2) Yakûb Çelebi / II. Yakûb Bey
Betül SAYLAN*
DEVLET VAZÎFESİNDE BULUNMUŞ HIZIR ÇELEBİ VE İLYAS ÇELEBİ ÂİLELERİ MENSUPLARI
2) Yakûb Çelebi / II. Yakûb Bey (ö. 832 h./1429 m.)
Germiyanoğulları’nın son hükümdârı olan II. Yâkub Bey, Süleyman Şâh Germiyanî ile Umur Bey bin Savcı Bey’in kızının oğludur. Târih kaynaklarına göre, babası Süleyman Şâh Germiyanî’nin 788 h./1387 m. târihinde vefâtıyla Germiyanoğlu hükümdârı olmuştur. Mevlevî kaynakları ise, Süleyman Şâh’ın Sultan Veled’in kızı Mutahhare Hanım ile izdivâcından Hızır ve İlyâs Paşalar ile Yıldırım Bâyezid ile evlenen Devlet Hâtun’un; Süleyman Şâh’ın Umur Bey bin Savcı Bey’in kızı ile olan izdivâcından da II. Yâkub Çelebi’nin dünyâya geldiklerini ve Süleyman Şâh’ın vefâtının ardından Hızır Paşa ve İlyâs Paşa’nın devletin başına geçtikten sonra, II. Yâkub Çelebi’nin hükümdâr olduğunu rivâyet etmektedirler.1160 Dolayısıyla mevlevî kaynaklarına göre II. Yâkub Çelebi, üvey kardeşleri Hızır ve İlyâs Paşalar sebebiyle evlâd-ı Mevlânâ’dan addedilmektedir. Târih kaynakları ise, hayâtı müddetince “çelebi” olarak anılan II. Yâkub Çelebi’nin ne sebeple bu ünvanı taşıdığını izâh etmemektedirler.
Sefîne’de II. Yâkub Çelebi, cömert, âlim ve sâlihlere, fakir ve fukarâya ikrâm etmeyi seven, sâhip çıkan bir hükümdâr olarak tasvîr edilmiştir. Hattâ, Timur saldırıları sebebiyle yurtlarını terk edip, Anadolu’ya, bilhassa Kütahya’ya gelen ulemâ ve meşâyıha sâhip çıkarak, onları himâye ettiği, toprak ve vazîfe verip, yer-yurt edinmelerine yardımcı olduğu rivâyet edilmektedir. Böylece, komşu ülkelerde haklı bir şöhret sâhibi olmuş, hayırla yâdedilmiştir. Bu şöhret ise aslâ şımartıp gaddarlaştırmamış; aksine, bu cömertliğinin yanında son derece mütevâzi ve kanâatkâr davranmış; babası SüleymanŞâh’dan şahsına intikāl eden az bir dünyâ malıyla hayâtını idâme ettirmiştir. Hattâ, bu kanâatkârlığı devlet yönetimine de sirâyet etmiştir. II. Yâkub Çelebi’nin devletin sınırlarını genişletme, hazîneyi zenginleştirme ya da askerini ziyâdeleştirme gibi bir hırsa kapılmadığı Sefîne’de rivâyet edilmektedir. Ayrıca II. Yâkub Çelebi de babası Süleyman Şâh gibi malvarlığı ile hayır-hasenât tesis ettirmiştir.1161
II. Yâkub Çelebi ile ilgili mevlevî kaynaklarında aktarılan bir diğer mâlumât da II. Yâkub Çelebi’nin kızını Osmanlı Sarayı’na gelin ettiği, Yıldırım Bâyezid ile evlendirdiğidir. Târih kaynakları bunun aksine, Yıldırım Bâyezid ile evlenenin II. Yâkub Çelebi’nin kızı değil, kızkardeşi olduğunu; yâni Süleyman Şâh’ın Mutahhare Hanım’dan olan kızının Yıldırım Bâyezi ile evlendiğini kaydederler. Bu evlilikten Îsâ ve Mûsâ Çelebiler dünyâya gelmiş ve annelerinin inâs çelebilerden olması hasebiyle bu şehzâdeler de “çelebi” ünvânı taşımışlardır.1162
II. Yâkub Çelebi ile alâkalı mevlevî kaynaklarındaki son mâlumât da II. Yâkub Çelebi’nin sûret-i vefâtıdır. Târih kaynakları, II. Yâkub Çelebi’nin erkek çocuğu olmadığı için memleketini vefâtından sonra Osmanlılar’a vasiyet ettiğini ve 831 h./1428 m. târihinde Edirne’ye giderek II. Murâd ile görüşüp memleketini ölümünden sonra ona bıraktığını bildirdiğini naklederler. Daha sonra Kütahya’ya dönen Yâkub Bey bir yıl sonra vefat ederek yaptırmış olduğu imâret mescidinin içine defnedilmiştir. Ancak mevlevî kaynakları, kızını Yıldırım Bâyezid ile evlendirmiş olan II. Yâkub Çelebi’nin dâmâdı Yıldırım Bâyezid tarafından şehîd edildiğini, şehâdetine herhangi bir sebep göstermeksizin rivâyet etmektedirler.1163 Sefîne’de, halk beyninde II. Yâkub Bey imâretinin suyunun şifâlı ve çok lezzetli olduğuna inanıldığı; bu imârette tertip edilen semâ’ mukābelelerinin mânevî lezzetinin, tıpkı imâretteki su gibi son derecede bulunduğu ve bu makāmdan zamân zamân ney ve kudüm seslerinin işitildiği rivâyet edilmektedir.1164
1160 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 6; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 206-207; 222-223
1161 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 116
1162 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 5; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 227, 228; Uzunçarşılıoğlu, a.g.e., s. 67
(Germiyanoğulları Silsilesi)
1163 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 232; Uzunçarşılıoğlu, a.g.e., s. 58-59
1164 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 117