3) Hızır Bey
Betül SAYLAN*
DEVLET VAZÎFESİNDE BULUNMUŞ HIZIR ÇELEBİ VE İLYAS ÇELEBİ ÂİLELERİ MENSUPLARI
3) Hızır Bey (d. 810 h./ 1407 m. – ö. 863 h./1459 m.)
a) Hayâtı
Sivrihisar’da 1 Rebîulevvel 810 h./6 Ağustos 1407 m. târihinde dünyâya gelmiştir. Kaynaklarda “Celâlzâde Molla Hızır Bey” olarak da anılan1165 Hızır Bey’in künyesi Hızır bin Celâleddin bin Mahmûd bin Ahmed bin Nasreddin (Hoca?)1166 şeklinde sıralanmakta ve babası tarafından Emir Âlim Çelebi’nin (Büyük) torunlarından; 1167 annesi tarafından da Nasreddin Hoca’nın torunlarından olduğu kaydedilmektedir.1168Ancak başvurulan kaynaklarda, Hızır Bey hakkında Mevlânâ âilesinden olduğuna dâir kesin bir bilgiye rastlanmamaktadır. Bununla birlikte, Mevlevî tabâkātları ve tezkireleri Hızır Paşa’nın Mevlânâ âilesinden olduğu konusunda ittifâk etmişlerdir.1169
Hızır Bey, babası Emir Ârif Celâleddin, Sivrihisar Kadısı iken Sivrihisar’da dünyâya gelmiştir. Bursa’da Molla Yegân’ın talebesi olmuş, kızıyla evlenmiş, Bursa ve Edirne medreselerinde müderrislik ve Yanbolu Kadılığı1170 yapmıştır. Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi esnâsında Hızır Bey “Kādı’l-Kudât” ünvânıyla kadı tâyin edilmiştir.1171 Dolayısıyla Hızır Bey İstanbul’un ilk kadısıdır. Tezkire-i Sehî ’de, Hızır Bey’in İstanbul Kadısı iken yazdığı hüccetleri nazmen imzâladığı rivâyet edilir. Ve bu nazmen imzâlara şu örnek verilir:1172
Ayrıca kadılık vazîfesi esnâsında dönemin meşâyıhı, verdiği kararları ve tavırlarını Hızır Bey’in mensûb olduğu âileye, ecdâdına uygun görmediklerini beyân ettiklerinde Hızır Bey; “Kazâmız, Kazâ’nın taklîdi; kazânın rızâsıyla nefs-i râziyyenin olgunluğu ve geçmiş esâsların hoşnutluğudur ” ifâdesiyle cevap vermiştir. 1173 Hızır Bey’e atfedilen bir diğer beyitte de Hızır Bey müderrislik ve kadılığı kıyaslayarak; Müderrislik gâm u derd ü belâdır Kazâ hod cânib-i Hak ’dan kazâdır buyurmuştur.1174
Hızır Bey’in İstanbul’a fetihten sonra çok emeği geçtiği kabul edilmektedir. Savaştan çıkmış olan İstanbul’u onarım faâliyetlerinin yanında kendisi de İstanbul’a birçok eser hediye etmiştir. Hızır Bey Mahallesi ve Hızır Bey Mescidi en bilinenlerdir. Kaynaklarda, kızı Hacı Kadın adına Zeyrek’te bir mescidden ve bir de Hızır Bey Medresesi’nden bahsedilmekteyse de bu eserler günümüze ulaşmamıştır.1175
Hızır Bey, 863 h./1459 m.’de, 52 yaşındaykenvefat ettiğinde, Zeyrek’te Voynuk Şücâeddin Mescidi’nin minâresi dibine; Mecdî Mehmed Efendi’ye göre de Şeyh Vefâ Câmii’nin hazîresine gömülmüştür.1176
Sinan Paşa, Yâkub Paşa ve Ahmed Paşa adında üç oğlu; Hacı Kadın ve Fahrünnisa Hatun adında da iki kızı bulanan Hızır Bey’in oğlu Sinan Paşa, İstanbul’da “Hoca Paşa” olarak ünlenmiştir. Kızları da yardımseverlikleriyle halkın sevgisini kazanmışlardır.1177
b) Eserleri
Hızır Bey’in üç dilde (Arapça, Farsça, Türkçe) eser verecek kadar ilim sâhibi olduğu rivâyet edilir. Hızır Bey’e âid olup günümüze ulaşan eserler ise;
