XIII. YÜZYILDA KONYA VE ÇEVRESİNDE KÜLTÜR FAALİYETLERİ – Recep Dikici

A+
A-

III. ULUSLARARASI MEVLÂNA KONGRESİ   

XIII. YÜZYILDA KONYA VE ÇEVRESİNDE KÜLTÜR FAALİYETLERİ

Prof.Dr. Recep DİKİCİ*

Anadolu Selçukluları sultanları, kültür ve medeniyet hizmeti için ilim ve âlimlere kıymet vermişlerdir. Bir ilim ocağı olan medreselerde eğitim ve öğretim ücretsiz olup, vakıf gelirleri onların geçimini temin için kullanılmıştır. Medreselerde İslâmî ilimlerin yanında, matematik, astronomi, tıp ve felsefe gibi fen bilimleri de öğretilirdi. Umûmiyetle medresenin yanında dârüşşifâ denilen hastane, câmi, kütüphane, zâviye, kervansaray ve imâret de bulunurdu. Bunlar da, birer ilim ve irfan yuvasıydı. İslâm ülkelerinden bir çok âlim, Anadolu”daki ilim yuvalarına gelip ders okutmuşlardır. Başta sultan olmak üzere, devlet adamlarından ve ahâliden iyi muâmele görmüşlerdir. Bu da, onların başarılarında en büyük etken olmuştur.

Ayrıca Anadolu”da binlerce saray, câmi, mescid, imâret, han, hamam, dârüşşifâ, medrese, hankah, türbe, künbet, çeşme, sebil, kervansaray, kale, sûr, ribat, mezar sandukası yapılmış idi ki, cepheleri, kapıları, pencere kenarları en güzel ve renkli yazılar ile süslenmiş, dâhilen ince tezyinat ile bezenmiş, bazıları Türk çinileri ile kaplı kubbe kenarları, minber ve mihrapları, şadırvanları Türk mermer taşişçiliğinin, kapıları ve kapakları Türk kakmacılığının ve oymacılığının en güzel örneklerini veren Selçuk çağının her hususta üstünlüğü ile mütenâsip vasıftaki bu eserleri yakından tanımak için yalnız Anadolu”yu hatta yalnız Konya şehrini gör mek kâfidir1.

Kültür ve sanat merkezi olan Konya, 1097-1308 yılları arasında Anadolu Selçuklularının başkenti olmuştur. Selçuklular devrinde bilhassa Alâeddin Keykûbâd ve II.Kılıçarslan zamanında Konya, ihtişâmının en yüksek noktasına ulaşmıştır2. Selçuklular döneminde “Altın Çağını“ yaşayan Konya, Türk âleminin en önemli kültür merkezi olmuştur. İslâm dünyasının ilim ve sanat adamları burada toplanmış, büyük imârlar yapılarak mâmure belde hâline gelmiştir3. XIII. asrın ikinci yarısından itibaren Moğol faaliyet ve zulmü4 ile çeşitli siyâsi, iktisâdi ve sosyal çalkantılar baş göstermesine rağmen, Konya ve çevresindeki kültür faaliyetleri devam etmiştir. Mevlâna”nın bu devirde ortaya çıkması ve oğlu Sultan Veled”in Mevlevî tarikatini babası adına kurması ile, Türk tasavvuf ve güzel sanatlar tarihinde yeni bir merhale başlamıştır.

XIII. yüzyılda Konya ve çevresindeki kültürel faaliyetler, bu dönemdeki kütüphaneler, medreseler ve ilim adamları ana hatlarıyla ele alınarak sunulacaktır5.

Türkiye Selçuklularının en önemli kültür merkezi olan Konya”da, gerek medreselere, gerekse hankahlara bağlı bir çok kütüphane vardı. Daha XIII.yüzyıl başlarında (1202) Selçuklu vezirlerinden Şemseddin Altun-Aba tarafından İplikçi Medresesi”nde açılan bir kütüphane olduğu biliniyor. Altun-Aba”nın vakfettiği kitaplardan ayrı olarak, vakıf gelirinden her yıl ayrılan belirli bir miktar para ile gereken yeni kitaplar alınarak, kütüphane daha da zenginleş-tiriliyordu. Konya”daki öteki medreselerde birer kütüphane olduğu muhakkak-tır. Yine Selçuklu vezirlerinden Müstavfî ( Mâliye Nâzırı ) Emiru”l-Hac oğlu Ebu”s-Senâ Mahmûd”un kurduğu Nizâmiye Hangahı Kütüphanesi ile bu çevrede eski Konya kalası”nın Çeşme kapısı yanındaki Şeyh Sadreddin Konevî tarafından kendi camiine bitişik olarak kurulan kütüphane de hatırlatılmalıdır6.

Konya, gerek medreselerdeki talebeleri, gerekse ilim adamları ile kitap açısından önemli bir pazar idi. Konya şehrinde kitap istinsâhı, ciltlenmesi ve öteki husûslar için kendisine mahsus bir sanat türü gelişmişti. Konya”daki kütüphaneler, varlıklarını, sonraki devirlerde de devam ettirmişlerdir7.

İslâm dünyasında XI. yüzyıldan sonra gelişen medreselerdeki öğretim, Konya”da nisbeten geç olmakla beraber, XIII. yüzyıldan sonra etkisini göstermiştir. Konya”da ilk medrese, II. Kılıçarslan tarafından yaptırılmıştı. Medrese-i Sultâniye adını taşıyan bu medrese, devrindeki diğer şehirlerde olduğu gibi Alâeddin tepesinde yapılmıştı ki, kale içindedir.

