SÜLEYMAN ÇELEBİ MEVLİDİ’NİN KUR’ÂNÎ KAYNAKLARI – A.Hümeyra ASLANTÜRK

A+
A-

SÜLEYMAN ÇELEBİ MEVLİDİ’NİN KUR’ÂNÎ KAYNAKLARI

    Yrd.Doç.Dr.A.Hümeyra ASLANTÜRK*

İslâmî Türk Edebiyatı’na dair eserlerin menşei Kur’ân-ı Kerîm[1] olduğu için bu alanda verilen eserlerin Kur’ân âyetlerinden ilham almış olması son derece doğaldır. Konusu ve muhtevası İslâmî unsurlar ihtiva eden her eser gibi, Süleyman Çelebi’nin, “Mevlid”inde de şairin ana kaynağı Kur’ân’dır.  Ana hatlarıyla; Tevhid, Yaradılış, Nûr-i Muhammedî, Velâdet, Mûcize, Bi’set, Mirac, Münâcat ve Duâ bahislerinden oluşan eser, bütünüyle Kur’ân’da bahsedilen konularla örtüşmektedir. Dînî çerçevede ele alındığında, eserin her beytinde İslâm inanç sisteminin kelime ve mefhumların yerli yerince kullanıldığı dikkati çekmektedir.

İslâmî Türk Edebiyatı’nın şaheserlerinden olan bu eserde, Süleyman Çelebi’nin Kur’ân-ı Kerîm’in ve hadislerin muhtevasına dair derin bir vukûfiyeti olduğu anlaşılmaktadır. Zaten, eserin, âyetleri birbirine karıştırdığı görülen bir vâizin cehâletine üzülerek yazdığı bilinmektedir[2]. Kaynakların çoğunda nakledilen ve Süleyman Çelebi’nin eserini yazmasına sebep teşkil ettiği belirtilen olay şu şekilde cereyan etmiştir:

Süleyman Çelebi’nin Bursa Ulu Câmi’deki imamlığı sırasında, bir vâiz, Bakara Sûresi’nin 285. âyeti[3]ni tefsir ederken, bu âyeti aynı sûrenin 253. âyeti[4] ile karıştırıp, peygamberler arasında fark bulunmadığını, Hz. Muhammed’in de Hz. İsâ’dan üstün olmadığını beyan edince, Câmi’de bulunan bir Arap itiraz etmiş, sonra bununla da yetinmeyerek, Arabistan, Mısır ve Haleb’e gidip, vâiz aleyhine fetvâlar almaya çalışmış, hatta katline dahi hükmettirmek gayretinde bulunmuştur[5]. Bu olay üzerine bir Mevlid kaleme alması, şairin hem Kur’ân’ı iyi bildiğini hem de İslâmî hükümleri bildirirken gösterdiği titizliği ispat eder durumdadır[6].

Tabiidir ki, İslâmî esaslara göre Hz.Muhammed’i ve O’nun ahlâkını tanıtıp medhetmek, öncelikle Kur’ân’ı iyi bilmeyi gerektirir. Buradan hareketle, Mevlid’in bölüm ve fasıl başlıklarına baktığımızda na’ttaki sıralamanın Kur’ân’ın ana konularından olan “Tevhid-Nübüvvet-Ahlâk” çerçevesinde şekillendiği görülmektedir. Allah’ı tanımak ve sevmek için O’nu bize anlatıp tanıtacak olan peygamberi tanıyıp sevmek gerekmekte; peygamberi tanıyıp sevmekse Allah’a olan kulluğun vazgeçilmez kurallarından sayılmaktadır. Allah’ı ve peygamberi tanıyıp anlamanın yolu da Kur’ân’ı tanıyıp anlamadan geçer. Vesîletü’n-Necât‘ın bu adı alması ondaki anlatım ve anlam silsilesinin bütünüyle insanların ebedî kurtuluşuna yol gösteren bir örgü içinde şekillendirilmesindendir. Eserin muhtevası ile ismi arasındaki tutarlılık bile Hz.Peygamber ile Kur’ân ahlâkı arasındaki tutarlılığa ışık tutmaktadır. Dolayısıyla samîmî bir mü’minin Allah’a ulaşmasının, İslâm dînini doğru yaşayarak kurtuluşa ermesinin ancak O sevgiliye tam bir muhabbet ve sadâkatle uyulmasıyla eşdeğerde olduğu ısrarla vurgulamaktadır.

