Mübarek ahmaklık hikmetsiz akıldan yeğdir
Mübarek ahmaklık hikmetsiz akıldan yeğdir
Dostlarım beni uyarır bazen çok safsın diye. Karşındaki adamı tanımıyorsun, sana akıl veriyormuş ve yardım ediyormuş gibi davranıyor ama kendi menfaatini kolluyor. Sen de inanıyorsun ve ona yardım ediyorsun derler. Ben de Halik bilsin yeter, derim. Evet, saf bir tarafım var. Hatta benimkisi biraz ahmaklık düzeyinde saflık. Saflığımız bizi korur, derdim de nedenini bilmezdim. Ama şikayetçi değilim bu durumdan. Şairin dediği gibi zekamızla baş edebilirsiniz ama saflığımızla asla diyenlerdenim.
Şimdi siz bu adam kendi kendine yine ne anlatıyor diyeceksiniz yukarıdaki satırları okuyunca. İzah etmeme müsaade buyurunuz.
Birgün her zamanki gibi dersimden çıkmış, odama geçiyordum. Adetim olduğu üzere önce çaycıya uğrayıp büyük bardak çayımı aldım sonra odaya geçtim. Elimdekileri masanın üzerine bıraktım. Bir taraftan bilgisayarımı açmaya çalışırken diğer taraftan masanın üzerini toparlıyordum. Biri kısık sesle selam vererek içeri girdi bu arada. Öğrencilerden biri bir şey soruyor zannettim önce. Başımı kaldırınca uzun zamandan beri görmediğim eski bir arkadaşımı gördüm. Bu taraflarda bir işi varmış, işi erken bitmiş, bir arkadaşını görmek için üniversiteye gelmiş, onu ararken benim adımı görünce kapıdan içeri girmiş.
Hoş geldin deyip buyur ettim. Oturdu, çantasını yanına bıraktı. Çay içer misin, diye sordum, varsa kahve alayım dedi. Peki dedim ve ona kahve kendime çay söyledim.
İyiymiş, bir sıkıntısı derdi yokmuş. Bir kitap yazıyormuş, tüm vaktini alıyormuş. Mükemmel bir kitap olacakmış. Türkiye’de öyle bir kitap yokmuş, dünyayı ise bilmiyormuş. Uzun yıllardan beri üzerinde düşünüyormuş. Çok takip ediliyormuş, konferanslara çağrılıyormuş, ama artık hayır demeye başlamış. Takip ettiği dört-beş alan varmış ve hepsinde de uzmanmış. Eskilerin deyimi ile rüsuh sahibi imiş. O ve onun kendisine çok benzeyen arkadaşı dışında çalıştığı fakültede onlar gibi akıllı ve bilgili kimse yokmuş. Gerçek akademisyen onlarmış ve akademiyi de herkesten iyi bilirlermiş.
Daha buna benzer birçok şey daha anlattı, anlattı, anlattı. Ben de dinledim, dinledim, dinledim.
Derken elinde kahvelerle birlikte içeriye oda komşum girdi. Çaycı hocanın misafiri var deyince kendine de kahve söylemiş ve hepsini alıp getirmiş. Biraz meraklıdır, ama zararsız bir merak.
Tanıştırdım ikisini birbirleriyle. Ve bizim eski arkadaş anlatmaya kaldığı yerden devam etti. Meğer ne kadar çok biriktirmiş anlatacaklarını. Beni mi çok özlemiş yoksa birine bir şeyler anlatmayı mı anlamadım. Çünkü halimi hatırımı hiç sormadan hep kendisini anlattı. Kahvesi bitince müsaade isteyip ayrıldı. Ayrılmadan önce de bana tavsiyelerde bulunmayı ihmal etmedi. Ben de onun gibi, bir alan seçip derinleşmeliymişim, çok dağılmamalıymışım. Teşekkür ettim tavsiyesi için ve uymaya çalışacağımı söyledim. Ne de olsa eski bir arkadaştı ve kırmak olmazdı.
Gittikten sonra bizim arkadaş gülmeye başladı. Senin bu arkadaşının psikolojik sorunları mı var yoksa bir karın ağrısı mı var, dedi doğrudan doğruya. Far ışığına tutulmuş tavşan gibi bakakaldığımı görünce açıklama ihtiyacı hissetmiş olmalı ki devam etti.
Hocam, -yaşca benden küçük olduğu için böyle hitap eder- yoksa hocası olduğumdan değil- makul bir insan durduk yerde böyle abuk subuk konuşmaz, ipe sapa gelmez şeyler söylemez. Siz benden daha iyi bilirsiniz, Mesnevi’de bir hikâye var.
– Estağfirullah. Hangisiymiş?
– Şu devesine kum ve buğday yükleyen köylünün hikayesi. Bu arkadaşınız o hikayedeki filozof gibi.
– Bu durumda ben de köylü oluyorum.
– Estağfirullah hocam, öyle demek istemedim.
– Öyle akıllı olacağıma köylü gibi saf olurum, daha iyi dedim.
Şimdi siz hikayeyi merak ettiniz, değil mi? Buyurun.
Köylü ile filozof
Bir köylü, devesine dolu iki çuval yüklemiş kendisi de iki çuvalın ortasına oturmuş gidiyordu. Birisi yolda onu lafa tuttu. Köylüyü yurdunu sordu, onu konuşturdu. Bu soruşturmayla, güzel sözler söyledi, hoş ifadelerde bulundu. Ondan sonra köylüye:
– Bu iki çuvalda ne var? Doğruca söyle!”.
– Birinde buğday var, diğerinde kum, yiyecek bir şey değil!” dedi. Adam,
– Neden kum yükledin?
diye sorunca, köylü:
– Buğday çuvalı tek kalmasın, kum çuvalı ona denk olsun diye, cevabını verdi. Adam:
– Akıllılık etseydin de buğdayın yarısını bu çuvala, yarısını da öbür çuvala koysaydın daha iyi olmaz mıydı? Böylece hem çuvallar hafifler, hem devenin yükü.
Köylü bu fikri pek beğendi ve adama sordu:
– Ey akıllı ve hür fikirli filozof! Böyle ince düşünce, böyle güzel görüş sahibi olduğun hâlde, neden böyle çıplak hâldesin, yaya yürüyor, yoruluyorsun?
O iyi kalpli saf köylü filozofa acıdı da onu deveye bindirmek istedi. Tekrar ona dedi ki;
– Ey güzel sözlü filozof, birazcık kendi hâlinden bahset. Böyle bir akılla, böyle bir yeterlilikle sen ya vezirsin, ya padişah. Kendini gizleme, doğru söyle!.
– İkisi de değilim. Ben halktan biriyim. Hâlime, elbiseme baksana!
– Kaç deven, kaç öküzün var?”
– Uzun etme! Ne ona sahibim, ne buna!
– Bari dükkânındaki mal ne, varın yoğun nelerdir, onu söyle!
– Benim ne dükkânım var ne de mekânım.
– Öyleyse paranı sorayım; ne kadar paran var? Sen yapayalnız gidiyorsun, hoş nasihatlerde bulunuyorsun. Herhâlde dünyadaki bakırları altın hâline getirecek kimya sendedir. Akıllı, bilgili adamların incileri yığın yığındır.
– Ey Arap kavminin iftiharı! Vallahi bütün varım yoğum, bir akşam yemeğinin karşılığı bile değildir. Yalınayak, başıkabak koşup duruyorum. Kim bir dilim ekmek verirse oraya gidiyorum. Bu kadar hikmet, fazilet ve hünerden ancak hayal ve baş ağrısı elde ettim.
– Yürü, yanımdan uzaklaş! Senin uğursuzluğun benim başıma da çökmesin. O uğursuz aklını ve tavsiyeni benden uzaklaştır. Senin sözlerin, zamane halkına uğursuzdur. Ya sen o yana git, ya ben bu yana gideyim. Yahut sen önden yürü, ben arkadan yürüyeyim. Bir çuvalımda buğday, öbüründe kum olması, senin hikmetinden daha iyi be hayırsız! Benim ahmaklığım, çok mübarek bir ahmaklık. Çünkü gönlümde azıklı, canım takvalı. Sen de eşkıyalığın, bedbahtlığın azalmasını istiyorsan, çalış çabala da sendeki hikmet, felsefi düşünceler azalsın.
Kıssadan hisse:
Saflık iyidir, ahmakça da olsa. Cinlik kötüdür, şeytanca da olsa.
Kendisine faydası olmayanın başkalarına faydası olmaz.
Lütfen şimdi söyleyin, arkadaş benzetmekte haksız mı?