Tıp öğrenimi Dârüşşifâlarla birlikte bulunan medreselerde yapılırdı. Konya”daki I.Alâeddin Keykûbâd tarafından yaptırılan Dârüşşifâ-i Alâi”nin yanında bir medresenin olup olmadığı bilinmemektedir. Buna karşılık Konya”daki medreseler, aynı zamanda Dârü”l-fükaha, Dârü”l-hadis, Dârü”l-huffâz, Dâru”l-kurrâ gibi isimlerle de anılmaktadır8.

Selçuklu devri ileri gelenlerinden Altun-Aba tarafından 1202 yılında yaptırılan ve sonradan “ İplikçi “ adını alan Altun-Aba medresesi, bugünkü İplikçi Camiinin güneyinde idi. Zamanla yıkılan bu medresenin duvarına bitişik kubbeli bir odanın, Sultânü”l-ulemâ”nın oturduğu hücrelerden biri olduğu ifâde edilmektedir. Konya”ya gelir gelmez, Altun-Aba Medresesi”ne konaklayan Sultânü”l-ulemâ, medrese odalarına âilesi ve çocuklarını yerleştirmişti ama, öğrencilere ayrılmış bu medreseyi uzun süre işgâl herhalde doğru olmayacaktı. Yeni bir medreseye ihtiyaç vardı. Bunu düşünen devrin ileri gelenleri Sultânü”l-ulemâ ve âilesi için şehrin uygun bir yerinde bir medrese yapımına karar vermişlerdi. Kısa bir süre sonra, Sultan I. Alâeddin Keykûbâd”ın Lalası Emir Bedreddin Gevhertaş tarafından yeni bir medrese yaptırılmıştı9. Bedreddin Gevhertaş”ın yaptırdığı medrese, Mevlâna ve çocuklarına bağışlandıktan sonra, Selçuklular ve Karamanoğulları devrinde Medresenin adı, Medrese-i Mevlâna diye adlandırılmıştır. Mevlâna”nın vefâtından sonra, dergâhın batısında Sultan Veled Medresesi adı ile bir medrese yaptırılmış, Molla-i Cedîd adı verilmiştir. Mevlâna”nın medresesi ise, bundan sonra, Molla-i Atîk Medresesi olarak adlandırılmıştır10.

Anadolu Selçuklularının başkenti ve bir kültür merkezi olarak Konya”daki diğer medreseleri şöyle sıralayabiliriz 11:

1. Atabekiyye Medresesi : Atabey Fahreddin Aslan tarafından 1256 yılında yaptırılmıştır.

2. İnce Minâre Dârü”l-Hadis ve Mektebi : Sâhib Ata tarafından 1264″de inşâ ettirilmiştir.

3. Karatay Medresesi (1251).

4. Kemâliye ( Küçük Karatay ) Medresesi.

5. Sadeddin Hargahtraş Medresesi (1248 ).

6. Nizâmiye Medresesi ( 1237-1238 ) : Devlet adamı Nizâmeddin Ali yaptırmıştır.

7. Akıncı Medresesi (1210).

8. Sırçalı Medresesi.

9. Ali Gav ( XIII. yüzyılın ilk yarısına aittir).

10. Sadeddin Ömer ( Dârü”l-huffâz, 1259).

11. Kadı Hürremşah Dârü”l-Hadis”i (1236).

12. Seyfiyye (Buk”ası) Medresesi.

13. Tâcu”l-vezir Medresesi : Tâcu”l-vezir Ahmed Tâceddin tarafından 1239″da yaptırılmıştır.

Diğer taraftan medrese vakıfları sâyesinde, gerek öğreticiler, gerekse talebeler maddî sıkıntı çekmezlerdi. Konya medreselerinde, Selçuklu devrinde, her sınıfta ortalama 20-40 kadar talebe bulunuyordu. Medreseler, genellikle üç devre halinde öğretim yaparlardı. Medreseler sâyesinde, Konya”da kalabalık bir talebe zümresi birikmiş olmalıdır12.

Moğol baskısından kurtulmak, tasavvufî, fikrî ve ilmî bir ortamda bulunmak, Konya Kütüphanelerindeki değerli eserlerden istifâde etmek gibi bir çok sebeplerle Konya”da yaşayarak, XIII.yüzyılda Konya”daki kültür faaliyetlerine katkıda bulunan seçkin ilim adamları da büyük önem arz etmektedir. Nitekim bu asırda bir vesile ile Konya”da bulunan veya Mevlâna ile görüşen âlimlerden Şeyh Fakih Ahmed (1221), Kutbeddin Şirâzî (1310), Sirâceddin el-Urmevî, Molla Abdurrahmân Câmî, Müeyyeddin el-Cendî (1300), Fahreddin el-Irâkî (1288), Saîdeddin el-Fergânî, Dâvud el-Kayserî (1351), Bahâeddin Kaaniî, Necmeddin Dâye, Hâce Hümâmeddin Tebrizî, Hacı Mübârek Hayderî ve Şeyh Bâbâ-yı Merendî de burada zikredilmelidir13.

Söz konusu çağda Konya”daki kültürel faaliyetlerde en etkin rol oynayan bazı meşhûr âlimlerin hal tercümelerini ve eserlerini ana hatlarıyla sunmak sûretiyle, mevzûmuzu daha iyi açıklamak mümkün olacaktır:

ŞİHABEDDİN SÜHREVERDİ

Ebû Hafs Ömer b.Muhammed Sühreverdî, 1144 (h.539) yılında Sühreverd”de doğmuştur. Fıkıh ve kelâm âlimi olan Sühreverdî, amcası büyük âlim Ebü”n-Necîb Abdülkâhir ve Abdülkâdir Geylânî”den tasavvuf ilmini öğrenmiştir. Kendisini yetiştirdikten sonra Bağdat”a gitmiş ve orada birçok talebeye ders okutmuştur. Kazandığı şöhret dolayısıyla, Halife en-Nâsır”ın yakınları arasına girmiş ve eserlerini, bu halife adına yazmıştır.

