Bir geleneği olmak 2
İlimde, sanatta, siyasette bir geleneği olmak eksenli yazmakta olduğumuz yazılarımıza devam ediyoruz. Zira bize göre Türkiye geleneğini aramakta olan bir ülkedir.
Hareket fiziğine göre evrende her nesne ait olduğu yeri buluncaya kadar hareket eder. Yerini bulduğunda ise sükuna erer, huzura erer. Türkiye’mizin huzuru da ait olduğu yeri bulduğunda olacaktır.
Siyasette bir geleneği olanlar imparatorluklar kurarlarken geleneği olmayanlar sürekli bir şeyler deneyerek doğru olanı yakalamaya çalışırlar. Bazen iyi bazen kötü, düşe kalka bir şeyler yaparlar. Anayasalar, kanunlar, tüzükler, yönetmelikler, partiler, seçimler v.s. mütemadiyen değişikliklere maruz kalır. Vatandaşlar adeta sersemler ve bunalırlar. Bir gelen siyasetçi giden siyasetçinin yaptıklarını çöpe atar, her şeye yeniden başlar. Zira her şey anlıktır, geleneği yoktur.
Bu durum asırlardır devam eden bir devlet geleneği olan bir imparatorluğa karşı bir devrim yapılarak o geleneğin darmadağın edildiği yapılarda daha da sancılı hissedilir. Prensipler ve referans noktaları kaybolduğu için sistem sil baştan oturtulmaya çalışılır. Halbuki eğer devrim değil reform yapılsaydı ana referans noktaları kaybolmayacağından sadece yönetmelikler düzeyinde değişiklikler olacak ama sistem işlemeye devam edecekti. İçeride bu kaos sürerken dış ilişkilerde de devlet mekanizmaları oturmamış yapılar her zaman oturmuş yapılar karşısında tutunmakta zorlanırlar. Bu da bir ülkenin gücünü ve prestijini zedelemektedir.
Kültür uzun yıllara dayalı tecrübeler ve pratiklerle elde edildiği için devrimler kültürü de tahrip eder. İmparatorluğun mimarisi, sanatı mazide kalır. Müzelerde turistlere gösterilen ölü kültür haline gelirler. Şehirler belirli bir insani ve estetik ruha sahip olamadıkları için yaşanmaz hale gelirler. Bağlar, bahçeler, dereler şehirlerde görülmez olur.
ABD’de sistem Trump sonrası kaygılanmaya başladı. Alt kültür grubundan bir inşaatçı prensiplerle oynamaya başladı. Bugün bir şey söylüyor yarın öyle demedim diyor. Bir geleneğe bağlı olmadan bir şeyler denemek istiyor. Büyük devletler deneme tahtası değildirler. Elde edilen evrensel kazanımlar bir günde elde edilmemiştir. Bir günde de terk edilemezler. Sistem kendisini rehabilite etmeye başlamıştır. Yanına başdanışman olarak verilen Steve Bannon’a dikkat edelim. Bu zatı bir başka yazıda ele alacağım.
Rusya’ya gelince pensiplerini ve geleneğini alt üst eden 1917 Ekim devrimine karşı uzun zamandır sessiz bir karşı devrim yürütüyor. Tam bir asır sonra Rus imparatorluğu Putin’le şaha kalktı. Onun başdanışmanı ise Alexander Dugin. Ne tesadüf Bannon ile aynı ekolden. Yani geleneksel ekolden.
Bize gelince, ülkemizin pek çok problemi olduğu varsayılabilir. Fakat bence en temel iki problemi bulunmaktadır. Ve bu iki problem prensipler devrildiği için bir türlü oturmamış ve bu yüzden de kangren olmuştur. Birincisi dinin yeri. İkincisi etnisitenin yeri. İlki yeni yapıda uzun zaman kendine bir yer bulamayınca ve de baskılanınca bunun siyasal alandaki geri dönüşümü gelinen son merhalede AK Parti’nin yükselişi oldu. Zira tek partiden sonra siyasal alandaki kazanımlarla partili siyaset yapma yolu açıldı. Bir çok kere parti kapatmalar ve darbelerle bu yola mani olunmaya çalışıldıysa da başarılı olunamadı. Halk sandıklarda hep bu yeni sisteme muhalif partilere oy verdi.