Bu açılardan incelendiğinde; Mevlid’in her beytinde ve hatta her mısraında Allah’ı anmanın, Peygamberi sevip O’na tâbî olmanın, Kur’ânî düsturlara muhâlif davranmamanın lüzûmuna işaret edilmiştir. Eserin edebî özellikleri ve orjinalitesi üzerinde kıymetli çalışmalar yapan A.Neclâ Pekolcay’ın “Süleyman Çelebi’nin inanç vâdisindeki gayreti bir Türkçe Mevlid çığırı açmakla kalmamış, halkları İslâm’a da yöneltmiştir”[7], diyerek ısrarla altını çizdiği husus; Süleyman Çelebi’nin bu eseri yazmaktaki amacının, bir na’t veya mehdiye yazmaktan öte insanları sağlam bir itikada, dürüst bir din anlayışına ve bunun gereği olan salih bir amel ve güzel ahlâka davet etmesi gerçeğidir. Bu açıdan değerlendirildiği zaman, Vesîletü’n-Necât, ismiyle müsemmâ bir eserdir ve başından sonuna kadar her cümlesinde Kur’ân’dan, hadisten, ahlâktan izler taşımaktadır. Eserin bu bakış ve anlayışla okunduğunda insan rûhuna verdiği sürûr ve güvenle, mü’minin dimağına Hz.Muhammed’in gül kokusundan esintiler sunduğuna, çok farklı bir heyecan ve atmosfere taşıdığına şahit olmaktayız.

Çalışmamızda, Süleyman Çelebi Mevlid’ini Tevhid-Nübüvvet-Ahlâk çerçevesi içinde ele alarak, eserde yer alan Kur’ân’dan iktibas ve telmihlere birkaç misâl vermekle yetineceğiz.

 

I-TEVHÎD

Eserin ilk bölümü; “fî Tevhîdi Bârî Sübhânehû ve Teâlâ Azze ve Celle” ünvanını taşımaktadır. Bu bölümde Allah’ı anmanın gerekliliğinden, O’nu tanımak için Allah’ın ad ve sıfatlarından, O’nun mutlak saltanatından, O’na yaklaşmak için nasıl yakarmak gerektiğinden bahsedilmektedir.

1.Allah’ı Anmak

Süleyman Çelebi, eserin girişinde her işten önce Allah’ı anmanın bir kulluk görevi olduğunu anlatmaya çalışmış, ancak bu görevin sorumluluğu ile birlikte güzelliğinden de bahsederek şöyle dile getirmiştir:

Allah âdın zikredelim evvelâ

Vâcip oldur cümle işte her kula

 

Allah adın her kim ol evvel ana

Her işi âsân eder Allah ana

 

Allah adı olsa her işin önü

Hergiz ebter olmaya anın sonu

 

Her nefeste Allah adın de müdâm

Allah adıyla olur her iş tamâm[8].

Mevlid’de bu şekilde başlayıp devam eden Allah’ı anmanın lüzûmundan bahseden bölüm bize hemen şu âyetleri hatırlatmaktadır:

يآ اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا وَ سَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَ اَصِيلاً

“Allah’ın adını çokça zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin”[9].

وَ اذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَ تَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْتِيلاً

“Rabbinin ismini an ve bütün kalbinle O’na yönel”[10].

ذْكُرْ رَبَّكَ فِى نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَ دُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَ الآصَالِ وَ لاَ تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَوَ

“Rabbini içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, sakın gafillerden olma”[11].

 

 

2.Allah’ın İsimleriyle Dua Etmek

Şair bu bölümde, Allah’ı anmanın gerekliliğinden bahsetmekle kalmayıp, Allah’ın isimlerini anarak dua etmeye davet etmekte ve Allah’ın adlarını anarak yakarmanın neticesinde elde edilecek olan bereketten söz etmektedir.

Aşk ile gel imdi Allah eydelüm

Dert ile göz yaşi’le âh eydelüm

 

Ola ki rahmet kılar O Pâdişâh

O Kerîm û O Rahîm û O İlâh

 

Âlim ü Alâm ü Gaffârü’z-zünûb

Sâni’ ü Tevvâb ü Settârü’l-uyûb

 

Dâim ü Deyyân ü Muhsiyy û Şekûr

Vâhibü’l-ihsan Ganî Fettâh ü Nûr[12]

***

Hem Muizz û hem Muzill û hem Raûf

Âdil ü Muksit Mukît û hem Atûf

 

O’dur hem Allâh û Kuddûsü’s-Selâm

Rabb ü Bâkî Lâ Yemût û Lâ-Yenâm

 

O’dur hem de Pâdişâh-ı Bî-Zevâl

Bî-Şebîh û Bî Nazîr û Bî Misâl[13].