Bir ara halife tarafından Konya”ya Sultan I.Alâeddin Keykûbâd”a gönderilen Sühreverdî, bu şehrin kültürüne katkıda bulunmuştur. Meşhûr İran Şâiri Şeyh Sâdi”yi okuttuğu gibi (12221), tanınmış mutasavvıf Arap Şâiri İbnü”l:Fâriz”le de Mekke”de görüşen bu büyük âlim, 1234 (h.632) yılında Sühreverd”de vefât etmiştir.

Sühreverdî, İmâm-ı Gazzâlî”nin yolunu takip ederek, Yunan felsefesini ve ona itibar eden İslâm filozoflarını tenkid etmiştir. Nitekim bu mevzûda Keşfu”n-nesâihi”l-imâniye ve Keşfü”l-fezâihi”l-Yûnâniye adlı eserlerini kaleme almıştır. Fakat onun en meşhûr eseri, ahlâk ve tasavvuf sahasındaki Avârifü”l-ma”ârif adlı kitabıdır. Ayrıca onun eserlerinden Akîdetu er-bâbi”t-takî, Behçetü”l-ebrâr ve Bugyetü”l-beyân“ı da zikredilebilir.

Şihâbeddin Sühreverdî, aynı zamanda Sühreverdiye tarikatinin kurucularından sayılır. Ebü”n-Necîb ve yeğeni Şihâbeddin Sühreverdî tarafından Bağdad”da kurulan bu tarikatin esasları riyâzet, halvet, zikir ve mücâhedeye dayanır. Daha çok Afganistan ve Hindistan”da intişâr etmiştir. Sühreverdî tarikati, Celâliye, Cemâliye, Halvetiye, Rûşeniye, Safeviye ve Zeyniye gibi kollara ayrılır. Bunlardan Halvetiye ile Halvetiye”nin Kollları olan Ahmediye ve Şemsiye daha çok Türkiye”de yayılmıştır14.

EVHADEDDİN KİRMANİ

Ebû Hâmid, 1213 yılında Kirman”da doğmuştur. Evhadeddin Kirmânî, Bağdad”da Rukneddin Süncâsî ve Şihâbeddin Sühreverdî”den ilim tahsil etmiştir. Daha sonra Evhadeddin Kirmânî, Kirmanşehr”de uzun süre öğretimle meşgul olmuş ve ayrıca tasavvuf sahasında ün salmıştır. O, bilhassa sanat kollarında çalışanların teşkilâtlanmasını ve bir disiplin dâiresi içinde yeni yetişen çırakların da tam bir edep, tam bir ahlâk nümûnesi olmasını arzuluyordu. Bu maksatla Abbâsi Halifesi Nâsır b.Müstedî, halifeliğini tanıyan bütün İslâm memleketlerine, fütüvvet teşkilâtını yeniden canlandırmanın lüzûmuna dâir mektuplar gönderdi.

Evhadeddin Kirmânî,de, talebesi Ahi Evren ile birlikte 1205 yıllarında Anadolu”ya gelmiş ve Muhyiddin-i Arabî, Şems-i Tebrizî, Mevlâna Celâleddin-i Rûmî gibi zamanın büyük âlimleriyle görüşmüştür. Konya”ya yerleşen Evhadeddin Kirmânî, kendisi için kurulan dergâhta Sadreddin Konevî”nin de aralarında bulunduğu bir çok talebeye ders okutmuş ve 1237 (h.635) yılında vefât etmiştir. Bu zatın türbesi, Konya’da Musallâ Mezarlığının içinde Şücâeddin türbesinin güneybatısındadır.

Yine meşhûr talebelerinden ve damadı olan Ahi Evren, Evhadeddin hazretlerinin vefâtından sonra yerine geçmiştir.

Şiirde evhadî mahlasını kullanan Evhadeddin Kirmânî”nin mürettep bir divânı ve bir mesnevîsi vardır. Eserlerinden Misbâhü”l-ervâh ve Menâkıb”ı meşhûrdur.

Bu arada tasavvufî etkisinin XIII.yüzyılda Anadolu”da çok yaygın olduğu, Halvetiye tarikatinin Anadolu”da Türkler arasında tutunmasında, Evhadeddin Kirmânî”nin büyük rolü bulunduğu muhakkaktır15.

AHİ EVREN

Ahi Evren diye tanınan Nasîrüddin Mahmûd, 1171 (h.567) yılında İran”ın Azerbeycan taraflarında bulunan Hoy kasabasında doğmuştur. Tahsilini Horasan ve Mâverâünnehr”de tamamlayan Ahi Evren, zamanının en büyük âlimlerinden Ahmed Yesevî”nin talebelerinin sohbetlerine devam ederek tasavvuf yolunda yüksek derecelere kavuşmuş ve Şihâbeddin Sühreverdî”nin meclislerinde bulunmuştur. Bir hac yolculuğunda (1204) kayın pederi ve hocası olan Şeyh Evhadeddin Kirmânî ve Muhyiddin-i Arabî ile tanışıp, Anadolu”ya gelmiştir. Tefsir, hadis, fıkıh, kelâm ve tıp ilmlerinde derin âlim olan Ahi Evren, Anadolu”da önce Kayseri”ye yerleşmiş ve Ahî Teşkilâtını burada kurmuştur.

