MİDEDEKİ LOKMA MI KALPTEKİ NUR MU?

A+
A-

MİDEDEKİ LOKMA MI KALPTEKİ NUR MU?

Nuri ŞİMŞEKLER

Aydınlık, ışık mânâsına gelen Arapça kökenli nûr kelimesi, İslâmî Edebiyatlarda sevgilinin yüz güzelliğine teşbih edilmekte ve karanlığın zıddı olarak kullanılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in Nûr Suresi’nde yer alan “Allah’ın gökleri ve yeri aydınlatan nûru”ndani dolayı da özellikle tasavvuf edebiyatımızda mânevî aydınlanma anlamında yorumlanmaktadır.

Mesnevî’sini Kur’ân-ı Kerîm’in bir tefsiri olduğunu belirten ve “Bu altı ciltle, altı cihete nursaç…”ii diyerek eserini ilâhî âlemin anlaşılması için bir aracı olarak nitelendiren Mevlâna da bir çok konuya açıklık getirdiği gibi nur konusuna da değinir ve özellikle Vücut-Can-Nur kelimelerini bir arada kullanır.

Mevlâna’ya göre vücudun önem kazanması için can, canın önem kazanması için de nur gereklidir. Bu nur fizikî aydınlık veren bir ışık değil, ilâhî sevgiden doğan Allah aşkıdır. Yani Mevlâna’nın teşbihi ile; nasıl bir kesenin değeri içinde altın varsaiii ve bir derenin değeri de içinde suyu varsa kıymetliyseiv canın içinde de nur bulunursa, Allah aşkı varsa değerlidir.

Yine Mevlâna’ya göre; beden, ancak kalpteki nurun arzusundan doğan namaz ve oruç gibi fiziksel güce ihtiyaç olan ibadetlerin yerine getirilmesinde bir araçtır.v Hal böyle olunca da sadece Allah’a ibadet ve yaşamını idame ettirebilmek için yemek gerekir. Mevlâna yine benzersiz teşbihleriyle bu konuya şöyle örnek verir:

“Hayvanın boğazı kesilince, insanın boğazı gelişir. O hayvan insanın vücuduna girer, insan haline gelir, fazileti artar.

(Peki) insanın boğazı kesilirse (bu dünya zevklerini terk ederse) ne olur, fazileti ne dereceye varır? Uyanık ol da bu iki olayı kıyasla!

Öyle bir üçüncü boğaz doğar ki, o boğaz Allah şerbetiyle, Allah nurlarıyla beslenir, gelişir.”vi

Mevlâna, hayvanların bütün arzu ve isteklerinin boğaz derdi olduğunu belirterek insanların da onlar gibi olmamasını ister ve asıl gıdamızın Allah nuru olduğunu belirtir:

“Şekerden öküze, ineğe ne fayda var? Her canın başka bir gıdası var.

İnsanın asıl gıdası da Allah nurudur; ona hayvan gıdası lâyık değildir.

Fakat, gönül hastalık yüzünden bu gıdaya düşmüştür. Gece-gündüz bu suyu içmekte, bu toprağı yemektedir.”vii

Yine Mevlâna’ya göre; insanoğlu bu dünyada kazandığı akılla değil de Allah’ın bahşettiği candaki aklıyla düşünür ve nur yemeğinin tadına varırsa ekmeği de terk eder, kebabı da; çünkü anlar ki, bunlar hayvan gıdası, nur ise insanın gerçek gıdasıdır:

“Ey oğul! Yemek dediğin akıldır, ekmek ve kebap değil. Canın gıdası da akıl nurudur.

Bu yiyecekleri yavaş yavaş azalt, çünkü bunlar eşek gıdasıdır, hür adamın gıdası değil!

Bir kerecik nur yemeğini yedinmi ekmeğin başına da toprak saçarsın, tandırın başına da.

Akıl, ikidir: Birincisi kazanılan akıl: Sen onu çocuk okulda nasıl öğrenirse öyle öğrenirsin.

Öbür akıl ise Allah vergisidir, onun kaynağı ise candadır.”viii

Mevlâna, bu dünya nimetleriyle gelişen bedenin ölümden sonra toprak olacağını, bu nedenle insanlara lezzetli gibi görünen bütün yiyeceklerin aslında toprak olduğunu; oysa ki kıyamette kalıcı olanın Allah’ın, isteyen kullarına bahşettiği nur olduğunu belirtir. Ayrıca Kur’ân’da geçen “Allah’ın verdiği rızıktan yiyin” Âyet-i Kerîme’sindeki rızkın gerçekte ekmek olmadığını, hikmetle elde edilen nur olduğunu söyler.ix Yine insanların nefislerine uyarak dünyada kazanç peşinde koşmaları ve Ahireti ihmal etmelerini de şu ibretli beyitlerle dile getirir:

“Ten kazancında bir sanat öğrendin, din sanatına da bir el at!