Süleyman Çelebi’nin bu beyitleri, Allah Teâlâ’nın Haşr Sûresi’nde tam olarak ifadesini bulan Allah’ın kendisini kullarına tanıttığı şu âyeti hatırlatmaktadır:

هُوَ اللَّهُ الَّذِى لاَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَ الشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لاَ اِلَهَ اِلاّّ هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلاَمُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الاَسْمآءُ الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِى السَّمَوَاتِ وَ الاَرْضِ وَ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

“O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni de, görüneni de bilendir. O çok esirgeyen, çok acıyandır. O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka tanrı yoktur. Padişahtır, mukaddestir, esenlik ve güven verendir, görüp gözeten, galip, istediğini zorla yaptıran ve çok uludur. Allah, putperestlerin taptıklarından münezzehtir (hiçbir şey O’nun niteliklerine ortak olamaz(. O, yaratan, var eden, yarattıklarına şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde bulunanların hepsi O’nun şanının yüceliğini anarlar. O, azîz ve hakîmdir”[14].

 

3.Allah’ın Birliğine Şehâdet Etmek

Mevlid’in yine aynı bölümü devam ederken, şair bu kez Allah’ın birliğine işaret ve vurgu yapmakta ve şöyle demektedir:

Birdir O birliğine şek yokdurur

Gerçi yanlış söyleyenler çokdurur

 

Cümle âlem yok iken O vâr idi,

Yaratılmıştan Ganî Cebbâr idi

 

Yok iken var eyleyen çün Oldurur

Kudretinden cümleyi O oldurur

 

Var iken O yok idi ins ü melek

Arş u ferş û ây û gün hem nüh felek

 

Sun’ ile bunları O var eyledi,

Varlığına cümle ikrâr eyledi

 

Kudretin izhâr ederek O Celîl,

Birliğine bunları kıldı delîl

 

Bârî ne hâcet kılarız sözü çok

Birdir Allah O’ndan artık Tanrı yok[15].

Bu beyitlerde edebî bir tarzda terennüm edilen tevhid hakikati, okuyucunun zihninde;

هُوَ الاَوَّلُ وَ الآخِرُ وَ الظَّاهِرُ وَ البَاطِنُ وَ هُوَ بِكُلِّ شَيْئٍ عَلِيمٌ

“O, evvel (kendinden öncesi olmayan ilk) dir ve âhir (kendinden sonrası olmayan) dır. Zâhir (delilleriyle varlığı gün gibi açık) dır, bâtındır (zâtının hakîkati gizlidir, akıllar O’nun özünü idrâk edemez. O her şeyi bilendir”[16] âyet-i kerîmesini veya İhlâs Sûresi şeklinde karşılığını bulmaktadır.

 

4.Allah’ın Kudret ve Saltanatına İman Etmek

Süleyman Çelebi’nin, eseri yazmaktaki hedefine giden yolun, yolun sahibine teslimiyetten kaynaklandığının idrakinde olduğunu ise onun şu beyitlerinden anlamaktayız:

Bir kez “Ol” demek ile oldu cihân

“Olma” derse geri yok olur hemân

 

Yer ve gök içre dahi her ne ki var

Oldu Hak emri ile tuttu karar

 

Cümle mahlûkât O’nun emrindedir

Cümle zerrât O’nun ile zindedir

 

Her ne ki var âşikâre ve nihân

Yer ve gök û arş ü ferş ü ins ü cân

 

Çünkü bunlar bir işaretle olur

Bunlar olmaz ise nesi eksilür

 

Bunlar olmasa yine O idi O

Her neye O “ol” dedi O oldu o[17].

Şair burada, kainatın yaratılışından ve Allah’ın mutlak hükümranlığından, insanların, yerin göğün ve her şeyin O’nun kudret elinde bulunduğundan bahsetmektedir.