Dini hakların kısıtlanması ise siyasal alandaki kadar kazanım elde edemedi. Hatta her geçen dönem eskisini aratır daha sert kısıtlamalara başvurdu. Dinin gerek ferdi ve gerekse içtimai alandaki yerine yönelik sert muameleler sonuçta tepki olarak pek çok dini grup ve cemaatlerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Fetö grubu böylesi bir mahrumiyetler ve mağduriyetler üzerinden insan kazandı. Lakin bu mağduriyetleri ranta çevirip siyasallaştılar, gözü dönmüşçesine hakim olan ikbal hevesleri kendilerini sonunda yabancı mihrakların piyonu haline gelmiş birer haine çevirdi.
Aslına bakılacak olursa her iki yükselişi de yeni sistem istiyor ve arzuluyor değildi. Ama prensipleri devirdikleri için geri dönüşümün böyle olacağını öngöremediler. Zira yıktıkları gelenekte mühendisliğin bir alt dalı olarak görülen askerlik mesleğinde toplumsal analizler yapmak zordu. Yanlışları, istemedikleri sonuçları kendilerine verdi. Tıpkı Hitler’in yanlışlarının İsrail devletinin kuruluşunu hazırlaması gibi. Demek ki evrensel prensipler hata kaldırmazlar. Bir bumerang gibi gelir seni vurur.
İkinci problem ise gelenekte kültürel bir değeri olan etnisitenin yeni yapıda metafizik bir yapıya kavuşturularak kutsallaştırılması ile ortaya çıktı. Daha evvel kutsal bir üst prensip (İslam) altında hep beraber hareket eden etnik yapılar arasında Yahudivari üstünlük fikri aşılanınca “sizler-bizler” ayrımı ve fitne ateşi kuvvetlenmiş oldu. Bunun da geri dönüşümü Kürtlerin sistemden duygusal kopuşu oldu. Son zamanlarda atılan adımlar aslında imparatorluk zamanındaki normal duruma dönme çabalarıdır.
Bu iki konu gelenekte olduğu şekliyle normalleşmediği sürece daha çok baş ağrıtmaya devam edecektir. Zira devrimcilerin zihninde bu iki konu sorunludur, hastalıklıdır, sağlıklı değildir. Bu hastalıklı zihniyetin ülkeme faturası çok ağır olmuştur ve olmaktadır. İşin hakikatine bakılacak olursa Tek Parti döneminden sonra bugüne kadar ülkenin demokratikleşmesi yönünde elde edilen bütün kazanımlar bir ilerleme, bir terakki değildir. Bel fıtığı hastalığında olduğu gibi çıkmış diskin yerine oturtulması çabalarıdır bunlar. Yani normal bir bedenin zaten olması gereken pozisyonuna onu getirmektir. Esasında kazanım, terakki, ilerleme denilebilecek şeyler bundan sonra başlar. Yani Türkiye’nin uzun yıllardır mücadele ettiği şeyler aslında suni problemlerdir, olmaması gereken problemlerdir. Fakat bizi oyalamakta, enerjimizi beyhude yere harcamamıza sebebiyet vermektedir. İmparatorluğun devlet felsefesi kazanımları uzun yıllara dayalı bir gelenektir, yabana atmayalım. Ne kadar bağırıp çağırırsak çağıralım standart oradadır. Ve bugünkü büyük devletler o standartları uygulamaktadırlar. Bugün ABD’de ve Rusya’da dine ve etnisiteye nasıl bir yer açılmış, bakarsanız dediklerimi daha iyi anlarsınız.