MEVLANA’DAN GÜNÜMÜZE MESAJLAR

A+
A-

MEVLANA’DAN GÜNÜMÜZE MESAJLAR

Türk-İslâm dünyasının yetiştirdiği en önemli mütefekkir ve mutasavvıflarından biri olan Mevlâna Celâleddin-i Rûmî (1207-1273) özellikle Şems-i Tebrîzî ile buluşmasından sonraki hayatı, fikirleri ve getirdiği yeniliklerle bilhassa Anadolu’da çok etkili olmuş; kültürel hayatı, sanat ve edebiyatı derinden etkilemiştir.

Engin dehâsı, derin fikirleri, bütün insanlığı kucaklayan sevgi ve hoşgörüsüyle kitleleri etkileyen, yol gösteren, aydınlatan Mevlâna, dün olduğu gibi bugün de bütün dünyada manevi önderliğini sürdürmekte, kendi ifadesince “eserleriyle insanlığa rehberlik” etmektedir.

Günümüzde Doğu’da ve Batı’da ona ve eserlerine duyulan ilgi her geçen gün sür’atle artmakta ve geniş kitleleri içine almaktadır. Özellikle maddenin dar kalıpları arasına sıkışmış olup rûhen huzur ve sükûn arayan, hayatlarını anlamlı kılacak ve ona derinlik katacak arayışlar içinde bulunan batılılarda bu yöneliş, önemli boyutlara varmıştır. Bugün “Mevlana” ve “Rumi” kelimelerinin içinde yer aldığı web sayfalarının milyonlara ulaştığını, Mevlâna’nın eserlerinin ABD’de yıllardır en fazla rağbet gören kitaplar arasında yer aldığını, eserlerinin çeşitli mahfillerde birçok sebeple okunduğunu ve psikoterapi için kullanıldığını, şiirlerinin bestelendiğini, O’nun daha birçok kültürel etkinliğe konu olduğunu, adına dernekler kurulduğunu zikredersek konunun geldiği nokta anlaşılabilir. UNESCO’nun tavsiyesiyle 800. doğum yıldönümü münasebetiyle 2007’de Hz.Mevlâna’nın bütün dünyada anılması ve semâın dünyadaki, korunması gereken kültürel miras listesine alınması da O’na duyulan büyük ilgi ve sevginin göstergeleridir.

Mevlâna’nın bütün eserleri, özellikle bir “kültür âlemi” olan Mesnevi’si incelendiğinde görülmektedir ki Mevlâna’nın atıfta bulunduğu, kendilerini örnek gösterdiği kişiler, zikrettiği eserler ve konular, klâsik bir sûfîninkilerden farklı değildir. O halde diyebiliriz ki O’nun farkı, söyleyiş biçimindedir. İzahları gerçekten çok etkili, ikna edici ve orijinallikler taşıyıcıdır. Hatta İslâm dünyasını asırlarca yormuş çetrefilli birçok mesele için dahi bu, böyledir.

Dünyada Allah aşkının müstesna temsilcilerinden biri olan Mevlâna’nın binlerce manzûmeden oluşan Dîvân-ı Kebîr’i genel olarak ezelî ve ebedî sevgiliye övgü ve yakarışlarla doludur. Ancak buradaki manzûmeler, daha çok klâsik şiirin retoriğine uygun olarak aşkın zorluklarını ve özlem derdini anlatma; sevgiliyi kâh övme, kâh sitem etme ve yakarma şeklinde tezâhür etmektedir. Buna karşılık Mesnevi’de doğrudan anlatım daha bir öne çıkar; zaten bu eser, Hüsameddin Çelebi’nin ricası üzerine, kendilerine tâbi olan insanların tasavvufî konuları anlaması için kaleme alınmıştır.

Buna karşılık doğrudan anlatımın daha bir öne çıktığı Mesnevi’nin birçok yerinde O, kulluğunu ve sonsuz kudret karşısındaki acziyetini ifade ederek Cenâb-ı Hakk’a seslenmekte, bir bakıma -muhteva itibariyle- İslâm edebiyatlarındaki münâcât türünün şâheser örneklerini vermektedir. Bir misâl olmak üzere Mesnevi’nin birinci cildinden derlediğimiz içtenlik, duygu ve maneviyat dolu beyitleri takdim ediyoruz:

Ey bizim canımıza can olan (Allah)!