اِنَّمَا اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيّدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْئٍ وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

“O’nun işi, bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “ol” demesinden ibarettir, (istediği şey) hemen oluverir. Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah bütün noksanlıklardan berîdir ve siz tekrar O’na döneceksiniz”[18], âyetinin bu beyitlerin kaynağı olduğu ve bu âyetin muhtevâsıyla birebir örtüştüğü son derece aşikardır.

 

II-NÜBÜVVET

Süleyman Çelebi, Hz.Peygamberin doğru tanınıp anılması maksadıyla yazdığı Mevlid’inde konuyu çeşitli başlıklar altında belirterek açıklamıştır. Bunlar:

-“Fî Beyâni fıtrati Rûhi Muhammed Aleyhisselâm”,

-“Fî Beyâni Zuhûri Vücûdü’n-Nebiyy Sallallahü Aleyhi ve Sellem”,

-“Fî Beyâni mâ Zahare fî Vakti Velâdeti Muhammed Sallallahüaleyhi ve Sellem”,

-“Fî Mehdi’n-Nebiyy Sallallahü Aleyhi ve Sellem”,

-“Fî Beyâni Mûcizâti’n-Nebiyy Sallallahü Aleyhi ve Sellem”,

-“Fî Beyâni Mîrâci Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem”,

-“Fî Beyâni Hicreti’n-Nebiyy Sallallahü Aleyhi ve Sellem”,

-“Ba’zı Evsâf-ı Muhammed Mustafâ Aleyhi’s-Salâtü ve’s-Selâm”,

-“Fî Vefâtı’n-Nebiyy Sallallahü Aleyhi ve Sellem”.

Dokuz başlık altında tamamlanan bu bölümde; Hz. Muhammed’in rûhunun yaratılması, vücûdunun zuhûru, doğumu, peygamberlik verilişi, mûcizeleri, Mi’racı, hicreti, bazı sıfatları ve vefâtından bahsedilmektedir.

 

1.Hz.Muhammed’e Salât ü Selâm Getirmek

Süleyman Çelebi, Mevlid’inin her bölümünde, Peygambere salât ü selâm getirmeyi hatırlatan şu beyit tekrarlanmakta ve bunun insanların kurtuluşuna vesile olacağı vurgulanmaktadır:

Ger dilersiz bulasız oddan necât

Aşk ile dert ile eydün es-salât[19]

اِنَّ اللَّهَ وَ مَلآئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّ يآ اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَ سَلِّمُوا تَسْلِيمًا

“Allah ve O’nun melekleri, peygambere salât etmekte (onun şerefini gözetmeye, şanını yüceltmeye özen göstermekte) dirler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin; onu içtenlikle selamlayın”[20].

 

2.Hz. Muhammed’in Özelliklerini ve Güzel Ahlâkını Tanımak

Süleyman Çelebi’nin üzerinde en fazlayoğunlaştığı kısım, Peygamberin doğru tanınmasıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, zaten eserin yazılış sebebi budur. Bu amacını; ciddî ve zarif bir gayretle, O’na olan sadâkat ve saygısını, hâlisane duygularını edebî zevke dönüştürmek sûretiyle ortaya koymuştur.

Mustafa’yı kendine kıldı habîb

Cümle dertlere hem o oldu tabîb

 

Her ne türlü ki saadet vardurur

Yahşi hûy û görklü âdet vardurur

 

Hak ona verdi mükemmel eyledi

Yaratılmıştan mufaddal eyledi

 

Cümle lütfu Hak ona kıldı nasîb

Onun için kendine kıldı karîb[21]

***

Tanrı emretti verildi hem O’na

Enbiyânın cümle hasleti O’na[22]

***

O’dur O halk içre Hakk’ın sevdiği

Dâima Kur’ân’da anıp övdüğü

 

Bu Süleyman nice medhetsin O’nu

Çünkü meddâhıdır O’nun O Ğanî

 

O ki meddâhı O’nun Allâh olur

Var kıyâs eyle ki O ne Şâh olur[23]

***

İşit imdi nice vermiş O Celîl

Mustafâ’ya hulk-ı evsâf-ı cemîl

 

Hulkı O’nun cümle Kur’ân hulki’di

O’na o ahlâk kamusu hulkidi

 

 

Hem dahi Kur’ân’da öğdü O Kerîm

Dedi ki Sensin “alâ hulkin azîm”[24].

Ve bu beyitlerin ilham kaynağı olan âyetlerden bir kaçı:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِى رَسُولِ اللَّهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللَّهَ وَ الْيَوْمِ الآخِرَ وَ ذّكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا

“Andolsun ki, Rasûlullah sizin için, Allah ve ahret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir”[25].

