¨Aslolan Aşk, gerisi hikaye¨
¨Aslolan Aşk, gerisi hikaye¨
– Hz. Mevlana ve felsefesini sizden dinleyebilir miyiz?
Hz. Mevlana’nın felsefesi deyince bir husus açıklamama müsaade buyurun. Felsefeden terminolojik anlamını kastediyorsak böyle bir şeyden bahsedemeyiz. Çünkü Mevlana filozof değil. Şayet sözlük anlamını kastediyorsak bir şeyler söyleyebiliriz. Sanırım siz de bunu kastettiniz.
Evet.
Kısaca ‘aşk’ şeklinde ifade edebiliriz. Ona göre kainatta her şey aşk üzerine kaimdir ve aslolan da aşktır. Aşkın her türlüsü makbuldür. Çünkü mecazı olanı hakikate götürür. Hayatın merkezine aşkı koyarsak bundan sonra yapılan her şey de aşk ile yapılmış olur. Aşk ile yaptıktan sonra kuyumcu da olsan, fırıncı da olsan, demirci de olsan artık bir şey farketmez. Hepsi zevk bakımından aynı şey olur. Zevk ile kalkan bir çekiç, bir kürek, bir kepçe, ne olursa olsun fark etmez, hepsi bir olur.
– Çok yönlü bir bilge olan Mevlana’yı hep güncel tutan nedir?
Mevlana’nın bu kadar sevilmesi ve okunmasının iki nedeni olduğunu düşünürüm. Biri şiirsel ifadeleri. İnsanların dikkatini çekecek ve akıllarında kalacak şekilde güzel ifade etmesi. İkincisi kendisini herhangi bir şekilde bir mezheb veya siyasi anlayış içine hapsetmemesi. Hiç şüphesiz kendisinin bir mezhebi vardı ve ona göre amel ediyordu. Kastettiğim şey, şiirlerinde herhangi bir şeyin propagandasını yapmaması, sadece aşkı öne çıkarması. Bunu da güzel hikayeler ve şiirlerle aktarması onu hala okunur kılıyor. Bundan sonra da okunacak. Buraya kadar Mevlana’nın yazdıklarıyla ilgili idi. Bir de yaşadığımız çağla ilgili kısım var. Bu çağda biz herşeyi tüketiyoruz. İnsanlar kendilerine tükenmeyen şeyler arıyorlar. Tükenmediği gibi çoğaltan, bereketlendiren, genişleten şeyler. Bu da tasavvufta var ve Mevlana da bunu bizlere veriyor. Bir diğer neden olarak da bunu söyleyebiliriz.
– Mevlana’nın yeterince tanındığını düşünüyor musunuz? Ülkemiz insanı Hz. Mevlana, Mevlevîlik ve kültürü hakkında yeterli bilgiye sahip mi sizce?
Bu konuda şikayetçi olmayacağım, kimseyi de suçlamamak gerektiğini düşünenlerdenim. Mevlana, hiç bir zaman bu devirdeki kadar çok okunmamıştı. İnsanlar Mevlana’ya hiç bu kadar yakın olmamıştı. Hemen her kitabı çok konuşulan dillerin hepsine çevrildi. Dünyada onu tanımayan yok. Ülkemizde de durum bundan farklı değil. Sadece tercümesi değil, şerhler de yayınlandı. İnternette sadece Mevlana’yı ve eserlerini tanıtan siteler var. Bir tık kadar yakın. Sorunuzun ikinci kısmı idrak ve anlama meselesine gelince; ben eskiden insanlar ne kadar anlıyorlarsa günümüzde de en az o kadar anladıklarını düşünüyorum. Her devirde ve her toplumda hakikati idrak edenler daima daha az olmuşlardır. Bu da insanın fıtratına uygun olandır. Tasavvuf diliyle söyleyecek olursak, insanların büyük bir çoğunluğu şeriat makamında olur. Daha az kısmı tarikat makamında olur. Tarikat makamında olanların da çok azı hakikat makamında olur. Marifet makamında ise çok daha azı olur. Dolayısıyla herkesin Mevlana’yı aynı düzeyde anlamasını beklemek gerçekçi olmaz. Ama herkes kendi aklı mikdarınca Mevlana’yı anlayabilir. Başlangıçta biraz daha az anlar, okudukça anlayışı artar. Bir de üstad bulup ondan öğrenince daha da artar. Mevlana’nın eserlerini okumanın en alt düzeyi retorik anlama ise üst düzeyi de hermanotik anlama olur. Bu da ciddi bir eğitim gerektirir.
– Mevlana ile ilgili söylenenlere, bilgilere rağmen Hz. Mevlana’yı ve Mesnevi’yi tam olarak anlayabilmek zor gibi görünüyor. Bu konuda bir metot önerebilir misiniz? Mevlana’yı anlayabilmek için ne yapmalıyız?