1225 yılında Alâeddin Keykûbâd”ın isteği üzerine Konya”ya gelmiş ve bu şehirde de Ahî Teşkilâtını oluşturmuştur. II. Gıyâseddin Keyhüsrev zamanında Bâbaîler isyânı ile ilgisinden dolayı beş sene süre ile tutuklanmıştır. Tutukluluk hali sona erince Denizli”ye gitmiştir. Bir müddet sonra Sadeddin Konevî”nin daveti üzerine Konya”ya gelip, halka irşâdda bulunmuştur. Şems-i Tebrizî”nin şehid edilmesinden sonra, Kırşehir”e yerleşmiş ve 1261 yılında Ahîlerin başlattıkları isyânın bastırılışı sırasında şehid olmuştur.

Eserlerinden Metâliu”l-imânTebsıratü”l-Mübtedî ve Tezkiretü”l-MüntehîMedh-i fakr ve zemm-i dünyâMükâtebâtMürşidü”l-kifâye zikredilebilir16.

ŞEYH EDEBALİ

Osman Gâzi”nin kayın pederi ve hocası olan Şeyh Edebali, 1206 (h.603) yılında Karaman civârında doğmuştur. Şeyh Edebali, ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Şam taraflarına gitmiş ve orada hadis, tefsir ve fıkıh ilimlerini tahsil etmiştir. Daha sonra memleketine dönen Şeyh Edebali, bir rivâyete göre Mevlâna Celâleddin-i Rûmî”nin sohbetleri ile kemâle erişmiştir.

İslâm dünyasında eskiden beri mevcut olan “ Fütüvvet Ehli “ ve “ Ahîler “ ile irtibâtı olan Şeyh Edebali, Bilecik”te fıkıh, tefsir ve hadis dersleri okutmuş ve 120 yaşlarında iken 1326 (h.726) yılında vefât etmiştir17.

MUHYİDDİN-İ ARABİ

İbn-i Arabî ve Şeyh-i Ekber diye meşhûr olan Ebû Abdullâh Muhammed b.Ali, Tayy kabilesinden cömertliği ile tanınan Hatemü”t-Tâyî”nin kardeşi Abdullâh”ın neslindendir. Muhyiddin-i Arabî, 1165 (h.560) senesinde Endülüs”teki Mürsiye kasabasında doğmuştur.

Küçük yaşta ilim tahsil etmeye başlayan Muhyiddin-i Arabî, sekiz yaşında iken babasıyla birlikte İşbiliyye”ye gitmiş ve bilinmeyen bir hastalık yüzünden normal öğrenimini kesmek zorunda kalmıştır. Çekildiği halvetten çıktığında pek çok şeyin kendisine öğretilmiş olduğunu tesbit eden Muhyiddin-i Arabî, İbn-i Rüşd ile görüşmüş ve 1194 (h.5120) yılında Endülüs”ten ayrılarak Tunus”a, 1195″de Fas”a gitmiştir. Karşılaştığı bir çok âlimin ilim meclislerinde bulunmuş ve 1199 senesinde tekrar Endülüs”e dönüp Kurtuba”ya gelmiştir. 1201″de yeniden Endülüs”ten ayrılarak Doğu”ya gitmek üzere Tunus”a geçen Muhyiddin-i Arabî, hacca giderken Mısır”a uğramış ve iki yıl kadar Mekke”de kalmıştır.

Bir ara Şihâbeddin Sühreverdî ile de tanışan Muhyiddin-i Arabî, gittiği yerlerde İbn-i Asâkir ve Ebü”l-Ferec İbnü”l-Cevzî gibi büyük âlimlerden ilim öğrenmiştir. Muhyiddin-i Arabî, çok geçmeden ilminden ve feyzinden istifâde etmek için kendisine müracaat edilen belli başlı büyük âlimlerden olmuştur.

Ayrıca Şam, Irak, Cezîre ve Anadolu”ya seyahatte bulunan Muhyiddin-i Arabî, I.Gıyâseddin Keyhüsrev”in Selçuklu tahtına oturması ve hacda tanıştığı dostu Şeyh Mecdüddin İshâk”ın Konya”ya davet etmesi üzerine, hep birden Konya”ya gelmişlerdir. Selçuklu payitahtında Sultanın iltifatlarına mazhar olduktan sonra tekrar seyahatlerine başlayan Muhyiddin-i Arabî 1205 ve 1209 yılları arasında Şam, Kudüs, Kahire ve Mekke”ye yaptığı seyahatlerden dönerek tekrar Konya”ya gelmiştir. Daha sonra Muhyiddin-i Arabî, merhûm Şeyh Mecdüddin İshâk”ın dul kalan zevcesi ile evlenerek, Sadreddin Konevî”nin üvey babası olmuştur. Muhyiddin-i Arabî, 1230 senesinde Şam”a giderek orada son yıllarını geçirmiş ve 1240″da vefât etmiştir.

Muhyiddin-i Arabî”nin eserleri vefâtından sonra en sevgili ve sâdık talebesi Sadreddin Konevî vasıtasiyle Konya”ya intikal etmiş ve onun kendi türbesi yanında yaptırdığı kütüphaneye konmuştur. Bu kütüphane zamanla ihmâle uğrayarak dağılmış, kitapların mühim bir kısmı Yusuf Ağa Kütüphanesi”ne, bir kısmı da İstanbul ve Anadolu”nun çeşitli kütüphaneleriyle dünya kütüphanelerine dağılmış bulunmaktadır. Muhyiddin-i Arabî”nin kendi rivâyetine göre 400 kadar eser yazdığı anlaşılmaktadır. Eserlerinden bazıları şunlardır : Fütûhât-ı Mekkiyye, et-Tedbîrâtü”l-ilâhiyye, Mefâtîhu”l-gayb, Akîdetu Ehl-i Sünnet, Füsûsü”l-hikem18.

