SEYYİD EBUBEKİR DEDE VE AHFÂDI – Mustafa ERDOĞAN

A+
A-

İstanbul”da Kütahyalı Bir Şeyh Âilesi

SEYYİD EBUBEKİR DEDE VE AHFÂDI*

Mustafa ERDOĞAN

            Giriş:

Eski tarihlerden beri önemli bir yerleşim merkezi olan Kütahya, muhtelif zamanlarda da çeşitli siyâsî, sosyal ve kültürel faaliyetlere sahne olmuştur. Anadolu”da Klasik Türk Edebiyatı”nın kurulmasında ve gelişmesinde bu muhîtte yetişen şâirlerin çok önemli bir rolü olduğu gibi, daha sonraki asırlarda da Kütahya yetiştirdiği mutasavvıf, âlim ve şâirlerle Türk ilmi ve irfanının, dili ve edebiyatının gelişmesine katkılarda bulunmuştur. Bunlardan başka Kütahya, bazı tarîkatlar için de önemli bir faaliyet sâhası olmuştur. Bilhassa Mevlevîlik ve Halvetîlik tarîkatları Kütahya”da çok yayılmış; dîne, ilme ve sanata müsbet hizmetlerde bulunmuştur. İşte biraz sonra tafsilatlı olarak anlatacağımız ailenin mensupları da bu tarikatlara bağlıdır.

Kültürel ve siyâsî tarihimizde çeşitli faaliyetleri ve hizmetleriyle adlarını duyurmuş bazı önemli âileler vardır. Çandarlılar, Köprülüler, Cemâlîler, Sivâsîler… gibi. Bunlar doğrudan veya dolaylı olarak toplumumuzu etkilemiş, cemiyetimize yön vermişlerdir. Bu âilelerin bir bütün olarak araştırılıp yetiştikleri ortamların gün ışığına çıkarılması, hem insanımızın geçmişini tanıyıp anlaması hem de geçmişinden cesaret alarak geleceğe daha güvenle bakması açısından elzemdir. İşte biz de bu yazımızda kültür, edebiyat, tasavvuf, bilhassa Mevlevîlik tarihi açısından çok önemli bir âileden, aslen Kütahyalı olup İstanbul”a yerleşmiş bir mutasavvıf, mûsıkîşinas ve şâirler âilesinden bahsedeceğiz.

Bir Nesl-i Güzîn:

Tâhirü”l-Mevlevî”nin “bir nesl-i güzîn” diye vasfettiği, Yılmaz Öztuna”nın üyelerini “madde başı müzisyenler” olarak tanımladığı Ebubekir Dede ailesi, Mevlevîlik tarihinin en önemli ve ünlü âilelerinden biridir[1]. Seyyid Ebubekir Dede”nin 1746″da Yenikapı Mevlevîhânesi”ne postnişîn tayin edilmesinden 1925″te tekkelerin resmî olarak kapatıldığı zamana kadar, yaklaşık 180 yıl bu dergâhta şeyhlik yapmış olan âile, sadece Mevlevîlik tarihinde değil, Osmanlı tarihinde de çok önemli bir rol oynamış, bürokrasinin ve devlet yönetiminin kilit noktasındaki bir çok kişiyi tarîkat şemsiyesi altına alarak yönetim üzerinde de nüfuz sahibi olmuştur. Âilenin diğer bir kolunun da son dönemde Galata Mevlevîhânesi”nde şeyh olması üzerine, âilenin etkisinin daha da arttığı söylenebilir. Ayrıca bu dönemde Galata Mevlevîhânesi”nin idarî açıdan Yenikapı Mevlevîhânesi”ne bağlandığı da söylenmektedir[2].

Bu âile üyelerinin tamamı mutasavvıf olduğu gibi, çoğu da neyzen, kudümzen gibi musikişinas veya şâirdir. Ayrıca içlerinde Ali Nutkî Dede gibi hattatlar da olan âile mensuplarının anlaşıldığı kadarıyla hemen hemen tamamı da ince ruhlu, zarif ve sanatkar insanlardır. Şeyh Gâlib”den Tâhirü”l-Mevlevî”ye, Dede Efendi”den Rauf Yektâ”ya bir çok büyük sanatçının yetişmesini sağlaması da âilenin dikkate değer bir başka yönüdür. Âile üyelerinin hem kendilerinin sanatkâr olmasında, hem de sanata ve sanatçıya değer vererek, yetişebilecekleri uygun bir ortam hazırlamalarında mensup oldukları Mevlevî tarîkatı kadar çevre ve âile geleneklerinin de etkili olduğu söylenebilir. Şimdi araştırmalarımız sonunda bu âile hakkında elimize geçen bilgileri kronolojik olarak sunmak istiyoruz.

Kütahya Yılları:

Âilenin üyelerinden biri, Ebubekir Dede”nin ortanca kardeşi Ömer Dede”nin oğlu olan Seyyid Sahîh Ahmed Dede”nin Mecmûatü”t-Tevârîhü”l-Mevleviyye adlı eserinde verdiği bilgiye göre[3] âile, Kütahya”ya bağlı Köprüviran (şimdiki adıyla Köprüören) Köyü“nde medfun Pîr Baba Sultan-ı Horasânî”nin neslinden gelmektedir[4]. Gerçekten de bu köye gittiğimizde, burada Baba Sultan adıyla köydeki herkes tarafından bilinen, saygı gösterilen ve çok eski olduğu söylenen bir kabir bulunduğunu gördük. Cumhuriyet döneminde tamir edilen ve üzerinde sadece yeni yazıyla “Baba Sultan” adı yazılı olan bu kabirden başka köyde âileyle ilgili tarihî veya şifâhî bir ize, bir bilgiye rastlayamadık. Ancak köyde Baba Sultan hakkında menkıbe niteliğinde bazı olaylar anlatılmaktadır.

Hayat ve şahsiyetlerine dâir şimdilik mâlûmâtımız bulunmamakla birlikte Ebubekir Dede”nin dedesinin yine aynı köyde sâkin Seyyid Hacı Hüseyin Efendi, onun babasının da Halvetî Seyyid Nureddin Efendi olduğunu biliyoruz[5]. Seyyid Ebubekir Dede”nin babası Seyyid Ahmed Efendi”dir. Ahmed Efendi, Kütahya”da Bahşi Efendi adlı bir Halvetî şeyhinden seyr ü sülûkünü tamamlamış ve hilafet almıştır. Aynı köyde ceddi Pîr Baba Sultan”ın türbesi yakınındaki camide cuma günleri Halvetî tarîkatı usûlünce âyin icrâ eden, tevhîd ve evrâd okutan Ahmed Efendi[6], H. 1115/M. 1703 yılında Şerife Emine Hanım”la evlenir. Şerife Emine Hanım, Seyyid Cafer Battal Gazi”nin büyük oğlu Seyyid Beşir Gazi”nin çocuklarından, Kütahya”ya bağlı Karaağaç karyesinde medfun Ana Sultan ve kocası Odyakan Baba ve bunların kızları Kız Bacı Sultan”ın neslinden gelen ve Ortaca adlı karyede oturan Seyyid Hüseyin Efendi”nin kızıdır[7].

Buradan, üzerinde duracağımız ailenin geçmişinin de mutasavvıf kişilere dayandığını çıkarmak mümkündür. Ayrıca, aile mensuplarının isimlerinin önündeki Seyyidkelimesi, ailenin Hz. Peygamber”in soyundan gelme olabileceğini de akla getiriyor. Ancak bu konuyu aydınlatabilecek elimizde herhangi bir belge bulunmamaktadır. Yine ailenin ilk üyelerinin Halvetî tarîkatına mensup iken daha sonra gelenlerin Mevlevî oldukları da dikkati çekmektedir.

Halvetî Ahmed Efendi ile Şerife Emine Hanım”ın evliliğinden üç erkek çocuk dünyaya gelmiştir. H.1117/M.1705″te Seyyid Ebubekir, H.1120/M.1708″de Seyyid Ömer ve H.1122/M. 1710″da Seyyid Osman Efendi. H.1133/M. 1721 yılında Şerife Emine Hanım”ın vefat etmesi üzerine Ahmed Efendi başka bir hanımla evlenir. Aynı yıl Ebubekir Efendi Tavşanlı kasabasına giderek Kütahya Mevlevîhânesi şeyhi Sâkıb Mustafa Dede”nin yetiştirmesi Şeyh Esîf Sıdkî Dede”ye derviş olmuş ve ondan ders almaya başlamıştır[8]. Ancak Seyyid Ahmed Efendi H.1141/M.1728-29 tarihinde 23 yaşında olan Ebubekir Efendi”yi kardeşleri 20 yaşındaki Ömer ve 18 yaşındaki Osman Efendi”lerle birlikte yanına alarak Kütahya”ya Sâkıb Dede”nin yanına götürür. Sâkıb Dede”ye, Ömer Efendi”den torunu Sahîh Ahmed Efendi”nin ifâdesiyle, “Ben ihtiyar oldum. Hıdmet-i şerîfinize kudretim yokdur. Oğullarım seyyidler zât-ı şerîfinizin hıdmet-i âlînizde bulunsun. Ben tarîk-i Halvetîdenim. Oğullarım seyyidler tarîk-i Mevlevîden olsunlar.” deyip rica ve niyazda bulunur. Sâkıb Dede bu isteği kabul ederek Muharrem ayının başlarında üç kardeşe aynı günde Mevlevî külâhı giydirir ve yeni dervişleri hizmette istihdam eder. Birkaç yıl sonra H. 1145/M. 1732-33″te Tavşanlı”daki Şeyh Esîf Sıdkî Mehmed Dede vefat eder. Zâviyesi içindeki semâhânenin yanına defnedilen bu şeyhin yerine Konya”daki Çelebi Hacı Mehmed Ârif-i Râbi” tarafından Esîf Dede”nin oğlu Abdülhafîz Efendi getirilir. Ancak yeni şeyhin henüz yaşı küçüktür (d. H.1133/M. 1721) ve tahsilini tamamlamamıştır. Bunun üzerine Şeyh Sâkıb Dede çocuk şeyhi Kütahya”ya getirir ve “Babası merhum seni okutdı. Üstâzının oğludur. Sen de bunı okut!” diyerek Seyyid Ebubekir Dede”nin eline teslim eder[9].

Mevlevîlik tarihinde gerek şahsiyeti ve faaliyetleri, gerekse eserleriyle önemli bir yeri bulunan Kütahya Mevlevîhânesi şeyhi Mustafa Sâkıb Dede”nin H.1148/M.1735-1736″da vefat etmesi üzerine yerine büyük oğlu Şeyh Ahmed Hâlis Efendi postnişîn tayin edilir. Bu durumda Ebubekir, Ömer ve Osman Efendi”ler de yeni şeyhe biat ederler. Fakat bağlılık çok uzun sürmez. Aynı yılın sonunda Seyyid Ömer Efendi icâzet alıp köyüne, babasının yanına döner. Artık “Dede” ünvanı alan Seyyid Ömer Efendi, 30 yaşında iken Kükürtlü adlı karyeden Pirlioğlu İmam Ahmed Efendi”nin küçük kız kardeşi Hatice Hanım”la evlenir. Kardeşleri Ebubekir ve Ömer Efendi”ler yanlarına, içlerinde neyzen ve kudümzenlerin de bulunduğu yedi dervişi alarak gelini köylerine getirirler. Garip bir tevâfuktur ki zifaf gecesi babaları Halvetî Ahmed Efendi vefat eder. Babalarını kabristana defnettiklerinin yedinci günü Ebubekir ve Ömer Efendi”ler köy halkını toplayarak bütün mülk, eşya ve miraslarını kardeşlerine bıraktıklarını açıklarlar. Ardından bütün köylülerden ve kardeşlerinden helallık dileyip onlara vedâ ederek yola çıkarlar. Kütahya”da Şeyh Ahmed Hâlis Efendi”den icâzet alıp oradan Konya”ya, huzur-ı Mevlânâ”ya giderler. Bu sırada Ebubekir Dede 33, Osman Dede ise 28 yaşındadır. Konya”daki Çelebi Hacı Mehmed Ârif-i Râbi” bunlarla görüşerek, Ebubekir Dede”yi Hz. Mevlânâ türbesinin kapısına perdedar, Osman Dede”yi de meydanda hizmete tayin eder[10].

Bu arada köyde kalan Ömer Dede”nin hanımı Hatice Hatun”dan H.1153/M. 1740 yılında bir kız çocuğu olur. Ömer Dede, kızına annesinin adı olan Şerife Emine ismini koyar. Daha sonra bir sürur vaktinde Ömer Dede ile hanımı, eğer bir oğlumuz olursa hibe edelim, diye taahhütte bulunurlar. Hz. Mevlânâ hıdmetine bağışladık, Hz. Mevlânâ”nın bendesi olsun, deyip niyet ederler. İki yıl sonra, H.1155/M. 1742 Receb ayının (Eylül) bir cuma günü Regâib gecesinde bir erkek çocukları dünyaya gelir. Seyyid Ömer Dede, oğluna babasının ismi olan, Seyyid Ahmed adını koyar. Ebced hesabıyla Mazharî kelimesi buna tarih olarak söylenmiştir. Oğlunun doğumundan iki yıl sonra Ömer Dede, Konya”ya giderek ağabeyini durumdan haberdar edip ona taahhütlerini söyler. Bunun üzerine Ebubekir Dede yeni bir Mevlevî külâhı temin eder ve türbedar Pehlivan Dede vasıtasıyla meseleyi Çelebi Mehmed Efendi”ye iletir. Daha sonra, tedârik edilen sikke tekbirlenerek üç gün Hz. Mevlânâ pûşîdesi altında bırakılır ve ardından da teberrüken çocuğun babasına verilir. Ayrıca, dervîş Seyyid Ahmedü”l-Mevlevî adına gülbâng-i Mevlevî çekilir. Bu sikkeyi alan Ömer Dede, H.1157/M. 1744 yılı Rebîü”l-âhir (Nisan) ayında Kütahya”ya geri döner ve henüz 22 aylık olan oğluna giydirir[11].

H.1159/ M.1746 yılı âilenin kaderinde çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü bu yılda İstanbul Yenikapı Mevlevîhânesi”nde şeyh olan Küçük Mehmed Dede vefat etmiş ve yerine de Halvetî Ahmed Efendi”nin büyük oğlu, o sırada Konya Hz. Mevlana türbesinde hizmette bulunan Seyyid Ebubekir Dede tayin edilmiştir[12]. Sahîh Ahmed Dede”nin Mecmûatü”t-Tevârîhü”l-Mevleviyye adlı eserinde bu tayin ve İstanbul”a göç hâdisesi detaylı olarak anlatılmaktadır. Buna göre, Küçük Mehmed Dede”nin vefatını duyan ve henüz yeni halîfe olmuş olan Çelebi Hacı Ebubekir Efendi, Kütahyalı Ebubekir Efendi”yi huzuruna davet eder. Başına yeni bir sikke koyar ve sikkenin üzerine de şeyhlik alâmeti olan yeşil bir destâr sarar. Ayrıca eline meşîhatnâmesini de veren Çelebi Ebubekir, böylece onu Yenikapı Mevlevîhânesi”ne postnişîn tayin etmiş olur. Çelebi, bundan başka Ebubekir Efendi”nin küçük kardeşi Osman Efendi”ye de icâzetini verir ve iki kardeşi birlikte İstanbul”a yollar. Şaban ayının on sekizinde Konya”dan yola çıkan iki kardeş Eskişehir”e geldikleri zaman diğer kardeşleri Ömer Dede”ye bilgi vermek için bir mektup gönderir ve yollarına devam ederler[13].

Âilenin İstanbul Sergüzeşti:

Seyyid Ebubekir Dede ve küçük kardeşi Seyyid Osman Dede nihâyet H.1159/ M.1746 yılı Ramazan-ı şerîfinin on birinci cuma günü Galata Mevlevîhânesi”ne ulaşırlar. Böylece âile hayatında hattâ Türk kültür ve medeniyet hayatında, Mevlevîlik tarîhinde yeni bir sayfa açılmış; İstanbul ve Yenikapı Mevlevîhânesi”nde uzun yıllar sürecek olan Kütahyalı şeyhler faslı başlamıştır. Galata Mevlevîhânesi”nde uzaktan akrabaları olan Şeyh Abdülbâkî ile görüşen ve burada bir gün kalan Ebubekir ve Osman Efendi”ler ertesi günü iskele yoluyla önce Eğrikapı”daki Cemâleddin Efendi Tekkesi”ne, oradan da Yenikapı Mevlevîhânesi”ne vâsıl olurlar. Burada önce mevcut bütün dervîşlere Çelebi tarafından kendilerine verilen meşîhatnâme okunur. Daha sonra bütün hepsiyle musâfaha yapılıp ardından duâ ve senâda bulunulur, gülbâng-i Hz. Mevlânâ çekilir. Kırkıncı günde yeni şeyh saraya davet edilir. Sarayda pâdişâh huzurunda âyin ve mukâbele icrâ edilir. Âyin sonunda pâdişâh hil”at ve diğer hediyelerle kendilerine ihsanlarda bulunur. Aynı yıl içinde Kütahya”daki Seyyid Ömer Efendi Mevlevîlik yoluna adadığı oğlu Seyyid Ahmed”i getirip amcası Seyyid Ebubekir Dede”nin eline teslim eder[14].

