1.BAB – 5. DERECE: Tefekkür
5. DERECE: Tefekkür
Resulullah efendimiz (sav) şöyle buyurdular: “Tefekkürden büyük ibadet yoktur. Çünkü tefekkür kalbe mahsustur. Ve Hakk’a tahsis edilmiştir.” Çünkü kalb en şerefli âzadır. En şerefli âzâya mahsus olan mefhum elbette ki şerefli olacaktır. Onun için bir saat tefekkür etmek, bir sene ibadet etmekten efdaldir. Yine Resulullah efendimiz(sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Bir saatlik tefekkür, bir senelik ibadetten daha hayırlıdır.” Ancak tefekkürün yapılacağı yerlerin de iyi tayin ve tespit edilmesi şartıyla… Tefekkür ya hayırlı işlerde, ya Allah’a ait sanatın mucizevî muvâzenesini müşahede etmede yada Allah’ın sıfatlarının tezahürü olan nimetlerinde yapılmalıdır. Yalnız Allah’ın Zat-ı Nahiyesine ait meselelerde fazla tefekküre dalmak nehyedilmiştir. Abbas(r.a.)’dan rivayet edildiğine göre; Resulullah[savl tefekkür etmekte olan bir kavmi gördü ve onlara hangi hususta tefekkür ettiklerini sordu. Onlar da cevaben; ‘Allah’ın zâtını ya Resulallah’ dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz(sav) şöyle buyurdular: “Allah’ın zâtını düşünmeyiniz. Bilakis O’nun ulûhiyyetini tefekkür eyleyiniz.” Zira Allah’ın zâtını tasavvur etmek insan zihninin güç yetireceği birşey değildir. Şayet böyle bir tefekküre girerse, kafasında şekillendirdiği saçma sapan ve bâtıla ait hayal unsurlarını Allah’a teşmil eder ki bu son derece tehlikeli bir durumdur.
Nimetler hakkında düşünmek yolun şartıdır.
Fakat Hakk’ın zâtı hakkında düşünmek günaha sebep olur.
Hakk’ın zâtını düşünmek bâtıl olur.
Hâsılı tahsil etmeyi imkânsız bil
Evham ve hayale ait bir kısım tasavvurlar onun celâlini asla müşahede edemez. İnsan hayalinin Allah u Teâlâ hakkındaki tasavvurunun en son varacağı nokta hayret noktasıdır. Zira “Allah’ın ilmini hiçbir şey ihâtâ edemez.” Bu hükme binaen hiç bir kimsenin bilgisi Allah’ı mutlak hüviyetiyle bilmeye yetmez. Hiç bir akıl onun gaybî hüviyetini idrak edemez. Sâlike lâzım olan ise; görmüş olduğu eşyadaki ahenk ve muvazeneye binâen Allah’ı sanatında araması ve on da tefekkür etmesidir. Çûnki Allah’ı yarattığı sanatında düşünmek insana sürür verdiği gibi bilgisizliğini izâle eder. ibn-i Ata şöyle demiştir:
“Fikir (tefekkür) sadrın nurudur. Ve sürürün kaynağıdır. Tefekkürsüz kalan kalb kararmaya mahkumdur. Ve cehaletle beraber kesif bir gurura kapılır.”
Tefekkür seni bu evden yukarı çeker.
Seni sırlar sarayına doğru çeker.
Bu misilli fikir etfâl-i şeriatin fikridir. Ama eshâb-ı hakikatin fikri ise; Allah’ın sıfatlarına ait sırların tecelliyatını tefekkür etmektir. Masnûa (yaratılmış güzelliklere) baksalar, onda Sanii görürler. Müessirden eseri istidlal kılarlar. Ve onun nuruyla bu eşyayı bulurlar. Bu derinlikteki tefekküre eshâb-ı şeriat vâkıf değildir.
Yılda emekleyen çocukta erlerin düşüncesi nerde?
Nerde onun hayali, nerde dosdoğru hakikat?
Çocukların düşünceleri ya dadıdır ya süt.
Ya kuru üzümdür, cevizdir, yahut bağırıp ağlama.
Abdurrahman Selemi’ye şu soruyu sordular: “Zikir mi daha evlâdır, fikir mi? Çünkü zikir, Allah’ın sıfatını zikretmektir. Allah (c.c.) ‘Siz beni zikrediniz ki ben de sizi anayım’ buyuruyor. Fikir ise kulun sıfatıdır. Nitekim Allah u Teala âyet-i kerimesinde şöyle buyurmuştur: ‘Göklerin ve yerin yaratılışını düşünür ler ve şöyle derler; Rabbimiz sen bunu boş yere yaratmadın. Seni teşbih ve tenzih ederiz. Bizi cehennem ateşinden koru’.” (Âl-i Imran 191)
Bu âyet-i kerimenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, zikir, fikirden (tefekkürden) evlâdır.
Ben bu kadarını söyledim; ötesini sen düşün.
Fikrin donmuşsa, düşünemiyorsan, yürü zikret.
Zikir fikri titretir, harekete getirir.
Zikri bu donmuş fikre güneş yap.