SADREDDİN KONEVİ

Ebu”l-Meâlî Muhammed b.İshâk Sadreddin, 1210 (h.606) tarihinde Malatya”da doğmuştur.Babası İshâk Efendi, Anadolu Selçukluları nezdinde itibarlı bir kişi olup, vefâtından sonra Sadreddin ile üvey babası Muhyiddin-i Arabî meşgul olmuştur. Muhyiddin-i Arabî”den ilim ve feyz alan Sadreddin Konevî, hocası ile Halep ve Şam”a gitmiştir. Yine Mevlevî kaynaklarına göre Sadreddin Konevî, ilim öğrenmek ve hac için defalarca seyahate çıkmıştır. Kendi ifâdesinden Mısır”a gittiği de anlaşılmaktadır.

Sadreddin Konevî, bir saray gibi olan Tekkesinde hadîs okuturdu; Muîneddin Süleyman, Atabek Mecdeddin, Celâleddin Mahmûd, Germiyanoğulları Devletini kuran Yakup Bey”in babası Seyfeddin Ali Sîr, bilginlerden Şerefeddin Muhammed gibi beyler, vezirler ve bilginler derslerine devam etmişlerdir. Mevlâna”nın cenaze namazının kıldırılmasını O”na vasiyet etmiş olması da, Konya”daki yüksek şahsiyetler arasındaki mevkiini göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Ayrıca Muhyiddin-i Arabî”den daha fazla mantıkçı ve rasyonalist bir bilgin olarak temâyüz eden ve O”nun felsefesini yaymağa çalışan Sadreddin Konevî, Konya”nın en büyük şeyhi ve mütefekkiri olmuştur.

Aynı zamanda büyük bir mutasavvıf olan Sadreddin Konevî, 1274 (h.673) tarihinde Konya”da vefât etmiştir.

Yapılan inceleme ve araştırmalara göre Sadreddin Konevî”nin Konya ve diğer Anadolu kütüphanelerinde bulunduğu tesbit edilebilen kitaplarının sayısı 25 civarındadır. Ancak Carl Brockelmann, Geschichte Der Arabischen Litteratur adlı bibliyografik eserinde, Türkiye kütüphanelerinde bulunmayan bazı eselerinin çeşitli nüshalarından söz etmektedir.

Sadreddin Konevî”nin eserlerinden NüsûsHukûk, en-Nefehâtü”l-ilâhiyye, Mefâtîhu”l-gayb, Şerhu Ehâdîs-i Erbaîn hatırlatılabilir19.

BURHANEDDİN MUHAKKIK-I TİRMİZİ

1165 (H.561) yılında Tirmiz”de dünyaya gelen Seyyid Burhâneddin, ilk tahsilini babasından yapmış ve daha sonra kendisini yetiştirmek için Belh”e giderek, Mevlâna”nın babası Sultânu”l-ulemâ Bahâeddin Veled”in talebesi olmuştur. Seyyid Burhâneddin 12 yıl hocasının yanında ilim öğrenmiş ve manevî yüksek derecelere erişmiştir. Bundan sonra hocası, oğlu Mevlâna”nın yetiştirilmesi ve terbiye edilmesi için Seyyid Burhâneddin”i görevlendirmiştir.

Seyyid Burhâneddin, hocası Behâeddin Veled”in vefâtını müteâkiben Mevlâna Celâleddin-i Rûmî”yi yalnız bırakmamak ve onun hizmetinde bulunmak için Konya”ya gelmiştir. Seyyid Burhâneddin, artık Mevlâna”nın zâhirî ve batınî ilimlerde olgunlaştığını ve tasavvufta çok yüksek derecelere ulaştığını anlayınca, Kayseri”ye gitmeğe karar vermiştir.

Mevlâna ve Şeyh Selâhaddin”in de aralarında bulunduğu pek çok talebe yetiştiren Seyyid Burhâneddin, Konya”da Şihâbeddin Sühreverdî ile tanışmış ve onunla bir süre sohbet etmiştir.

Seyyid Burhâneddin”in vefât tarihi kesin olarak belli olmayıp, 1240 (h.638) senesinden sonra vefât ettiği, bazı kaynaklarda kaydedilmiştir. Mevlâna, hocasının vefâtını haber alır almaz, derhal Kayseri”ye gitmiş ve onun kabri başında Kur”ân-ı kerîm okuyup, ruhuna hediye etmiştir. Bu arada Seyyid Burhâneddin”in kitapları da, Mevlâna”ya teslim edilmiştir20.

ŞEMS-İ TEBRİZİ

Şemseddin Muhammed b.Ali, aslen Tebrizlidir. Evliyânın büyüklerin-den olan bu zat, Ebû Bekr-i Kirmânî”den ve Bâbâ Kemâl-i Cündî”den ilim öğrenip, feyz almıştır. Kısa zamanda zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere kavuşmuştur.

Şems-i Tebrizî, Tebriz”de Ebû Bekr-i Sellebâf”a mürid olmuş ve bu şeyhin yanından, daha üstün bir şeyh bulmak için ayrılarak, Bağdat, Şam ve Haleb”i dolaşmıştır. Konya”ya gelmeden önce Erzurum, Erzincan ve Tokat gibi Anadolu”nun çeşitli şehirlerine uğrayan Şems-i Tebrizî, Erzincan”da öğretmenlik de yapmıştır. Şems-i Tebrizî, Sivas, Kayseri ve Aksaray yoluyla 1244″de Konya”ya gelmiş ve Mevlâna ile yolda karşılaştığında, aralarında büyük bir dostluk başlamıştır.

