Muhammed’im Doğarken !..
Muhammed’im Doğarken !..
Bu hafta Kutlu Doğumu idrak ediyoruz. O büyük zatın dünyayı şereflendirmesi; ona sevdalı gönüller tarafından çeşitli şekillerde kutlanacak, zevk edilecek. Bütün açıları, bütün bilinçleri, bütün algıları kendinde cem eden Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa'(sav) yı sevenler çok renkli bir ümmet tablosu oluşturuyor. Kulluk gayretinde olan herkesi seviyoruz. Onu sevdiğimiz için seviyoruz hepsini. Bütün insanlığı, bütün mahlûkatı seviyoruz.
Her yıl Rebiülevvel ayının 12. gecesi yaklaştığında İslam Tarihinden onun doğumu ile ilgili kısımları yeniden okurum. Bu defa, doğum esnasında Hicaz, Ortadoğu ve hatta dünyanın muhtelif coğrafyalarını etkileyen olaylara yoğunlaştım.
İslam Tarihçilerinin kaydettiği o geceki olayları eminim sizler ta ilkokul günlerinden biliyorsunuz. Gelin bir daha hatırlayalım:
Hz.Muhammed (sav) ın doğduğu gece yaşanan harikulade haller:
Kâbe’de mevcut 360 put devrildi.
Müşriklerin kutsal saydığı Sâve gölü kurudu.
Yıllardır kuru olan Semâve vadisi sularla doldu taştı.
Mecusilerin 1000 yıldır yanan ateşi söndü.
İran Kisrâsının sarayındaki 14 burç- sütun- hisar yerle bir oldu!
O gece yıldızlar yere o kadar yakın ve berraktı ki biri şöyle dedi: “Elimi uzatsam alacak gibiydim.”
O sabah Mekke’ye gelen Yahudi bir tüccar (kâhin aynı zamanda) Mekke ulularına sordu: “Bu gece aranızdan birinin oğlu oldu mu?”
Ona dediler: “Evet, Haşimoğulları mahallesinde bir yetim doğdu.”
Kâhin feryat etti:
– Eyvaaaahhhh! Yıllardır İsrailoğullarında bulunan Risalet- Nübüvvet artık Araplara geçti. Bundan sonra çok şerefli olacaksınız! Ama biz bittik!..
…
Bu hadiseleri zahiri bilgi tekrarı için buraya almayacağımı tahmin ediyorsunuz. Bu defa şöyle düşündüm:
Hz.Muhammed (sav) in doğum gecesi arzda zâhiren yaşananlar; bâtinen Muhammedî Bilinç açılmaya, doğmaya başladığında bizde de yaşanıyor olabilir mi?..
Düştüm bu sorunun peşine. Yer isimleri, sayılar, işaretler, sembolizm, tevil kitapları derken epey bir bilgi kaynağına yoğunlaştım. Fakat gördüm ki kelimeler zâhir- bâtın manalar saklarken bazen onlara takılmak insanı daha büyük gerçeklerden perdeliyor. Kelime araştırmayı bir kenara koyup olayın oluş şeklini ve gelişenleri okumaya gayret ettim.
Küllde ne varsa zerrede de vardı. Mikro; makronun minyatürü, makro; mikronun mega haliydi. Dışarıda olan içeride, içeride olan dışarıda da mevcuttu. Zerre- Küll- Makro- Mikro- İç- Dış bir yana her şey Tekti, Tektendi. O halde kendimizde bu halleri pekâlâ düşünebilir, tefekkür edebilirdik.
Bir hafta boyunca bu konuları paylaştık dostlarla. Tefekkür ibadetinin bilincine ermiş gönüllere yansıttık sorularımızı. O kadar güzel açılımlar, o kadar berrak yorumlar, o derece hoş tespitler geldi ki; Rabbimize şükretmekten, aczimizi itiraf ile secde etmekten kendimizi alamadık.
Evet Dostlarım;
Biraz sonra okuyacağınız tahlil ve değerlendirmeler Hz. Muhammed (sav) sevdasını iliklerine
kadar hisseden, o bilinci yaşamaya, o doğrultuda düşünmeye gayret eden kardeşlerimize ait.
Fakir, sadece bunları düzenlemiş, cümle kalıplarına dökmüştür.