* el-Kasîdetü’n-Nûniyye: Hızır Bey’in eserleri içinde en meşhur olanıdır. 105 beyitten meydana gelen kasidede kelâm meseleleri önemlerine göre bir veya birkaç mısrada ele alınmış ve Mâturîdî ekolü çerçevesinde işlenmiştir. Eser pek çok kimse tarafından tercüme ve şerhedilmiştir. Örnek olarak İsmâil Müfîd Efendi ve İmâmzâde Mehmed Esad Efendi’nin manzum Türkçe tercümeleriyle, Hayâlî Ahmed Efendi ve Manastırlı İsmail Hakkı Efendi’nin şerhleri zikredilebilir.1178
* Ucâletü leyle ev leyleteyn: Kaynaklarda verilen bilgiye göre, Fâtih Sultan Mehmet, Hızır Bey’in kendisine sunduğu bu kasideyi görüşünü almak üzere Molla Gürânî’ye göndermiş; Gürânî, lâzım olan “zâde” fiilinin kasîdede müteaddî olarak kullanıldığını sultana bildirmiş, sultan da durumu Hızır Bey’den sormuştur. Hızır Bey bu itirâza, “zâde” fiilinin Kur’ân’da müteaddî kullanıldığını gösteren, aynı zamanda hasetçilik ve ikiyüzlülüğe dair iğneleyici ifâde taşıyan bir âyetle1179 karşılık vermiştir. Ucâle’nin ayrı bir kasîde mi, yoksa el- Kasîdetü’n-Nûniyye’nin ithafnâmesi mi olduğu tartışmalıdır. Eseri müstakil bir kasîde kabul edenlerin yanında, çok kısa olması ve el-Kasîdetü’n-Nûnîyye ile aynı kāfiyeyi taşıması sebebiyle adı geçen kasîdenin bir ithafnâmesi olduğunu, daha sonra ithafnâmenin unutulup sadece kasîde metninin devam ettirildiğini ileri sürenler de vardır.
Hızır Bey, kasîdenin sonunda bu eseri bir iki gecede yazdığını kaydetmektedir. Ancak hemen hemen bütün kelâm meselelerini ele alan el-Kasîdetü’n-Nûniyye’nin bir iki gecede yazılması mümkün değildir. Ayrıca kasîdenin vezni “müstef’ilün-fâilâtün-müstef’ilün-fâilün” şeklinde iken Ucâle’nin mevcûd beyitlerinin vezni “mefâîlün-mefâîlün-feûlün” şeklindedir.1180
* Tefsîr-i Yâsîn-i Şerif: Yâsîn Sûresi’nin Türkçe tefsîrinden ibâret olan eserde âyet ve hadis metinleri yazıldıktan sonra gerekli açıklamalar Türkçe olarak yapılmaktadır. Eserde rivâyet ve dirâyet metodları birleştirilmekte, Mevlânâ’nın Mesnevî’siyle benzeri tasavvuf eserlerinden de beyitler nakledilmektedir. Süleymaniye (İbrahim Efendi, nr. 140) ve Millet (Ali Emîrî Efendi, nr. 58, 59) kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunan eseri Ayşe Hümeyra Aslantürk neşretmiştir.1181
* Terceme-i Külliyyât-ı Hoca Ubeydullah: Nakşî şeyhlerinden Hoca Ubeydullah’ın vaazlarını ve tasavvufî nasîhatlerini ihtivâ eden risâlelerinin Türkçe tercümesidir. Süleymaniye Kütüphânesi, Bağdatlı Vehbi Efendi Bölümü, 2047/3 numarada kayıtlıdır.1182
* Terceme-i Metâli’u’l-Envâr: Kadı Sirâceddin el-Urmevî’ye âid Metâli’u’1-Envâr adlı mantık kitabının bâzı ilâvelerle birlikte Farsça’ya yapılan tercümesidir. Fâtih’in isteği üzerine gerçekleştirilen tercümenin bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi Ayasofya Bölümü2488 numarada bulunmaktadır.1183
* Tuhfe-i Sultan Murâd Han:Fâtih Sultan Mehmed’in babası II. Murâd’a ithâf edilen Farsça bir risâledir. Beyazıt Devlet Kütüphânesi, 5577 numarada kayıtlı olan eserde, Hz. Âdem’in kendi ömründen kırk seneyi Hz. Davud’a verdiğine;Hz. Peygamber’in Medine’de öğle vaktinin farzını dört rekât olarak kıldıktan sonra Zülhuleyfe’de ikindinin farzını iki rekat kıldığına dâir rivâyetlerle ilgili olarak akla gelebilecek sorulara cevap yanında;Hz. Süleyman’ın Hz. Dâvûd’dan tevârüs ettiği bildirilen şeyler 1184 hakkında Zemahşerî’nin görüşlerine de yer verilmiştir.1185