Mevlâna”nın, tasavvufta derinleşmesine ve yaşayışında değişikliklere sebep olan Şems-i Tebrizî ile tanıştıktan sonra çevresiyle ilgisini kesmesi ve öğrencileriyle ilgilenmemesi, halkın Şems-i Tebrizî”ye tepki göstermesine sebep olmuştur. Bu tepkilere dayanamayan Şems-i Tebrizî, Konya”dan ayrılarak, 1246 yılında Haleb”e gitmiştir. Onun Konya”dan uzaklaşması, Mevlâna”da onu sevenlerin beklediği değişikliği sağlayamamış, tam tersine Mevlâna eskisinden de kötü duruma düşmüştür.

Mevlâna, oğlu Sultan Veled”i göndererek, Şems-i Tebrizî”yi yeniden Konya”ya getirtmiş ve onu evlerinde büyüttükleri Kimya adlı kızla evlendirmiştir. Aralarında gittikçe artan dostluk, Mevlâna”nın yakınlarındaki kıskançlığı yeniden alevlendirmiş ve bazı kimseler tarafından 1247 (h.645)”de Konya”da şehid edilmiştir.

Şems-i Tebrizî”nin eldeki tek eseri, Makâlât”ıdır.Son yıllarda İran”da basılan bu eserin Türkiye kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunmaktadır. M.N. Gencosman tarafından “Konuşmalar“ adıyla dilimize çevrilen Makâlât“ın dili Farsça olmakla birlikte içinde Arapça bölümler de vardır. Bu kitap, Mevlâna ile Şems-i Tebrizî arasındaki ilişkileri göstermesi bakımından büyük bir değer taşımaktadır21.

SULTANU”L-ULEMA BEHAEDDİN VELED

Mevlâna”nın babası olan Behâeddin Veled, 1151 (h.545) yılında doğ-muştur. Babası Hüseyin Hatîbî, annesi Harezmşah sultanlarından Alâeddin Muhammed Harezmşah”ın kızı Emetullah Hâtun”dur.

Küçük yaştan itibaren iyi bir tahsil yapan Behâeddin Veled, Necmeddin-i Kübrâ”dan tasavvuf öğrenmiştir. Daha sonra Behâeddin Veled, Harezm Sultânı Rukneddin”in kızı Mümine Hâtun ile evlenmiş ve Mevlâna Celâleddin-i Rûmî dünyaya gelmiştir.

Rüyâsında Peygamber Efendimizin “ Sultânu”l-ulemâ “ lakabını verdiği Behâeddin Veled, Nişâbur”da Feridüddin-i Attâr ile, Bağdat”ta ise Şihâbeddin Sühreverdî ile tanışıp, sohbet etmiştir. Haccını ifâ ettikten sonra Şam yoluyla Lârende ( Karaman)”ye gelen Behâeddin Veled, burada Lârende Beyi Emir Mûsa”nın yaptırdığı medresede yedi sene hocalık yapmış ve sonra Sultan Alâeddin Keykûbâd”un daveti üzerine Konya”ya gelip, İplikçi Medresesi”ne yerleşmiştir.

Konya”da vaaz ve nasihatlariyle halkı irşâd eden Behâeddin Veled, Seyyid Burhâneddin”in de aralarında bulanduğu bir çok talebe yetiştirmiş ve 1231 (h.638)”de Konya”da vefât etmiştir22.

MEVLANA CELALEDDİN RUMİ

Muhammed Celâleddin-i Rûmî, 1207 (h.604) yılında Belh”de doğmuştur. Babası Sultânu”l-ulemâ Behâeddin Veled, annesi Mümine Hâtun”dur.

Mevlâna, babası Behâeddin Veled”in âilesiyle Belh”den ayrıldığı sırada beş yaşında olup, Nişâbur, Bağdat, Hicâz, Şam ve Anadolu”nun çeşitli şehirlerine gitmiştir. Nişâbur”da Feridüddin-i Attâr ile tanışan Mevlâna, ilk tahsilini babasından yapmış ve yedi sene Larende (Karaman)”de ikâmet etmiştir. Mevlâ-na, Şam”da bulundukları sırada Şeyh Muhyiddin-i Arabî, Şeyh Sâdeddin Hamevî ve Osman Rûmî gibi âlimlerin sohbetlerinde bulunmuş ve onların ilminden istifâde etmiştir. Tefsir, Hadis, fıkıh, mantık, usûl, meânî, edebiyat, matematik, fen ve tıp gibi pek çok ilimlerde mütehassıs olan Mevlâna, babası Behâeddin Veled”in vefâtından sonra, ders okutmaya başlamıştır. Bu arada Mevlâna Seyyid Burhâneddin ve Şems-i Tebrizî ile birlikte olup, tasavvufta yüksek makamlara kavuşmuştur.

Mütefekkir ve şâir olan Mevlâna, 1273 (h.672) yılında Konya”da vefât etmiştir. Cenâze namazını, Sadreddin Konevî kıldırmıştır.

Mevlâna”nın meşhûr eseri Mesnevî”sinden başka, Divân-ı kebîr, Fîhi Mâfîh, Divân-ı Rubâiyât, Mektûbât, Mecâlis-i Seb”a gibi kıymetli eserleri vardır23.

SULTAN VELED

Behêddin Muhammed Veled b.Muhammed Celâleddn Rûmî, 1226 yı-lında Lârende (Karaman)”de doğmuştur. Babası Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, annesi Gevher Hâtun”dur.

Üç yaşında babasıyla birlikte Konya”ya gelen Sultan Veled, okuma yazmayı ve ilk bilgileri, babasından öğrenmiştir. Sonra o, tahsil için kardeşi Alâeddin Çelebi ile Şam”a gönderilmiştir. Dönüşünde babasından ders almaya devam eden Sultan Veled, Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî”den ve Şems-i Tebrizî”den ders okumuştur.

Sultan Veled, Şems-i Tebrizî Konya”dan ayrılıp Şam”a gittikten sonra, babası tarafından, onu geri getirmekle görevlendirilmiştir.Yine o, Şems”in ikinci kayboluşundan sonra da babasıyla beraber, iki defa onu aramak maksadıyla Şam”a gitmiştir.