Efendimizin kutlu doğumunu idrak ettiğimiz şu günlerde “Muhammedî Bilinç bizde nasıl açığa çıkar?”, “Doğum esnasında neler yaşanır?”, “Yaşananlar nelerin habercisidir?” sorularına, doğum gecesi olanlardan hareketle getirilen açıklamalar şöyle:
Bir deprem ki: Putların devrilmesi, göllerin kuruması, nehrin taşması, saray sütunlarının yıkılması gibi hadiseler açıkça göstermektedir ki o gece Ortadoğu’yu kaplayan büyük bir deprem yaşanmıştır.
Muhammedi Bilincin bizde açığa çıkışı da genellikle beden ve ruhumuzun yaşadığı sarsıcı bir etki ile başlar! Tasavvufa; Hakikat İlmine yönelenlerin büyük çoğunluğu; mal kaybı, evlat acısı, iş kaybı, ticarette zarar, dostların ihaneti, alıştığı çevreden uzağa hicret, hayattan umduğunu bulamama, ideallerin bir anda kırılması gibi bazı haller yaşayarak bu ilme yönelmişlerdir. Dışarıda yaşanan depremin, içeride şuur faylarını çatır çatır kırması sonucu Muhammedi Hakikat özden fışkırmaya başlar!.. Bu deprem bir takım hayati değişiklikleri de beraberinde getirecektir. Bazı değerler (yada değer sanılanlar) yerle bir olacak, kutsanan, benimsenen dayanaklar elden çıkacaktır.
Doğum geceleyin: Gece; vahdet anıdır. Kesret yanılsamasını önümüze koyan gündüzün çekilip yerini geceye bıraktığı anda renkler ve çokluk varsayımı biter ve kişi kendi yalnızlığı ile, kendi gerçeği ile yüzleşir.
İster gece vakti ibadet ve zikirle Muhammedi Hakikatin açıldığını düşünün, ister geceyi zulüm, karanlık, baskı anı diye değerlendirin, bu hakikatin yalnızlık hissedildiği anda, Allah’tan başkasından ümidin kesildiği anda açıldığı bir vakıa.
Kabe’de mevcut 360 put devrilir: Kâbe; içini benliğe ait sahipliklerle doldurduğumuz gönlümüz. O kadar çok ki gönül Kâbemizi işgal eden putlar, hangi birini sayalım. Sahiplikten hırsa, benimsemeden tutkuya, gelenekten alışkanlığa, duygusallıktan hırçınlığa, hasetten öfkeye kadar bir dizi putla doldurduğumuz gönül boyutumuz, öz boyutumuz ,iç dünyamız, Muhammedi Hakikatle yüzleştiğinde bunların hepsi ciddi bir sarsıntı geçirir. İşte bu sarsıntı temizlenmemiz gereken kirleri gösterir bize. Muhammedi Bilinç açılır açılmaz putlar dışarı atılamasa da yerlerinde rahat duramamaları, altlarındaki zeminin kayması kaçınılmaz sonuçtur.
Tek tek ele aldığımız, her birini ayrı sandığımız algılardır putlar. Tek kare resmi göremeyenin parçalarda kudret ve güzellik varsaymasıdır. Parçaların paramparça edilip bünyeden sökülüp atılışı Muhammedî doğumla start alır.
Daireyi oluşturan açılar toplamı:360. Önceleri dar açılarla hayata yaklaşan, hatta belli bir açıya mahkum yaşamayı, düşünmeyi kutsayan kişi; Muhammedi idrakle tanıştığı anda açıları gezmeyi, turlamayı niyete almış demektir. Seyir başlamıştır artık. Dar açı genişleyecek, daire ilerleyecek, pergelin iğnesi Şeriat noktasına çivili olarak Hakikat turu devam edecektir. Bunu yaşarken kendinizi bazen tanıyamaz “Eskiden şu halleri kınayan ben, şimdi nasıl hoş görüyorum, bu ben miyim?” demeye başlarsınız. Beğenmedikleriniz, kızdıklarınız, çirkin gördükleriniz yavaş yavaş düşer gözünüzden. Çünkü siz açınızı genişletmektesinizdir.
