SULTAN VELED’İN MA’ÂRİF’İNDE MEVLÂNÂ – Hüseyin AYAN

A+
A-

III. ULUSLARARASI MEVLÂNA KONGRESİ 

SULTAN VELED’İN MA’ÂRİF’İNDEN HAREKETLE MEVLÂNÂ

Prof. Dr. Hüseyin AYAN*

Bilgilerimizi tazeleme bakımından önce, Sultan Veled hakkında birkaç notla başlamak isterim.

Sultan Veled, Mevlânâ”nın büyük oğlu olup 1226″da Karaman”da dünyaya gelmiş ve 1312″de Konya”da ölmüştür. Kendisine dedesi, Sultanü”l-Ulemâ Bahâeddin Veled”in adı verilmiştir.

Kayıtlara göre, Bahâeddin, yazı yazmayı babasından öğrendi. Belli bir yaşa geldikten sonra da kardeşi Alâeddin ile Şam”A gönderilerek, tahsilini ilerletmesi sağlandı. Arapça”yı, bu dille şiirler yazacak kadar öğrendi.

Eflâkî”nin anlattığı menkabelerden, Sultan Veled”in kendi eserlerinden ve özellikle Ma”ârif”ten anlaşıldığına göre; Sultan Veled sağlam yapılı, sağlam düşünceli, müziğe ve nazma vâkıf, keramet derecesinde zeki buluşları olan, düşüncelerini daima açık ve sağlam şekilde ifade eden, sözlerinde ve hareketlerinde daima aklının kontrolü görülen ve çelişkiye düşmeyen bir kişiliğe sahiptir.

Sultan Veled, babasının yolunda yürüyerek, önce bir divan, daha sonra da mesnevilerini kaleme alır. Velûd bir şâir ve mutasavvıftır.

Sultan Veled”in mesnevileri kısa adlarıyla: 1. İbtidâ-nâme, 2. Rebâbnâme, 3. İntihâ-nâme”dir. Onun mensûr eseri ise Ma”ârif”tir. Sultan Veled”in hayatını ve eserlerini araştıranlar, babası gibi, 6 cilt mesnevi yazmayı düşündüğünü, uzun bir ömre rağmen, fakat bu sayıya ulaşamadığını söylemektedirler. Bu mensûr eserini de Mevlânâ”nın Fîhi Mâ-fîh adlı eserini örnek alarak yazdığını görmekteyiz. Nitekim bazı nâşirler, Ma”ârif”i, Mevlânâ”nın Fîhi Mâ-fîh adlı eserinin ikinci cildi sanarak, bu adla yayınlamışlardır. (İran”da taş basması 1333.)

Bu yüzyıllarda, ma”ârif adında eser yazmak âdeti olduğu anlaşılmakta-dır. Geriye doğru, Mevlânâ”nın babası Sultanü”l-Ulemâ Bahâeddîn Veled”in üç ciltlik eseri, Ma”ârif adını taşımaktadır. Seyyid Burhâneddîn Muhakkık”ın bir kitabı Ma”ârif olarak anılmaktadır. Ayrıca Şems”in (Şems-i Tebrîzî) Makâlât-ı Şems”in bir adı da Ma”ârif”tir.

Günümüze doğru ise, bu nevîden eserler, mevâiz ve nasîhat-nâme adıyla anılmaya başlanmış ve XV. yüzyılda Sinan Paşa”nın Nasîhat-nâmesinin bir adı da Ma”ârif-nâme olmuştur. Şimdi ma”ârif sözünün kaynağına doğru inebiliriz. Ma”ârif, ma”rifet”in çoğuludur. Ma”rifet”in anlamını Ma”rifetü”llah (Allah”ı bilmek ve tanımak) tamlamasından çıkarmak mümkündür. Allah”ı bilmek ve tanımak! Bu düşüncenin hareket noktası ise, Hazreti Peygamber”in “Men “arefe nefsehû fekad “arefe Rabbehû” hadîsidir. Tasavvuf ehli bu hadîse sıkı sıkıya yapışmakla beraber, hadîsin mevzû olma ihtimâli de bulunmaktadır.