وَ اِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ

“Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlâk üzeresin”[26].

وَ مَا اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ

“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”[27].

 

  1. Hz.Muhammed’i Örnek Alıp O’na Uymak

O’nu örnek almak ve O’nun gibi yaşamaya özenmek her müslümanın temel müslümanlık görevidir. Bunu gerçekleştirirken O’nun son derece külfetsiz, doğal, kolay ve güzel bir nümûne-i imtisâl olması dikkatle izlenip anlaşılmalıdır. Ancak o takdirde Süleyman Çelebi’nin de amaçladığı doğru anlayıp örnek almak mümkün olabilir. Şair, Mevlid’in farklı bölümlerinde bu konudaki tavsiyelerini şöyle dile getirmektedir:

Her ki doğru ümmet olur bil O’na

O’nun ile var olur Hak’tan yana[28]

***

O Muhammed’den açıldı dînimiz

İslâm içre dîn ile îmânımız[29]

***

O’nun için geldi Cibrîlü emîn

O’nun için indi Kur’ân-ı mübîn

 

O’nun ile vardılar doğru yolu

Halk-ı âlem ger Nebiyy û ger velî

 

Kimse O’nsuz doğru yola varmadı

Kimse O’nsuz Hak yolun başarmadı

 

Her kim O’na erdi, erdi Tanrı’ya

Tanrı dîdârını gördü bî-riyâ

 

O’durur maksûd-ı cümle cüz’i küll

Muktedây-ı âlemü Şâh-ı rusül

 

Bil Muhammed’dir bu varlığa sebep

Cehd edip O’nun rızasın kıl talep

 

Şer’ini tut, ümmeti ol ümmeti

Tâ nasîp ola sana Hak rahmeti[30]

***

Ümmetiysen O’nun ahlâkını tut

Ta ki ümmetlik bula sende sübût

 

Mustafa işlemediğin işleme

İşleyip sonra peşîmanlar yeme[31]

***

Budur O dürr-i yetimki dünyede

Bulmadı hiç kimse buna kıymeti

 

Bunu seven bulacak Hak’tan yarın

Rahmeti ve rif’ati ve ref’eti[32].

Süleyman Çelebi’nin kaynağını Kur’ân’dan alarak yaptığı tavsiyeleri bir de Kur’ânî ifade ile söylemek gerekirse, Yüce Allah birçok âyet-i kerîmesinde Hz.Muhammed’e uymayı emretmiş ve O’nun emirlerine karşı gelmeyi de şiddetle yasaklamıştır:

اِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ اَمِينٌ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَ اَطِيعُونِ

“(De ki): Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin”[33].

وَ اَطِيعُوا اللَّهَ وَ الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

“Allah’a ve Rasûlüne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız”[34].

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبُكُمُ اللَّهُ وَ يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَ اللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ قُلْ اَطِيغُوا اللَّهَ وَ الرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوُْا فَاِنَّ اللَّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ

“(Rasûlüm) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki: Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah inkârcıları sevmez”[35]

 

4.Hz.Muhammed’in Diğer Peygamberlere Üstünlüğünü Kabul Etmek

İslâmiyette, Allah’ın gönderdiği bütün peygamberlere aralarında fark gözetmeden iman etmek şarttır. Ancak yine de Allah’ın, o yüce peygamberler arasında bazı derece farkları takdir ettiğine inanmak da aynı inancın gereğidir.

Enbiyânın şeksüz Ol sultânıdur

Cümlesinin cânı içre cânıdur

 

Gerçi kim anlar dahi mürseldürür

Lâkin Ahmed ekmel ü efdaldürür

 

Zîre efdalliğe Ol elyakdurur

Anı eyle bilmeyen ahmakdurur[36].

***

Zî Muhammed zî Habîb-i Hak görün

Ki koşulmuşdurur farza sünneti[37]

 

***

Gerçi cümle nûr idi O pâk-i zât

İlle her uzvunda vardı mûcizât

 

Hak onu ayrık Nebî’ye vermedi

Hiçbiri O erdiğine ermedi[38].

Bakara Sûresi’nin 253. âyetinde peygamberler arasındaki derece farkı şu şekilde beyan edilmektedir:

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللَّهُ وَ رَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ

“O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir[39].