Müşriklerin kutsal saydığı Sâve gölü kurudu: Göl; ne kadar derin ve geniş olursa olsun sınırlıdır değil mi?.. Suyu hiç yenilenmez. Göle akan nehir yoktur pek. Göl; kendi başına denize de akamaz. Sıkışmıştır kara parçası içine, vadiler arasına. Denizi tanımayanlar, her an yepyeni bir çağıltı ile akan nehirlerden haberi olmayanlar için göl kutsal kaynaktır.
Göl; kendi kendini överek yaşayan benliğinizdir. Size bu halinizin en iyisi olduğunu telkin eder hep. Yaratılışınız bu haliyle ne güzeldir. Hatta sizden iyisi de yok gibidir.
Gölü kutsal sayan kimdi? Müşrikler. Bizde, bizi şirke çeken kim? Benlik!.. Benlik; terkip kayıtlarını yücelterek sınırlı kapasitesini bize sınırsız gösteren sahtekâr bir sihirbazdır.
Muhammedî doğumla göl suları çekilir. Bildikleriniz geçersiz, kabul ettikleriniz değersiz hale gelir. Bir tükeniş yaşarsınız. Her şeyiniz iflas etmiştir. Yegâne su kaynağınız; nefsiniz kurumaya yüz tutar. Hiç bitmez sandığınız bitmiştir. Ve öyle bocalarsınız ki, Kur’anın ifadesi ile insan yere (benlik arzına) “Buna da ne oluyor böyle?” (Zilzal-3) diye sormaktan kendini alamaz.
Tasavvufi hakikatlerle yüzleştikleri anda klasik din öğretisinin yetmediğini gören bazı dostların; “Bana da ne oluyor? Yoksa dinden mi çıkıyorum? “ diye hayıflanarak kendilerini sorguya çekmelerini tebessümle hatırlarım. İşte bu hayıflanma sahiplenilenin elden çıkışına duyulan kaygıdır.
Peki, göl kurumuşsa su hiç mi olmayacak? Olayları okumaya devam edelim.
Semâve deresi sularla dolar taşar: Kupkuru bir dere Semâve. İçinde yıllardır su yok. Orada su olmadığı için halk mahkûm olmuş Sâve’nin suyuna. Muhammedî Bilinç açılmadıkça şuur; kuru bir dere yatağından farksızdır. Yeni idrakleri, tefekkürleri, akletmeleri, değerlendirmeleri yoktur. O öylece kendi sığ ve çorak haliyle yaşamayı hayat zanneder.
Muhammedî doğumla birlikte şuur açılmaya, bilinç yeni değerlendirmeler yapmaya başlar. Artık her şeyin bir anlamı vardır. Olaylar ve oluşlar arasında bağlar kurulur, seyir sürerken gözlenenlerde hikmetler, yaşananlarda ibretler okunmaya başlanır. Bilinçte yoğun bir enerji kanalı açılmıştır artık. Hem de öyle bir kanal ki suyu ne göle benzer ne dereye.
Vahdet denizine, Hiçlik deryasına erinceye kadar akmaya, çağlamaya, gürlemeye devam edecek, yerinde duramayan, sürekli taşmak isteyen açılımdır bu.
“Allah’ım eskiden düşünemediğim ne çok şey varmış!? Ayetleri, hadisleri, sözleri, kitapları anlar oldum, bu tespitleri yakalayan ben miyim?” demeye başlarsınız. İçinizde öyle yoğun enerji akar ki okumaya, dinlemeye, ziyarete, sohbete, sevmeye doyamazsınız.
Mecusi ateşi söndü: Kişinin benliğe esir oluşunun açık delili; öfkesidir. Sabrı, tahammülü, hoşgörüsü yoktur Muhammedî olmayanın. En ufak şeyde par, yanar. Yaktığı; çevre gibi görünse de kendisidir aslında. Benlik; bilince egemen olduğu sürece o yakıcı ateş sönmeyecek, an be an kavurmaya devam edecektir kendi kendini.
Muhammedî idrak doğumu ile ateş; İbrahim’ce yaşamı seçen; Hanif Dine yönelenler, Tekten bakışı bilenler için serin ve selamet olmaya hazırdır artık. Sultası bitmiş, kudret görüntüsü veren alevleri sönmüş, hâkimiyeti boşa çıkmıştır.
