“NE OLURSAN GEL” – Mehmet DEMİRCİ

A+
A-

NE OLURSAN GEL”

Prof.Dr. Mehmet DEMİRCİ

Hz. Mevlânâ’dan söz edilen hemen her yerde onun meşhur bir dörtlüğü tekrarlanır: “Gel gel ne olursan yine gel…”

Bazıları bu dörtlüğü biraz çarpıtarak; hiçbir dinle layıtlı olmayan, âdetâ dinler üstü bir Mevlânâ imajı vermek isterken; bazıları da dörtlüğün ona ait olmadığını ileri sürerler. Kanaatimize göre bu görüşlerin ikisi de aşırırdır, asıl Mevlânâ’yı yansıtmaktan uzaktır. Mevlânâ, herşeyden önce iyi bir Müslümandır. Bütün feyzini ve ilhamını Kur’an ve İslâm’dan almıştır. Onun bir başka meşhur dörtlüğü şöyledir: “Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim. Ben Tanrı’nın seçkin Peygamberi Muhammed Mustafa’nın yolunun toprağıyım. Her kim benden, bundan başka bir söz naklederse, ona çok üzülür ve o sözden de çok üzüntü duyarım.”

“Yine gel..” dörtlüğüne gelince, bu parça Veled Çelebi tarafından derlenen Mevlânâ Rubailerinin Farsça metninde ve onun, M. Nuri Gencosman tarafından yapılan Türkçe çevirisinde bulunmamaktadır. Abdülbaki Gölpınarlı’nın kalemiyle, başka bir metin esas alınarak yapılan çeviride ise yer almaktadır. (Bk. Mevlânâ, Rubailer, Remzi Kitabevi, İstanbul 1964).

İyi niyetinden hiç şüphe etmediğimiz bir kalem, Mevlevi semaının ayağa dşürülmesine de kızarak şöyle yazar: “Edebiyat tarihçileri, orijinal Fârisi söyleyişi, “Bâzâ bâzâ” kelimeleriyle başlayan bu rübainin Mevlânâ’ya değil, ondan iki asır önce yaşamış mutasavvıf şair Ebu Said ebu’l-Hayr’a ait olduğunu söylüyorlar..” der. Oysa mezkur rubainin kime ait olduğu, bildiğim kadarıyla açık seçik belli değil. Baba Tahir, Ebu Said Ebu’l-Hayr, Mevlanâ veya bir başkasına ait olabilir. Yani durum meşkûk.

Dörtlüğün Hz. Mevlâna’ya ait olup olmadığını bir yana bırakıp, oradaki ana fikre eğilecek olursak onun, Mevlânâ’nın görüş ve düşüncelerine tamamen uygun olduğunu görürüz. “Bâzâ bâzâ..” diye başlayan dörtlüğün Türkçesi aynen şöyledir:

Yine gel, yine gel (veya geri gel), ne olursan ol yine gel / İster kâfir, ister ateşe tapıcı, ister putperest olsan da gel / Bizim bu dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir / Yüz kerre tövbeni bozmuş da olsan yine gel”

Kelime kelime çeviri budur. Bir takım zorlamalarla “olduğun gibi gel” veya “nasılsan öyle gel” ilâveleriyle sanki şöyle denmek istenmektedir: Eski halini muhafaza ederek, tövbe etmeden, inançsızlığını, ateşe tapıcılığını olduğu gibi devam ettirerek gelebilirsin, her hâlinle kabûlümüzsün… Bu dörtlüğü böyle anlamak fazla zorlamak olur. Ayrıca Mevlânâ’nın genel düşünce ve inanç yapısına da uymaz. Herkes olduğu gibi kalacak ve öyle gelecekse; bir değişiklik, yeni bir arayış sözkonusu değilse, böyle bir çağrıya ne gerek var? Herkesin kendi yerinde durması daha iyi olmaz mı?

O halde söylenmek istenen nedir? Şudur: Geçmişin önemli sayılmaz. Hangi dinden, hangi inanıştan olursan ol, mühim değildir. Pek çok kötülükte bulunmuş, tövbe etmiş yine kötülüğe dönmüş, bunu yüz kerre tekrarlamış olabilirsin. Ama bütün bunlardan sonra, yüzbirinci defa tövbe etmek mümkündür. Sende böyle bir niyet, yeni bir uyanış ve bir kıpırdanış varsa, son bir gayretle geçmişe sünger çekmek azmindeysen, buyur gel, başımızın üstünde yerin vardır, bizim kapımızda umutsuzluk yoktur.

Bir gazete haberinden iki cümle: “Mevlânâ ve Goethe’nin huzurunu bozan tek şey; dindar kesimin, Mevlânâ’nın İslâmî yanının altını çizmekteki ısrarı idi. Batılılar ise Mevlânâ’nın İslâm dünyasından olduğunu tabii kabul ediyor, ancak daha evrensel mesajlar alma eğilimi taşıyorlardı.” (Milliyet, 20.5.1995, Kültür-Sanat sayfası).

Mevlânâ’nın İslâmî yanı, altını çizmeye gerek duyulmayacak kadar belirgindir. Onun esas bu yanıyla evrensel mesajlar vermesi sözkonusudur. İşte asıl bu şekildeki zorlamalardan dolayı, “dindar kesim” diye nitelenenlerden bazılarının zihniyetine göre, konumuz olan dörtlük Mevlânâ’ya ait olmamalıdır.

Bu dörtlükte Kur’an ve Hadislerdeki tövbeye ve ümitli olmaya çağrının bir tezahürünü görüyoruz. Gerçekten Hz. peygamber’in hadislerinde, son nefese kadar tövbenin kabul edileceği, yapılan hata ne kadar büyük olursa olsun bağışlanabileceği; sembolik olarak, kötü bir ortamda doksan dokuz adam öldürüp ümitsizliğe düşen bir kimsenin yüzüncüyü de öldürdükten sonra tövbesinin kabul gördüğü; tövbede önemli olanın, kesin pişmanlık ve içten gelen bir yürek yanığı olduğu ifade edilir.

Zümer suresinin 53. âyeti şöyledir: “Deki, ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” Bir sonraki âyette ise “…Rabbinize dönün, O’na teslim olun” buyrulur. İşte Mevlânâ’nın sözkonusu dörtlüğü, bu iki âyetin anlamından başka bir şey değildir.

Mevlânâ’yı doğru anlayabilmek, onu bütünüyle ve olduğu gibi tanımakla mümkündür. Bazı mutaassıp ve dar görüşlüler onun büyük hoşgörüsünü anlamakta zorluk çekerlerken, İslâmiyette fazlasıyla var olan müsamahalı tavrı ona çok görürler.

Öte yandan Mevlâna’yı dinler üstü, hattâ dinle ilgisiz bir dünya vatandaşı gibi kabul etmek isteyenler ise, onun İslâmî kimliğini gölgelemek isterler.

Mevlânâ’nın bu her iki görüş sahiplerinden de “bîzar” olduğunu, bu yüzden ruhunun üzüntü duyduğunu söyleyebiliriz.