Sultan Veled”in Ma”ârif”i (Prof. Dr. Meliha ANBARCIOĞLU”nun tesbit ve çevirisine göre) 56 fasıldan ibaret mensûr bir eserdir. Mevlânâ”nın Fîhi Mâ-fîh”i ve dedesi Sultanü”l-Ulemâ Bahâüddîn Veled”in Ma”ârif”i örnek alınarak yazılmıştır. Eserin meydana gelişi büyük bir ihtimal ile Sultan Veled”in muhtelif vaazlarda söylediklerinin, mürîdleri tarafından derlenip toplanması olarak mutalaa edilmektedir.

Ma”ârif”e göre, “Evliyâ ve peygamberlerin Tanrı”dan ayrı bir varlıkları yoktur. Bunlar, Tanrı”nın birer âleti hükmündedirler. Tanrı, her şeyi yapmaya kaadirdir. O halde, bunların da bazı şeyler yapıp, bazılarını yapmamaları söz konusu olamaz. Onların her şeyi yapabileceklerini, her türlü mûcize ve kerâmetleri gösterebileceklerini kabûl etmek zorunludur.” Bu görüşünü, Sultan Veled, kendi zamanındaki âlimlerin, peygamberin ve evliyânın her birinin bir mûcize ve kerâmeti ile tanınmış oldukları … görüş ve düşüncesine karşı ifade ettiği anlaşılmaktadır.

Eserin başından sonuna kadar, peygamberler ile evliyâ bir ve aynı derecede gösterilmektedir. Birinin diğerine önceliği anlaşılamamaktadır.

Ma”ârif”e göre, (ilk fasılda) amelden kasdedilen şeyin namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmek olmayıp, bunların yardımı ile, insanın ruhunda, mânevî bir ilerleme ve gelişmenin meydana gelmesi ve gerçek dindarlığın da ancak bu olabileceği belirtilmektedir.

Yine Ma”ârif”e göre, “Evliyâ Tanrı”nın sırrıdır. Tanrı”nın sırlarını bilmek için onun velîlerini tanımak, bilmek lâzımdır. Tanrı”yı, istidâdı, idrâki ölçüsünde anlayabilir. Tanrı”nın her insandaki tecellîsi başka başkadır. Mü”min kullarına olan tecellîsi, onların kendi indindeki değerleri nisbetindedir. Tanrı”yı bilmek için, kâmil bir velînin sohbetine mazhar olmak gerekir.

Hazreti Peygamber, El-Fakru Fahrî = Fakirlik benim öğüncemdir.” buyurmuştur. Ma”ârif”e göre, “Fakr yolu, şeriatin özüdür. Gerçek kulluk şeriatin dışına çıkmamaktır.”

Nebîler ile aynı özellikleri taşıyan velîler de insanları Hakka çağırırlar. İnsanlar, Ma”ârif”e göre, ya muhakkık ya da mukalliddir. Tanrı”ya götüren her vasıta doğru ve Hak”tandır. Cismi, dış varlığı muhafaza etmek, günahtır. Çünkü ikilik küfürdür. İnsan kendi varlığından kurtulup Tanrı”da yok olunca (Fenâ fi”llâh!), Tanrı”yı görünce Tanrı olur. Fakat bunu ancak Tanrı adamı yapabilir. Nebîler ve velîler de kendilerinden yok ve Tanrı ile var olmuşlardır.

Her şey aslına döneceğine göre, insan da her şeyin ve kendisinin aslı olan Tanrı”ya dönecektir. Bunun vasıtası kâmil bir şeyh veya cezbedir!

Ma”ârif”e göre, şeyh, yeryüzünde Tanrı”nın halifesidir. Madem ki her şey Hak”tandır ve ona dönülecektir, o halde bir an önce dönmek ve mesafeyi kısaltmak için bir şeyhe tâbi olmak gerekir. Tanrı, yeryüzüne nebîleri, insanları hidâyete erdirmek, yönlendirmek ve sapıklıktan kurtarmak için göndermiştir. Şeyh ve nebîler aynı durumdadırlar. Bu konuda İslâm akâidi ve kelâmla uğraşanların söyleyecekleri vardır.