Bundan sonra İstanbul”a yerleşen âilenin merkezine Ebubekir Dede”nin çocukları ve torunları geçmekle birlikte Ömer ve Osman Dede”nin neslinden de aynı kültür ve irfan dairesine mensup önemli isimler yetişmiştir. Bunlardan Seyyid Ömer Efendi”nin oğlu Yenikapı Mevlevîhânesi”nde aşçıbaşı, ayrıca Nutkî ve Nâsır Dede”lerle Şeyh Gâlib”in yetişmesinde önemli katkıları olan Mecmûatü”t-Tevârîhü”l-Mevleviyye sahibi Sahîh Ahmed Dede (H.1155/M.1742-H.1228/M.1813), onun oğlu Galata Mevlevîhânesi şeyhi Kudretullah Dede(ö. H. 1288/M. 1871), onun oğlu aynı dergâhın şeyhlerinden Atâullah Dede(ö. H. 1328/M. 1910) ilk anda akla gelenlerdir. Ebubekir Dede”nin küçük kardeşi Seyyid Osman Efendi”nin ise üç oğlu olmuştur: Yenikapı Mevlevîhânesi”nde neyzenbaşı Tarîkatçı Mehmed Dede, Şükûfeci Hüseyin Dede ve Âyinhân Raif Dede. Mehmed Dede”nin Mehmed Emin ve İzzet Hüseyin adlarında iki oğlu vardır[15]. Ebubekir Efendi”nin çocuklarının Yenikapı, Ömer Efendi”nin çocuklarının da Galata Mevlevîhânesi”nde postnişîn olmalarıyla âile her iki dergâha da hâkim olmuş ve daha çok önem kazanmıştır. Bazılarına göre, Galata Mevlevîhânesi”nin bu dönemde idârî açıdan Yenikapı Mevlevîhânesi”ne bağlandığını daha önce söylemiştik. Şimdi bu âilenin Yenikapı Mevlevîhânesi”nde şeyhlik yapmış üyelerini başlangıçtan tekkelerin kapatıldığı tarihe kadar sırasıyla ve tek tek incelemeye çalışalım.

Seyyid Ebubekir Dede:

Yukarıda verdiğimiz tarihte İstanbul”a gelen ve Yenikapı Mevlevîhânesi”ne yerleşen Ebubekir Dede burada güçlü bir yönetim kurmuştur. Ünlü Melâmîlerden Habeşî-zâde Zâim Ağa”nın sohbetlerine katılan Dede, Mevlevîhâne”yi de Melâmî-meşrep Mevlevîler”in merkezi durumuna getirmiştir[16]. Bu arada, H.1162/ M.1748 yılı Muharrem (Aralık) ayı başlarında Kumkapı”da oturan Halil Ağa”nın kızı, Recâî Mehmed Efendi”nin kızkardeşi Atike Hatun”la evlenmiş, ancak bu hanım uzun yaşamamış, H.1164/ M.1750″de vefat etmiştir. Aynı yılın sonunda Ebubekir Dede, bir süre önce vefat etmiş olan Galata Mevlevîhânesi postnişîni Abdülbâkî Dede”nin küçük kızı Saîde Hanım”la evlenmiş, böylece iki Mevlevîhâne arasında önceden kısmen var olan yakınlık daha da artmıştır[17].

Kardeşlerinden sonra İstanbul”a gelerek onlara katılan Seyyid Ömer Dede, ağabeyi Ebubekir Dede”nin şeyhliği sırasında, H.1187/ M.1773-74 yılında vefat etmiş ve Hâmûşân mezarlığına(?), Battal Dede”nin yanına defn edilmiştir.

Yenikapı Mevlevîhânesi”nde yaklaşık otuz yıl şeyhlik yapan Ebubekir Dede H.3 Receb 1189/ M.30 Ağustos 1775″te gün batımında âhirete intikal etmiş ve türbede medfun Çelebi Ebubekir Efendi”nin sol tarafına defnedilmiştir[18]. Vefatına yazılan tarih manzumesi aşağıdadır:

Hazret-i Sıddîk-ı Ekber nâmdâş[ı] kim odur*

            Şeyh Seyyid Ebubekir ol celîlü”ş-şân-ı azîz

            Sâkıb-ı kâmil-nazar …….. ……….. zâtını

            Feyz-i teslîk ile kaldı nice demler müstefîz

            Âsitân-ı Hazret-i Hünkâr-ı Ekber hâkine

Yüz sürüp hıdmet ile olmuşken anda müşgiz (?)

Geldi otuz yıl olup bu hânkâhın mürşidi

Kıldı âyîn-i safâ gülbâng-i dede bî-sitîz

Derdine olup kudûm-ı vasla imrâr-ı cefâ(?)

Ney nevâle hicrine gösterdi rûz-ı reste-hîz(?)

Hayder [ü] Sıddîk ü Mevlânâ”ya hemdem ola tâ

Sâlikân itdikce yâ Rab fikr-i kalbi tîz tîz

Zâtı gibi bir “adîmü”l-misl târîh oldı bu

Eyleyüp tekmîl devrin geçdi Bûbekr-i “azîz[19]

Şiirle iştigal ettiğine dair bir bilgimiz olmayan Ebubekir Dede”nin Merâtib-i İnsâniye ve Menâkıb-ı Kudsiye adlı bir eserinin olduğu söylenmekle birlikte[20], biz böyle bir esere rastlayamadık.

Seyyid Ebubekir Dede”nin ilk olarak evlendiği Atike Hanım”dan hiç çocuğu olmamıştır. İkinci hanımı olan Abdülbâkî Sırrî Dede”nin kızı Saîde Hanım”dan Ali, Abdülbâkî ve Abdurrahîm adlarında üç oğlu dünyaya gelmiştir. Bu kişilere geçmeden önce Ebubekir Dede”nin ve onun neslinden gelenlerin şeyh olduğu ve yerleştiği Yenikapı Mevlevîhânesi hakkında kısaca bilgi vermek istiyoruz.

Bir Sanat ve İrfan Ocağı, Yenikapı Mevlevîhânesi:

Büyük mutasavvıf Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî”nin şeb-i arûsundan sonra onun yolundan gidenler Konya merkez olmak üzere tekkeler kurmuş ve teşkilatlanmışlardır. İşte bu bağlamda Osmanlı Devleti”nin siyasî ve kültürel başkenti İstanbul”da da beş Mevlevîhâne açılmıştır. Bunlar; Galata (Kulekapısı), Yenikapı, Beşiktaş (daha sonra Bahâriye), Kasımpaşa ve Üsküdar Mevlevîhâneleri”dir. Bu Mevlevîhâneler”den son ikisi daha küçük ve geç kurulmuş dergâhlardır. Yenikapı Mevlevîhânesi ise Galata Mevlevîhânesi”nden sonra İstanbul”daki en eski ve önemli Mevlevîhâne”dir[21].

Yenikapı Mevlevîhânesi, yeniçeri kâtibi Malkoç Mehmed Efendi tarafından, bugün Mevlânâkapı denilen sur kapısı dışında ve Merkez Efendi Tekkesi yakınındaki geniş arazi üzerinde yaptırılıp vakfedilmiş ve 1598 yılında açılmıştır. Tam teşekküllü bir külliye niteliğine sahip olan, Malkoç Mehmed Efendi”den başka çeşitli devlet adamları, zenginler ve bunların yakınları tarafından da bağışlar yapılıp vakfiyeler düzenlenen Yenikapı Mevlevîhânesi”nin ilk postnişîni Kemâlî Ahmed Dede”dir[22]. Bu Mevlevîhâne, açılışından Türkiye”de tekke ve zâviyelerin resmî olarak kapatıldığı 1925 yılına kadar tam 327 yıl açık kalmış, bu süre zarfında Kemâlî Ahmed Dede”den son şeyh Abdülbâkî (Baykara) Dede”ye kadar toplam 20 şeyh dergâhta postnişîn olmuştur[23].

Yenikapı Mevlevîhânesi, İstanbul”un karşı konulamayan rakîbi ateşe maalesef birkaç defa mağlup olmuş; 11206, 1961 ve en son da 7 Mayıs 1997″de yangın felâketine maruz kalmıştır. 9 Eylül 1961″de çıkan yangında tamamen yanan türbe, semâhâne ve şerbethâne bölümünden geriye neredeyse hiç bir iz kalmamıştır. Türbedeki kabirler sonradan yenilenmekle birlikte, bugün belirleyici taşları olmadığından tamamen karışmış durumdadır[24]. Son yangında ise, derviş ve dedegân hücrelerinin bulunduğu ana binanın tavanı yanmış olmasına rağmen binanın iskeleti ayaktadır. Mevlevîhâne”nin tek sağlam kısmı ise, mescittir.

Yüzlerce yıl bir irfan ocağı olarak hizmet veren Yenikapı Mevlevîhânesi”nin kültür ve sanat tarihimizdeki önemini anlatmak için sadece Şeyh GâlibBuhûrîzâde Mustafa Itrîve Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi“nin buradan yetiştiğini söylemek yeterlidir, sanırım. Ancak bu güzîde mekândan feyiz alanlar sadece bunlar değildir. Zâten burada şeyhlik yapan ve yazımıza konu olan aile üyelerinin de hemen hemen tamamı sanatkârdır. Bu sanat ve irfan merkezine bağlı olan veya buraya devam edenlerin tamamının adlarını bu yazıda tek tek saymak mümkün değildir. Ancak yukarıdaki meşhur sanatçılardan başka ilk anda dikkatimizi çeken bir kaç ismi daha zikredebiliriz: Osmanlı siyasetinin çok önemli isimleri sadrazamlar Keçecizâde Fuad ve Ali Paşa, Midhat Paşa, Hâlet Efendi, Mevlevî ressam Leylek Hasan Dede, ayrıca son dönemin tanınmış isimleri Tâhirü”l-Mevlevî, Hasan Âlî Yücel, Rauf Yektâ, Zekâîzâde Ahmed Irsoy, Saadettin Heper, Halîlezen Osman Dede ve Ahmed Bican Kasaboğlu da bu dergâhtan yetişenler, istifade edenler arasındadır[25].

Yenikapı Mevlevîhânesi, yukarıda zikrettiğimiz kişiler gibi topluma faydalı, ince ruhlu ve nâzik mutasavvıf insanlar yetiştirmesi yanında, Balkan ve Çanakkale savaşları sırasında hastahane olarak kullanılmış, mensupları da bu dönemde gönüllü olarak yaralılara hizmet etmiş, ordu ve yaralılar için kullanılmak üzere aynî ve nakdî yardım toplamışlardır. Ayrıca, bu mutasavvıflar I. Dünya Savaşı sırasında diğer Mevlevîler”le birlikte gönüllü Mücâhidîn-i Mevleviyye alayını kurarak gerektiğinde vatan savunmasında görev almışlardır[26].

Şimdi bu mevlevîhânede uzun yıllar şeyhlik yapan ve Kütahyalı Seyyid Ebubekir Dede”nin soyundan gelen ailenin diğer üyelerine bakalım.

Ali Nutkî Dede:

Seyyid Ebubekir Dede”nin üç oğlunun en büyüğü ve halefidir. H. 5 Muharrem 1176/M. 27 Temmuz 1762″de Yenikapı Mevlevîhânesi yakınındaki bir evde dünyaya gelmiştir. Bilhassa amcasının oğlu ve Yenikapı Mevlevîhânesi”nin aşçıbaşısı Sahîh Ahmed Dede”nin gözetiminde tahsîlini ikmâl etmiş, dînî ilimlerde, şiir ve inşâda kendini yetiştirmiştir. 1775 yılında babasının vefatı üzerine 13 yaşında iken Konya”daki Ebubekir İbn-i Ârif Çelebi tarafından Yenikapı Mevlevîhânesi”ne şeyh tayin edilmiştir. Bu olaya düşürülen tarih aşağıdadır:

            Şeyh “Ali Ebûbekr Efendi-zâde ol zât-ı şerîf

            Post-nişîn-i tekyegâh-ı Mevlevî oldı ehak

            İşte bu mısra” refî”ân (?) sâline târîh-i tâm

            Pîşvâ-yı Mevlevî hâlâ semiyy-i şîr-i Hak[27]

Ancak yaşının küçüklüğü sebebiyle, dergâhın işlerini reşit oluncaya kadar kendisine vekâleten şeyhi ve mürebbii Sahîh Ahmed Dede yürütmüştür. Bu sırada, H. 1196/M. 1782″de Mevlevîhâne”nin türbe kısmı yeniden yapılmış, yine aynı yılın Receb, Şaban ve Ramazan aylarında Mevlevîhâne”de ihrâk-ı sagîrvustâ ve kebîr diye adlandırılan üç yangın çıkmıştır. Bundan başka aynı yılda Nutkî Dede”nin Afîfe adlı bir de kızı olmuştur[28]. Daha sonra bu Afîfe Hanım Konyalı Seyyid Numan Dede ile evlendirilmiş ve bu izdivaçtan 1800″de Mehmed Salih Efendi ve 1804″te Şerîfe Zekiye Hanım dünyaya gelmiştir[29].

Ertesi yıl (M.1783) Ebubekir Dede”nin küçük kardeşi Seyyid Osman Dede 73 yaşında vefat etmiş ve Hâmûşân mezarlığına ağabeyi Seyyid Ömer Dede”nin yakınına defnedilmiştir. Bu sırada oğulları Derviş Hasan ve Derviş Mehmed hayattadır. Nutkî Dede zamanında gerçekleşen olaylardan biri de Ali Nutkî Dede”nin şeyhi ve amcasının oğlu Sahîh Ahmed Dede”nin evlenmesidir. Ahmed Dede, H. 1200/M.1786 yılında, Kayseri”den İstanbul”a gelmiş Yakup ve Ferhat Paşa”ların da üyesi oldukları bir aileden Seyyid Hacı Ahmed Efendi”nin kızı Dervişe Şerîfe Emîne Hatun ile nikahlanmıştır. Bundan bir kaç yıl sonra, M. 1788 yılı Muharrem (Ekim) ayı başlarında Sahîh Ahmed Dede”nin mânevî evlâdı Dervîş Mehmed Es”ad-ı Rıdvan 12 yaşında iken vefat etmiş ve dergâh haziresinde şadırvan yanına defnedilmiştir[30]. Fakat çok kısa bir süre sonra, H.16 Zilkade 1203/M. 27 Temmuz 1789 tarihinde Ahmed Dede”nin oğlu Muhammed Kudretullah dünyaya gelir. Galata Mevlevîhânesi”nin müstakbel şeyhi Kudretullah Efendi”nin doğumuna Şeyh Gâlib”in yazdığı tarih manzûmesinin son beyti şu şekildedir:

Didim târîh-i mîlâdını Gâlib

            Muhammed Kudretullah lutf-ı Haydır[31]

Uzun süre  bu dergahta irşat vazîfesi gören Ali Nutkî Dede, H. 1219/M. 1804 yılında genç sayılabilecek bir yaşta vefat etmiştir. Kabri aynı dergahta, dergâhın önceki postnişînlerinden Kemâlî Ahmed Dede”nin ve Çelebi Ebubekir Efendi”nin kabrinin ayak ucundadır[32]. Nutkî Dede”nin vefatına Şeyh Gâlib ve Müverrih Sürûrî ikişer, Veledî de bir tarih düşürmüştür. Yangından önce sandukası üzerindeki levhada  Gâlib”in şu tarih beyti varmış:

Hüzn ile Es”ad didim târîhini

                        Hû diyüb Mevlâya döndi Şeyh Ali-1219[33]

Gâlib”in diğer tarih beyti şu şekildedir:

                        Çâr ile târîh çıkdı cennete

                        Göçdi Seyyid Şeyh “Aliyy-i Mevlevî-1219[34]

Sürûrî”nin tarihleri de aşağıdadır:

Devrin tamam kıldı meded şeyh-i hânkah

                        Kim Mevlevîlerin bu idi ekmeli dede

                        Târîh-i fevtini diye Rıdvân du”âm odur

                        Kevser safâsı eyledi Seyyid Ali Dede-1219[35]