Mevlâna”nın talebesi Selahattin Zerkûb”un kız Fatıma Hâtunla evlenen Sultan Veled”in, Ulu Ârif Çelebi adlı bir oğlu olmuştur.

Mevlâna vefât ettikten sonra, yerine talebelerinden Hüsâmeddin Çelebi halife olmuştur. Hüsâmeddin Çelebi”den sonra da, 1291″de Sultan Veled babasının makamına geçmiştir.

Babasının, hocalarının ve mürşidlerinin ilim, irfan, hâl ve irşâdlarından faydalanarak kemâle erişen Sultan Veled, fevkalâde teşkilâtçılık kabiliyetine sâhipti. Nitekim o, Amasya, Akşehir, Ilgın, Larende, Niğde, Kırşehir ve Erzurum gibi yerlere halifeler göndermiştir. Babasının türbesinin yanında kütüpha-ne, mesnevî okuyup okutmağa mahsûs yerler yaptırarak merkezî bir külliye meydana getirilmesini sağlamıştır. Babasının eserlerinden, fikirlerinden ve yaşayışından mülhem olarak, Mevlevî tarikatini kuran Sultan Veled, 1312 (h.712)”de Konya”da vefât etmiştir.

Sultan Veled, eserlerini umûmiyetle Farsça yazmış, ara sıra gazel ve mesnevî şeklinde Türkçe şiirler de kaleme almıştır. Divânında 129, İbtidânâme”de 76, Rebâbnâme”de 162 Türkçe beyit vardır. Parçalar, Oğuz lehçesiyle yazılmış şiirler oldukları için Türk dili yönünden kıymetli vesikalardır. Bu ahlâkî ve tasavvufî manzûmelerin hepsi, edebî cihetten bir değer taşımasalar bile, yapı ve ifâde bakımından mükemmeldir.

Sultan Veled”in, Farsça bir Divân”ı, İbtidânâme, İntihânâme, Rebâbnâme isimlerinde Farsça üç mesnevîsi, bir de Maârif adlı Farsça mensûr bir eseri vardır. Maârifin Türkçe Tercümesi, 1949″da Millî Eğitim Bakanlığı tarafından neşredilmiştir24.

Netice olarak XIII. yüzyılda Konya ve çevresinde, Mevlâna ve yakınlarının merkezini teşkil ettiği zengin bir kültüre şâhid olmaktayız.

* Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Başkanı

İbrahim Kafesoğlu, Selçuklular, İslam Ansiklopedisi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1966, X, 411; Eva De Vıtray- Meyerovitch, Konya Tarihi ve Hz. Mevlâna, Çeviren : Melek Öztürk, İl Kültür Md., Konya, trz., s. 66.

Osman Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul, 1971, s.53.

İ.P.,Türk Ansiklopedisi, Selçuklular, XXVIII, 322-323.

Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1992, s.375.

5  Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlâna Celâleddin, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1959, s.3; Türk Ansiklopedisi, XXVIII, 325.

6  Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985, s. 63 ; Heyet, Konya”da Selçuklu ve Osmanlı Eserleri, Varlık Yayını, Ankara, 1991, s. 25; Yusuf Küçükdağ- Caner Arabacı, Selçuklular ve Konya, Konya, 1999, s. 285; İbrahim Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, Ankara, Tarihsiz, s. 1114; Mustafa Can, Cumhuriyetten Önce Konya KütüphaneleriYeni İpek Yolu, Konya-I, K.T.O. Dergisi, Konya, 1998, s. 63.

7  Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, s. 92.

8  Aynı eser, s. 87-88.

Osman Turan , Selçuklu Devri Vakfiyeleri 1 ( Belleten, XI, Sayı : 42, XI, 200-201; Fevzi Halı-cı, Mevlâna, Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlâna Üzerine Araştırmaları, s. 44.

10 Mevlâna, Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlâna Üzerine Araştırmaları, s. 46.

11 Geniş bilgi için bk. Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, s. 88-89; Selçuklular ve Konya, s. 271 v.d.; Konya”da Selçuklu ve Osmanlı Eserleri, s. 11-13; H.G. Yurdaydın, İslâm Tarihi, An-kara, 1971, s.80; M. Clement Huart, Mevlevîler Beldesi Konya, Çeviren Nezih Uzel, İstanbul, 1973, s.103; Mehmet Önder, Mevlâna Şehri Konya, Yeni Kitap Basımevi, Konya, 1962, s.119-140.

12   Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, s. 120.

13 Mevlâna Celâleddin, s. 240 v.d.; Mikâil Bayram, Anadolu Selçukluları Zamanında Konya”da Dînî ve Fikrî Hareketler, Dünden Bugüne Konya”nın Kültür Birikimi ve Selçuk Üniversitesi, Konya, 1999, s. 17 v.d.

14 İbn Hallikan, Vefeyat el-a”yân, Mektebetu”n-nahda, Kahire, 1948, VIII, 338; İbn el:İmâd, Şezerât ez-zeheb, Beyrut, tarihsiz, V, 103; ez-Zehebî, Tezkiret el-huffâz, Dâr turâs Arabî, Bey-rut, 1956, IV, 1458; Taşköprîzâde Ahmed Efendi, Miftâh es-se”âdeDâr kutubi”l-hadîse, Kahi-re, 1968; Alî Şîr Nevâyî, Nesâyimü”l- mahabbe min şemâyimi”l-fütüvve, Hazırlayan : Kemal Eraslan, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1996, s.307; Hayreddin ez-Ziriklî, el-A”lâm, Bey-rut, trz., V, 62; Ömer Rıza Kahhâle, Mu”cem el:muellifîn, Beyrut, 1969, VII, 313; Bağdatlı İs-mâil Paşa, Hediyyet el-ârifîn, İstanbul, 1955, I, 785; Kâtip Çelebi, Keşf ez-zunûn, İstanbul, 1971-1972, I, 50, 126, 451, 877, 1205; II, 1161, 1171, 1697, 1832; Carl Brockelmann, Geschicte Der Arabischen Litteratur, Leiden, 1942, I, 440; aynı müellif, GAL, Supplementband, I, Leiden, 1937, I, 788.