 

5.Hz.Muhammed’in Mûcizelerini Tanımak

Hz.Peygamberimmûcizelerinin anlatıldığı “mûcizât” ve “mîrac” bölümleri de yine O’nun nebîlik ve resullük gerçeğini ortaya koymaya yönelik açıklamalardır. Süleyman Çelebi, bu bölümlerde de edebî gücünü kullanarak İslâmî motifleri sehl-i mümtenî bir tarzda sade  ve akıcı bir uslüple arzetmektedir:

Düşmana saçtı eliyle toprağı

Kör oldu cümle o kâfir yağı

 

On iki bin kâfir oldu münhezim

Kimi kör oldu kimisi mün’adîm[40].

Süleyman Çelebi, bu beyitlerde, Enfâl Sûresi, 8. âyette belirtilen mûcizeye işaret etmektedir:

وَ مَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَ لَكِنَّ اللَّهَ رَمَى

“…Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı”[41].

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’in “mûcizât” faslında bahsettiği mûcizelerden biri de ayın ikiye bölünmesi hadisesidir:

Çün işâret kıldı O Mahbûb-ı Hak

Parmağıyla gökte ay oldu dü şak[42].

Bu beyitte anlatılan mûcizede şu âyette ifade edilmiştir:

اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

“Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı”[43] .

Mevlid’in temel bahislerinden biri olan Mi’râc-ı Nebî bölümü aslında mûcizât kısmının devamı şeklinde düzenlenmiştir. Ancak öneminden dolayı bütün teferruatıyla anlatılmış, Peygamber Efendimizin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya olan yolculuğundan başlayarak geri dönüşüne ve sonraki olaylara kadar bir bir sayılarak, mevlidi dinleyenlerin gözleri önüne serercesine etkileyici bir tarzda hikâye edilmiştir. Tamamı 61 beyitte anlatılmış olan Mi’rac bahsi; birkaç giriş beytinden sonra;

İmdi o dürr dürçlerini açalım

Size mîraç dürlerinden saçalım

 

Can kulağın ger tutarisen bana

Mustafa mi’râcını eydem sana

 

İşit imdi Mustafa Mi’râcını

Nice vurundu saâdet tâcını

 

Göklere hem nice seyran kıldı Ol

Hak Teâlâ Hazreti’ne buldu yol[44]

şeklinde başlayıp, hadiseler vukû bulma sırasıyla anlatıldıktan sonra;

Hakk’a çok şükr ü Habîbine selâm

Kasredip Mîrac’ı uş kıldık tamâm

 

Çünki Mîracını kıldık ihtisâr

Bazı evsâfın dahi işit i yâr

 

Haşre dek ger denilirse bu kelâm,

Nice haşr olur da bu olmaz tamâm[45] beyitleriyle sona erdirilmiştir.

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde diğer konular gibi bu konu da kaynağını öncelikle Kur’ân’dan almıştır.Hadisenin teferruat ile ilgili kısımlar ise Peygamber Efendimize ve sahabe-i kirâma dayandırılan rivâyetlerden nakledilmiş görünmektedir.

Kur’ân’da, İsrâ Sûresi, 1. âyette Mîraç olayına işaret edilerek şöyle buyurulmaktadır:

سُبْحَانَ الَّذِى اَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الحَرَامِ اِلَى المَسْجِدِ الاَقْصَا الَّذِى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا

اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

“Noksanlardan münezzeh olan yüce Allah, kulunu (Muhammed’i) geceleyin Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya yürüttü. Ona âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (böyle yaptık). Gerçekten O, işitendir, görendir”[46].

 

III-Ahlâk       

Peygamberin ahlâkı Kur’ân olduğuna göre, onun ahlâkından örnek vermek Kur’ân’ı kaynak göstermek anlamına gelmektedir. Bu bakış açısından hareketle Mevlid’in Peygamberi mehdetmesi aynı zamanda Kur’ân’ı medhetmesi anlamına gelir.  Süleyman Çelebi Mevlid’inin üçüncü temel konusu, insanların Kur’ân ahlâkına davet edilmesi şeklinde belirlenmiştir. Şair, Muhammed ümmetine peygamberini örnek göstererek, O’nun davranışlarına paralel işler yapmayı öğütlemekte, muhalif işlerden sakındırmaktadır. Bunu yaparken, önce kendi kusurluluğundan bahsederek Allah’tan af dilemeye yönelmekte, daha sonra Peygambere uymanın her türlü kurtuluşa vesile olacağını tekrar tekrar vurgulamaktadır.

