen, ecel terleri döken adamın ağzını üç kere kokladı, yavrusunun kokusunu alamadı. Adamın etra­fından birkaç kere kızgın kızgın dolaşıp durduktan son­ra ona dokunmadan çekip gitti.

Uyuyanların yanına varıp ağızlarını kokladı. Kimden yavrusunun etinin kokusunu aldıysa onu havaya kaldırarak yere vurup parçaladı. (Mesnevî, c. III, beyit: 69 vd)

 

AÇIKLAMA

Bu hikâyeye Hz. Mevlânâ bizzat kendisi bir takım yorumlar getirmiştir. Şöyle ki:

Fil yavrusu yemeyi gıybet etmeye, yâni birisinin aleyhinde arkasından konuşmaya benzetir. Hucurat suresi 12. âyette gıybet etmek ölü kardeşinin etini yemeye benzetilir. Yani insanları dedikodu ve koğuculuktan sakındırmak için böyle tiksindirici bir örnek verilir.

Müteâkip beyitte gıybetten sakının, çünkü sizin ağzınızı koklayacak olan Allah’tır, denir. Yani gizli açık her şeyi bilen yüce Allah elbette ki dedikodu, lâf taşıma, gıybet etme gibi kötü davranışları da bilir ve ona göre karşılık verir.

Âhiret âleminde bu dünyadaki gibi içini gizlemek mümkün olmaz. Buradayken gıybet eden kimsenin o âlemde ağzını değiştirip düzgün hale getirmesi mümkün değildir. Orada, yaptıklarıyla baş başa kalacaktır.”Bütün gizliliklerin ortaya çıkacağı o günde, hiçbir yardım almayacaktır.” (Tarık, 86/9)

*

Mevlâna ikinci olarak rüşvet üzerinde durur. Fil yavrusu yemeyi, toplumların en büyük dertlerinden olan rüşvet almaya benzetir. Şöyle der: “Ey rüşvet yiyen, fil yavrusunu yiyorsun! Sana düşman olan fil kökünü kazır, seni mahveder.”

Mal canın yongasıdır denir. Mevlâna’ya göre halkın malı onların kanı gibidir. Ey rüşvet yiyen kimse, sen onların mallarını yemekle kanlarını dökmüş ve fil yavrusunu yiyenler sınıfına girmiş oluyorsun. Oysa bir hadise göre: “Halk Allah’ın aile fertleri gibidir.” Yani yavruları durumundadır. Yavruların sahibi onlardan vazgeçmez.

Hikâyenin devâmında üçüncü bir benzetme yapılır. Burada koku öne çıkar. Anne fil ağız kokularından kötü insanları tanımıştı. Mevlâna der ki: Kibir, hırs ve şehvet kokusu, soğan yiyen insanın ağzından hissedilen kokuya benzer.  Soğan sarımsak yiyen biri, her ne kadar ben onları yemedim diye yemin de etse, konuşurken yanındakiler onun kokusunu duyarlar. Bunun gibi kibirli ve aşırı ihtiraslı olan biri de, lisanıyla bende bunlar yoktur dese de, hali ve tavrıyla onu göstermekten geri kalmaz.

İşte kötü huyların mânevî kokusu sebebiyle duâlar reddedilir, kabul görmez. Dua Allah’tan bir istekte bulunmaktır. Bu sırada ne kadar süslü lâflar da söylense, söyleyenin içi ve kalbi düzgün değilse, kötü huylarla doluysa, o duâ kabul görmez. Bir âyette “Onlar içlerinde olmayanı dilleriyle söylerler” buyrulur (Fetih, 48/11).

Mesnevî şârihleri dördüncü bir benzetme yapar: Fil ile kasdedilen, Allah dostu olan irfan sahibi büyük kişilerdir.  Yavrulardan murat, onları seven ve yollarından gitmek isteyen temiz gönüllü kimselerdir. İşte bunları beğenmeyip dedikodusunu yapanlar, masum fil yavrularını yemeye kalkanlar gibidirler.