Bilginler nebîlerin vârisidirler. Fakat Ma”ârif”e göre, bu bilginlerden kasıt, velîler ve âşıklardır. Bunların bilgisi, kendiliğinden doğmadır. Kitaplardan öğrenilen bilgilerle nebîlerin ve velîlerin bilgisi bir olmaz. Taklîdî ilimle kimse bu dünya zindanından kurtulamaz. Velîlerin bilgisi, insanı diriltir. İşte bu cins bilgilerle kuşatılmış bilginler, velîlerin vârisi olurlar..

Bu ve benzeri görüşleri desteklemek için Kur”an”dan ve Hadîs”ten faydalanan Sultan Veled, tasavvuf ehlinin ileri sürdüğü görüşleri, etrafındakilerin anlayabileceği sâde bir dil ve üslûpla, tekrar tekrar ifade etmektedir.

Tevhîd ve tasavvufa ait inançlar, tarikat âdâbına ve şerîate dair olan kurallar her fasılda, muhtelif vesilelerle ortaya konularak, âyet ve hadîslerle teyid edilmeye çalışılmaktadır.

Sultan Veled, inanç ve tasavvufî görüşlerini açıklamak için meşhur kıssalardan, babasının (Mevlânâ”nın) ve kendisinin şiirlerinden alıntılar yapmaktadır. Bunların dışında kendi buluşları olan örnekler de Ma”ârif”e bir başka özellik kazandırmaktadır. Âyetler ve hadîsler, özellikle Mevlânâ”nın Mesnevî”sinden alınan beyitler, mısrâlar, rubâîler, sık sık tekrar edilmiş olduğu halde, Sultan Veled”in kendi buluşları olan örneklerle teyid ve tekîdi, her fasılda başka başkadır. Tekrar edilen âyetler, hadîsler, manzûm parçalar, kıssalardan alınan örnekler, Ma”ârif”e, yeknesaklık yerine akıcılık vermektedir. İnandırıcılık kazandırmaktadır.

Risâle-i Sipehsâlar, eserdeki tekrarların, bâzı mürîdlerin, her hangi bir hususta müşkilleri olduğu zaman, Sultan Veled”in manzûm ve mensûr eserlerine baş vurduklarını, Ma”ârif”in Sultan Veled”in de bu mübhem ve müşkil görünen konuları tekrar açıklamasından ileri geldiğini yazmaktadır. Bu kayıtlar bize, Ma”ârif”in tertib ve telîfinin sebebini de bildirmektedir.

Sultan Veled, çocukluğundan itibaren, babasının bulunduğu toplantılara, sohbetlere, ilmî meclislere katılmış ve Mevlânâ”nın yanından ayrılmamıştır. Yirmi yaşlarında iken, babasından halvete girmek ve 40 gün “çile çıkarmak” için izin istemiştir. Bu istek, Mevlânâ tarafından isteksizce karşılanmış ve “çile çıkarmasına” izin vermiştir.

Oğlunun (Sultan Veled)in, yetişmesinde hiç bir fedakârlıktan kaçınmayan Mevlânâ hazretleri, bir seferinde şöyle söylemiştir: Bahâeddin, benim bu âleme gelişim, senin zuhurun içindir. Benim bütün söylediklerim, nihâyet sözlerimden ibârettir. Halbuki sen, benim işim ve eserimsin!

Sultan Veled, sadece babasından aldığı feyzle yetinmemiştir. Seyyid Burhaneddin Muhakkık, Şemseddîn Tebrîzî, Salâhaddîn Zerkûbî ve Hüsâmeddîn Çelebi”lerden de faydalanmıştır. Bunlara gösterdiği saygıya karşılık olarak, hepsinin sevgisini kazanmıştır. Mevlânâ”nınki kadar derin, devamlı ve kuvvetli olmamakla beraber, bunların da Veled”e tesir ettikleri anlaşılmaktadır. Hele Şems-i Tebrîzî ile Şam”dan Konya”ya kadar, Şems hazretleri atlı, Sultan Veled ise yaya olarak Konya”ya kadar yaptıkları yolculuk esnasında, edindiği bilgiler, onun kâmil bir pîr ve büyük bir şeyh olmasını sağlamıştır.