Dünyada elbisen var, zenginleştin. Fakat bu âlemden gidince ne yapacaksın?

Âhiret için de bir sanat öğren ki, bağışlanma kazancını elde edesin.

Bu âlem oyun yeridir, ölüm de gece. Geri döner gidersin. Fakat kese bomboş, sen de yorgun argın!

Be âsî herif! Din kazancı aşktır, gönül cezbesidir, Hak nuruna kabiliyettir.

Bu aşağılık nefis, senden gelip geçici kazanç ister. Fakat ne zamana kadar bu aşağılık şeyleri kazanıp duracaksın; bırak artık, yeter!”x

Mevlâna, çalışıp kazanma konusuna kesinlikle karşı değildir ve bu konuda şöyle der:

“Rızık kazançla, zahmet ve meşakkatle elde edilir; herkes bir sanat, bir iş tutturmuş, rızkını öyle elde eder.

Peygamber “Rızıkları, sebeplerine yapışarak elde edin…” buyurmuştur.

Allah’ın elçilerinden Davut peygamber bile bunca yüceliğine rağmen zırh yapmadıkça, zahmet çekmedikçe rızkı gelmiyor.”xi

Mevlâna, elde edilecek rızkın ise helâl olması gerektiğine dikkat çeker ve Allah nurunu artıran lokmanın helâl olmasını önemle vurgular; haram lokmanın ise kötülüğe sebep olacağına değinir:

“Nur ve kemali artıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.

Hiç buğday ektin de arpa bittiğini gördün mü?…”xii

Mevlâna dünyaya kendini kaptırıp da mal üstüne mal yığan ve ilâhî âlemi unutan kişilere ise acır ve âdeta onları ahırdan gübre taşıyıp biriktiren insanlara benzetir:

“Mal topladım, para biriktirdim, diyen aslında ne diyor (biliyor musun?) ‘şu kadar pislik, bu kadar tezek topladım’ diyor!

Bu biriktirme sözü, rezilliği artıran bir sözdür. Ama pislik içinde olanlar aralarında bununla övünürler.

Birbirlerine ‘sen akşama kadar altı küfe tezek getirdin, halbuki ben hiç zahmet çekmeden yirmi küfe tezek kazandım’ derler. xiii

Mevlâna hırs olmadan kazanç peşinde koşmanın, boğaz zevkine düşmeden karnını doyurmanın normal olduğunu, insanda olması gereken bu özelliklerin ise kalpteki Allah nurunu artıracağından gözlerdeki engellerin kalkıp sadece zahiri değil batını da görebileceğini belirterek, insân-ı kâmil noktasına ulaşılabileceğini söyler:

“Gözler perdeleri kaldırıp, engelleri delip hakîkati görmeye başlayınca, artık bu nur O’nun (Allah’ın) nurudur. Bu nura sahip olan kişi zâhire (dış görünüşe) baksa da bâtını (iç âlemi) görür.”xiv

Ten midesi insanı samanlığa çeker; gönül midesi ise reyhanlığa.

Ot ve arpa yiyen kurban olur; Allah nuruyla beslenen ise Kur’ân.

Yarabbi, nurumuzu kıyamette de artır; bizi kahredici kötülüklerden kurtar!”(Hz. Mevlâna)xv

i Kur’ân, XXIV/35
ii Mevlâna, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, I-VI c., MEB. Yay., 3. Baskı, İstanbul, 1995, VI, 4
iii Mevlâna, Mesnevî, III, 2534, 2435
iv Mevlâna, Mesnevî, V, 2878, 2885
v Mevlâna, Mesnevî, V, s. 19
vi Mevlâna, Mesnevî, I, 3873-3875
vii Mevlâna, Mesnevî, II, 1078, 1083, 1084
viii Mevlâna, Mesnevî, IV, 1954, 1956, 1959, 1960, 1964
ix Mevlâna, Mesnevî, VI, 4704 vd., III, 3745 vd.
x Mevlâna, Mesnevî, II, 2592-2594, 2600-2602
xi Mevlâna, Mesnevî, III, 1465, 1466, 1476
xii Mevlâna, Mesnevî, I, 1642, 1646
xiii Mevlâna, Mesnevî, IV, 253-255
xiv Mevlâna, Mesnevî, VI, 1481
xv Mevlâna, Mesnevî, V, 2477, 2478, 2892