***

Dönüp Yenikapu”da şeyh-i Mevlevîhâne

Teveccüh itdi der-i cennete bu meskenden

Olunca kurb-ı Hudâ”ya revân didim târîh

Didi “Ali Dede Hû çıkdı tekye-i tenden-1219[36]

Ali Nutkî Dede”nin 1792″de İskender adlı bir oğlu olmuştur. Yeğeninin doğumunu amcası Abdülbâkî Nâsır Dede şu tarih beytiyle müjdelemiştir:

Nâsırâ mısra”-ı târîhi ki zîbâ düşdi

                        Mevlevî gülşeninin nev gülidür İskender-1207[37]

Fakat İskender çok fazla yaşamamış ve 1798″de 6 yaşında vefat etmiştir. Mürşidi Nutkî Dede”nin tek oğlunun vefatına Şeyh Gâlib”in yazdığı tarihi, şâir”in Nutkî Dede”ye bakışını ve aralarındaki yakınlığı da yansıtması bakımından önemli olduğu için buraya alıyoruz:

Seyyid İskender Dede ol tıfl-ı sâhib-sırr-ı pîr

                        Nahl-i pâk-i şeyhü”s-Seyyid “Aliyy-i Mevlevî

                        Tıfl-ı nevzâd idi gerçi hurd idi enzârda

                        Mazhar-ı tevhîd idi mânend-i beyt-i Mesnevî

                        İtmeyüp bu tekye-gâh-ı “âlem-i kevne nazar

                        Zâhir oldı kendide şevk-ı likâ-yı uhrevî

                        Tıfl-ı endek-sâlinin sırr-ı kemâl idüp zuhûr

                        “Âkıbet bu tekye-i vâlîde oldı münzevî

                        Vâsıl-ı kurb olıcak Gâlib didi târîhini

                        Buldı İskender Dede budur hayât-ı ma”nevî[38]

Derin ilmi, mütevâzî kişiliği ile herkesin hürmetini kazanarak devrinin belli başlı şeyhleri arasında yer alan Ali Nutkî Dede, ayrıca edebiyat ve musiki ile de meşgul olmuştur. Taramalarımızda önceleri babasının verdiği Memiş, daha sonra da Nutkî mahlasıyla manzûmeler yazan Nutkî Dede”nin Dîvân”ına rastlayamadık[39]. Ancak, bazı kaynaklarda zikredilmesinden ve manzûmelerinden Nutkî Dede”nin en azından bir şiir mecmuasının olduğu anlaşılmaktadır. Tezkire sahibi Fatin, Nutkî”nin şiiri için “tahsîn-kerde-i ashâb-ı ma”ârifdir” derken Ali Enver “tab”ı letâfetden şi”ri halâvetden gayr-ı hâlîdir” demektedir[40]. Ali Nutkî Dede”nin kaynaklarda geçen iki şiiri aşağıdadır.

I

Fâ”ilâtün Fâ”ilâtün Fâ”ilâtün Fâ”ilün

Her kime derdim disem dirler tabîbe söyle sen

Korkarım andan dahi eyler nice âzârlar

Ey aceb bu çeşm-i dil bir gün görür mi vuslatı

Yâre hâlim söyleyüp kılsam nice bin zârlar

Ger disem yârim senin derdinle Mecnûndur Memiş

Yaksam “aşkın ile bu sahrâ-yı dilde nârlar[41]

*****

II

Mef”ûlü Mefâ”îlü Mefâ”îlü Fe”ûlün

Âh eyle gönül âteş-i “aşkile zamandır

Her dem işimiz firkat-i yârile figândır

Bilmem ne zaman dil ola vaslınla müşerref

Zîrâ ki firâkınla derûnum yanagandır

Elden koma sabrı ki cihânda neler olmaz

Elbette niyâz ehline çok nâz olagandır

“Ayb eylemeniz subha degin nâle vü zârım

Yalvarmak içün yâre o bir başka zamandır

Nutkî görebilsen ne virirsin bana yâri

Zîrâ görinürse bana yâr sana nihândır[42]

***

Ali Nutkî Dede, Defter-i Dervişân adlı Yenikapı Mevlevîhânesi merkez olmak üzere dönemin tarihî, tasavvufî, siyasî ve ictimâî olaylarına dair çeşitli kayıtları ihtivâ eden bir mecmuayı yazmaya başlamış, vefatından sonra da sırasıyla şeyhlik makamına gelenler benzer kayıtları tutmayı devam ettirmişlerdir. İlk 22 varaklık kısmını yazdığı Defter-i Dervişân”da Nutkî Dede, döneminde dergâha gelen ve kendisine intisap eden dervişlerin adlarını, dergâha geliş ve burada muhtelif mertebeleri kazanma tarihlerini, İstanbul”da ve bazı Mevlevîhânelerde meydana gelen çeşitli olayları ve bazı şeyhlerin vefat tarihleriyle bir kısım aile mensuplarına dair önemli tarihleri kaydetmiştir. Eserin müellif hattıyla olan ve bilinen tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi Nafiz Paşa Bölümü 1194 numaradadır[43].

Defter-i Dervişân”ın baş tarafındaki mühürlerden birinden dergâh kütüphânesinden de sorumlu olduğunu anladığımız[44] Ali Nutkî Dede”nin istinsah ettiği bir Neşâtî Divanı”ndan divanlarla ve hatla meşgul ve epeyce güzel bir yazıya malik olduğu anlaşılıyor. Onun musikişinaslığı konusunda eski eserlerde bilgi bulunmamakla birlikte, muahhar kaynaklar devrinin musiki üstatlarından biri olduğunu ve Hammâmî-zâde İsmail Dede Efendi”nin ondan ders aldığını nakletmektedirler. Ayrıca Nutkî Dede”nin vefatından az evvel Şevkutarab makamında bir Mevlevî âyîni bestelediği ve bu âyînini talebesi Dede Efendi”ye ithaf ettiği de kaynaklarda verilen bilgiler arasındadır[45]. Bu âyîn bir kaç yıl önce Kütahya”da da icrâ edilmiştir.

Ali Nutkî Dede”nin kültür ve edebiyat tarihimiz açısından en önemli yanlarından biri de her biri kendi alanında köşe taşı olmuş çok önemli insanların yetişmesini sağlamasıdır. Bunlar içinde en meşhurları Şeyh Gâlib“le Hammamî-zâde İsmail Dede Efendi“dir. Dede Efendi, genç yaşında Yenikapı Mevlevîhânesi”ne gelip gitmeye ve musikî dersleri almaya başlamış, Ali Nutkî Dede”nin şeyhliği döneminde dergâha intisap ederek semâ meşk edip çile çıkararak Dede ünvanını almıştır. Evleninceye kadar dergâhta kalan Dede Efendi”nin Ali Nutkî Dede”den ders ve feyiz aldığı muhakkaktır[46]. Ayrıca, Nutkî Dede”nin Şevkutarab âyînini besteleyerek talebesi ve mürîdi olan Dede Efendi”ye ithaf etmesi de aralarındaki samimiyetin delilidir.

Ali Nutkî Dede”nin yetiştirdiği bir diğer önemli isim de Klasik Türk Edebiyatı”nın son büyük zirvesi Şeyh Gâlib”dir. Mevlevî tarîkatında âdet olan çilesini Konya”da çıkarmaya çıkarmaya başlayan Gâlib, babasının isteği üzerine Yenikapı Mevlevîhânesi”ne gönderilmiş ve çilesini burada Ali Nutkî Efendi”nin gözetiminde tamamlayarak Dede olmuştur[47]. Galib, şeyhi Nutkî Dede”nin ve onun oğlu İskender”in vefatlarına tarihler yazdığı gibi, şeyhinin sakal bırakmasına da tarih düşürmüştür[48]. Ayrıca, Şerh-i Cezîre-i Mesnevî ve Es-Sohbetü”s-Sûfiyye adlı eserlerini şeyhinin izni ve teşvikleriyle yazdığını açıkça söylemektedir[49]. Bunlardan başka, büyük şâirimizin vefatıyla ilgili rivayetler arasında da Nutkî Dede”nin adı geçmektedir. Rivayete göre, Şeyh Galib bir gece Yenikapı Mevlevîhânesi”ne gitmiş, Ali Nutkî Dede”yle karşı karşıya otururken mağrûrâne bir vaziyet takınmış, hattâ başından sikkesini çıkarmış:

– Şeyhim, biraz istirahat edelim, demiş. Şeyh de:

– Evet uykunuz geldi gâlibâ, istirahat buyurun, diye kalkmış harem dâiresine çekilmiş. Nutkî Dede, Gâlib”in bu davranışından fevkâlede incinmiş. İşte himâyesi altında yetiştiği şeyhinin kalbini kırması Galib”e manevî bir sille olarak hassas şairin hastalanıp vefat etmesine sebep olmuştur[50]. Biz bu hâdisenin gerçekten olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak bu rivâyetten de anlaşılıyor ki Ali Nutkî Dede”nin Şeyh Galib”in hayatında çok önemli bir yeri vardır.

Şeyhliğinin yanında bir sanat ve kültür adamı olan Nutkî Dede”nin kendi çevresinde de bir sanat ve kültür muhîti oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu muhît içinde -Gâlib ve İsmâil Dede”den başka- Vak”a-nüvîs Pertev Efendi, Mehmed Said Hâlet Efendi, şâir Hayret Efendi, Süleyman Neşâtî, Musâhib Seyyid Ahmed Ağa gibi tanınmış isimler de bulunmaktadır[51].

Abdülbâkî Nâsır Dede:

Ebubekir Dede”nin ortanca oğludur. H. 1179/M. 1765″te İstanbul”da Yenikapı Mevlevîhânesi yakınındaki baba evinde dünyaya gelmiştir. Babasından ve Milasmüftüsü-zâde Halil Efendi”den ders almış, dînî ilimleri tahsil etmiş, Arapça ve Farsça öğrenmiştir. İlk derslerini dergâhtaki musikişinaslardan alarak musiki sahasında da kendini yetiştiren Abdülbâkî Efendi, ağabeyi Ali Nutkî Dede”nin şeyhliği sırasında çile çıkarmış, semâ meşk etmiş ve nihâyet Mevlevîhâne”nin neyzenbaşılığına yükselmiştir. Nâsır Dede”nin yetişmesinde Nutkî Dede ile Sahîh Ahmed Dede”nin de büyük katkısı olduğu muhakkaktır. 1804″te Ali Nutkî Dede”nin vefatı üzerine dergâhın şeyhliğine tayin edilmiştir.

  1. 1229 /M. 1814″te Yenikapı Mevlevîhânesi Vakfı”nın mütevellîliği de kendisine verilen Nâsır Dede”nin zamanında dergâh en önemli tamirlerinden birini geçirmiştir. Yeniçeri Ocağı”nı kaldıran ve Bektâşîliği yasaklayan buna karşılık Mevlevîlik tarîkatına özel bir ilgi gösteren Sultan II. Mahmut”un emriyle tekke baştan başa tamir ettirilmiş, özellikle semâhâne ve türbe kısmı yeniden yaptırılmıştır. Tamirin H. 1232/M. 1817″de bitmesi üzerine pâdişâh ve devrin şeyhlerinin katıldığı bir törenle dergâh yeniden hizmete sunulur. Hem semâhânenin hem de dergâhın diğer kısımlarının tamir işlerinin bitmesine şâir Keçecizâde İzzet Molla tarihler düşürmüştür[52]. Tamiratın seyriniDefter-i Dervîşân“a detaylı olarak kaydeden Nâsır Dede ayrıca pâdişâhın bu ihsanlarına karşılık şükran hislerini dile getirdiği bir de kasîde yazmıştır[53]. Yaklaşık 17 yıl Yenikapı Mevlevîhânesi”nin şeyhliğini yapan Abdülbâkî Nâsır Dede, 23 Şubat 1821 tarihinde vefat etmiş ve aynı tekkenin haziresine defnedilmiştir[54].

Kabir kitabesinde yazılı olan ve dört çıkarılınca vefat tarihini veren mısrâ şudur:

“Âlem-i lâhûta cân atdı bu dem Bâkî Dede[55]

Nâsır Dede”nin vefatına ayrıca Safâyî-i Mevlevî ile Nâsır Dede”nin mürîdi[56] Keçecizâde İzzet Molla da tarih manzumesi yazmıştır. İzzet Molla”nınki aşağıdadır:

Tarih-i İntikâl-i Şeyh Abdülbâkî Kuddise Sırrahu

 

On sekiz yıl şeyh olup Bâkî Dede “azm eyledi

                        Vâlidi Bûbekr Efendi”den yana Allah diyüp

                        İtdi “İzzet dâne-i sübhayla târîhin hisâb

                        Şeyh Bâkî buldı fânîden rehâ Allah diyüp-1236[57]

Safâyî”nin yazdığı uzun manzûmenin son kısmı şu şekildedir:

Didiler târîhini söyle Safâyî Nâsır”ın

            Fevtini itsün edâ cevherle yek mısra” hemân

            Sâlike terk-i fenâ itmekligi ta”lîm içün

            Şeyh “Abdülbâkî “ukbâ râhına oldı revân[58]

Nâsır Dede, Sultan III. Selim ve II. Mahmut devirlerinde şöhret bulmuş ve her iki pâdişâhtan da yakın ilgi görmüştür. Yetiştirdiği talebeler, telif ettiği ve bestelediği eserler onun tasavvuf, edebiyat ve musiki alanlarında mühim bir otorite olduğunu göstermektedir. Leylâ Hanım İstimdâd Ez-Cenâb-ı Seyyid Nâsır başlıklı manzumesinde şöyle demektedir:

Evsâfını tahrîre ne hâcet şâir

                        Meh gibi kerâmât-ı “aliyyen zâhir

                        Dünyâda vü ukbâda kulun Leylâ“ya

                        Eyle kerem ey Hazret-i Seyyid Nâsır[59]

Bilhassa musiki sahasındaki bilgi ve maharetine işaret olmak üzere tezkire yazarı Fatin tarafından Farâbî-i Sânî diye tavsif edilen Nâsır Abdülbâkî Dede[60], Hammâmîzâde”nin ney hocalığını yaptığı gibi, II. Mahmut”un huzurunda icra edilen fasıllarda da bulunmuştur. Acembûselik ve Isfahan makamlarında iki Mevlevî âyîni bestelemiş olan Nâsır Dede[61]Dilâvîz, Rûhefzâ, Gülruh, Dildâr ve Hisar Kürdî adlarında beş makam ile Şîrîn adında 22 vuruşlu bir usul, ayrıca bir de daha önce Türk musikisinde olmayan kendine has bir nota sistemi icat etmiştir. Musiki nazariyatı ile de meşgul olan Nâsır Dede, Tedkîk ü Tahkîk ve Tahrîriyye adlarında iki eser kaleme almış, bunlardan Tedkîk ü Tahkîk”te 136 makam ve 21 usulü izah etmiştir. Tahrîriyye”de ise, kendi icat ettiği nota sistemini açıklamış ve III. Selim”in Sûz-ı Dilârâ ayini ile diğer bazı eserler üzerinde bu sistemin uygulamasını yapmıştır. 1209″da Sultan III. Selim”in emriyle yazılan ve ona sunulan bu eserler musikimiz açısından çok önemlidir[62]. Eserlerin yazma bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Nafiz Paşa Bölümü, 1242 numaradadır[63]. Bunlardan başka ağabeyi Ali Nutkî Dede”nin başladığı Defter-i Dervîşân“ı yazmaya devam eden Nâsır Dede, Ahmed Eflâkî”nin Menâkıbu”l-Ârifîn“ini tercüme etmiş, Tuhfe-i Şâhidî”nin Safiyyullah Musa Dede tarafından Arapça”ya tercümesi olan Ta”rîb-i Şâhidî“ye de şerhyazmıştır[64].

Nâsır mahlasıyla şiirler yazan Abdülbâkî Nâsır Dede”nin Dîvân“ı da mevcuttur. Müellif hattı olan tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Nafiz Paşa Bölümü, 941 numaradadır. Başında H. 1209/M. 1794 tarihli Abdülbâkî Dede”nin istishab kaydı olan Dîvân”ın muhteviyâtı şu şekildedir: Başta bir na”t ve ramazaniyye (birlikte) bulunmaktadır. Ardından 1 Mevlânâ methiyesi, 2 ney övgüsü, daha sonra da karışık olarak 4 Sultan III. Selîm”e, 2 Beyhan Sultan”a, 1 Sadrazam Yusuf Paşa”ya, 1 Kaptan Hüseyin Paşa”ya, 1 Çelebi Ebubekir Efendi”ye, 1 de Sultan II. Mahmut”a methiye yazılmıştır. Bu kasîdeler bölümünden sonra Dîvân”da kıt”a ve beyitlerden mürekkep toplam 12 tarih (Dîvân”ın sonundaki 2 tarih de dahil), biri Arzî Mehmed diğeri Gavsî Ahmed Dede”ye olmak üzere 2 tahmis, 1 mütekerrir murabbâ, 55 gazel, 1 rubâî, ayrıca 4 kıt”a ve 36 müfred vardır. Buna göre Dîvân”da toplam 125 manzume bulunmaktadır. Aralarda bazı boş yaprakların bulunmasından, ayrıca sondaki bazı zeyillerden Dîvân”ın tamamlanamadığı anlaşılmaktadır. Orta seviyede bir şâir olan Nâsır Dede”nin Dîvân”ından seçtiğimiz örnekler aşağıdadır.