Sonuç olarak; İslâmî Türk Edebiyatı’nın şaheserlerinden olan Süleyman Çelebi Mevlid’i, asırlardır müslüman Türk halkına Kur’ân ve Peygamber sevgisini doğru, güzel, zarif ve sade bir anlatım tarzıyla naklederek ölümsüz bir İslâmî tebliğ görevi de üstlenmiştir. Kur’ânî kaynakları bakımından ele aldığımız eserin, bütünüyle Kur’ân’dan ilham almış olduğu gayet açıktır. Mevlidin sehl-i mümtenî oluşu yanında, Kur’ânî metodları kullanarak hem duygulara hem de akla hitap etmiş oluşu da dikkate değer bir başka özelliğidir.

Kaynak:

Süleyman ÇELEBİ, Mevlid, Haz. A.Neclâ Pekolcay, Sufi Kitap, İstanbul, 2005.

 

Not: Bu bildiri, 17 Nisan 2009’da,“Yazılışının 600. Yılında Bir Kutlu Doğum Şaheseri Uluslar arası Mevlid Sempozyumu”nda sunulmuştur.

  • İstanbul Üniversitesi Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi,

ahumeyra@istanbul.edu.tr

 

[1] Süleyman Çelebi, Mevlid, Haz. A.Neclâ Pekolcay, İstanbul, 2005, s.12.

[2] Mevlid, s.15.

[3] لا نفرق بين أحد منهم “Onlardan (peygamberlerden) hiçbiri arasında ayırım yapmayız”. Bakara, 2/285.

[4] تلك الرسل فضلنا بعضهم على بعض منهم من كلم الله و رفع بعضهم درجات “Onların (peygamberlerin) bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir”. Bakara, 2/253.

[5] Mevlid, s.20.

[6] Mevlid, s.20.

[7] Mevlid, s.22.

[8]Mevlid, s.50, b.1-4.

[9] Ahzap, 33/41.

[10] Müzzemmil, 73/8.

[11] A’raf, 7/205.

[12] Mevlid, s.50, b.5-8.

[13] Mevlid, s.52, b.21-23.

[14] Haşr, 59/22-24.

[15] Mevlid, s.54, b.24-30.

[16] Hadîd, 57/3.

[17] Mevlid, s.58, b.57-62.

[18] Yâsin, 36/82-83.

[19] Mevlid, s.54, b.32; s.56, b.50; s.60, b.65; s.64, b.92; s.66, b.110; s.70, b.127; s.72, b.150; s.76, b.169; s.80, b.201; s.88, b.245; s.120, b.265; s.96, b.292; s.104, b.352; s.114, b.413; s.116, b.420; s.130, b.516; s.134, b.534; s.146, b.610; s.150, b.642160, b.706.

[20] Ahzap, 33/56.

[21] Mevlid, s.60-62, b.71-74.

 

23Mevlid, s.80, b.197-199.

[24] Mevlid, s.116, b.424-426.

[25] Ahzap, 33/21.

[26] Kalem, 68/4.

[27] Enbiya, 21/107.

[28] Mevlid, s.62, b.75.

[29]Mevlid, s.62, b.82.

[30] Mevlid, s.66, b.100-106.

[31] Mevlid, s.122, b.455-456.

[32] Mevlid, s.88, b.240-241.

[33] Şuarâ, 26/107, 126, 144, 163, 179.

[34] Al-i İmrân, 3/132; Allah’a ve Rasûlüne itaat edilmesi konusundaki diğer bazı âyetler için bkz. Âl-i İmrân, 3/32; Nisâ, 4/59; Mâide, 5/92; Nûr, 24/54; Muhammed, 47/33; Mücâdele, 58/13; Teğâbün, 64/12, 16.

[35] Âl-i İmrân, 3/31-32.

[36] Mevlid, s. 64, b.93-95.

[37] Mevlid, s.88, b.243.

[38] Mevlid, s.98, b.309-310.

[39] Bakara, 2/253.

[40] Mevlid, s.102, b.333-334.

[41] Enfâl, 8/17.

[42] Mevlid, s.102, b.335.

[43] Kamer, 54/1.

[44] Mevlid, s.106, b.359-361.

[45] Mevlid, s.114, b.410-412.

[46] İsrâ, 17/1.