Oğlunun, sevdiklerine karşı, saygıda kusur etmemesinden memnun olan Mevlânâ, bir gün ders verdiği medresenin duvarına: “Bizim Bahâeddînimiz bahtlıdır! İyi yaşıyor ve rahatça ölecek! diye yazmıştır.

Bir gün Kira Hatun, Sultan Veled”i, babasına şikâyet etmiştir. Bunun üzerine Mevlânâ: Tanrı Bahâeddîn”i seviyor, ona sert söz söyleyemem. O hareketlerinde serbesttir. Kendisine boyun eğilecek bir insandır.

Şeyh Salâhaddin Zerkûb”un ölümünden sonra (1261 M.) Mevlânâ, mürîdlerinden Hüsameddîn Çelebi”yi, kendisine halife seçmiştir. Bu seçime, Mevlânâ”nın etrafındaki bazı kimseler gibi, Sultan Veled de taraftar olmamakla beraber, babasına duyduğu büyük saygıdan dolayı, düşüncelerini açıklamamıştır. Son günlerini yaşayan Mevlânâ”ya, dostlarının kendisinden sonra halifenin kim olacağını sormaları ve Bahâeddîn”e ne vasıyyet edeceksiniz, demeleri üzerine, Mevlânâ: Halifem Hüsâmeddîn Çelebi”dir! Bahâeddîn ise pehlevandır, onun vasıyyete ihtiyacı yoktur, buyurmuştur.

Mevlânâ”nın 672 H. /1273 M. de ölümünden sonra, Sultan Veled, babasının arzusuna saygı göstererek, tesis etmekte olduğu Mevlevî tarikatinin, bu şekilde hareket etmekle, bundan kazancının daha büyük olacağını da göz önünde tutarak, Hüsâmeddîn Çelebi”nin halifeliğinin devamını kabûl etmiştir. Onun bu hareketine karşı çıkanları susturmak için: Ben onu kendime rehber yaptım ve halife bildim. Ömrüm oldukça da peşinden koşacağım! demiştir.

Ma”ârif”in bir faslında, Sultan Veled: “Bir insanın hayatta iken, yani ölmeden elinden yerini ve işini almak, köpeklerin bile yapamayacağı, çok aşağılık bir davranış olduğunu..” ortaya koyan bir hikâye anlatmaktadır. Sultan Veled”in bu hikâyeyi yazmasına her halde bu olayın etkisi olmuştur.

Birinci Alâeddîn Keykubad”dan sonra Selçukluların hâmiyeti, Anado-lu”yu işgal eden Moğolların zulüm ve yağmaları, halkın huzûr ve refâhının yok olmasına sebep olmuştur. Memleketteki genel huzursuzluk, halktaki bezginlik, kaybolan mutluluğu, dünya yerine, öbür dünyada vaadeden şeyhlerin ve tarikat mensuplarının halk üzerindeki nüfuzlarını artırmıştır. Ebedî hayatta mutluluğa ve huzûra kavuşmak isteyen ve dünya zulüm ve perişanlığından bezen insanlar, mütemadiyen şeyhlere ve dervişlere koşmuşlardır. Huzûru ve mutluluğu, tekkelerde ve şeyhlerin sohbetlerinde aramışlardır. Bu durum, Sultan Veled”in de babasının tasavvufî görüş ve düşüncelerini yayması ve kurmakta olduğu Mevlevî tarîkatini güçlendirmesi için uygun bir ortam yaratmıştır.

Sultan Veled, doksan yıllık ömrünü, medreselerin, özel toplantıların dinî, ilmî ve tasavvufî havası içinde, büyük bir içtenlikle inandığı şeyleri öğretmek ve yaymak amacı ile bazan sâdık bir mürîd, bazan inandırıcı bir mürşid olarak çalışmakla geçirmiş ve halifeliği sırasında Mevlevîliği teşkilâtlı tarîkat haline getirmiştir.