I

Fâ”ilâtün Fâ”ilâtün Fâ”ilâtün Fâ”ilün

Serde “aşkın ateşi zer-tâc-ı devletdir bana

Şu”le-i dâg-ı derûnum şem”-i vuslatdır bana

Cevrine âmâdeyim bin yâre de ursan nola

Zahm-ı tîgin sînede şehrâh-ı şefkatdir bana

Neyledim bilmem bu çarha rûzı pür-gam gicesi

Mâhı her bir ahteri bir şem”-i hasretdir bana

İstemem sahbâyı sensiz olsa da sahbâ-yı Cem

Neş”esi girye humârı sonra hayretdir bana

Neş”e-i cân-bahş ile sermest isem dâim nola

La”l-i nâbın fikri her dem câm-ı “işretdir bana

Olmazam me”yûs-ı vaslı Nâsır ol şûhun yine

İtdügi cevrin sonı elbet “inâyetdir bana[65]

*****

II

Mefâ”ilün Fe”ilâtün Mefâ”ilün Fe”ilün

                                                 (Fâ”lün)

Gönül bakup ruh-ı cânâna mest olup kalmış

Misâl-i âyîne bî-pâ vü dest olup kalmış

Geçer mi dil heves-i hâl-i zîr-i zülfünden

Sevâd-ı çînde ahter-perest olup kalmış

Ümîd-i la”l-i dilârâ tehî bu tâli”anın

Serimde bâde gibi neş”e best olup kalmış

Dirîg câm-ı ümîdim yed-i te”emmülde

Hezâr seng-i elemden şikest olup kalmış

Tefekkür-i sitem-i dilber ile dil-i Nâsır

Hemîşe kûşe-i hayret-nişest olup kalmış[66]

*****

Abdülbâkî Nâsır Dede, H. 1209/M. 1794″te Mevlevîhâne”nin kafesçisi Şerîfe Ayşe Hatun”un kızı Şerîfe Fatma Hanım”la evlenmiştir. Bu evliliğinden toplam yedi çocuğu dünyaya gelen Nâsır Dede”nin çocuklarından dört tanesi fazla yaşamadan vefat etmiştir[67]. Bilhassa çocuklarından doğumuna aşağıdaki tarihi yazdığı

 

Bâreka”llah hamdü li”llah Mükrim”im bu “abdine

            Bir püser ihsân kıldı Hazret-i Rabbü”l-enâm

            Fikr iderken Nâsırâ mevlûdının târîhini

            Geldi nâmı Şeyh Seyyid Bûbekir târîh-i tâm-1214[68]

Seyyid Ebûbekir Şaban(d. M.1799) Efendi”nin 14 yaşında iken (M.1813″te) ölümü onu çok üzmüştür. Nâsır Dede”nin, Receb Hüseyin ve Osman Salahaddin adlarında iki oğlu, Âişe Sıddıka adında bir kızı hayatta kalmıştır. Âişe Sıddıka Hanım (d. H.1227/M.1812-ö. H.1313/M.1895?), 1828″de Mevlevîhâne”nin aşçıbaşısı Hacı Mehmed Ârif Dede ile evlendirilmiş, bu evlilikten 1839″da Râhatu”l-Ervâh adlı Mevlevî âyîninin bestecisi Ahmed Hüsâmeddin Dede dünyaya gelmiştir[69]. Nâsır Dede”nin vefatı üzerine yerine büyük oğlu Receb Hüseyin Hüsnî Dede Efendi dergâha postnişîn tayin edilmiştir.

Nâsır Dede”yle ilgili kısmı, yazımıza farklı bir çeşni de katması açısından bir anekdotla noktalamak istiyoruz. Sultan II. Mahmut devridir. Padişah sık sık dergâha gelmekte ve her gelişinde dervişlere ihsan-ı şâhânede bulunmaktadır. Bir gün mukâbeleden sonra Şeyh Abdülbâkî Nâsır Dede Efendi ile Sultan oturup sohbet ederler. Bu arada genç padişah:

– Şeyhim, der, bir arzunuz varsa söyleyin de yapalım.

Nâsır Dede şöyle cevap verir:

– Var, ama yapamazsınız.

– Söyleyin yapayım.

– Öyleyse bir daha bu tekkeye gelmeyin!.

Bu sözü hiç beklemeyen pâdişâh şaşkınlıkla sorar:

– Beni evliyâullah kapısından kovuyor musunuz?

Şeyh”in Sultân”ın sorusuna verdiği cevap mânâlı olduğu kadar cür”etkârdır da:

            – Hayır, buradan hiç kimse kovulmaz. Fakat siz geliyorsunuz diye mukâbele yapılıyor, halbuki mukâbele bir vecdin sonucudur. Giderken de dervişlere ihsan-ı şâhânelerde bulunup kalplerini Allah”tan dünyâya çeliyorsunuz. Bundan böyle buraya Mahmut Efendi olarak gelecekseniz gelin. Sultan Mahmut olarak gelmeyin![70].

Receb Hüseyin Hüsnî Dede:

  1. 1223/M. 1808 yılında dünyaya gelen[71]Receb Hüseyin Efendi hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Babası Abdülbâkî Nâsır Dede”nin 1821 yılında vefatı üzerine, şeyhliğe amcası Abdurrahîm Künhî Dede”nin tayin edilmesi gerekirken onun cezbe ve istiğrak içinde bulunması sebebiyle Receb Hüseyin Hüsnî Dede getirilmiştir. 9 yıl şeyhlik yapan Receb Hüseyin Dede, H.1245/M. 1829″da genç yaşta dünyaya veda etmiştir[72]. Baş tarafı amcası ve babası tarafından yazılanDefter-i Dervîşân“a eklerde bulunan[73] Receb Hüseyin Dede, kaynaklarda ifvet ve istikâmetle mâruf, umûmun hürmet ve teveccühünü kazanmış, pek muhterem ve mübârek bir zat olarak anlatılmaktadır[74].

Abdurrahîm Künhî Dede:

Kütahyalı Seyyid Ebubekir Dede”nin oğullarının en küçüğüdür. H. 1183/M. 1769″da İstanbul”da, baba evinde doğmuştur. Çok güzel ve tesirli bir sese sahip olan Abdurrahîm Efendi, küçük yaşta musiki ile ilgilenmeye başlamış, kısa zamanda bu sahada ilerleyerek dergâhın kudumzenbaşılığına yükselmiştir. Abdurrahîm Dede, bir müddet İlahî aşk ile kendinden geçmiş, vecd ve istiğrak hâlinde yaşamıştır. Daha sonra bu hal kendisinden kalkmış, ağabeyi Abdülbâkî Nâsır Dede”nin oğlu Receb Hüseyin Dede”nin H.1245/M. 1829″da vefatı üzerine Hemdem Çelebi tarafından Yenikapı Mevlevîhânesi”nin şeyhliğine atanmıştır. İki yıl bu tekkede şeyhlik yapan Abdurrahîm Dede, H. 1247/M. 1831 yılında Hakk”ın rahmetine kavuşmuş ve Mevlevîhâne”nin türbe kısmına defnedilmiştir. Şu mısralar onun vefat tarihini göstermektedir:

Mahv oldı “aşk-ı Hak”dan Abdurrahîm Efendi

                                   ***

                        Abdurrahîm Efendi pîrâna hemdem oldı[75]

Sandukası üzerindeki kitabede vaktiyle şunlar yazılı imiş:

Yek sâzkâra düşmüş âgâze-i usûli

Vaktinde Fâryâbî “acz ile ebkem olmuş

                        Bir pîşrev çalınmış gûşuna İrcı”îden

                        Peyrevlik ol nevâya hakkında elzem olmuş[76]

Ağabeyleri gibi çok iyi bir musikişinas olan Abdurrahîm Dede, döneminde önemli bir şöhret kazanmıştır. Onun musiki yeteneğini ve becerisini, ayrıca sesinin güzelliğini fark eden Sultan III. Selim onu saraya almak istemişse de büyük ağabeyi ve şeyhi Ali Nutkî Dede müsaade etmemiştir. Abdurrahîm Künhî Dede”nin genç yaşta bestelediği Hicaz Mevlevî âyini Klasik Türk Musikisi”nin en güzel eserleri arasında gösterilmektedir. Bir de bugün unutulmuş olan Nühüft âyin bestelediği söylenen Abdurrahîm Dede, bunlardan başka Anber-efşânmakamını terkip etmiş[77], ayrıca Musâhib Ahmed Ağa, Dervîş Mehmed gibi musikimizin bazı meşhur isimlerinin yetişmesini de sağlamıştır[78].

Künhî mahlasıyla şiirler yazdığı söylenen Abdurrahîm Dede”nin maalesef Türkçe şiirine rastlayamadık. Kaynaklarda Farsça bir şiiri bulunmaktadır[79]. Önce Şerîfe Ayşe Hanım”la evlenen Abdurrahîm Dede”nin bu evliliğinden Abdülkerîm Kadrî(d. 1807) ve Ali Efendi(d. 1812) adlarında iki oğlu[80], Fatma Münîre(d. 1800) ve Saîde Hanım(d. 1802)  adlarında da iki kızı[81] dünyaya gelmiştir.  1815″te bu hanımının ölümünden sonra  evlendiği hanımından da Mehmed Nazîf, Abdülhalim, Mehmed Rıza ve Hâşim adlarında dört çocuğu daha olmuştur[82].

Seyyid Abdurrahîm Künhî Dede”nin vefatından sonra yerine Abdülbâkî Nâsır Dede”nin küçük oğlu Osman Salahaddin Dede postnişîn olmuştur.

Osman Salahaddin Dede:

  1. Cemâziye”l-evvel 1235/M. Şubat 1819″da İstanbul”da Yenikapı Mevlevîhânesi”ne yakın baba evinde dünyaya geldi. Küçük yaşta Beşiktaş Mevlevîhânesi şeyhi Kadrî Efendi”den terbiye alan Osman Salahaddin Efendi, bir taraftan da dergâhın Hünkâr Mahfili Sokağı”nda bulunan Mahmud Ağa Sıbyan Mektebi”ne devam etmiştir. Amcası Abdurrahîm Künhî Dede”nin 1247/1831 yılında vefatı üzerine henüz çocuk yaşta iken Yenikapı Mevlevîhânesi”nin şeyhliğine tayin edilmiştir. Ancak, şeyhin büluğ çağına ulaşmamış olması sebebiyle, Konya”dan gelen bir emirle aynı zamanda Halvetî ve Şehremini Ümmî Sinan Dergâhı şeyhi olan ve Nâsır Dede”den de hilâfet almış Mehmed Sâdık Dede, Mevlevîhâne”ye Ser-tabbahlık (Aşçıbaşılık) göreviyle yeni şeyhe vekil ve mürebbî olarak atanır.     Bir taraftan şeyhlik eğitimi alan Osman Salahaddin Efendi, diğer taraftan da normal tahsîline devam etmiştir. İlk bilgileri Hoca Mahmud Efendi”den almış; Evliyâ Hoca”dan tefsir, hadîs, fıkıh; meşhur Mesnevîhân Hoca Hüsâmeddin”den Mesnevî okumuş, ayrıca Fusûsu”l-Hikem dersi alarak kendini yetiştirmiştir. Nihâyet bir süre sonra da aldıklarını vermeye; Mevlevîhâne”de Mesnevî, Fusûs ve İntihâ-nâme okutmaya başlamıştır.

Osmanlı”nın siyâsî ve sosyal açılardan bir çok karışıklıklara sahne olduğu bir dönemde şeyhlik yapan Osman Salahaddin Dede”nin adı bir çok siyâsî olaya da karışmıştır. Özellikle Midhat Paşa ile samîmî dostluğu sebebiyle, Sultan Abdülazîz”in tahttan indirilerek yerine Sultan II. Abdülhamîd”in getirilmesi olayında etkisi olduğu söylenmektedir. “Gençliğinde ünlü Nakşî şeyhi Hoca Hüsâmeddin Efendi”den Mesnevî okuyan Salâhaddin Dede, Eyüb Hatuniye Tekkesi”nde düzenlenen bir törenle mesnevîhânlık icâzeti almış ve Yenikapı Mevlevîhânesi”nde uzun yıllar Mesnevî dersleri vermiştir. Fakat onun üzerinde durulması gereken en önemli özelliği, Tanzimat dönemi siyasî kadrolarıyla kurduğu yakın ilişki sonucunda Yenikapı Mevlevîhânesi”ni özgürlük fikirlerinin tartışılabildiği başlıca merkezlerden birisi durumuna getirmesidir. Kendisine intisap eden devlet adamları arasında Tanzimat”ın iki büyük sadrazamı, Keçecizâde Fuad Paşa ile Ali Paşa da vardır. Fuad Paşa”nın intisabı, babası İzzet Molla”nın Abdülbâkî Nâsır Dede mürîdi oluşundan ötürü bu dergâha âilece bağlanmanın bir sonucudur. Her iki devlet adamının âilelerine âit mezarlar, Yenikapı Mevlevîhânesi haziresinde hâlen mevcutturlar. Mısırlı olarak anılan Kâmil Paşa ve Şeyhülislam Sâhib Molla da Salahaddin Dede”nin dergâh toplantılarına katılarak devlet sohbeti yapan kişiler arasında ilk anda dikkati çeken isimlerdir. Fakat Salahaddin Dede”nin siyasî hayattaki yerini belirleyen kişi, yakın dostu Sadrazam Midhat Paşa olmuştur. Yenikapı Mevlevîhânesi yakınındaki Arap-zâde çiftliğini satın alarak buraya kendisi için bir köşk yaptıran Midhat Paşa, I. Meşrutiyet öncesi anayasa tartışmalarını hiç kuşkusuz Salahaddin Dede”nin toplantılarına da taşımış ve bu durum daha sonra Yenikapı Mevlevîhânesi”nin II. Abdülhamid tarafından kontrol altında tutulması sonucunu doğurmuştur. II. Abdülhamid”in dergâh üzerindeki kuşkularını sürekli canlı tutan başlıca neden, henüz şehzâde iken Midhat Paşa”yı kendisine tanıştıran kişinin Salahaddin Dede olmasıdır. Bu tanışma esnâsında Şehzâde Abdülhamid”in Midhat Paşa”ya Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu”nu pâdişâh olduğunda ilan edeceğine dâir verdiği sözün tek tanığı da Salahaddin Dede”dir. Fakat II. Abdülhamid, pâdişâhlığı döneminde Midhat Paşa ve çevresi hakkında Abdülaziz”e komplo düzenlemek iddiasıyla soruşturma açtırmış, dolayısıyla Salahaddin Dede”nin de sarayla ilişiği kesilmiş ve Yenikapı Mevlevîhânesi istibdat yılları boyunca jurnalcilerin en yakından takip ettikleri bir yer olma özelliğini kazanmıştır.”[83] İlk başta, Salahaddin Dede”ye sarayda kendisine Mesnevî okuması için maaş bile bağlayan II. Abdülhamîd, bir süre sonra bu dersleri kesmiş, daha sonra da şeyhin Mevlevîhâne”den çıkmasını yasaklamıştır. Son zamanlarında tamamen inzivâya çekilen Osman Salahaddin Dede, H. 1304/M. 1886″da vefat etmiş ve Mevlevîhâne”nin yakınına defnedilmiştir. Vefatına Beglikçi Muavini İsmet Bey ve Ârif Türkçe, Girîdî Muhtar Efendi de Farsça tarih yazmıştır. Ârif”in manzûmesinin son beyti aşağıdadır:

Geldi bir gülbânk ile târîh Ârif gûşuma

                        Hû diyüb “Osmân Efendi vardı Mevlânâ”sına

İsmet Bey”in tarih mısraı ise şu şekildedir:

İtdi Hakk”a cân fedâ “Osman Salahaddin Dede[84]

55 yıl gibi uzun bir süre şeyhlik yapan Osman Salahaddin Dede”nin zamanında Yenikapı Mevlevîhânesi paşa, vezir, âlim, şehzâde ve pâdişâhlardan oluşan çok geniş bir müntesip ve ziyaretçi kitlesine ev sahipliği yapmıştır. Daha önce zikredilen Sadrazam Fuad ve Ali Paşa, Yusuf Kâmil Paşa, Prens Mustafa Paşa, Âdile Sultan”ın eşi Mehmed Ali Paşa, Ahmed Midhat Paşa, eski şeyhüslamlardan Saadedin ve Refîk Efendiler bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Sultan II. Mahmud, Abdülmecîd, Abdülazîz ve II. Abdülhamîd ile daha sonra pâdişâh olan Şehzâde Hamîd ve Reşâd Efendiler de bu ziyaretçilerdendir. Daha sonra Sultan olan Mehmed Reşad başta olmak üzere çok geniş bir müntesip kitlesi bulunan Salahaddin Dede[85], Tanzimat döneminde şeyhülislamlık makâmına bağlı olarak ve tarîkatların devlet denetimi altında tek merkezden yönetimi amacıyla 1868″de kurulan Meclis-i Meşâyıh”ın kuruluşundan 1880 yılına kadar üç dönem başkanlığını da yapmıştır. Dede”nin bu göreve atanmasında Mevlevî muhibbi ve neyzen olan Sultan Abdülaziz”in de tesiri olsa gerektir[86]. İyi derecede Arapça ve Farsça bilen Osman Salahaddin Dede”nin eserleri ise şunlardır: Arapça El-Lisânü”l-Muhammediyye Fî Mâdalle Bihi”l-“Îseviyye, Hoca İshak Efendi”ye cevap tarzında yazılmış Vahdet-i Vücud RisâlesiMesnevî-i Şerîf Hâşiyesi ve Sultan Mehmed Reşad adına şehzâdeliğinde yazılmış pâdişâhlara gerekli olan sıfatlar hakkında yazılmış ahlakî ve siyasî bir risâle[87]. Her ne kadar Bursalı Mehmed Tâhir bazı tasavvufî şiirleri olduğunu söylüyorsa da bunlara örnek vermemiştir[88]. Biz de araştırmalarımızda Salahaddin Dede”nin şiirine rastlayamadık.

