ALLAH AŞKI VE KULLUK BİLİNCİ

A+
A-

ALLAH AŞKI VE KULLUK BİLİNCİ

Saygıdeğer misafirler, kıymetli Mevlâna dostları!

Bilindiği üzere İslâm’ın bir tür yorumu ve uygulanışı demek olan tasavvufun yakın ve uzak hedefleri vardır. Yakın hedefi iyi, ahlâklı, temiz ve şahsiyetli insanlar yetiştirmek; uzak hedefi ise insanoğlunu var olduğu günden beri meşgul eden temel meselelere ve sorulara cevap vermek, yani mensuplarını Hakk’a ve hakîkate ulaştırmaktır.

Bu hedefe doğru yürüyen mutasavvıflar üç kısımdır. Birinci grup, Hz. Peygamber’in sünnetine sarılıp nafile ibadetlere devam etmeyi benimsemişlerdir. Bunlara “ahyâr” denir. İkinci grup, birincilere ilâveten nefisle mücâdeleyi benimsemişlerdir. Bunlara “ebrâr” adı verilir. Üçüncü grup ise Hakk’a ve hakîkate varabilmek için insanda, bitmeyen bir güç ve şevk bulunması gerektiğini söylerler. Aşk ve cezbe yolunu benimseyen bu gruba ise “şüttâr” denir. İşte şüttar yolunu benimseyenlerden biri olan Mevlâna, bu gerçeği, “Aşk Burak’ı ve Cebrâil’in (yani mürşid-i kâmilin) kılavuzluğu olmadan Muhammed (a.s.) gibi menzilleri nasıl aşabilirsin?” [IV,278]; “İlâhi aşk yücelik güneşidir. Halk da gölge gibi onun nûrunun emrindedir.”(6/983) sözleriyle dile getirir.

Mutasavvıflara göre “Ben gizli bir hazîneydim. Bilinmeyi arzu ettim ve onun için mahlûkâtı yarattım” kudsî hadîsinde belirtildiği üzere, yaratılışın muharrik gücü ve aslî sebebi “aşk-ı zâtî”, yani Cenâb-ı Hakk’ın kendi kendisine olan beğenisi, sevgisidir. O nedenle Mesnevi’deki ifadeyle “Ney’e düşen, aşk ateşidir; meye düşen de aşk coşkusudur.” (1/10) “Aşk olmasaydı bütün âlem donup kalırdı.” (5/3854)

Mesnevi’nin ilk 18 beytinde veciz bir şekilde resmedildiği üzere vatanından koparılmış insanın, yeryüzündeki en önemli misyonu, Hakk’ı ve hakikati aramaktır. Ademoğlu için bu yolculukta en değerli vasıta ve şevk verici güç ise ilâhi aşktır. Bu aşk, aşığın bütün hayatını, ânını kuşatan, benliğini saran bir duygudur ve dâimî bir kulluk bilincini ve ibadet şevkini de doğurur. Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de de işaret buyurulduğu üzere insanoğlunda gerçek tatmin, ruha ait bir özelliktir. Ruh ise hakikatte aslına âşıktır. Hz. Mevlâna’nın dinmek bilmeyen ilâhî aşkı ve hayata karşı dinamik bakışı, onun ibadetlerine ve Hakk’a yöneliş biçimine de sirayet etmiştir. Zerrelerden yıldızlara kadar her şeyin hareket halinde olduğunu ve döndüğünü eserlerinde dâima zikreden Mevlâna, kanaatimizce kendi yolunun esaslarından biri olan semâ ile de bu yüce hakikatleri dile getirmek istemiştir. Aşk konusunda Mesnevi’de buyurur ki:

Her kimin yakası bir aşktan dolayı yırtılmışsa, o hırstan ve ayıptan tamamıyla temizlenmiştir. (1/22) Kimde aşk endişesi yoksa, o kanatsız kalmış bir kuş gibidir, vah ona! (1/31) Ey bizim sevdası güzel aşkımız; ey bizim Eflâtun’umuz, Calinus’umuz şad ol! (1/23) Toprak beden, aşktan göklere çıktı; dağ oynamaya başladı, çevikleşti. (1/25) Şeytan bile âşık olsa topu çeler; bir Cebrâil kesilir, şeytanlığı ölür. (6/3648) Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olmak, geçici bir hevestir. (6/971)