683 H. /1284 M.de Hüsâmeddîn Çelebi”nin ölümü, halkın dayanılmaz ısrarı üzerine aynı yıl halîfeliği kabûl ederek, Mevlânâ”nın postuna oturmuştur. Bu tarihten ölünceye kadar, bu makamda kalarak, eserlerini yazmış, Mevlevî tarîkatinin sistemli bir hal almasına çalışmış, babasının esaslarını tayin ettiği tarîkat âdâbına yeni bir takım usuller, kaideler ilâve etmiş, Konya dışında tekke ve zaviyelerin açılmasını sağlamıştır.

Semâ” âyîni, başlangıçta belli bir usûle göre yapılmazken, Sultan Veled tarafından, belli kaidelere bağlanmış, hattâ bir faslı “Devr-i Veledî” adını almıştır.

Sultan Veled böyle çalışmasaydı Mevlânâ”nın değeri, onu anlamağa bilgileri ve idrâkleri yeterli olmayanlar tarafından lâyıkı ile takdir edilmeyecekti. Onun gösterdiği bütün bu gayrete rağmen, zaman zaman Mevlânâ”nın büyük düşüncelerini ve samîmî hareketlerini mâkul karşılamayanlar, onun yakınlarla olan bağlılığını anlamayanlar olmuştur. Bu durum, Mevlânâ”nın, onların kavrayamayacağı kadar her hususta onlardan ileri oluşunun tabiî bir neticesidir. Mevlânâ:

Murdem ender hasret-i merd-i durust

Ân ki mî-gûyem, be-kadr-i fehm-i tust!

Türkçesi: Akıllı, anlayışlı bir insanın özlemiyle öldüm!

Bu söylediklerim, sadece senin anlayışın ölçüsündedir! demektedir. Mevlânâ, bu beytiyle kendi üstün düşüncesini ve ileri görüşünü vurgulamaktadır. Sultan Veled, bütün güçlüğüne rağmen, büyük mürşidi ve mürîdleri arasındaki bu uzun mesafeyi kısaltmağa ve mürîdi, mürşide eriştirmeye çalışmıştır. O, Mevlânâ”nın yakınları için de aynı şekilde uğraşmış, bu yüzden, bazan mürîdlerin düşmanlığını üzerine çekmiştir. İbtidâ-nâme”nin önsözünde Sultan Veled: “Şems-i Tebrîzî ile Şeyh Salâhaddîn ve Hüsâmeddîn Çelebi gibi Mevlânâ”nın halifeleri, velâyet, ululuk ve ilimleri ile tanınmış kimselerdi. Ama onlar benim sözlerimle meşhûr oldular” diyerek, yaptığı işin önemini belirtmiştir.

Velîliği nebîlik ile bir tutan Sultan Veled, mürîdlerine bunu kabûl ettirmek için ısrârla bu konuyu, hemen her fasılda, dile getirir. Maksadı, Mevlânâ”yı ve Mevlevîliği yüceltmektir.

Bir olay karşısında Mevlânâ kendisine:

“Bahâeddîn, eğer cennette olmak istersen, herkesle dost ol! Kimseye kin besleme! Herkese tevâzû göster! Başkalarının önüne geçmek isteme ve önde olma!

Mum ve merhem gibi yumuşak tabiatlı ol! İğne gibi batıcı olma! Sana kimseden kötülük gelmemesini istersen, kötü şeyler düşünme! Kötü şeyler öğrenme!” öğüdünü vermiştir!

Mevlânâ hazretlerinin oğluna verdiği bu öğütler, Sultan Veled”in dilinden tekrarlanmaktadır. Mevlânâ, bütün eserlerinde de benzerî öğütlerde bulunmaktadır.

Sultan Veled”in uzun ve yorulmak bilmez gayret ve fedâkarlığının sonucu olarak, Mevlânâ”nın görüşleri, düşünceleri ve olaylar karşısındaki davranışlarının cümlesi, geniş halk kitleleri arasına yayılmış ve Mevlevîlik tarîkati, adı altında insanlığa ışık tutmaya devam edegelmiştir.

Mevlânâ”ya ve Mevlevîliğe bir de Sultan Veled”in Ma”ârif”inden bakılmalıdır.

 

*Emekli Öğretim Üyesi

 

Bibliyografya

Sultan Veled, Ma”ârif, Çev. Meliha ANBARCIOĞLU, Konya, 2002, XXV+221 s.