Osman Salahaddin Dede, H. 1288/M.1871″de vefat eden Dervîşe Hatice Şöhret Hanım”ın kızı ile evlenmiş[89], Hacı Kemal ve Mehmed Celâleddin adlarında iki oğlu olmuş, vefatından sonra da yerine Mehmed Celâleddin Efendi postnişîn olmuştur.

Mehmed Celâleddin Dede:

H.8 Rebîü”l-evvel 1265/M.1 Şubat 1849″da Yenikapı Mevlevîhânesi”nde doğdu. Annesi, Attar Hacı Tahir Efendi”nin kızı Hacı Münîre Hanım”dır. İlk tahsilini Davudpaşa Rüşdiyesi”nde bitirdikten sonra, Fatih Camii”ne devam ederek Şeyh Hâfız Gâlib ve Mustafa Efendi”lerden daha sonra da Filibeli Muhâcir Mahmud Efendi”den TasavvurâtTasdîkâtŞerh-i AkâidMa”ânî gibi medrese derslerini almıştır. Bundan sonra babası Osman Salahaddin Dede”den MesnevîFusûsu”l-Hikem, ve Celaleddin-i Devvânî”nin Zevrâ“sını, Tunuslu Mustafa Efendi”den Fütûhât-ı Mekkiyye ve Buhârî-i Şerîf“i okumuştur. Bu suretle dînî ve tasavvufî konulardaki bilgisini arttıran, Arapça ve Farsça”sını geliştiren Mehmed Celâleddin Efendi, diğer taraftan da çevresinin yardımları ve şahsî gayretleriyle edebiyat ve musiki sahalarında kendini yetiştirmiştir.

Babasının son zamanlarında yalnızlığı tercih etmesi üzerine, Konya”dan gelen izinle H.1286/M. 1869″dan itibaren babasına vekâlet etmeye ve dergâhtaki âyînleri yönetmeye başlayan Mehmed Celâleddin Dede, 1886″da babası Osman Salahaddin Dede”nin vefatı üzerine Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhliğine tayin edilmiştir. Celâleddin Dede ayrıca, H. 1305/M. 1887″de Eskişehir Mevlevîhânesi postnişîni Hasan Hüsnî Dede Efendi”den Mesnevî icâzeti, Trablusî Arab Mustafa bin Osman Şibnî”den de Şâzeliyye tarîkati hilâfeti almıştır. Celâleddin Dede”ye daha sonraları Kâdiriyye ve Çeşdiyye tarîkatlarından da hilâfet verilmiştir.

22 sene Yenikapı Mevlevîhânesi”nde asâleten şeyhlik yapan Celâleddin Dede, H. 30 Rebîü”l-âhir 1326/M. 18 Mayıs 11208″de vefat etmiş ve aynı dergâhta babasının yanına defn edilmiştir. Son yıllarında iyice rahatsızlanan, hattâ tebdîl-i hava ve tedâvî için Kâhire”ye giden Celâleddin Dede”nin yerine, oğlu Abdülbâkî Efendi vekâlet etmeye başlamıştı. Bundan başka, vefatından iki sene önce Mevlevîhâne”nin içindeki çok kıymetli kitaplarla beraber bir yangın felâketine maruz kalması da şeyhi çok üzmüştü. Mehmed Celâleddin Dede Efendi”nin vefatına bir çok tarih düşürülmüştür. Halil Edîb, Ahmed Remzî, Vassâf Bey-zâde Mahmud Cemil Bey, İsmet Bey ve Tâhirü”l-Mevlevî tarih yazanlardandır. İsmet Bey”in tarihi aşağıdadır:

Cenâb-ı Şeyh “Osmân-ı Velî”nin necl-i mes”ûdı

                        Yigirmi iki yıl hüsn-i idâre itdi dergâhı

                        Didi Dervîş “İsmet hîn-i fevtinde bu târîhi

                        Celâl-i Mevlevî “aşk ile buldı vuslatu”llahı

Halil Edîb Bey”in epeyce uzun manzûmesinin sonu şu şekildedir:

Dergeh-i Bâb-ı Cedîd”in şeyh-i vâlâ-himmeti

Her gören meftûn idi cândan o kudsî-sîrete

Mislini nâdir görür devrân bir öyle kâmilin

Rûh bahş eylerdi enfâsı rumûz-ı hikmete

Eyledikce Mesnevî”den cânları reyyân-ı feyz

Sevk iderdi “âlem-i ervâhı vecd ü hayrete

Âsumân târîhine eyler Edîb“in ser-fürû

Gitdi dünyâdan Celâleddîn Efendi cennete

Üsküdar Mevlevîhânesi”nin son şeyhi Ahmed Remzî (Akyürek) Dede ise, Celâleddin Dede”nin vefatına iki tarih manzumesi yazmıştır. Bunlardan hem Celâleddin Dede”nin vefatını hem de Celal Dede”nin oğlu Abdülbâkî Efendi”nin postnişîn oluşunu ifade eden manzume aşağıdadır:

Semiyy-i mefhar-i sâdât İbn-i Şeyh Salâhaddîn

Nümâyân idi zâtında Cenâb-ı Pîr”in ahlâkı

Yenikapı”da feth-i bâb-ı irşâd eyledi haylî

Olup dil-teşnegân-ı feyze âb-ı aşkdan sâkî

İdince tekye-i dârü”s-selâm-ı vuslata rıhlet

Firâkı eşk-bâr-ı mâtem itdi cümle uşşâkı

Fakat necl-i necîbi Hazret-i Bâkî Efendi”de

Bulurlar ba”d-ez-în tâlib olanlar feyz-i Hallâk”ı

Şu bir mısra”da Remzî münderic geldi iki târîh

Celâleddîn Muhammed gitdi ammâ sırrıdır Bâkî

Tâhirü”l-Mevlevî (Olgun) aynı zamanda tarîkatta şeyhi olan Celâleddin Dede”nin dünyadan gidişine bir kaç tarih yazmıştır. Bunlardan birini aşağıya alıyoruz:

Gûş idüp neyden nevâ-yı İrci”î

İtdi şeyh-i Mevlevî”azm-i Cemâl

Bendesi Tâhir didi târîhini

Virdi cânın mürşid-i a”zam Celâl[120]

 

Mehmed Celâleddin Dede, ahlakı ve etvarıyla, ilmi, edebi ve ciddiyetiyle son devrin örnek mutasavvıflarından biridir. 1884-1886 yılları arasında Meclis-i Meşâyıh nâzırlığı yapmış ayrıca, Medresetü”l-Meşâyıh”ın kurulmasını harâretle tavsiye etmiştir. Tâhirü”l-Mevlevî”nin naklettiği bir sohbetinden Celâleddin Efendi”nin tekkelerin çöküşünü yaklaşık 20 yıl kadar önce hissettiği ve  tekkeleri yeniden ıslah ve ihyâ etmenin çarelerini aradığı anlaşılmaktadır[91]. Kaynaklarda bilhassa sohbetlerinin tesiri üzerinde durulmakta; dînî konularda, edebiyatta, özellikle de tasavvuf ile musikide ihtisas sahibi biri olarak gösterilmektedir. Musikiyi ve tanburu İsmet Ağa”dan, Büyük ve Küçük Osman Bey”lerle Nikoğos”tan öğrenen, musikinin amelî ve nazarî kısımlarıyla meşgul olan Celâleddin Dede”nin tanbur çalmada asrının ferîdi olduğu söylenmektedir. Rauf Yektâ”nın musikide ikinci hocasıdır. Ancak Celâleddin Dede”nin musiki açısından en önemli yönü, aynı zamanda dolaylı yoldan amcasının oğlu olan Galata Mevlevîhânesi şeyhi Kudretullah ve eniştesi olan Bahariye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede”yle birlikte Türk musikisini ilmî bir disiplin halinde ele almaları ve yetiştirdikleri Rauf Yekta, Subhi Ezgi, A. Avni Konuk ve H. Saadettin Arel gibi talebelerin ilgisini bu konuya çekmeleridir. Yılmaz Öztuna, bugün hâlâ kullanılan bazı musiki terimlerini Celâleddin Dede”nin koyduğunu belirtmektedir. Bunlardan başka Mehmed Celâleddin Dede, Nayî Osman Dede”nin Hicaz Mevlevî ayinini yeniden düzenleyerek Dügâh makamında bestelemiştir ki bu da kaynaklarda övülmektedir[92].

Yukarıda da söylediğimiz gibi, Tâhirü”l-Mevlevî”nin tarîkatta şeyhi ve mürebbii Celâleddin Dede”dir. Tâhirü”l-Mevlevî (Olgun), Mehmed Es”ad Dede”den Mesnevî dersleri ve Mesnevîhânlık icâzeti almış fakat ona intisap etmemiştir. Mehmed Es”ad Dede, onu bizzat elinden tutarak, büyük oğlu Burhâneddin Efendi”ye izâfeten Ebu”l-Burhan diye de anılan Celâleddin Dede”ye intisap ettirmiştir[93]. “… Beni Yenikapı Mevlevîhânesi”ne götürüp merhum Şeyh Celâleddin Efendi Hazretleri”nden sikke giydirtti ve mürşid-i müşârün ileyhe intisap ettirdi. Vâkıa, daha evvel Hoca merhum abd-i âcize telkîn-i zikr etmişti; lâkin tarîkaten biat vermemişti. Mâlûm-ı âlînizdir ki, tarîkatta biat onu veren şeyh ile alan derviş arasında yek-diğerini dervişliğe ve şeyhliğe kabul etmiş olduklarına dâir el ele tutuşmak suretiyle yapılan bir muâhede demektir ki, mürit, ancak bu taahhüdden sonra o şeyhin dervişi olur. Hoca merhum kendinden mezunen zikir ve semâ ettiğim halde bana biat vermemiş, benim kendisinden değil, Şeyh Celâleddin Efendi merhumdan feyz alacağımı söylemişti…”[94] Tahir Olgun, şeyhi Celâleddin Dede için methiyeler de yazmıştır. Meselâ Dede”nin torununun doğumu için söylediği tarih manzumesinin baş tarafı şu şekildedir:

Dergeh-i Bâb-ı Cedîd”in şeyh-i vâlâ-gevheri

Sâlikân-ı râh-ı tevhîdin güzîde rehberi

Câ-nişîn-i Hazret-i Mollâ-yı Mevla”l-ârifîn

Hâmil-i esrâr-ı Sıddîk u kemâl-i Hayderî

Şeyh Celâlüddin Efendi kim cenâb-ı pâkidir

Âsumân-ı evliyânın âfitâb-ı enveri

Sâhibü”l-vakt-i tasarruf kutb-ı a”zamdır o kim

Eylemiş ism-i Celâl-i zâtının Hak mazharı[95]

İhtifalci lakabıyla tanınan Mehmed Ziya Bey, ayrıca Cumhuriyet döneminin meşhur Maarif Vekili Hasan Âli Yücel de Mehmed Celâleddin Dede”den etkilediği kişilerdendir[96]. Celâleddin Dede, Hasan Âli”nin şuuraltında derin izler bırakmıştır. Hatta Yücel”in tasavvufu, Mevlevîliği, musikiyi, ses ve nefesi Celâleddin Dede vasıtasıyla tanıdığı ve sevdiği söylenebilir.

Sürekli sanat muhîti içinde olan, musikişinas ve şâirlerle görüşen Celâleddin Dede kendisi de edebiyat ve şiirle meşgul olmuş, Şeyhî mahlasıyla bazı manzumeler yazmıştır. Ancak bunların sayısı sınırlıdır. Bulabildiğimiz manzumeleri aşağıdadır.

I

Gazel

Mef”ûlü Fâ”ilâtü Mefâ”îlü Fâ”ilün

“Âşık hemîşe nâle vü âh eylemek gerek

Yârin yolunda cismi tebâh eylemek gerek

Cân vermeyince şâhid-i “aşk eylemez zuhûr

Başın fedâ-yı “arbedegâh eylemek gerek

Düşdi hevâ-yı dâne-i ruhsâra murg-ı dil

Pâ-best-i kayd-ı zülf-i siyâh eylemek gerek

Gönlüm asıldı kaldı ser-i târ-ı perçeme

Girdi hatâya varsa günâh eylemek gerek

Derk eylemez hakâ”ıkı her vasla pûş olan

Serpûş-ı Mevlevîyi külâh eylemek gerek

Ser-menzil-i hakîkate irmek diler isen

Dergâh-ı pîri püşt ü penâh eylemek gerek

Şeyhî Cenâb-ı Ahkar-ı “aşk-âşinâ gibi

Bir Mevlevîyi hemdem-i râh eylemek gerek[97]

******

II

 

       Rubâî

Mef”ûlü Mefâ”ilün Mefâ”îlün Fâ

Ey mefhar-i evvelîn olan Mevlânâ

V”ey melce”-i âhirîn olan Mevlânâ

Dervîşlerini hakîkate vâsıl kıl

Ey hâdî-i râh-ı dîn olan Mevlânâ[98]

******

III

 

       Rubâî

Mef”ûlü Mefâ”ilün Mefâ”îlün Fâ

Revnak-dih-i mümkinât olan Mevlânâ

Ârâyiş-i kâinât olan Mevlânâ

Dünyâda vü âhiretde destgîrim ol

Dilmürdelere hayât olan Mevlânâ[99]

******

III

 

      Şarkı

Müstef”ilün Müstef”ilün

Ey andelîb-i hoş-nevâ

Şerh eyleyim hâlim sana

Rahm eyle sen bârî bana

Düşdüm o gül-rûdan yana

Dünyâ harâm olsun bana[100]

Bunlardan başka, Celâleddin Dede”yle Ahkar mahlaslı Meclis-i Muhasebât reisi Zühdî Bey”in müştereken yazdıkları bir manzume de aşağıdadır: 

Gazel-i Müşterek

 

Fâ”ilâtün Fâ”ilâtün Fâ”ilâtün Fâ”ilün

Şeyhî   Kûh u sahrâ-yı cünûnda ben ki cevlân eyledim

Ahkar  Cûları te”sîr-i efgânımla giryân eyledim

  1. Öyle bir vâdî-i ye”se sâlikim ki reşk ile

Ş.        Kays ile Ferhâd”ı ol vâdîde hayrân eyledim

Ş.        Eyleyüp âzâde-i kayd-ı mahabbet gönlümü

  1. Vâkıf-ı esrâr-ı “aşk-ı zât-ı Sübhân eyledim
  2. Dil esîr-i çâh u zindân-ı “anâsırken anı

Ş.        Mülk-i istignâda taht-ı “aşka sultân eyledim

Ş.        Çâk idüp delk-ı vücûdı “aşk-ı hestî sûz ile

  1.   vü men bünyâdını bir demde vîrân eyledim
  2. Virdim ikrâr-ı fenâ fi”llah terk-i terk idüp

Ş.        Matbah-ı fakr-ı etemde cânı üryân eyledim

Ş         Lânesâz-ı şâhsâr-ı “aşk olaldan bâg-ı dil

  1. Tâir-i kudsî gibi tâ “arşa tayrân eyledim
  2. Şâhbâz-ı cidd ü cehdi şehper-i tevhîd ile

Ş.         Evc-i kurb-ı hazrete her lahza perrân eyledim

Ş.        Yandı per ü bâl kasdı kaldı Cibrîl-i hıred

  1. Seyr-i fi”llaha varup tefrîdi iz”ân eyledim
  2. Pîr-i mey sahbâ-be-dest cân atdı istikbâlime

Ş.        Ol zaman ki “azm-i bezm-i şâh-ı hûbân eyledim

Ş.        Pâsbân-ı kârbân-ı râh-ı Hakk”ım çünki ben

  1. Savb-ı maksûdı bütün “uşşâka i”lân eyledim
  2. Devlet-i sermed irişdi hamdü li”llah sıdk ile

Ş.        Kendimi Kıtmîr-i bâb-ı şîr-i Yezdân eyledim

Ş.        Dergeh-i Mollâ-yı Rûm”a eyleyüp vakf-ı vücûd

  1.  Ahkar-âsâ niçe bin giryânı nâlân eyledim
  2. Mesnevî”den terbiyet-yâb-ı füyûzât eyleyüp

Ş.        Şeyhiyâ tıfl-ı dili bir merd-i meydân eyledim[101]

Genç yaşında, Meclis-i Zabtiye üyesi ve Mevlevîlik tarîkatına bağlı olan Mustafa Nâilî Efendi”nin kızı Nazîfe Hanım”la evlenmiş olan Mehmed Celaleddin Dede”nin Burhâneddin ve Abdülbâkî adlarında iki oğlu olmuş ve vefatından sonra da yerine Abdülbâkî Efendi postnişîn tayin edilmiştir.

Abdülbâkî (Baykara) Dede:

  1. 15 Ramazan 1300/M. 20 Temmuz 1883″te Yenikapı Mevlevîhânesi”nin harem kısmında dünyaya gelen Mehmed Abdülbâkî Efendi”nin annesi, Nazîfe Zelîha Hanım”dır. 4 yaşında dedesinden besmele çekerek tahsile başlayan Abdülbâkî Efendi, evvelâ Muallim Musa Dede”den Kur”ân ve tecvid dersi almış, ardından Dârü”t-Tahsîl adlı özel bir okula gitmiş, daha sonra da H. 1318/M. 11200″de  Davudpaşa Rüşdiyesi”ni bitirmiştir. Abdülbâkî Efendi bundan sonra devrin tanınmış âlimlerinden dersler alarak kendini yetiştirir. Bu bağlamda babasından Mesnevî; Demircili Ahmed Fuad Efendi”den sarf, nahiv, mantık; Bayezid Devlet Kütüphanesi hâfız-ı kütübü İsmâil Sâib (Sencer) Efendi”den maânî, kelam, akâid, Sahîh-i Buhârî ve Şifâ-i Şerîf; Mesnevîhan Es”ad Dede”den Farsça, Sütlüce Sa”dî Dergâhı şeyhi ve Meclis-i Meşâyıh Reisi Elif Efendi”den tasavvuf ve Mesnevî dersleri alarak sonunda Mesnevî(11206) ve ilmiyye(11208) icâzetnâmeleri almıştır.

Babasının son yıllarında (11203″ten itibaren) ona vekâlet eden Abdülbâkî Efendi, onun 11208″deki vefatından sonra da  yerine geçmiştir. 11209″de Meclis-i Meşâyıh azâlığına seçilmiş, dokuz yıl bu görevi sürdürmüştür. Abdülbâkî Dede, bu görevdeyken çıkan I. Dünya Savaşı”nda Süveyş Kanalı”nı İngilizler”den geri almak için yapılan Kanal Harekâtı”na katılmak üzere kurulan Mücâhidîn-i Mevleviyye adlı gönüllü alayına binbaşı rütbesiyle ve kumandan vekili olarak katılmış, fakat bir süre sonra hastalığı sebebiyle geri dönmek zorunda kalmıştır. 1925 yılında tekkelerin kapatılmasıyla şeyhlik görevi resmen sona eren ve kanun gereği Baykara soyadını alan Abdülbâkî Efendi, bundan sonra İstanbul Türk Ocağı müdürlüğü, Kütüphaneler Tasnif Komisyonu üyeliği yapmış, Darülfünun Edebiyat ve İlahiyat fakültelerinde Farsça dersleri vermiştir. 1933″teki üniversite reformu ve Darülfünun”un İstanbul Üniversitesi”ne dönüştürülmesinden sonra vazîfesinden alınan Bâkî Efendi”nin son görevi Bakırköy Ermeni Lisesi”nde (Bezezyan) edebiyat öğretmenliğidir. Burada iki ay kadar çalışabilen Abdülbâkî Baykara, H. 24 Zilkâde 1353/M. 28 Şubat 1935 tarihinde fânî dünyaya gözlerini kapatmış ve vasiyeti gereği Hâmûşân Mezarlığı”na, Yenikapı Mevlevîhânesi”nin ilk şeyhi Kemal Ahmed Dede”nin yanına defnedilmiştir[102]. Vefat ettiği gün Kütüphaneler Tasnif Komisyonu üyeliğine seçilmiş, ondan bir gün sonra da Maltepe Askerî Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. Abdülbâkî Dede”nin vefatına da epeyce tarih yazılmıştır. Tahirü”l-Mevlevî”nin şeyhinin oğlu olan Bâkî Dede”nin vefatına yazdığı tarih şu şekildedir:

Yazdım ey Tâhir mücevher harf ile târîhini

                        “Âlem-i câvîde gitdi rûh-ı Şeyh-i Mevlevî

Ahmed Remzî Dede”nin yazdığı tarihlerden birincisi aşağıdadır:

Yenikapı Mevlevîhânesi Post-nişîni Abdülbâkî Dede”nin Târîh-i İrtihâli

                        Ced-be-ced şeyh-i celîl-i tekye-i bâb-ı cedîd

                        Râzdân-ı bişnev ez ney çün hikâyet mî koned

                        Şâir-i muğlak edîb-i nüktedân Bâkî Dede

                        Yüz çevirdi nâgehân dâr-ı fenâdan tâ-ebed

                        Der-be-der olmakdan itdi bâb-ı Hakk”a ilticâ

                        Gördi kim dest-i kazâ itdi der-i dergâhı sed

                        Hâtıra gelmezdi böyle nâz-perver şeyh-i pâk

                        İhtiyac-âlûde hasbina”llahu”s-Samed

                        Bir muvahhid çıkdı Remzî yazdı târîh-i güher

                        Aldı fânîden bekâya Şeyh-i Bâkî”mi Ehad

Yine Remzî Dede”nin yazdığı bir tarihin sonu da şu şekildedir:

İki târîhi Remzî bir çıkardın kilk-i fânîden

                        Bin üç yüz elli üçde Şeyh Bâkî göçdi bâkîye

Ebussuud-zâde Suud Bey”in tarihi şudur:

Rıhletin ey güzîde-i hilkat

                        Etdi kalb-i halâ”iki me”yûs

                        Dedi nâlân olup lisân-ı kazâ

                        Gitdi Bâkî-i nükte-senc efsûs

Abdülbâkî Gölpınarlı”nın 7 beyitlik kıt”asının tarih mısraı da aşağıdadır:

                        “Aşk-ı Mevlânâ ile Bâkî Efendi gitdi âh[103]

Yenikapı Mevlevîhânesi”nin son şeyhi olan Abdülbâkî Dede, kaynakların naklettiğine göre halim, vakur, güzel ahlak sahibi, zarif, hoşsohbet, çok zeki ve nüktedan ayrıca, fıtratında şiir kabiliyeti olan biridir[104]. İbnülemin, Bâkî Efendi”yi “edîb, nâzik, nüktedan, sühanşinâs, ve istediği vâdîde şiir söylemeğe muktedir bir şâir-i mâhir” olarak tavsif etmektedir[105]. Musiki ile de meşgul olmakla birlikte asıl nüktedanlığı ve şairliği ile tanınmış olan Abdülbâkî Baykara[106], hece ve aruzla yazdığı bu şiirlerinde Bâkî mahlasını kullanmıştır. Bazı şiirleri muhtelif bestekarlar tarafından ve çeşitli makamlarda bestelenmiştir[107]. Türkçe ve Farsça şiirler yazmış olan Baykara, ebced hesabıyla tarih düşürmede zamanının en önde gelenlerinden biridir. Tasavvufî ve ciddî şiirlerden başka mizahî manzumeler ve hicviyeler de kaleme almıştır. Abdülbâkî Efendi”nin şiirlerinin bir kısmı Mahfel ve Osmanlı Tarih ve Edebiyatı adlı mecmualarda neşredilmiştir. Ayrıca şair dostu Ebussuud-zâde Suud Bey onun şiirlerini derleyerek Enfâs-ı Bâkî adı altında biraraya getirmiştir ki mezkur eser bugün Millet Kütüphanesi, Ali Emîrî Manzum Eserler Bölümü, Nu. 533/1″dedir. Abdülbâkî Baykara Dede”nin şiirlerinden seçtiğimiz örnekler aşağıdadır.

TEVHÎD

Mef”ûlü Fâ”ilâtü Mefâ”îlü Fâ”ilün

İtdim cihâna “ibretle şöyle bir nigâh

Zerrât-ı dehr virdi bana ders-i intibâh

Eşyâ gözümde kesb-i vuzûh itdi ser-te-ser

Mir”ât-ı sîneden silinüp jeng-i iştibâh

Hissim tahavvül eyledi hiss-i hakîkate

Oldı küşâde fikrime bir başka şâhrâh

Gördüm hakâyıkla şu”ûnât-ı “âlemi

Ref” oldı dîdeden o zaman perde-i siyâh

Sordukda kâ”inâta o yârin nişânını

Mevcûd olan O”dur didiler Leyse Mâsivâh

Bâkî kalan bu cihânda nedir didim

Her zerre söyledi kim Lâ İlâhe İllallâh[108]

******

GAZEL

Mef”ûlü Fâ”ilâtü Mefâ”îlü Fâ”ilün

Çeşm-i kebûd-ı yâr gelince hayâlime

Nûr indi sanki kalb-i melâl-iştimâlime

Evc-i safâ-yı vahdete ben yükselir idim

Terk etmiş olsalardı beni kendi hâlime

Bir zerreyim zuhûrda ma”nâda âfitâb

Noksan irer mi ta”n-ı “adûdan kemâlime

Kaddim büküldü gerçi tenim olur bî-tüvân

“Îd-i visâle irdi bakanlar hilâlime

Kalbim hazîne-i güher-i bî-nazîrdir

Bir lokma nân yoksa da ehl ü ıyâlime

Ben bende-i kemîne-i evlâd-ı Hayder”im

Şâhid semâ vü arz ola sıdk-ı makâlime

Bâkî başımda tâcı ola fahr-ı Mevlevî

Dil-besteyim bu fahr ile Molla Celâl”ime[109]

*****

 

O YOLUN YOLCUSU

11″li Hece Vezni

Elimde bir asâ tamam kırk sene

Dolaştım aşkımın sahrâlarında

Bir yudum su yoktu uyurken bile

Serâblar göründü sevdâlarında

Bin renkli çiçekler açmıştı perler

Uçardı üstünde şen kelebekler

Ben çiçek sanmıştım dikenmiş meğer

Kanattım kalbimi sevdâlarında

 

Sevgisiz bu cihân loştur dediler

Sevdâsız yaşamak boştur dediler

Mahabbet şarâbı hoştur dediler

İçtiğim zehr oldu sahbâlarında

 

Bir ırmak içinde gümüş su vardı

Gelip geçenleri bütün suvardı

Bir yudum içince gözüm karardı

Sandım ki alev var mecrâlarında

 

Elime verdiler benim bir kitâb

Meâli dediler aşk ile şebâb

Bîçâre gönlümü eyledi harâb

Hakîkat bulmadım ma”nâlarında

 

Bu korkunç vâdîde kaldım bîkesim

Bağırmak istedim çıkmadı sesim

Yalnız ümîdim, aşkım, hevesim

Kırık rübâbımın nevâlarında[110]

 

***

GÖRDÜM

11″li Hece Vezni

Dün gece seyredip bâtın yüzünden

Cihânı kendimde pinhândır gördüm

Okudum sâkînin elâ gözünden

Onu da aşkıma hayrândır gördüm

 

Dîdeme envâr-ı hazret göründü

Ser-te-ser kitâb-ı hikmet göründü

Hâsılı kesrette vahdet göründü

Sâcidi, mescûdu yeksândır gördüm

 

Nûş ettim sâkînin peymânesinden

Feyz aldım o çeşm-i mestânesinden

Mâsivâ ref” oldu dil hânesinden

Cânânı kalbimde mihmândır gördüm

 

Şarâb-ı vahdetten bir iki çaktım

Dilimde çerâğ-ı irfânı yaktım

Cemâda, nebâta, hayvâna baktım

Her şeyin aslını insândır gördüm

 

Ka”be vü büthâne hepsi bahâne

Her yerde görünen vech-i cânâne

Güneşler bu şem”e olmuş pervâne

Cihânı bu aşkla nâlândır gördüm

 

Bu cihân bir ulu pazarmış meğer

Yaradan her şeyden satarmış meğer

İnkârın aslı da ikrarmış meğer

Küfrü de aynıyla îmândır gördüm

 

Dergâh-ı Rahmân”ı penâh edince

Bu yolda cismimi tebâh edince

Deryâ-yı rahmete nigâh edince

Azâb-ı cahîmi âsândır gördüm[111]

***

[MURABBA”]

Fâ”ilâtün Fâ”ilâtün Fâ”ilâtün Fâ”ilün

Ey yanan nâr-ı sivâdan menba”-ı envâra gel

Dergeh-i Ahmed Rıfâî”de açıl gülzâra gel

Terk idüp inkârı ey dil sıdk ile ikrâra gel

Dergeh-i Ahmed Rıfâî”de açıl gülzâra gel

 

Halka-i tevhîde cân ver nefha-i “Îsâ gibi

Hâmil ol sırr-ı “Ali”yi nây-ı Mevlânâ gibi

Âh u feryâd ile her dem bülbül-i şeydâ gibi

Dergeh-i Ahmed Rıfâî”de açıl gülzâra gel

 

Kayd-ı hestîyi yıkup baştan başa vîrâne ol

Bûd u nâbûd-ı cihânı bilme gel dîvâne ol

Nâr-ı “aşka ey gönül Bâkî gibi pervâne ol

Dergeh-i Ahmed Rıfâî”de açıl gülzâra gel[112]

***

            “AŞK VE MA”ŞÛK VE “ÂŞIK

11″li Hece Vezni

Gözün aç, var mı ey gâfil cihânda olmayan “âşık!

Kuruldı “aşkile “âlem, zemîn ü âsumân “âşık.

Nedir bu hâl-i hayret-bahş pîr “âşık, civân “âşık

Kim “âşıkdır, kime “âşık, niçün eyler figân “âşık?!

Hudâ “âşık, Resûl “âşık, bütün kevn ü mekân “âşık!

 

Çocuk bâzîçenin, dil dilberin “aşkı ile sûzân

Neden bilmem, neden bu sırr-ı “aşkı bilmiyor insân?

Neden bilmem, neden bu hâleti derk itmiyor iz”ân?

Bakılsa “âleme söyler lisân-ı hâl ile her an:

Hudâ “âşık, Resûl “âşık, bütün kevn ü mekân “âşık!

 

Kimi ağlar, kimi inler, kimi handân olur her bâr

Kimi zevk u sürûr içre, kimi dil-haste ve nâçâr

Cihânda “aşk ider bak dürlü dürlü kendini izhâr

Nedir bu râzı gerçi bilmem ammâ eylerim ikrâr:

Hudâ “âşık, Resûl “âşık, bütün kevn ü mekân “âşık!

 

Nedir bu hâl-i mübhem, âteş-i aşkı yakan kimdir?

Dil-i dîvâneyi zencîr-i “aşka bağlayan kimdir?

Gülen kim, güldüren kim, ağlayan kim, ağlatan kimdir?

Kim “âşıkdır, İlâhî “aşka ma”şûk olan kimdir?

Hudâ “âşık, Resûl “âşık, bütün kevn ü mekân “âşık!

 

Tecellî eyleyince hubb-ı zâtî vech-i âdemde

Şu”ûnât-ı cihân geldi vücûda, hepsi bir demde

Nihân olmuşken ey Bâkî nevâ-yı “aşk nâlemde

“Aceb mi ben dahi da”vâ-yı “aşk itsem bu “âlemde

Hudâ “âşık, Resûl “âşık, bütün kevn ü mekân “âşık![113]

***

Abdülbâkî Baykara Dede”nin Ahmet Gavsî, Mehmet Celal ve Osman Salahaddin Resûhî adlarında üç oğlu, Kerrâ ve Nazîfe Gevher adlarında da iki kızı olmuştur. Bunlardan Gavsî Baykara, 24 Mart 11202″de doğmuş, 15 Kasım 1967″de vefat etmiştir. Ali Rıza Şengel yönetimindeki İstanbul Belediyesi Konservatuarı İcrâ Heyeti”nde bulunmuş iyi bir neyzendir. İki çocuğu olmuştur. Celal Baykara”nın Erçin ve Abdülkadir adlarında iki oğlu, ayrıca üç kızı olduğunu öğrendik. Resûhî Baykara ise, 15 Temmuz 1913″te dünyaya gelmiştir. 1940″ta XVIII. Asır Şâirlerinden Mehmed Esrar Dede, Hayatı, Tasavvufî, Edebî Şahsiyeti ve Eserleri adlı teziyle İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi”nden mezun olan Resûhî Bey, İstanbul Belediyesi”nde müfettiş olarak çalışmıştır. 9 Nisan 1989″da vefat etmiş olan Resûhî Baykara”nın kabri Hâmûşân Mezarlığı”nda babasınınkinin yanındadır. Ceddinden tevârüs ettiği sanatkarlık tarafını edebiyat tahsili ile birleştiren Resûhî Baykara”nın da bazı şiir ve yazılarına rastlamak mümkündür[114]. Bulabildiğimiz bir rubâîsi ile Hamâmîzâde İhsan”ın ölümüne söylediği tarihi aşağıya yazıyoruz.

Ehl-i aşkın âlem-i mânâsı var

Muktedâsı, yâni Mevlânâ”sı var

Özge hâlettir tecellî eyleyen

Andelîp-âsâ gül-i rânâsı var[115]

***

Ehl-i dildi zarîf şâirdi

Vasfa sığmaz kemâli İhsân”ın

Dehre insan gelir gider ammâ

Bir Hamâmîsi gelmez ihvânın

 

Nâgehânî göçünce dünyâdan

Câm-ı aşkı kırıldı devrânın

Geldi dört rind söyledi târîh

Nüktesi gitti bezm-i rindânın(1367/1948)[116]

***

Bu mümtaz âilenin günümüzdeki son temsilcisi ve Resûhî Baykara”nın tek çocuğu olan Baki Baykara bugün Marmara Üniversitesi”nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.[117]

 

* İstanbul Araştırmaları, S. 7 (Güz, Ekim-1998), s. 125-169.

[1] Tahir Olgun, Çilehâne Mektupları, Haz. Cemal Kurnaz-Gülgün Erişen, Ank., 1995, s. 120; Yılmaz Öztuna, “Ali Nutkî Dede”, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, Ank., 19120, C. I, s. 50. Bundan sonra, sık kullanılacak kaynaklar ilk ve tam yazımdan sonra sadece yazar adı veya soyadıyla belirtilecek, yazarın birden çok eseri kullanılmışsa yazar adına eser adı da eklenecektir.

[2] Ekrem Işın, “İstanbul”un Mistik Tarihinde Mevlevîhâneler”, İstanbul, S. 4(Ocak-1993), s. 123.

[3] Kaynaklarda sadece olduğu rivayet edilen, ama şimdiye kadar nüshasına rastlanamayan bu eserin biz çok yakın zamanlarda istinsah edilmiş bir nüshasını bulduk. Merhum araştırmacı ve kütüphaneci Mustafa Hakkı Yeşil tarafından istinsah edilmiş olan eserde tarih bulunmamaktadır. Baş tarafında Celal Ergun Dede”deki nüshadan istinsah edildiğine dair bir kayıt bulunan eser bugün Mustafa Yeşil”in kendi adıyla anılan kütüphanesinde bulunmaktadır. Cedid saman kâğıda, tek yüzlü olarak ve bozuk bir rik”a ile yazılan eserin aslının kimde veya nerede olduğunu şimdilik bilemiyoruz. XVIII ve XIX. yüzyıl tarikatlar, bilhassa Mevlevîlik tarihi bakımından çok önemli olan bu eser üzerindeki çalışmalarımız devam etmektedir. Ebubekir Dede âilesinin özellikle İstanbul öncesi hayatı için elimizdeki tek kaynak olmasından, ayrıca âile üyelerinden biri tarafından kaleme alınmasından şimdilik bu eserin verdiği bilgilere güvenmek zorundayız.

[4] Sahîh Ahmed Dede, Mecmûatü”t-Tevârîhü”l-Mevleviyye, Kütahya Belediyesi Mustafa Hakkı Yeşil Ktp., Yz. Nu. 312, s. 206.

[5] Mehmed Ziya, Merâkiz-i Mühimme-i Mevleviyyeden Yenikapu Mevlevîhanesi, İst., 1329, s. 142; Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, İst., 1943, C. II, s. 413; Öztuna, C. I, s. 50.

[6] Nitekim biz de köye gittiğimizde Baba Sultan türbesine yakın sayılabilecek bir yerde vaktiyle eski bir cami olduğunu anladık. Şimdi bu camiin sadece minaresi ayaktadır. Bundan başka, yakın zamanda kabrin hemen bitişiğine yeni bir cami inşa edilmiş olduğunu da gördük.

[7] Sahîh Ahmed Dede, s. 206, 207.

[8] Sahîh Ahmed Dede, s. 207, 208.

[9] Sahîh Ahmed Dede, s. 209.

[10] Sahîh Ahmed Dede, s. 210, 211.

[11] Sahîh Ahmed Dede, s. 211, 212, 213.

[12] Mehmed Ziya, s. 143.

[13] Sahîh Ahmed Dede, s. 213.

[14] Sahîh Ahmed Dede, s. 213, 214.

[15] Ali Nutkî-Abdülbaki Nâsır, Defter-i Dervîşân-I, Sül. Ktp., Nâfiz Paşa Böl., Nu. 1194, vr. 53a, 58b; Mehmed Ziya, s. 142; Öztuna, C. I, s. 51; Işın, s. 123, 124, 128; Olgun, s. 120; Fatma Âdile Başer, “Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi, Mûsikîşinas Abdülbâkî Nâsır Dede”, İstanbul Araştırmaları, S. 3(Ekim-1997), s. 185.

[16] Işın, s. 128.

[17] Sahîh Ahmed Dede, s. 214.

[18] Sahîh Ahmed Dede, s. 216; Mehmed Ziya, s. 142-143; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, Sül. Ktp., Yazma Bağışlar, Nu. 2309, C. 5, s. 206; Nuri Özcan, “Ali Nutkî Dede”, TDVİA, İst., 1989, C. 2, s. 423; Işın, s. 128; Nezih Uzel, “Yenikapı Mevlevîhânesi”, Osmanlı Ansiklopedisi [İz Yayıncılık], İst., 1996, C. 2, s. 212-214; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, Yayına Haz. Nuri Akbayar, İst., 1996, C. 2, s. 428; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, İst., 1932, s. 265; Hamza Güner, Kütahyalı Divan Şairleri Halk Şairleri Tekke Şairleri Âşık ve Ozanlar, Kütahya, 1967, s. 242.

* Çok kötü bir yazı ile yazılması sebebiyle manzûmenin bazı yerlerini okuyamadık veya şüpheli şekilde okuduk. Ayrıca bazı mısralarda veznin bozulduğunu da belirtelim.

[19] Sahîh Ahmed Dede, s. 216-217.

[20] Mehmed Süreyya, C.2, s. 428.

[21] Resuhi Baykara, “Mevlânâ Tekkesi Teşkilâtı Nasıldı?”Tarih Coğrafya Dünyası [Mecmuası], C. 2, S. 12, İst., 15 Aralık 1959, s. 478; Muzaffer Erdoğan, “Mevlevî Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevîhâneleri”, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, S. 4-5(1975-1976), İst., 1976, s. 22-31; Işın, “İstanbul”un Mistik Tarihinde Mevlevîhâneler”, s. 120, 121, 125, 126; Ekrem Işın, “Yenikapı Mevlevîhânesi”nin İki Vakfiyesi”, İstanbul Araştırmaları, S. 3(Ekim-1997), s. 91.

[22] Mehmed Ziya, s. 35-38; Erdoğan, s. 30-31; Uzel, s. 212; Mehmet Halit Bayrı, İstanbul, İst., 1951, s. 58; Işın, “Yenikapı Mevlevîhânesi”nin İki Vakfiyesi”, s. 91; Beşir Ayvazoğlu, “Yakın Efendiler Yakın”, Zaman, 9 Mayıs 1997, s. 13.

[23] Mehmed Ziya, s. 33 v.d.; Mehmed Tâhir, Yenikapı Mevlevîhânesi Postnişîni Şeyh Celâleddin Efendi Merhum, İst., 1326, s. 35-37; Yenikapu Kulekapusı Kasımpaşa ve Beşiktaş Mevlevîhaneleri Şeyhleri Silsilesi, Sül. Ktp., Hacı Mahmut Ef., Böl., Nu. 3910, vr. 30b; Bayrı, s. 58; Uzel, s. 212-213; Ayvazoğlu, s. 13. Mehmed Tâhir (Tâhirü”l-Mevlevî)”in kitabında bulunan ve Ahkar mahlaslı Meclis-i Muhâsebât Reisi Zühdî Bey tarafından manzum olarak verilen listede Pendârî Ahmed Dede”nin ismi yazılmamıştır. Böyle olunca 19 şeyh çıkmaktadır.

[24] Yenikapı Mevlevîhânesi”nin haziresi üzerine yapılan kıymetli bir çalışma için bkz. Aksel Tibet-Ekrem Işın-Dilek Yelkenci, “Yenikapı Mevlevîhânesi Haziresi”, İslâm Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri-I, Ank., 1996, s. 223-281. Bu çalışmadan anlaşıldığına göre türbede toplam 35 kabir bulunmaktadır. Ancak, bu kabirlerden çoğunun kime âit olduğu belli olmamakta, sadece on beş tanesinin kimlere âit olduğu çok kesin olmasa da çıkarılabilmektedir. Bkz. Tibet vd., s. 250-259.

[25] Uzel, s. 214-216; Olgun, s. 8; Mustafa Kara, “Doğumunun 100. Yıl Dönümünde Mevlevî Bir Maarif Vekili”, Dergâh, S. 100(Haziran-1998), s. 27, 28.

[26] Resuhi Baykara, “Birinci Harb-i Umûmîde Mücâhidîn-i Mevleviyye”, Yeni Tarih Mecmuası, S. 3(1953), s. 106-108; Kadir Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler, İst., 1972, s. 29-33; Işın, “İstanbul”un Mistik Tarihinde Mevlevîhâneler”, s. 131.

[27] Sahîh Ahmed Dede, s. 217.

[28] Ali Nutkî-Abdülbaki Nâsır, Defter-i Dervîşân-I, vr. 28a; Sahîh Ahmed Dede, s. 218.

[29] Bu çocukların doğumlarına Nâsır Dede”nin yazdığı tarihler için bkz. Dîvân-ı Nâsır, vr. 37b, 39a; Fatma Âdile Başer, s. 189.

[30] Şeyh Gâlib tarafından yazılan baş ve ayak taşındaki kitabe metinleri için bkz. Sahîh Ahmed Dede, s. 220, 221; Tibet-v.d., s. 265.

[31] Sahîh Ahmed Dede, s. 221; Naci Okçu, Şeyh Galib, Ank., 1993, C. II, s. 1204-1205.

[32] Esrar Dede, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye, Sül. Ktp., Halet Ef., İlâvesi, Nu. 109, vr. 112b; Mehmed Ziya, s. 144-146; Hüseyin Vassâf, C. 5, s. 206; Ergun, C. II, s. 413; Öztuna, C. I, s. 50; Özcan, C. 2, s. 423; Uzunçarşılı, s. 259;  Şemseddin Sami, Kamusu”l-A”lam, İst., 1314 [Tıpkıbasımı Ank., 1996], C. 6, s. 4584; M. Süreyya, C. 1, s. 272; Haluk İpekten-v.d., Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ank., 1988, s. 353; Güner, s. 206. Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü”nde Nutkî”nin vefat tarihi yanlış olarak 1209/1794-95 şeklinde yazılmıştır. Ayrıca H. Vassaf, Nutkî”nin Galata Mevlevîhânesi yakınındaki bir evde doğduğunu söylemektedir. Bunlardan başka, Yenikapı Mevlevîhânesi”nin haziresi üzerinde yapılan çalışma sonunda kabrinin yeri kesin olarak saptanan bir kaç kişiden biri de Ali Nutkî Dede”dir. Bkz. Tibet-v.d., s. 250-259.

[33] Mehmed Ziya, s. 146; H. Vassaf, C. 5, s. 206.

[34] Mehmed Ziya, s. 147; Öztuna, C. I, s. 50. Şeyh Galib”in yazdığı bu tarihleri biz Dîvân”ında bulamadık. Bkz. Naci Okçu, Şeyh Galib, Ank., 1993, 2 C.

[35] Ali Nutkî-Abdülbaki Nâsır, Defter-i Dervîşân-I, vr. 61b; Ergun, C.II, s. 413; Öztuna, C. I, s. 50.

[36] Ali Nutkî-Abdülbaki Nâsır, Defter-i Dervîşân-I, vr. 61b. Biz Sürûrî”nin tarihlerini Divan”ında bulamadık. Bkz. Dîvân-ı Sürûrî, Mısır, Kahire, 1255.

[37] Abdülbâkî Nâsır Dede, Dîvân-ı Nâsır, Sül. Ktp. Nafiz Paşa Böl. Nu. 941, vr. 35a.

[38] Okçu, C. II, s. 922.

[39] Metin Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi”râc-nâmeler adlı eserinde (Ank., 1987, s. 132) Sül. Ktp. Nafiz Paşa Böl., 949 numarada Dîvân-ı Nutkî olduğunu söylüyorsa da bu numarada Yenikapı Mevlevîhânesi”ne vakfedilmiş matbû Dîvân-ı Vecdî bulunmaktadır.

[40] Davud Fatin, Hâtimetü”l-Eş”âr, [İst.], 1271, s. 411; Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İst., 1309, s. 236.

[41] Mehmed Ziya, s. 148; H. Vassaf, C. 5, s. 206.

[42] Esrar Dede, vr. 112b; Davud Fatin, s. 410; Ali Enver, s. 236.

[43] Nuri Özcan, “Defter-i Dervişan”, TDVİA, C. 9, İst., 1994, s. 120-91.

[44] Ali Nutkî-Abdülbaki Nâsır, Defter-i Dervîşân-I, vr. 1b.

[45] Rauf Yekta, Esâtîz-i Elhan-3 Dede Efendi, İst., 1925, s. 131; Ergun, C. II, s. 415; Öztuna, C. I, s. 50; Özcan, “Ali Nutkî Dede”, s. 423-424.

[46] Rauf Yekta, s. 127-131; Ergun, C. II, s. 415, 429, 430, 438; Öztuna, C I, s. 50; Özcan, “Ali Nutkî Dede”, s. 423-424; Beşir Ayvazoğlu, “Dede Efendi”, Osmanlı Ansiklopedisi [İz Yayıncılık], İst. 1996, C. 5, s. 252; Nuri Özcan, “Osmanlılarda Musiki”, Osmanlı Ansiklopedisi [İz Yayıncılık], İst. 1996, C. 3, s. 249; Uzel, s. 214.

[47] Okçu, C. I, s. 4, 5; Şeyh Galib Divanı”ndan Seçmeler, Haz. Abdülbaki Gölpınarlı, İst., 1971, s. II; Ali Alparslan, Şeyh Galib, Ank., 1988, s. 7.

[48] Galib”in şeyhinin sakal bırakmasına düşürdüğü tarih için bkz. Okçu, C. II, s. 929.

[49] Şeyh Galib, Şerh-i Cezîre-i Mesnevî, Haz. Turgut Karabey-Mehmet Vanlıoğlu-Mehmet Atalay, Erzurum, 1996, s. 8, 12.

[50] Sedit Yüksel, Şeyh Galip Eserlerinin Dil ve Sanat Değeri, Ank., 1980, s. 26; Okçu, C. I, s. 9.

[51] Başer, s. 188.

[52] Ayvansarâyî Hâfız Hüseyin bin İsmail, Hadîkatü”l-Cevâmi”, İst., 1281, C. II, s. 228; Işın, “İstanbul”un Mistik Tarihinde Mevlevîhâneler”, s. 129; Başer, s. 194.

[53] Dîvân-ı Nâsır, Sül. Ktp. Nafiz Paşa Böl. Nu. 941, vr. 24a-24b.

