8) Abdüssamed Çelebi

A+
A-

Betül SAYLAN*

SEFÎNE-İ NEFÎSE-İ MEVLEVİYÂN’DA BAHS OLUNAN DİĞER ÇELEBİLER

8) Abdüssamed Çelebi

Sultan Veled’in kızı Ârife Şeref Hâtun’un (ö. 722 h./1322 m.) oğlu Muzafferüddin Ahmed Paşa’nın (ö. 787 h./1385 m.) torunlarından olan Abdüssamed Çelebi, Sefîne’de rivâyet edildiğine göre son derece zengin bir kimseymiş. Konya’da göz alıcı bir sarayı bulunan Çelebi’nin hânesi “urefâ”nın da “fukarâ”nın da aynı rahatlıkla gelebildiği bir yermiş. Abdüssamed Çelebi, maddî zenginliğinin gereği olarak Konya Mevlânâ Dergâhı’na birçok vakıflar bağlamıştır. Bir de Ateşbâz-ı Velî’nin1072 kabri civârına bir zâviye inşâ ettirerek yine buraya da birçok vakıflar ihsân etmiştir.Abdüssamed Çelebi tarafından tesis edilen ve Mevlevî zâviyeleri arasında önemli bir yere sâhip olan Âteşbâz-ı Velî Zâviyesi, Sefîne’de nakledildiğine göre çelebiler arasında çıkan ihtilâfa kadar varlığını sürdürmüş, ancak daha sonra türbe hâriç zâviye kısmı Mustafa Sâkıb Dede’nin ifâdesiyle کأن لم یکن [Hiç olmamış gibi] hükmünde  olmuştur.1073 Abdülvâhid  Çelebi  (ö.  1325  h./11207   m.) postnişînliği döneminde, 1897 yılında zâviye yeniden inşâ ettirilmiştir.1074

Abdüssamed Çelebi’nin zamânının çoğunu geçirdiği zâviyede birçok genç ve yakışıklı delikanlının bulunması dedikodulara sebep olmuş,   Abdüssamed Çelebi   ise   bu   söylentilere “Abdüssamet gitmeyecek, ancak yakışıklıların terbiyesi ve güzellerin yetiştirilmesi ve muhâfaza edilmesinde büyük hasenât ve birçok fayda vardır” ifâdeleriyle cevâp vermiştir. Zaman içerisinde de zâviyeden yetişen gençler, halk arasında ahlâklarıyla ve işledikleri sâlih amellerle parmakla gösterilir olmuşlardır.1075 Ayrıca, zâviyedeki dervişâna hizmet edenlerin lâubâlî davranışlarını hissettiği anda onları; “Bizim tâifemiz efendi ve hizmetkârdır ve kim sadakatle hizmet ederse efendi olur. Bizim efendiliğimiz benzersizdir ki görünüşe göredir ve bizim hizmetkârlığımız da hem zâhir hem de bâtın açısından iki kat olmuştur ve ‘Mü’min benim nûrumdandır’ ve pâdişahların hizmeti Hazret-i Nûr-i Ahmedî’ye yakındır” ifâdeleriyle uyardığı rivâyet edilir.1076

Abdüssamed Çelebi zamânında Konya’da büyük bir sel meydana gelmiş, her şeyi önüne katıp götüren sel karşısında telâşa kapılan ve muhtemel zararları önlemeye çalışan yardımcılarına Abdüssamed Çelebi; “es-Samed’in kulu bir şeyi elde etme ve bir şeyi uzak tutma konusunda ondan başkasına yönelmez, sebeplere dayanmaz, es-Samed Allah’ın yüce ismidir ondan başkasına dönülmez, size kurtuluşu beklemek ve Allah’a karşı hüsnü zan gerekir” buyurarak önlem almalarına mâni olmuş ve derhal tefekkür ve tezekkürle meşgûl olmuştur. Ve âfet hâlinden en küçük bir zarar görmeden kurtulan Abdüssamed Çelebi’nin hânesi, yağmurun temizleyiciliği ile etraftalarındaki toz ve süprüntülerden maddî ve mânevî anlamda kurtulmuşlardır. Mustafa Sâkıb Dede, bu hâdiseyi Abdüssamed Çelebi’nin ömrü müddetince tesbih etmiş olduğu “Allâhu’s-Samed” zikrine dayandırarak, Abdüssamed Çelebi’nin “mazhar-ı âsâr-ı celîle-i samediyye” olduklarının isbâtı olduğunu ifâde eder.1077

Abdüssamed Çelebi, hânesinde bütün Mevlânâ âilesinin iştirâk ettiği bir ziyâfet tertîb etmiş     ve     bu     ziyâfet     esnâsında     “Bundan    sonra    Dârü’s-selâm    ziyâfethânesinde    müşerref    olacağız” buyurarak,   ömrünün  son  demlerini   yaşadığını  imâ  etmiş  ve  kısa   bir  zaman  sonra  da   vefat ederek Ulu Ârif Çelebi’nin kabri civârına defnedilmiştir.1078


 

1072 Âteşbâz-ı Velî: (d. 610 h./1213 m. – ö. 684 h./1285 m.) Hayâtı hakkında yeterli bilgi bulunmayan ve asıl adı Şemseddin Yûsuf b. İzzeddin olan Mevlevî büyüğü Mevlânâ’nın aşçısıdır. Mevlânâ’nın babası Bahâeddin Veled ile Horasan’dan geldiği veya kāfileye Karaman’da katıldığı rivâyet edilmektedir. Horasan’dan geldiği yolundaki görüş daha kuvvetlidir.