Yukarıda da bahsettiğim gibi retorik anlamı çok zor değil. Ancak bunun da seviyeleri olabilir. Bu tür metinleri okuyanlar hiç okumayanlardan daha iyi anlar. Ama sanırım siz hermonetik okumayı kastediyorsunuz. Evet, onu anlamak biraz zordur ve ciddi bir eğitim gerektirir. Bu eğitim okullarda verilen bir şey değil. Usta-çırak ilişkisi içinde öğrenilen bir eğitimdir. Hikmet satırlardan öğrenilmiyor maalesef. Canlı kitaplardan okumak lazım. Bunun için de itimad edilen bir büyüğü dinlemek gerekiyor. İkinci bir husus bu iş bir kere dinlemek ile olan bir şey değil. Uzun süre takip etmek gerekiyor. Bu uzunluk kişinin ilgisine ve istidadına göre değişebilir. Ama bıkmadan usanmadan dinlemek lazım.
– Böyle bir şansımız yoksa?
Çok haklısınız, maalesef günümüzde bu tip üstadları bulmak kolay değil. O zaman iş başa düşüyor. Herşeyden önce aklımızda bulundurmamız gereken husus bu işi can u gönülden istememizdir. Eskiler aşk olmazsa meşk olmaz, demişler. Bizde bir heves, bir arzu olacak ve şevkle yapacağız. İkinci olarak, Mesnevi üzerinden konuşalım, anlaşılır bir Mesnevi tercümesi alacağız ve okumaya başlayacağız. Ancak bu okuma bir roman okuması gibi olmamalı. Hemen bitirmek istemeyeceğiz. Biz Mesnevi’yi de okudukça Mesnevi de bizi okumalı. Kitap ilerledikçe biz de ilerlemeliyiz. Hem bilgi bakımından hem de hal bakımından. Mesnevi bizim hayatımızı, davranışlarımızı etkilemiyor ve dönüştürmüyorsa bu kuru bir okuma olur. Bu da kötü bir şey değildir. Çünkü bu tür bir okuma bile bizi hakikatin eşiğinde dolaştırır. Okuduğumuz hikayeyi bir kaç kez okumalıyız. Çünkü biz her seferinde daha önce düşünmediğimiz ve görmediğimiz hususları idrak etmeye başlayacağız.
– “İnsana değer verme” açısından baktığınızda, Mevlana düşüncesiyle hümanizm görüşü arasında benzerlikler veya farklılıklar görüyor musunuz?
Hümanizm, Ortaçağ Avrupasının sonunda katı bir eğitim anlayışından sonra 13. Asırda İtalya’da ortaya çıkmaya başladı. Mevlana’nın yaşadığı çağ. Herşeyin Hristiyanlaştırıldığı bir dünyada başka şeylerin de olabileceğini düşünenler böyle bir düşünceyi benimsediler. Oysa Mevlana’da ve yaşadığı toplumda böyle bir durum yoktu. Dolayısıyla hümanist olmasına gerek yoktu.
Bu durumun iki yönü var. Birincisi, insanlar bilmedikleri bir şeyi bildikleri nesneler üzerinden öğrenirler. Hümanizmin ne olduğunu bilen birine Mevlana’yı anlatabilmek için örnek olarak verilebilir. Benzerlikleri üzerinde durulabilir. Buna bir itirazım olmaz. Ancak bu toplumun insanlarının öncelikle öğrenmesi gereken hümanizm değil Mevlana olmalıdır ve hümanizmi Mevlana üzerinden öğrenmeli ve anlamalıdır.
– Son zamanlarda Mevlana’ya olan ilgi yurtdışında giderek artıyor. Batı’nın Mevlana’ya ilgisini neye bağlıyorsunuz?
Bu işi iki yönü var. Birincisi ticari yönü. Özellikle Amerika’da, bazı şairler Mevlana’nın eserlerindeki hakikatleri kendi insanlarına ulaşacak şekilde uyarladılar ve bu da ilgi gördü. Burada ticari bir başarı söz konusu. Ancak işin bir de karşı taraf boyutu var. Bu insanlar da bir şeylere aç olmalılar ki hemen kabul ettiler ve alıp okudular. Batı dünyası madde üzerine kurulu. Dinleri bile maddeci. Mana alemi onların bilmediği bir dünya. Hiç şüphesiz içlerinde bilenler var, kastım onlar değil. Büyük çoğunluktan bahsediyorum. Maddeden bunalmış insanlara aşktan ve muhabbetten bahseden Mevlana çok sempatik geliyor ve doğrudan aşkı anlattığı ve bunu da herhangi bir dini söylem kullanmadan yaptığı için büyük bir teveccüh görüyor. Bizim için üzücu olan tarafı Mevlana’nın Batı’da rağbet gördüğü için bizde de rağbet görmesi.
– 2-9 Aralık Mevlana Haftası Mevlana’ya ve düşüncesine ulaşabilmek için bir fırsat olabilir. Bu hafta nasıl değerlendirilmeli sizce?
Bu haftayı mübarek bir hafta ve gece olarak değerlendirmeyi tavsiye edemeyeceğim maalesef. Bu tür haftaların faydası, işlerimizin yoğunluğundan günlerin, haftaların ve ayların, hatta yılların hızlıca aktığı dünyamızda bize bir şeyleri hatırlatmasıdır, vesile olmasıdır. Ben de o açıdan baktığımda akıllarından geçirip de bir türlü okumaya başlayamayanlara vesile olmasını temenni ediyorum. Yoksa Mevlana muhipleri için senenin her günü Mevlana haftasıdır.
Bu röportaj Mopaşvitrin dergisinin 9. sayısında yayınlanmıştır.