13) Zincirşiken Muhammed Çelebi
Betül SAYLAN*
SEFÎNE-İ NEFÎSE-İ MEVLEVİYÂN’DA BAHS OLUNAN DİĞER ÇELEBİLER
13) Zincirşiken Muhammed Çelebi (d. 1012 h./1603 m. – 1077 h./1666 m.)
Hüsrev Çelebi (ö. 969 h./1561 m.) oğlu Ferruh Çelebi (ö. 1010 h./1601 m.) oğlu Muhammed Çelebi (ö. 1010 h./1601 m.) oğlu Şâh Çelebi’nin (ö. 1045 h./1635 m.) oğlu olan Zincirşiken 1109 Muhammed Çelebi 1012 h./1603 m. târihinde Konya’da dünyâya gelmiştir.1110
Sefîne’de, Mustafa Sâkıb Dede, Muhammed Çelebi’nin doğumundan îtibaren cezbe hâlinin gālip bir zât olduğu, amcası olan Konya Mevlânâ Dergâhı makam çelebisi I. Mustafa Bostan Çelebi’nin (ö. 1040 h./1630 m.) taht-ı terbiyesinde teskîn olduğu ve gerekli tâlim ve terbiyelerden geçtikten sonra da, 1037 h./1627 m. târihinde Antalya Mevlevîhânesi’ne1111 I. Mustafa Bostan Çelebi’nin emriyle;Antalya’nın yabancılardan temizlenmesi, halktan fesâd çıkaran, kötü davranışlarında ve rezillikte ısrâr edenlerin cezâlandırılıp ıslâh edilmesi maksadıyla postnişîn tâyin edildiği rivâyet edilmektedir.Ayrıca Mustafa Sâkıb Dede’nin verdiği, Muhammed Çelebi’nin berâberinde mevlevîhânenin ihyâsı için 18 derviş ile yola çıkması bilgisinden Antalya Mevlevîhânesi’nin o târihte metruk vaziyette olduğunu söyleyebiliriz.1112
Muhammed Çelebi postnişînliği esnâsında iklimden rahatsızlık duyarak tebdîl-i hava maksadıyla önce Konya’ya daha sonra da 1040 h./1629 m. senesi Muharrem ayında İstanbul’a bir seyâhat gerçekleştirmiştir. 1113 İstanbul’da Galata Mevlevîhânesi’nde misâfir olan Muhammed Çelebi’ye aslen Antalyalı olan Âdem Dede1114 mihmandârlık etmiştir. Galata Mevlevîhânesi’nde bulunduğu süre zarfında Rusûhî İsmâil Dede’nin (ö. 1041 h./1631 m.) sohbetinde bulunmuştur.
Bu ziyâret esnâsında pâdişah IV. Murâd’ın da ihsanlarına nâil olan Zincirşiken Muhammed Çelebi, Kadızâde Mehmed Efendi’nin mevlevîlik aleyhindeki konuşmaları karşısında, Kadızâde’nin karşısına çıkmış; Kadızâde Mehmed Efendi ise Çelebi’nin elinden güçlükle kurtularak şeyhülislâm konağına sığınmıştır. 1115 Bu sırada Revan Seferi’ne hazırlanan Sultan IV. Murâd, Kadızâde Mehmed Efendi’yi yanına alarak Konya üzerinden yola çıkmıştır. Konya’da bulundukları sırada Kadızâde’nin Hz. Mevlânâ’nın huzûrunda yaptığı saygısızlık netîcesinde Kadızâde’de sara hastalığı baş göstermiş, sefere devam edemeyerek Konya Mevlânâ Dergâhı’ndan İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır.1116
Zincir-şiken Muhammed Çelebi, 40 sene Antalya Mevlevîhânesi’nde postnişîn olarak vazîfe yaptıktan sonra, yerini dervişânın muhabbetini kazanmış Ahmet Çelebi’ye, Konya Dergâhı’nın da uygun görmesiyle, terk etmiştir. 1077 h./1666 m. târihinde 65 yaşındayken vefat ederek, semâhânenin ön kısmına defnedilmiştir. Ayrıca vefâtından sonra bâzı gecelerde semâhânede ve türbe civârında defâlarca müşâhede edildiği de dilden dile dolaşmıştır.1117
1109Muhammed Çelebi’ye “Zincirkıran” ünvânının verilmesi Sefîne’de; Muhammed Çelebi’nin doğuştan cezbedâr bir zât olması, semâ esnâsında gönlünün Mevlânâ Dergâhı, Türbe-i Muazzama ve hâmûşândaki ervâh ile olması ve aklının başından gitmesi, aklının zincirlerini kırmasıyla izâh edilmiştir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 228)
1110 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 225; Sahîh Ahmed Dede,a.g.e., s. 284
1111 Antalya Mevlevîhânesi: İnşâ târihi hakkında bir bilginin bulunmadığı Antalya Mevlevîhânesi’nin,yapısından yola çıkarak mevlevîhânenin, Selçuklu Sultanı I. Gıyâseddin Keyhüsrev (ö. 607/1211) ve I. İzzeddin Keykavus (ö. 616/1220) zamânında bir Rum kilisesinden çevrilerek tesis edildiği ya da Anadolu Selçukluları zamânında yivli minâreli Ulu Câmi, İmâret Medresesi, Atabey Armağan Medresesi, mevlevîhâne ve hamamdan müteşekkil olarak tesis edildiği tahmin edilmektedir. XIII. yüzyılda Tekeli Mehmed Paşa tarafından mevlevîhâneye tebdîl edilen binâ hakkında Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi’nde, mevlevîhâne binâsına, 1208 h./1503 m. târihinde vefat eden ve mevlevîhâne derûnuna defnedilen II. Beyâzıd’ın oğlu Şehzâde Korkut’un annesi Nigâr Hanım’ın türbesinin ve mevlevîhânenin kurucusu sayılan Zincirkıran Mehmed Çelebi’nin türbelerinin de dâhil olduğunu kaydetmektedir. 1037 h./1627 m. târihinde Antalya Mevlevîhânesi’ne Zincir-şiken Mehmed Çelebi’nin I. Mustafa Bostan Çelebi’nin emri ve hilâfetnâmesiyle postnişîn tâyin edilmesinden önce kimlerin postnişînlik yaptığına dâir bir bilgi bulunmamaktadır. Zincir-şiken Mehmed Çelebi’den sonra ise önce oğlu Ahmed Çelebi, Şâh Çelebi ve bir diğer Zincir-şiken Mehmed Çelebi’den başka; XIX. yüzyılda ise, Mehmed Şâh Dede (ö. 1263 h./1847 m.), 1300 h./1883 m.-1312 h./1894 m. seneleri arasında postnişînlik yapan Muhammed Şemseddin Dede, 1312 h./1894 m.’den 1327 h./1911 m.’ye kadar vazîfe Hüsâmeddin Dede, Mehmed Hemdem Dede ve Ali Dede postnişînlik makāmında bulunmuştur. Günümüzde ise mevlevîhâne binâsı Kültür Bakanlığı Devlet Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanılmaktadır.
(Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 292-294; Yılmaz, Necdet, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 304; Numan, İbrâhim, “Antalya Mevlevîhânesi’nin Aslî Hâli Hakkında Bâzı Düşünceler”, Vakıflar Dergisi, sy: XIV, Ankara, 1982, s. 125-134; Cilâcı, Osman, “Vesîkalar Işığında Antalya Mevlevîhânesi Postnişînlik Devir Teslimi, IX. Millî Mevlânâ Kongresi Bildirileri, Selçuk Üniversitesi Basımevi, Konya, 1998, s. 197-198)
1112 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 225-226; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 297
1113 Sefîne, bu seyâhatin sebebini, Muhammed Çelebi’nin, Kadızâde Mehmed Efendi’nin umûmen tasavvuf, husûsen de Mevlevîlik hakkındaki inkâra varan aykırı fikirlerini duyması olarak aktarmaktadır. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 229)
1114 Âdem Dede: (d. 1000 h./1592 m. – 1063 h./1653 m.) Aslen Antalyalı olan Âdem Dede, zengin bir âileye
mensûptur. 1000 h./1592 m. târihinde Antalya’da dünyâya gelmiştir. 1030 h./1621 m. târihinde Hotin Seferi’ne de katılmış olan Âdem Dede, daha sonra Mevlevîliğe intisâb ederek, Zincir-şiken Muhammed Çelebi’nin taht-ı terbiyesine girmiştir. 8 sene Muhammed Çelebi’nin hizmetinde bulunan Âdem Dede, daha sonra Konya’da I. Bostan Çelebi’nin, Gelibolu’da Ağazâde Muhammed Dede’nin ve son olarak da Galata Mevlevîhânesi’nde İsmâil Rusûhî Dede’nin hizmetlerinde bulunmuştur. İsmâil Rusûhî Dede’nin 1041 h./1631 m. târihinde vefâtının ardından III. Muhammed Ârif Çelebi’nin emri ve meşîhatnâmesiyle Galata Mevlevîhânesi postnişîni olmuştur. 22 sene Galata Mevlevîhânesi postnişîni olarak vazîfe yaptıktan sonra, hac farîzasını yerine getirmek üzere deniz yoluyla yola çıkmış, ancak vazîfesini yerine getiremeden 1063 h./1653 m. Ramazan’ında Mısır’da vefat etmiş ve Kâhire Mevlevîhânesi hâmuşânına defnedilmiştir. Cömertliğiyle meşhûr olmuş olan Âdem Dede’nin, babasından intikāl eden büyük serveti fukarânın ihtiyâçlarını karşılamak amacıyla sarfettiği rivâyet edilir. Galata Mevlevîhânesi meşîhati zamânında Şeyhülislâm Yahyâ Efendi (ö. 1053 h./1644 m.) ve Şeyhülislâm Bahâyî Efendi’nin müntesibleri arasında olduğunu Semâhâne-i Edeb ve Sefîne kaydetmektedir. Bu dönemde Osmanlı tahtında bulunan Sultan IV. Murâd’ın da Âdem Dede’yi dervişleriyle saraya dâvet ederek, Mesnevî derslerine iştirâk ettikten sonra semâ merâsimlerini izlediği ve akabinde de ihsânlarda bulunduğu rivâyet edilmektedir. Âdem Dede’nin “Âdem” mahlasıyla kaleme aldığı şiirlerin topladığı bir Dîvân’ı bulunmaktadır. Mevlevîler arasında hece veznini kullanan ilk şâir olarak da anılan Âdem Dede’nin târih düşme konusunda büyük bir amhâreti bulunduğu ve bestelenmiş ilâhilerinin olduğu bilinmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 230; Ali Enver, a.g.e., s. 7-8; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 297, 301, 302, 306, 310; Yılmaz, a.g.e., s. 266-268)
1115 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 230
1116 İstanbul’a dönen Kadızâde Mehmed Efendi’nin yatağa mahkûm bir hasta olarak yatarken, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde bulunan Ebûbekir Çelebi’nin emriyle, Doğānî Ahmed Dede’nin Kadızâde’yi Yenikapı Mevlevîhânesi’ne getirdiği, Doğānî Ahmed Dede’den şifâ ricâ edildiği, ancak Doğānî Dede’nin “Onların şifâsı ve hayâtı tez vefat etmedir; zirâ onlar huzûr-ı Hazret-i Mevlânâ’dan oldu, necât yoktur” buyurduğu ve bunun akbinde de Kadızâde’nin vefat ettiği rivâyet edilmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 229-230; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 302-304)
1117 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 231-232; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 313