Sahîh  Ahmed  Dede’nin  verdiği  bilgilere  göre  ise,  Âteşbâz-ı  Velî  olarak  bilinen  kişi,  610  h./1213  m.  târihinde Lârende’de   dünyâya   gelmiştir.   Asıl   ismi,   Muhammed   Hâdim   olan   Âteşbâz-ı   Veli,   15   yaşında,   Mevlânâ’nın talebesi olmuş, “ibrikdâr” olarak Hz. Mevlânâ’nın hizmetine tâyin olunmuştur.

Yûsuf b. İzzeddin’e ya da Muhammed Hâdim’e “ateşle oynayan kişi” anlamına gelen Farsça “âteş-bâz” ünvânının   verilmesi  şu   menkıbeye   dayanır:  Bir  gün,   mutfakta  odun  kalmadığını  arzetmek   üzere   Mevlânâ’nın huzûruna   girer.  Mevlânâ’nın  latife  olarak,  “Kazanın  altına   ayaklarını   sokarak  kazanı   kaynat!”  demesi   üzerine öyle yapar; ayak parmaklarından çıkan alevlerle aşı pişirir. Kerâmetin açıklanmasını istemeyen Mevlânâ, “Hay âteşbâz, hay!” der. Böylece Yûsuf b. İzzeddin bu olaydan sonra “Âteş-bâz” ünvânıyla anılmaya başlar.

Hz.   Mevlânâ’nın   “ibrikdârlık”   hizmetini   30   sene   devam   ettiren   Âteşbâz-ı   Veli,   684   h./1285   m.   târihinde,   75 yaşında vefat etmiştir. Kerîme Hâtun isminde bir kızı bulunan Âteşbâz-ı Velî’nin türbesi Konya’da Meram yolu üzerinde   Aşkan   (Âşıkân/âşıklar)   Tepesi   yakınlarındadır.   Türbenin   civarına   Sultan   Veled’in   kızı   Ârife   Şeref Hatun’un oğlu Muzafferüddin  Ahmed Paşa torunlarından Çelebi  Abdüssamed  tarafından  bir  zâviye  yaptırılmış ve  vakıflar kurulmuştur. Zamanla  harap  olan bu zâviyenin  yerine  bugünkü tekke,  postnişîn  Abdülvâhid  Çelebi (ö. 1325 h./11207 m.) tarafından 1315 h./1897 m. yılında inşâ ettirilmiştir.

Mevlevîlik’te mutfak “aşhâne” olduğu gibi daha önemlisi, Mevlevîliğe intisâbniyâzında bulunan kişilerin temel eğitimlerinin yapıldığı yerdir. Mevlânâ zamanında bu önemli görevi  “Âteşbâz-ı Velî” Yûsuf b. İzzeddin yerine getiriyordu. Sonraki dönemlerde bu unvan bu göreve tayin edilen kişiler için kullanılmıştır.

Mevlevîhânelerdeki özel ocağa “Âteşbâz-ı Velî ocağı” denir ve ocağın üzerinde dâimâ “Yâ Hazret-i Âteş-bâz-ı Velî” ibâresi bulunan bir levhâ bulunur. Önemli günlerde aş burada pişirilir, ayrı bir yerde saklanan gümüş renkli “Âteşbâz-ı Velî kazanı” işi bitince  yıkanarak özenle yerine  kaldırılırdı. Mevlevî dergâhlarında meydân-ı şerifte serili    beyaz    postun    adı    “ateşbaz    postu”dur.    Bu    makāma    teslimiyet,    “Mevlevîliğe    ikrâr    vermek”,    “çileye soyunmak”    demektir.    Sâliklerin    mürebbisi    olan    “âteş-bâz    türbedarı”nın    âyin    sırasında    semâhânedeki    yeri “postnişîn” ve “tarikatçı dede”nin hizâsında idi. Meşîhatnâmeler çok defa “âteşbâz şeyhi” ile gönderilirdi. Kazan ve tencerelerin açılışında olduğu gibi  yemekten sonraki “gülbank”ta  Âteşbâz-ı Velî de zikredilir. Mevlevîlik’te O’nun makam ve mevkiine dâima büyük saygı gösterilmiştir.

(Özönder,   Hasan, “Âteşbâz-ı   Velî”,DİA, c. IV, s. 57-58; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 137, 146, 201-202; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 331-332; Küçük, Sezâi,a.g.e., s. 47)

1073 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 211, 212

1074 Özönder, a.g.m., c. IV, s. 58; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 332

1075 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 212

1076 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 212

1077 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 211-212

1078 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 213

ETİKETLER: