RECEB-ÜL FERD​

A+
A-

Mübarek Üç Aylar’a girmiş bulunmaktayız. Bütün insanlığa hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ederim.

Receb, Şaban, Ramazan Ayları, İslamî gelenekte önemi büyük olan yılın en önemli zaman dilimidir. Önemine binaen bir çok programa ev sahipliği yapan Üç Aylar makalelere de konu olmuştur. Merhum Tahir-ül Mevlevî de (1877-1951), sahibi olduğu Mahfil Dergisinde, Receb Ayı ile ilgili “Receb-ül Ferd” isimli bir yazı kaleme almıştır. 1339 [Mart 1921] Yılı Receb Ayı’nın teşrifi ile yayınladığı bu yazıyı yaklaşık bir asır sonra biz de günümüz Türkçesi ile okurlarımızın istifadesine sunuyoruz.

 

RECEB-ÜL FERD   

İçinde bulunduğumuz mübarek ayın ismi olan Receb, esasen “Bir nesneden irkilmek, korkmak, utanmak ve bir kimseden heybetlenip yani gözüne pek büyük ve heybetli görünmekle ona ta‘zim ve tebcil[1] eylemek” manasınadır. Receb, on iki aydan bilinen bir ay ismidir ki zikredilen anlamlardan türemiştir. Zira Cahiliyye döneminde ona pek önem verilirdi.[2]

Yine aynı maddeden türemiş olan tercîb ise; “Receb Ayında kurban kesmek” manasınadır ki Cahiliyye döneminde zikredilen ayda, putlar için kurban kesilirdi. Keza hakikaten Receb; Arap Müşrikleri’nin kutsal bir ayı idi. Bilhassa Mudarr kabilesi ve ona tabi olan diğer kabilelerden Receb’de oruç tutanlar olduğu gibi bunun ilk on gününde, putların bulunduğu mabetlere ziyarete giderler, putlar adına kurban keserler, bu yolda kesilen kurbana  atîr ya da atîra derlerdi.

Kamus mütercimi diyor ki:

el-Itr; (Ayn’ın kesri ile) Kafirlerin taptığı puta denir. Sanem manasına ve mutlaka kesilecek hayvana denir ve o koyuna denir ki Cahiliyye’de Arap müşriklerinin taptıkları putları için kurban ederler idi. Şarih, Receb’e tahsis eylemiştir. el-Atîra; sefîne veznindedir. Bu da Cahiliyye ehlinin putları için kurban ettikleri koyuna denir. Müzeyne kabilesinin Nühm ismindeki putunun kayyumu bulunan Abdullah b. Muğaffel Hazretleri, atîra olmak üzere taptığı puta kurban keseceği sırada, aklı başına gelip putu kırmış ve Hz. Peygamber’in  (sav) huzuruna gelerek Müslüman olmuştur. Bu yaşadıklarını şöyle dile getirmiştir:

“Nühm’ün yanına gittim. Her zamanki gibi ona kurban kesecektik. Fakat aklım başıma geldi. Kendi kendime ‘Böyle dilsiz ve akılsız bir ilah olur mu?’ dedim. Sonra kalkıp Peygamber (sav)’in huzuruna geldim. Artık bugünkü dinim, Dîn-i Muhammedî’dir. Halık’us Semâ Macid-ü zü’l Ata olan Zat-ı Celle ve Âla ma‘budumdur.”

Buhari-i Şerif’in beşinci cildinde Ebu Hureyre’den rivayet edilerek zikredilen “Lâ ferîa velâ atîra” yani “Müslümanlıkta fera‘[3] da yoktur, atîr da” Hadis-i Şerifiyle bu Cahiliyye âdeti kaldırıldı.

el-Fer‘u: (Fethateyn ile), Dişi devenin yahut koyun ve keçinin ilk doğurduğu yavrusuna denir. Cahiliyyet’te onu putlarına kurban ederlerdi. Bazılarına göre  bununla ilgili hadisten anlaşılan; Cahiliyye’den birinin devesi yüz mehar’a[4] ulaşınca, bir genç ve ala devesini,  putuna kurban ederdi. Fer‘ dedikleri; o kurban ettikleri devedir. Önceleri Müslümanlar da o minval üzere devesinin birini kurban ederdi. Sonra bu uygulama kaldırıldı ve yasaklandı. Bundan da vaz geçtiler.[5]

Malumdur ki Cahiliyye Arapları, Receb, Zilkade, Zilhicce, Muharrem aylarını Haram Aylar ismiyle kutsal kabul eder ve o aylar müddetince kavga etmeyi  ve savaşmayı fısk ve fücur kabul ederlerdi. Bu haram aylardan tek bulunan Receb’e ferd, birbiri ardınca gelen diğerlerine serd sıfatı verildiği gibi Receb ayı – mükerreme’ül eimme vezninde – esabb[6] ve esamm vasıflarını da alırdı. Çünkü Receb’in girmesi, mızrakların temrenini[7] çıkarır ve eldeki silahları döker yani bıraktırırdı. Keza, “Receb ayının kulakları sağır” addedilmiştir. Zira bu ay içerisinde insanların yardım isteme ve medet ummaya zorlanacağı bir hareket gerçekleşmesi yasak idi.

Haram aylarda savaşmanın yasaklığı, İbrahim (as) ve İsmail (as) döneminden beri uygulanıp, hem Mekke halkının maişet güvenliği hem de hacılar ve ziyaretçilerin mal güvenliğini sağlayacak hikmetler barındırmakta idi. Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarında savaş olmayacağı için Arap beldelerinin en uzak yerlerinden bile hacılar salimen gelirler ve haccdan sondan güvenli bir şekilde dönerlerdi. Receb ayında da savaş yasağı bulunduğundan umre[8] yapmak isteyenler umrenin rükünlerini selametle yerine getirip geri dönerlerdi.

Haram ayların haramlığı, İslam’ın gelmesiyle de yürürlüğünü devam ettirdi ve itibar gördü. Hatta Receb ayı içinde düşmanla çarpışan ve ilk defa olmak üzere ganimet alan Abdullah b. Cahş ile kahraman arkadaşları Hz. Peygamber (sav) tarafından “Ben size haram aylarda harb ediniz dememiştim” uyarısıyla karşı karşıya kaldı. Lakin bunun üzerine Bakara Suresi’ndeki şu Ayet-i Kerimesi nazil oldu: “Habibim! Sana haram aylarda savaşılıp savaşılmayacağını (mukatele edilip edilmeyeceğini) soruyorlar. De ki: Haram ayda savaşmak (mukatele) büyük bir şeydir. Erbab-ı isti‘dadı İslam’dan men etmek,  Allah’ı inkar etmek,  Mescid-i Haram’ı ziyareti yasaklamak, Mekke ahalisinden bulunan Müslümanları memleketlerinden çıkarmak ise Allah katında, haram ayda savaşmaktan daha şiddetli ve büyüktür.”

Daha sonra da tecavüze maruz kalan Müslümanların her zaman ve mekanda müdafaada bulunmalarına izin verildi.

Receb ayının Müslümanlar arasındaki diğer bir cihetten de haramlığı vardır ki içerisinde – genel olarak itibar edilmekte olan – Cevher-i Muhammedî, sulb-i pederden meşîme-i mader’e[9] intikal etmiş[10] ve yine İsra mucize-i celîlesi bu muhterem ayda meydana gelmiştir. Bu münasebetle Ehl-i İslam, Receb Ayı’nın ilk cuma gecesi ile yirmiyedinci mübarek gecelerini Kandil Gecesi diye kutlarlar.[11] Medine-i Münevvere ahalisi Receb  ayının 12. gecesi Uhud Dağı’na gider ve Hz. Hamza ile diğer şehitlerin kabirlerini ziyaret ederlerdi. Yine Medine-i Münevvere’ye bu ay içerisinde Recebiyye adında Mekke’den ve diğer Arap beldelerinden birçok ziyaretçi gelerek, Peygamber (sav)’i ziyaret ile huzur bulurlar.[12] İstanbul’da ve diğer Osmanlı memleketlerinde Receb ile onu takip eden Şaban ve Ramazan aylarına Üç Aylar ismiyle hürmet gösterilir hatta bazı çocuklara, o mübarek ayların isimleri verilirdi. Receb Paşa, Şeyh Şaban-ı Velî, Ramazanoğulları gibi isimler, Müslüman Türkler’in bu aylara duydukları yüksek muhabbeti gösterir. Belki hala vardır; yakın zamanlara kadar salih kimseler, Receb ayı girince oruç tutmaya başlayıp, Şevval’in girişine kadar oruç tutarlardı.

Ramazan’ın müjdecisi sayılan bu ayın başında, ilim tahsil eden öğrencilerin dersi kesilirdi. Mollalar, Rum ili ve Anadolu köylerine giderek va‘z ve nasihatte bulunurlar, köylüler tarafından da onlara nakdî ve hububat yardımı yapılırdı. Öğrenciler arasında bu sefere cerre gitmek denilir ve insanların gönlünden koparak verdikleri erzakları toplamaya cer denilirdi. Toplanılan paralar ve erzak ise talebenin eğitime dönmesi ile sermayeye katkısı olurdu. Çünkü imaretlerden ancak fudla[13] ile çorba, bir de perşembe günleri pilav ile zerde verilirdi. Bunlar ise şüphesiz genç bir adamın iaşesi için yeterli değildi.

Medreselerin içinde bulunduğu son durumunu, yeni halini beğenmeyip de eski haline geri döndürmek isteyenler, hiç olmazsa toplanan o zamanki ile şimdiki maişetini hatırlasalar, insafa gelip pişman olurlar sanırım.

Son zamanlara kadar Şaban’ın on beşinci günü yapılan Surre-i Humâyûn alayı da – on beşinden önce – on ikisinde icra olunurdu.

 

[1]Tebcîl: Ağırlamak (Ç).

[2] Kamus Tercümesi

[3] Fera‘: Cahiliyye döneminde kurban edilen deve. Devenin ilk yavrusu. (Ç).

[4]Mehar: Devenin burnuna geçirilen ve yular bağlanan halka, burunduruk. Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi, Cilt II, İstanbul Mart 2006, s.1982. Burada yüz mehara ulaşmaktan maksat; o devenin nesebinden üreyen sayısının yüz adete ulaşması kastediliyor olabilir.(Ç)

[5] Kamus Tercümesi

[6]  Bu ayda sevaplar, kulların defterlerinin sevab hanelerine bol bol dökülmesinden dolayı bu isim verilmiştir.(Ç)

[7] Temren: Mızrağın ucundaki metal parça.(Ç)

[8] Umre: İhramlı bir şekilde tavaf ile sa‘y den ibaret bir küçük  haccdır ki onda Arafat’a çıkmak ve Müzdelife’ye inmek ve Mina’ya gelip cemre yapmak yoktur. İhram ve tavaf ve sa‘y den ibaret üç şey ile gerçekleşir. Traş olmak veya saçtan kırpmak ile son bulur. (el-Muhtasarat, Hacı Zihni Efendi)

[9] Erkeğin dölünün anne rahmindeki yerine intikal etmesi. (Ç)

[10] Meşhur görüşe göre Cenâb-ı Abdullah’ın zifafı ve mâye-i kudsi-i Ahmedî’nin Hz. Âmine’ye intikali, hac mevsiminde vuku bulmuştu. Fakat Araplarca mutad nesie [bir şeyi sonraya bırakmak] uygulamasından dolayı o seneki hac, Zilhicce’de değil, Cemaziye’l Ahir’de gerçekleşmişti. Efendimiz (as)’in Rabiu’l Evvel’de ve tam dokuz aylık doğmuş olmasına binaen Regaib Gecesi’nin Receb Ayı içerisinde değil, Cemaziye’l Ahir’de olması gerekir. Diğer taraftan Regaib Gecesinin  İlâhi lütufların çokluğundan dolayı bu ünvanı almış bulunduğuna dair rivayetler de vardır.

Merhum Hacı Zihni Efendi, Kitabu’s Salat’ında der ki: “O gecenin Regaib gecesi olması hakkında halk arasında söylenen  vesair söz ki, Seyyid-i Kâinat Aleyhi Ezkâ es-Salat Efendimiz Hazretleri’nin (sav), sulb-i pederden, rahm-i pâk-i madere, [babasının sulbünden pak olan ana rahmine] inmiş olmalarıdır. Bu aklen ve naklen asılsızdır. Nevevi’nin 40 Hadis’inin beşincisinin şerhinin son kısmında Şeyh İsmail Hakkı (ks) demiştir ki : ‘o gecede özellikle fiilerin tecellisi vaki olup,Cenâb-ı Sahib-i Nübüvvet (sav), ğarga-i nur-ı ef‘al olmakla Allah (cc)’a şükür maksadıyla oniki rekat namaz kılınmıştır. Regaib, duha ve  şükür namazları gibi nafiledendir. O geceye Regaib Gecesi demek, Meleklerin lisanından sadır olmuştur. Nitekim İmam Nesefî’nin Yakute isimli kitabında açıkça anlatılmaktadır.”

[11]Mirac Mucizesini anlatmak üzere Osmanlı şairleri tarafından bir çok manzumeler yazılmıştır. Bunların en meşhuru Galata Mevlevihanesi Şeyhi olan 1143 tarihinde vefat eden Nayî Osman Dede’nin tanzim eylediği ve gayet başarılı bir şekilde bestelediği Miraciyye’dir. Evvel Allah âdın yâd eyleriz/Dîl dîl olmuş kalbi abâd eyleriz beytiyle başlayan bu manzume, İstanbul’da  Galata ve Yenikapı Mevlevîhaneleri ile Sünbül Efendi Hangâhı’nda ve Üsküdar’da Hz. Hüdâî dergâhında özel bir merasim ile okunur, okunması esnasında hazır bulunanlara ve ziyaretçilere şeker, şerbet ve süt ikram olunurdu. Manzumenin her bölümü iki miraciyehân tarafından aynı ahenkte icra edilir ve her beytin bitimindeki nameleri kürsînin altındaki zakirler tarafından salavat vs. hususi makamla tekrar edilir. Belağat yönünden çok zengin olan bu manzumenin  nameleri mazbut değildir. Bestesi muhafaza edilmiş olan birkaç fasıladır.

[12]Efendimiz (sav) Hazretleri’ni ziyaret için Receb Ayında gelen ziyaretçilere Belde-i Tahire ahalisi Recebiyye derlerdi ve hecîn devesi ile geldikleri için de rukkâb [biniciler] tabir ederlerdi. Recebiyye’nin, 23 Receb’de Medine’ye girmesi mutad olduğundan, Medineliler o gün beldenin dışına çıkıp sancaklarla, takım takım gelen ziyaretçileri karşılarlardı. Ziyaretçiler, dört gün Medine’de ikamet ettikten, 26 Receb’de Harem-i Şerîf-i Nebevî [Mescid-i Nebi] de Miraciyye okuduktan, Mirac Gecesi sabaha kadar açık olan Harem-i Şerif’de ibadet ettikten sonra, 27 Receb’de memleketlerine yönelerek yola çıkarlardı.

[13]Fudla: İmaretten verilen, pideye benzeyen ekmek. (Ç)