Kisrâ sarayının burçları, sütunları devrilir: Sütunlar sabittir. Kubbeyi taşımaya, çatıyı olduğu yere kuvvetle sabitlemeye yarar. Burçlar, hisarlar ise dışa karşı aşılmaz setler, duvarlar örer.
Muhammedî doğum yaşanmadan önce olduğu yere, sabit bir noktaya bağlı, kayıtlı, kilitlidir algılar. Ne hareket imkânı vardır ne de değişim. Hareket olduğu anda saltanat yıkılıyor diyerek feryadı koparır nefis. Dış etkiye, başkalarına, farklı algılara kapalıdır Muhammedi olmayan. Öylesine kapalı ki bir duvar kadar soğuk, bir hisar kadar ürkütücü ve ruhsuz!..
İdrakte yaşanan depremle sütunlar yıkılacak, sahte saltanat yerle bir olacak, karanlık hisar içine nur sızacak, burçlardan (terkip kayıtlarından) seyredilen alem; geniş bir ufukla tanışacaktır. Rabbinden, Rabbul Alemiyne uzanan bir yolculuk başlayacaktır.
…
Kisrâ; Farsça’da, kral, hükümdar, firavun anlamlarına gelse de Arapça söylenişte KESRET kelimesi ile aynı kökten. Yıkılan; Kisrâ sarayı. Yıkılan; Kesret hegemonyası!… Kesret bakışı yerle bir olduğunda bilinç, Vahdet Seyrine geçmek üzere hakikate sülûk edecek.
Bir başka açıdan sütunlar yada burçlar; hepimizin tâbi olduğu Astrolojik yıldız kümeleri. Belki ilk planda şaşıracaksınız ama; Muhammedî olanlar için tek burca bağlılık bitmektedir!.. Muhammedî idrakte yaşayanlar; her kulda kendini gören, herkesle cem olan, girdiği her yere rengini veren ama kendisi ne şekle, ne kalıba, ne tanıma sığmayan zatlardır. Onun için onları astrolojik burç kayıtları içinde düşünmek bize göre yanlıştır. Muhammedîler için burçlara tabiiyet bitmiş, bütün burçlarda sınırsız seyir başlamıştır.
14 sütun. Kabaca düşünürsek… Ay, 14 evreden sonra bütünlenir. Hz. Mevlana ayın seyrinden ilhamla hakikat yolcularına şöyle diyecektir: “Elinden çıkanlara üzülme. Unutma ki ay da paramparça ola ola dolunaya erişir de nurlar yansıtır. Bil ki parçalandıkça nurlanmaktasın!”
Göğüs kafesini çevreleyen kaburgalar önde 7 ana kemik halinde birleşir. İman tahtası, can evi tabir edilen sadrımız; sağlı sollu uzanan 17 kemikle korunur! Açık kalp ameliyatı bu 14 kemiği tutan ana bağ kesilerek yapılır. 14 bağ kopunca kalbe inilmiştir artık.
Kalbe; öz bilince inmeye engel teşkil eden 14 direk neler acaba? Şeytanın, birimsel benlik vehminin, nefis ateşinin 14 oku, 14 perdesi, 14 temel azabı aslında.
Neler mi?.. Aklımıza gelenleri sıralayalım hemen: Öncelikle beş duyu. Kesitsel algıya bizi mahkûm eden beş duyu. Diğerleri: öfke, kibir, haset, riya, şehvet, hırs, para, makam, şöhret, ibadetine güvenmek, vesvese, saltanat, vehim.
Bunlar yıkılacak. Ayakta kalmak istese de değil mi ki bir kere deprem olmuştur, sağlam diye yüzlerine bakılmayacak artık. Gün be gün azalacak tesirleri. An be an tükenecekler.
(Allah’ın Zati ve Subuti sıfatlar toplamının da 14 olduğunu farklı bir noktadan düşünün)
Yıldızlar yere yaklaşacak ve çok berrak görünecekler: Yıldızlar; her biri yol bulmada rehberlik eden işaret levhaları. Yıldızlar; karanlık semanın ışıltılı aynaları.
Yıldızlar; sınırsız sonsuz ESMA mertebesidir. Muhammedî Bilinçle tanışan; esmanın kendinde önce SIFATa sonra EF’ALe dönüşümüne hazırdır artık. Bu dönüşüm ZATında cem yaşamaya kadar devam eder nasibi olan için. Muhammedî doğum; tüm esmaları birleştirmenin ilk adımıdır. Önceleri ayrı gayrı görenler, Muhammedî açılımlarla esmalar arasında fark görmenin şirk olduğunu, birini diğerine tercih etmenin hakikatten perdelenme getireceğini anlayacaklardır.
Yıldızlar; Hak Dostlarıdır. “Sahabem yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız yolunuzu bulursunuz” buyurmuş Alemlerin Efendisi. Onun sahabesi; biricik mirasçıları; her dönemde yaşayan, hiçbir çağı boş bırakmayan; gönül ehli, ilim ehli, aşk ehli zatlardır. Onlardan hangisi size sevimli gelmişse, hangisinin meşrebi size uymuşsa sağlam ipe tutunmuşsunuz demektir.
Bilinci deprem yaşayan; yere yaklaşan yıldızları seyredercesine yakındır Gönül Ehline. Sorulara cevap, ruhlara gıda, kalplere şifa Hak Dostları bir bir çıkar önüne. Elini uzatıp alıverecekmişçesine yakındır onlara. Kimini şahıs olarak yanında, kimini ilim olarak kitap satırlarında, kimini sözlerle nasihat ikliminde, kimini muhabbet ve sohbet meclisinde, ama hepsini çok yakınında bulacaktır.
Feryat eden Yahudi: İdrak sıçraması yada zorlu bir ameliyat gibi inşirahla gelen Muhammedî zuhur; derinlerde bir yerlerde saltanat kuranları tedirgin edecek, hükümranlığın elden çıkışını hazmedemeyen benlik; canhıraş feryatlarla ortalığı gerecektir.
Şuurun derinliklerinden Yahudi boyutu (dünyaya- menfaate düşkün yanımız); “Senelerce benimleydin, şimdi nerelere gidiyorsun? “diye kocası ölen kadın gibi yas ederek kendine acındıracak, sonra “Senin Nübüvvet (zahir boyutun) ile Risalet (batin boyutun) hep benimle yaşadı. Ben olmazsam sen ne yaparsın? Ne dış dünyan olur, ne iç alemin! Yıkılırsın, mahvolursun, bak benden söylemesi” diyerek uyanık ve de cambazca söylemlere girişecektir.
Tasavvufa yönelenlere çevreden ilk tepki şudur: “Dış dünyadan kopuyorsun! Sana da bir haller olmuş. Bak bizden söylemesi, normalden uzaklaşıyorsun!”
Dışta bunları duyan Marifet Yolcusu içte ise şu vesveseyi sıkça hissedecektir:
“ Ya sapıtırsam. Ya raydan çıkarsam! Acaba doğru yolda mıyım? Çoğunluk haklı olmasın? Yoksa ben gerçekten anormal miyim?”
İşte tüm bunlara elinin tersi ile meydan okuyabilenler; Harem Bölgeden ( Özbenliklerinden) Yahudiyi (esfele çeken vehmi) bir daha geri dönmemek üzere sürüp çıkarmış olacaklar!…
Vehim; maddeye, bedene dönük algı sürülüp çıktıktan sonra şu ses yankılanır bilinç semalarında:
– Artık Esfelden çıkıyor, Ahsene yürüyorsun. Kayıtlardan kurtuluyor, Sınırsız- Sonsuza açılıyorsun. Artık çok şerefli olacaksın! Yolculuğun mübarek olsun!…
***
Rasülullah’ı anıyor dışarıda müminler. Doğumu kutlanıyor mevlidler, kasideler, ikramlar ve ziyaretlerle. Ve sen, evet sen Marifet Yolcusu dostum!
Arzı sarsan, göller kurutan, sütunlar yıkan, ateşler söndüren, nehirler çağlatan, yıldızları yere yağdıran, köle tüccarını sürgüne yollayan o muhteşem doğumun aslında nerede, nasıl yaşandığını fark ediyorsun değil mi?..
Mübarek olsun!
Mehmet DOĞRAMACI
18.03.2008