15 Nesâyimü”l-mahabbe, s.230-232; Konya Tarihi, s.5120; Menâkıb-ı Evhadeddn Kirmânî, Tahran, 1968; Molla Abdurrahmân Câmiî, Nefehatü”l-üns Tercümesi, İstanbul, 1971, s. 527; Şemseddin Sâmî, Kâmûs el:a”lâm, Mihran Matbaası, İstanbul, 1306, II, 1065; Türk Ansiklopedisi, XVI, 30.

16 Mecdî Efendî, Şekâik Nu”mâniye Tercümesi, Matbaa-i Âmire, İstanbul, 1269, s. 33; Dünden Bugüne Konya”nın Kültür Birikimi ve Selçuk Üniversitesi, s. 19.

17 Şekâik Nu”mâniye Tercümesi, s. 20; Nesâyimu”l-mahabbe, s. 298; Kâmûs el:a”lâm, II, 817; Hoca Sadeddin, Tâc et-tevârih, Matbaa-i Âmire, İstanbul, 1279, V, 1-2; A.Furuzanfer, Mevlâ-na Celâleddin, s.1 v.d.

18 İbn Hacer el-Askalânî, Lisân el-mîzân, Beyrut, 1871, V, 311; ez-Zehebî, Mizânu”l-i”tidâl, Mısır, 1963, III, 659; Nefehâtü”l-üns, s 621; Şezerât ez-zeheb, V, 1120; el-Kutubî, Fevât el- Vefeyât, Beyrut, 1973, III, 435; Kâmûs el-a”lâm, V, 5, 233; eş-Şa”rânî, Tabakât el-kübrâ, Mısır, trz., I, 188; Yûsuf en-Nebhânî, Câmiu kerâ-mâti”l-evliyâ, Beyrut, 1980, I, 118; Mu”cem el- müellifîn, XI, 40; el-A”lâm, VI, 281, Türk Ansiklopedisi, XXIV, 400.

19 Nesâyimü”l-mahabbe, s. 362; Nefehâtü”l-üns tercümesi, s. 522; Miftâhü”s-se”âde, I, 451; II, 121, 212, 451-452; Câmiu kerâmâti”l-evliyâ,I, 133; Tezkirat el-huffâz, IV, 149; es-Subkî, Tabakât eşŞâfiiyye, Kahire, 1964, VIII, 45; Muhammed el-Hanefî, Sefînetü”l-evliyâ, İstanbul, 1981, s.68; Mu”cem el-muellifîn, IX, 43; Kâmûs el:a”lâm, IV, 2944; Mehmet Tâhir Bursalı, Osmanlı Müellifleri, Matbaa-i Âmire, İstanbul, 1342, I, 406; III, 327; Mustafa Can, Sadreddin Konevî”nin Eserleri ve Kütüphanesi, Selçuk Araştırmaları Merkezi Selçuk Dergisi, Sayı: 4, Konya, 1989, s. 113-127.

20 Ahmed Eflâkî, Menâkibu”l-ârifîn, Yayınlayan : Tahsin Yazıcı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, , Ankara, I, 56 v.d.; Nefehâtü”l-üns Tercümesi, s. 522; Prof. B.Furûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 48 v.d.; Nesâyimü”l-mahab-be, s. 297; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlâna Celâleddin, s. 45-49; Abdülvehhâb b.Celâleddin el-Hemedânî, Sevâ-kibü”l-menâkıb, Süleymâniye Kütüphanesi, âşir Efendi Bölümü, 154 vrk. 12b-14b; H.Ritter, Celâleddin Rûmî, İslâm Ansiklopedisi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1977, III, 54.

21 Menâkibu”l-ârifîn, I, 82; Nefehâtü”l-üns tercümesi, s. 527; Nesâyimü”l-mahabbe, s. 302; Kâ-mûsu”l-a”lâm, IV, 2872; Türk Ansiklopedisi, XXX, 253; Menâkıb, Millet Kütüphanesi, Feyzul-lah Efendi Bölümü, No: 2142.

22 Menâkibu”l-ârifîn, I, 7 v.d; Kâmûsu”l-a”lâm, II, 1412; Nefehâtü”l-üns tercümesi, s.520; Nesâyimü”l-mahabbe, s. 294; Risâle-i Sipahsâlar ; Prof. B. Furûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s, 8; Mu”cem el-muellifîn, IX, 233.

23 Ali Nihad Tarlan, Mevlâna, Hareket Yayınları, İstanbul, trz., s. 9 v.d.; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlâna Celâled-din-i Rûmî, s. 36 v.d.; Menâkibu”l-ârifîn, I, 73 v.d.; Nefehâtü”l-üns tercümesi, s. 522; Risâle-i Sipahsâlar, s.9; H. Ritter, Celâleddin Rûmi, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1977, VIII, 147.

24Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlâna”dan Sonra Mevlevîlik, İnkılap ve Aka Kitabevi, İstanbul, 1983, s. 52 v.d.; Nefehâtü”l-üns tercümesi, s.532; Historiy Of Turkish Poetry, I, 150; Velednâme; Menâkibu”l-ârifîn, I, 73 v.d.; Türk Ansiklopedisi, XXIX, 488-489.