Mevlâna, Hakk’ın kudretini ve varlıkları yaratış gayesini  şöyle dile getirir: “(Allah) Göklerin, yıldızların, insanlarla şeytanların, cin ve perilerin, kuşların yüce yaratıcısıdır. Denizin, ovanın, dağın, çölün yaratıcısı O’dur. Ülkesinin sınırı yoktur, kendisinin benzeri bulunamaz. (4/2512-3) Gökyüzünü yokluktan meydana getirdi; bu yer döşemesini de yarattı, döşedi. Yıldızlardan kandiller yaptı, tabiatlardan da kilitler ve anahtarlar…(6/3135-6) Hz. Peygamber şöyle  dedi: ‘Allah, Âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti. Yarattım ki benden bir fayda görsünler; balıma parmaklarını bansınlar. (2/2635-6) Kullarıma ibadet edin diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim diye değil; onlara ihsanlarda bulunayım diye emrettim.’ (2/1756) Onların beni tespih etmeleriyle münezzeh, mukaddes olmam. Bu tespih incilerini saymakla, bizzat kendileri temizlenir. (2/1758) Yeryüzünde olsun, göklerde olsun, bir zerre bile onun hükmü olmadıkça kanat çırpamaz, harekete geçemez. (3/11202) Allah hükmedicidir, dilediğini yapar; derdin ta kendisinden deva yaratır. (2/1619)

Saygıdeğer misafirler!

Şunu da belirtmeliyiz ki Mevlâna’nın eserlerinde terennüm edilen Peygamber sevgisi de, insana duyulan saygı ve hoşgörü de Allah aşkı ve kulluk bilinci üzerine bina edilmiştir. O’nun inancında bütün varlıkları cezbeden, döndüren, ayakta tutan, Hakk’a ve hakikate ulaşmada ideal bir vasıta olan aşk, peygamberleri de şan, şöhret sahibi yapmıştır (1/220) ve ayağının tozu olmakla övündüğü yüce Peygamber de aşk kılavuzudur. Hz. Pir, bu inancını şöyle dile getirir: “Bizim peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşkın çocuğuyuz; aşk bizim anamızdır.” [Rub.57] “Temiz aşk, Muhammed (a.s.) ile eşti. Allah, aşk yüzünden ona, ‘Sen olmasaydın (âlemleri yaratmazdım)’ dedi. Hâsılı O, aşkta tekti. Bu yüzden Mevlâ, peygamberler içinden O’nu seçti.” “Peygamber, o görünen şekil değildir. Peygamber, o aşktır, sevgidir; ölümsüz olan da odur.” (Fîhi mâ fîh, Gölp.Ter. 62.Bl.) Mevlâna, samimiyetin, ihlâsın, bağlılığın ve sevginin doruk noktası olan Allah aşkı ve Peygamber sevgisini, bu şekilde hayatın merkezine yerleştirmektedir.

Dünyada Allah aşkının en büyük temsilcilerinden biri olan Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin binlerce manzûmeden oluşan ve edebî bir şâheser olan Dîvân-ı Kebîr’i ezelî ve ebedî sevgiliye övgü ve yakarışlarla doludur. Yüksek bir lirizmle söylenmiş olan, ruhları teshîr eden ve ancak ehli tarafından hakkıyla anlaşılabilen bu manzûmeler, klâsik şiir geleneğine uygun olarak aşkın zorluklarını ve özlem derdini terennüm ile kâh övgü, kâh sitem, kâh yakarışlarla  örülmüştür. Doğrudan anlatımın daha bir öne çıktığı Mesnevi’de yer yer görülen, içtenlik, duygu ve maneviyat dolu dua ve yakarışlar da başka bir coşkuya ve edaya sahiptir. Onlardan biriyle konuşmamı bitirmek istiyorum. Yüce Mevlâ’ya şöyle sesleniyor Hz. Pîr:

Ey bizim canımıza can olan (Allah)!

Varlıklarımızı, fâni sûretle gösteren vücûd-i mutlak  sensin.

Hareketimiz de varlığımız da senin vergindir. Varlığımız senin îcadındır.

Biz ney gibiyiz, bizdeki nağme senden. Biz dağ gibiyiz, bizdeki sadâ senden.

Nimetlerini ve ihsanlarını  bizden esirgeme!

Ey Allah’ım! Yüz binlerce tuzak ve yem var; bizler de aç kalmış haris kuşlar gibiyiz.

Her birimiz birer doğan bile olsak, her an yeni bir tuzağa tutuluyoruz.

Sen bizi hep tuzaktan kurtarıyorsun; biz yine bir tuzağa doğru gidiyoruz.

Bize, bizim işlerimize bakma; kendi büyüklüğüne, kendi cömertliğine bak!

Sen bize bu isteği, karşılıksız verdin; hadsiz, hesapsız ihsanlarda bulundun.

Ezelde bağışladığın şu irfan damlasını, denizlerine ulaştır.

Ey yardım dileyenlerin yardımcısı, bize hidayet ver.

Kerem ederek hidayet ettiğin kalbi azdırma.

Sen yardım etmezsen, işimiz gücümüz ancak kargaşalıktır.

Kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi sana razı olan kardeşlerden ayırma!

(1/374 vd., 599 vd.; 1338, 1882, 3899 vd.)

Bizler de bu içten dualara amin diyoruz. Gecenizin hayırlar, bereketler ve güzellikler getirmesini diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.