Semâ’-hâne-i Edeb’de yer alan Arapça şiirin, Fâtih Sultan Mehmed Dönemi’nde İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Bey’in kaleme aldığımüstezâd,Kasîde-i Tâiyyeolduğu kaynaklarda yapılan karşılaştırmalar sonucu görülmektedir.1186
1165 Sakaoğlu, Necdet, “Hızır Bey Çelebi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. IV, s, 69
1166 Sakaoğlu, a.g.m., DBİA, c. IV, s. 69; Bâzı kaynaklarda Hızır Bey’in künyesi; Hızır Bey bin el-Kādî Celâleddin bin Sadreddin bin İbrâhim min ahfâdı Nasîrüddin er-Rûmiyyü’l-Hanefî (Ünver, Süheyl, Kadıköyü’ne Ünvânı Verilen Hızır Bey Çelebi, İstanbul, 1945, s. 11, dpnt: 1)
1167 Ali Enver, Semâ’hâne-i Edeb, s. 53; Esrâr Dede, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye, s. 146
1168 Mecdî Mehmed Efendi, Şakāik-ı Nu’mâniyye ve Zeylleri, (haz: Abdülkâdir Özcan), Çağrı Yayınları, İstanbul, 1989, c. I, s. 111
1169 Hızır Bey’in Mevlânâ âilesine mensûbiyeti konusundaki ilk bilginin Sefîne’de bulunduğu fikrini taşımaktayız. Mustafa Sâkıb Dede, Hızır Bey’in hayâtı hakkında açıklayıcı bir bilgi vermemekle berâber Hızır Bey’in Mevlânâ âilesine müntesib olduğu bilgisini kaydetmekte; Esrâr Dede ve Ali Enver de Hızır Bey’in Emîr Âlim Çelebi’nin torunlarından olduğu bilgisiyle Mustafa Sâkıb Dede’yi desteklemektedirler.
(Bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 119; Esrâr Dede, a.g.e., s. 146-147; Ali Enver, a.g.e., s. 53-55)
1170 Yazıcıoğlu, Mustafa Saîd, “Hızır Bey”, DİA, c. XVII, s. 414
1171 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 119; Esrâr Dede, a.g.e., s. 146; Ali Enver, a.g.e., s. 53
1172 Ünver, Kadıköyü’ne Ünvânı Verilen Hızır Bey Çelebi, s. 18; Edirneli Sehî, Tezkire-i Sehî, İstanbul, 1325, s. 39
1173 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 119; Esrâr Dede, a.g.e., s. 147
1174 Ünver, Kadıköyü’ne Ünvânı Verilen Hızır Bey Çelebi, s. 18; Sakaoğlu, a.g.m., c. IV, s. 69
1175 Sakaoğlu, a.g.m., DBİA, c. IV, s. 69-70
1176 Sakaoğlu, a.g.m., DBİA, c. IV, s. 70; Yazıcıoğlu, a.g.m., DİA, c, XVII, s. 414
1177 Sakaoğlu, a.g.m., DBİA, c. IV, s. 70; Yazıcıoğlu, a.g.m., DİA, c, XVII, s. 414
1178 Yazıcıoğlu, a.g.m., c, XVII, s. 415
1179 قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللَُّ مَرَضًا وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُو ایَكْذِبُونَ (Bakara,, 2/10) [Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allâh da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlar için elim bir azâb vardır]
1180 Yazıcıoğlu, a.g.m., c, XVII, s. 415
1181 Yazıcıoğlu, a.g.m., c, XVII, s. 415
1182 Yazıcıoğlu, a.g.m., c, XVII, s. 415
1183 Yazıcıoğlu, a.g.m., c, XVII, s. 415
1184 وَ وَرِثَ سُلَيْمَانُ دَاوُدَ وَ قَالَ یَا أَیُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَال طَّيْرِ وَ أُوتِينَا مِنْ كُلِّ شَيْ ء إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِينُ (Neml,, 27/16)
[Süleyman Dâvûd’a vâris oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden nasip verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütufdur.]
1185 Yazıcıoğlu, a.g.m., c, XVII, s. 415
1186 Ali Enver, a.g.e, s. 54-55; Esrâr Dede, a.g.e, s. 147-148; Mecdî Mehmed Efendi, Şakāik-ı Nu ’mâniyye ve Zeylleri, c. I, s. 113