[54] Nuri Özcan, “Abdülbâkî Nâsır Dede”, TDVİA, C. 1, İst., 1988, s. 199; Yılmaz Öztuna, “Abdülbâkî Nâsır Dede”,  Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C, I, s. 14; Yılmaz Öztuna, “Abdülbâkî Nâsır Dede”, Türk Bestecileri Ansiklopedisi, s. 158; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, Haz. A. Fikri Yavuz-İsmail Özen, Meral Yay., İst., Tarihsiz, C. 1, s. 39; Ş. Sami, Kamusu”l-A”lam, C. 6, s. 4549; Fatin, s. 389.

[55] Mehmed Ziya, s. 153; H. Vassaf, C. 5, s. 207; Ergun, C. II, s. 416; Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C, I, s. 14.

[56] Mehmed Ziya, s. 193.

[57] Dîvân-ı İzzet, Bulak Matbaası, Mısır, 1255, s. [Tarih-i Vefatlar Bölümü] 19.

[58] Ergun, C. II, s. 416.

[59] Dîvân-ı Leylâ Hanım, Takvîmhâne-i “Âmire, [İst.] 1267, s. 14.

[60] Davud Fatin, s. 389.

[61] Esrar Dede, vr. 113a; Ergun, C. II, s. 418. Isfahan ayini bugün unutulmuş olan Dede”nin Acembûselik ayin-i şerifinin notası için bkz. Sadettin Heper, Mevlevî Âyinleri, Konya, 1974, s. 187-195, 519.

[62] Nitekim H. Sâdeddin Arel Türk Musikisi Kimindir adlı eserinde (Ank., 19120) Nâsır Dede”nin eserlerinden epeyce istifâde etmiştir. Bkz. Arel, s. 42, 55, 88, 229, 230, 262-262. Ayrıca bkz. Başer, s. 199-200; Nazif Öztürk, “Mevlevî Şeyhi Nâsır Abdülbâkî Dede ve Tetkik ü Tahkik Adlı Eseri”, Sosyal Bilimlerde Araştırma, S. 2-3 (Aralık-1991, Ocak-1992), s. 30-34.

[63] Vr. 1a-47a“da Tedkîk ü Tahkîk, vr. 54a-73b“de Tahrîriyye bulunmaktadır. Ayrıca, Yılmaz Öztuna bu eserlerin birer nüshasının Hüseyin Sadettin Arel Ktp.”nde bulunduğunu ; Topkapı Sarayı Müzesi Ktp. Emanet Hazinesi 2069, İst. Ünv. Ktp. 5572 ve 5824″te bunlardan başka Niyazi Sayın”da Tedkîk ü Tahkîk”in birer nüshasının olduğunu söylemektedir. Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. I, s. 14.

[64] Bu eserlerin yazma birer nüshaları Sül. Ktp. Nafiz Paşa Bölümü”ndedir. Defter-i Dervîşân-I, 1194; Terceme-i Menâkıbu”l-Ârifîn, 1126; Şerh-i Ta”rîb-i Şâhidî, 1483 numaradadır. Eserler hakkında daha geniş bilgi için bkz. Başer, s. 198-201.

[65] Dîvân-ı Nâsır, vr. 50b.

[66] Dîvân-ı Nâsır, vr. 57b. Bu manzûmenin 2. beytinin 2 mısraında vezin bozulmakta, son beytin ilk mısraında da fazla gelmektedir.

[67] Başer, s. 197, 198.

[68] Dîvân-ı Nâsır, vr. 36b.

[69] Ali Nutkî-Abdülbâkî Nâsır, Defter-i Dervîşân-I, vr. 58b ; Ergun, C. II, s. 494; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Hoş Sada Son Asır Türk Musikişinasları, İst., 1958, s. 1120; Başer, s. 198. Ârif Dede ile Sıddıka Hanım”ın kabirleri de Mevlevîhâne”nin haziresindedir. Bkz. Tibet-v.d., s. 266, 267.

[70] Abdülbâki Gölpınarlı, 100 Soruda Tasavvuf, İst., 1985, s. 151; Resuhi Baykara, “Mevlevîliğe Âit Fıkralar”, Tarih Coğrafya Dünyası [Mecmuası], C. 2, S. 12, İst., 15 Aralık 1959, s. 446; Mustafa Özdamar, Dersaadet Dergâhları, İst., 1994, s. 148. Tarihî gerçekliğini kesin olarak bilemediğimiz bu muhâvere son iki kaynakta Nâsır Dede yerine Nutkî Dede ile II. Mahmut arasında geçmiş olarak gösterilmektedir. Fakat bunun olması mümkün değildir. Çünkü, Nutkî Dede daha II. Mahmut sultan olmadan 1804″te vefat etmiştir. II. Mahmut”un saltanatı ise 1808-1839 arasındadır. Çok zayıf bir ihtimal ama belki bu konuşma Nutkî Dede”yle Sultan III. Selim arasında geçmiş olabilir. Ancak, kaynaklarda III. Selim”in adı hiç geçmemektedir. Bundan başka, yukarıdakine benzer bir konuşmanın Seyyid Abdülkâdir-i Belhî ile II. Mahmut”un kızı Âdile Sultan arasında da geçtiği rivayet edilir. Bkz. Gölpınarlı, s. 152.

[71] Ali Nutkî-Abdülbâkî Nâsır, Defter-i Dervîşân-I, vr. 58b. Mehmed Ziya, 1225/1810 tarihini vermektedir. Mehmed Ziya, Yenikapı Mevlevîhânesi, s. 153.

[72] Mehmed Ziya, s. 153-154; Mehmed Süreyya, C. 3, s. 729; Hüseyin Vassaf, C. 5, s. 207; Ergun, C. II, s. 420.

[73] Defter-i Dervîşân“ın A. Nâsır Dede ve daha sonra gelen şeyhler tarafından yazılan 2. bölümünün aslı bu âilenin günümüzdeki temsilcisi Bâkî Baykara”dadır. Fotokopi bir nüshası TDV. İslam Araştırmaları Merkezi Kütüphane-si”nde 18112 numarada bulunmaktadır. Eserin bu 2. bölümünden faydalanıldığında ayrıca Defter-i Dervîşân-II diye belirtilecektir. Receb Dede”nin tuttuğu notlar bu 2. bölümde 66a, 69b, 82b, 87b, 93a-bnumaralı varaklardadır.

[74] Mehmed Ziya, s. 153-154; Hüseyin Vassaf, C. 5, s. 207.

[75] Mehmed Ziya, s. 154-160; Hüseyin Vassaf, C. 5, s. 208; Ergun, C. II, s. 420; Yılmaz Öztuna, “Abdürrahîm Künhî Dede Efendi”, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C, I, s. 21; Mehmed Süreyya, C. 1, s. 133-134; Güner, s. 200.

[76] Mehmed Ziya, s. 159; Ergun, C. II, s. 420. Künhî Dede”nin Mevlevîhâne”nin türbe kısmında bulunan kabri kesin olarak saptanmıştır. Bkz. Tibet-v.d., s. 257, 259.

[77] Mehmed Ziya, s. 155-156; Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, s. 209; Ergun, C. II, s. 420-421, 637; Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. I, s. 21. Ayrıca Hicaz Âyîn-i Şerîfin notası için bkz. Sadettin Heper, Mevlevî Âyînleri, s. 199-209, 520. Zekâîzâde Ahmet-Suphi [Ezgi]-Mesut Cemil, Mevlevî Âyinleri-XV, İst., 1986, s. 542-560.

[78]Mehmed Ziya, s. 156; Ali Enver, s. 210; Heper, s. 520; Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. I, s. 21.

[79] Mehmed Ziya, s. 159; Ali Enver, s. 209-210. Ayrıca, Abdurrahîm Dede”nin Defter-i Dervîşân-II“de 1 sayfalık notu bulunmaktadır (vr.3a).

[80] Ali Nutkî-Abdülbâkî Nâsır, Defter-i Dervîşân, vr. 54b, 56a.

[81] Doğum tarihlerine amcaları Nâsır Dede”nin düşürdüğü tarih için bkz. Dîvân-ı Nâsır, vr. 37b, 38b.

[82] Başer, s. 191.

[83] Işın, “İstanbul”un Mistik Tarihinde Mevlevîhâneler”, s. 129-130. Ayrıca bzk. Tibet-v.d., s. 226(Bu çalışmadaki ilgili bölüm de Ekrem Işın tarafından yazılmıştır).

[84] Mehmed Ziya, s. 160-177; Hüseyin Vassaf, C. 5, s. 208-209; Bursalı Mehmed Tahir, C. 1, s. 171-172; Mehmed Süreyya, C. 4, s. 1310.

[85] Mehmed Ziya, s. 180, 192-196.

[86] Mehmed Süreyya, C. 4, s. 1310; Mustafa Kara, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zâviyeler, İst., 19120, s. 304-306.

[87] Mehmed Ziya, s. 1120-192; Bursalı Mehmed Tahir, C. 1, s. 171.

[88] Bursalı Mehmed Tahir, C. 1, s. 171.

[89] Hatice Şöhret Hanım”ın kabri de Yenikapı Mevlevîhânesi haziresindedir. Bkz. Tibet-v.d., s. 268.

[120] Mehmed Ziya,  s. 201-258; Hüseyin Vassaf, C. 5, s. 210-213; Sadettin Nüzhet [Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 939-940; Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, C. II, s. 464-465; Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. I, s. 173; Mehmed Tâhir, Yenikapı Mevlevîhânesi Post-nişîni Şeyh Celâleddîn Efendi Merhûm, Matbaa-i Mekteb-i Sanâyi”, [İst.] 1326; İnal, Hoş Sadâ Son Asır Türk Musikişinasları, s. 109-112; Hasibe Mazıoğlu, Ahmet Remzi Akyürek ve Şiirleri, Ank., 1987, s. 244. Remzî Dede”nin ikinci manzumesi için bkz. Mazıoğlu, s. 244.

[91] Kara, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zâviyeler, s. 112-115, 306.

[92] Mehmed Ziya,  s. 235-241(Rauf Yekta”nın mektubu da bulunuyor); Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, C. II, s. 464-465; Sadettin Nüzhet [Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 940-941; Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. I, s. 173. Âyinin notası için bkz. Heper, 355-366.

[93] Tahir Olgun, Çilehâne Mektupları, s., 8. Bunlar için bkz: Olgun, s. 67, 134, 150, 168.

[94] Olgun, s. 8-9″dan naklen Tahirü”l-Mevlevî, “Es”ad Dede Efendi Merhum Hakkında Hüseyin Vassaf Bey”e Mektuptan”, Mahfel, S. 45 ( Receb-1342), s. 165; S. 46 (Şaban-1342), s. 183.

[95] Olgun, s. 134. Diğer methiyeler için bkz: Olgun, s. 67, 150, 168.

[96]Mehmed Ziya,  s. 3, 208 v.d.;  İbnülemin, Hoş Sada, s. 110; Mustafa Kara, “Doğumunun 100. Yıl Dönümünde Mevlevî Bir Maarif Vekili”, Dergâh, S. 100(Haziran-1998), s. 27, 28.

[97] Mehmed Ziya,  s. 233-234; Mehmed Tâhir, s. 33-34; Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 942.

[98] Mehmed Ziya,  s. 234; Mehmed Tâhir, s. 34; Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 943.

[99] Mehmed Ziya,  s. 234; Mehmed Tâhir, s. 34; Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 943.

[100] Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 943.

[101] Mehmed Ziya,  s. 232-233; Mehmed Tâhir, s. 32-33; Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 942-943.

[102] Mehmed Ziya,  s. 264-267; Hüseyin Vassaf, C. 5, s. 213-216; Nuri Özcan, “Baykara, Abdülbâkî”, TDVİA, İst., 1992, C. 5, s. 246-247; Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 728; Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. I, s. 150; İnal, Son Asır Türk Şâirleri, İst., 1969, Cüz I, s. 152; Resuhi Baykara, “Birinci Harb-i Umûmîde Mücâhidîn-i Mevleviyye”, Yeni Tarih Mecmuası, S. 3(1953), s. 106-108; Kadir Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler, İst., 1972, s. 29-33; Işın, “İstanbul”un Mistik Tarihinde Mevlevîhâneler”, s. 131.

[103] Tarihler için bkz. Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 728; Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. I, s. 150; Mazıoğlu, s. 266-267.

[104] Mehmed Ziya,  s. 268; Nuri Özcan, “Baykara, Abdülbâkî”, C. 5, s. 246-247; Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 728 (Gölpınarlı”dan naklen).

[105] İnal, Son Asır Türk Şâirleri, Cüz I, s. 152.

[106] Abdülbâkî Dede”yi yakından tanıyan, onunla müşterek hâtıraları bulunan A. Gölpınarlı, şâirle ilgili şöyle bir olay nakletmektedir: Abdülbâkî Dede vakfa dâir bir iş için Balıkesir”e gitmiş. Kendisine üçüncü devre Melâmîlerinden birisi musallat olmuş. Abdülbâkî Efendi hangi aksi işten bahsetse; Erenler, yapan, yaptıran Hak, dermiş. Aksi bir adamı yerse, yaptığını kınasa; Erenler, hepsi Hak”tan, gören, gördüren Hak, dermiş. Abdülbâkî Efendi derdi ki: Bir gün canıma tak dedi. Dayanamadım; açtım ağzımı, yumdum gözümü. Adam, kime söylüyorsun, ne diyorsun diyeceği sırada yapıştırdım: Erenler, söven, sövdüren Hak!. Gölpınarlı, 100 Soruda Tasavvuf, s. 148. Yine ressam Ahmet Yakupoğlu”nun Gölpınarlı”dan naklettiğine göre, bir gün Fakültede ders sırasında Mevlânâ”dan bahsedilirken bazı hevâperest gençler Mevlânâ ile Şems arasındaki ilişkiyi yanlış yorumlar ve ters anlatırlar. Bunun üzerine ders hocası olan A. Baykara şu cevabı verir: Siz Mevlânâ olun, siz de yapın!. Bir başka rivayette Abdülbâkî Efendi bir gün söz arasında Yahya Kemal”e şöyle der: Bizim tekkelerimiz Şeyh Gâlib, Itrî, Dede Efendi gibi insanları yetiştirdi. Pekiyi sizin Dârülfünun”unuz kimi yetiştirdi? Yakupoğlu”nun Cinuçen Tanrıkorur”dan naklettiği bir olay ise şu şekildedir: Atatürk tarafından Konservatuar”ın Türk Musikisi dalının başına getirilen Hüseyin Saadettin Arel, 50 civarında âyin besteler ve Abdülbâkî Efendi”ye götürüp değerlendirmesini ister. Dede, eserleri inceler ve şöyle der: İyi, güzel de, bunları icrâ etmek için papyon takıp smokin giyeceksin. Bu son üç hâtırayı bize nakleden ressam ve neyzen Ahmet Yakupoğlu”na teşekkür ederiz.

[107] Bunlar için bkz. Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. II, s. 540.

[108] Mehmed Ziya,  s. 268-269.

[109] İnal, Son Asır Türk Şâirleri,  Cüz I, s. 153.

[110] İnal, Son Asır Türk Şâirleri, Cüz I, s. 154; Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 729.

[111] Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 729.

[112] Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, C. II, s. 698. Bu şiir Zekâîzâde Ahmed Irsoy tarafından Uşşak İlâhîolarak ve Devr-i Revân usulünde bestelenmiştir. Ayrıca yine aynı kişi tarafından bestelenmiş başka bir şiiri için bkz. Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, C. II, s. 688-689.

[113] Mehmed Ziya,  s. 269-271. Abdülbâkî Baykara Dede”nin başka şiirleri için bkz. Mehmed Ziya,  s. 268, 269; İnal, Son Asır Türk Şâirleri, Cüz I, s. 152, 153; Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 729, 730, 731; Tarih Coğrafya Dünyası [Mecmuası], C. 2, S. 12, s. 440, 479.

[114] Resûhî Baykara”nın bazı yazıları için bkz. Tarih Coğrafya Dünyası [Mecmuası], C. 2, S. 12, s. 417-425, 433-434, 445-446, 478-479.

[115] Tarih Coğrafya Dünyası [Mecmuası], C. 2, S. 12, s. 425.

[116] Mustafa İsen-Rıdvan Canım, Hamamîzâde İhsan Hayatı Eserleri ve Divânı, Ank., 1989, s. 5.

[117] Bu yazının özünü, 4-5 Haziran 1998″de Kütahya”da gerçekleştirilen I. Kütahyalı Şâirler Sempozyumu“nda sunduğumuz Kütahyalı Seyyid Ebubekir Dede ve Sanatkâr Âilesi isimli bildiri oluşturmaktadır. Çeşitli sınırlamalar sebebiyle bu tebliğde  kullanamadığımız malzemelerin ve daha sonraki araştırmalarımızın sonuçlarının bir araya gelmesiyle bu yazı ortaya çıkmıştır.