Varlıklarımızı, fâni sûretle gösteren vücûd-i mutlak sensin.

Hareketimiz de varlığımız da senin vergindir. Varlığımız senin îcadındır.

Biz ney gibiyiz, bizdeki nağme senden. Biz dağ gibiyiz, bizdeki sadâ senden.

Nimetlerini ve ihsanlarını bizden esirgeme!

Ey Allah’ım! Yüz binlerce tuzak ve yem var; bizler de aç kalmış haris kuşlar gibiyiz.

Her birimiz birer doğan bile olsak, her an yeni bir tuzağa tutuluyoruz.

Sen bizi hep tuzaktan kurtarıyorsun; biz yine bir tuzağa doğru gidiyoruz.

Bize, bizim işlerimize bakma; kendi büyüklüğüne, kendi cömertliğine bak!

Sen bize bu isteği, karşılıksız verdin; hadsiz, hesapsız ihsanlarda bulundun.

Ezelde bağışladığın şu irfan damlasını, denizlerine ulaştır.

Ey yardım dileyenlerin yardımcısı, bize hidayet ver.

Kerem ederek hidayet ettiğin kalbi azdırma.

Sen yardım etmezsen, işimiz gücümüz ancak kargaşalıktır.

Kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi sana razı olan kardeşlerden ayırma!

(Mesnevi, I, 374 vd., 599 vd.; 1338, 1882, 3899 vd.)

Hz. Mevlâna, peygamberleri ve velileri Hakk’a ve hakikate doğru büyük yürüyüşte, aynı misyonu taşıyan önderler olarak vasfeder ve “Her peygamberin, her velinin bir mesleği, bir usûlü vardır; fakat hepsi seni Hakk’a ulaştırdığına göre birdirler” der. (1/3086) O’nun ifadesince “Peygamberler, gizli şeyi bilip seni de o şeyden âgâh eden kimselerdir. Onlar, cihan halkının görmediği şeyleri görmüşlerdir. (3/2960) Peygamberlerin bizim üzerimizde hakları çoktur; çünkü bizim sonumuzdan haber vermişlerdir.(6/3770) Onlardan daha öğütçü, daha güzel sözlü kim vardır? Nefesleri taşa bile tesir eder.” (5/1534) “Velî, Allah güneşinin nuruna delildir. Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme; Halil Peygamber gibi ‘Ben batanları sevmem’ de. (1/425-426) Allah, velîleri, âlemlere rahmet olmak üzere yeryüzüne getirmiştir. (3/1804) (Velî) kendi varlığından ölmüş, Allah ile dirilmiştir. Onun için ilâhî sırlar, onların iki dudağı arasından çıkıp durmaktadır.” (3/3364)

Peygamberimiz’in müstesna yerini her vesileyle dile getiren, O’nun rehberlikteki eşsiz misyonunu daima vurgulayan Mevlâna kendisini en güzel benzetişlerle, en samimi ifadelerle anar; “Muhammed (a.s.)’ın nuru, milyonlarca parçaya ayrıldı da baştan başa iki dünyayı kapladı.” “Taze baht dostumuz, can vermek işimiz gücümüz; kervanbaşımız da dünyanın övündüğü Mustafa (a.s.) bizim. Ay bile ay yüzünü gördü de dayanamadı, yarıldı; O’na itaat ettiği için bu (güzel) talihe erişti.” (DK. 3/189,4/358) “Muhammed (a.s.), bu dünyada da şefaatçıdır, o dünya da… Bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada cennetlere… O’nun nefesiyle iki kapı da açılmıştır. Duası, iki âlemde de kabul olunur. O’na benzer ne gelmiştir, ne de gelecek…” (M.6/167-71) “Hz.Muhammed’in getirdiği dine bak! Hicretten 650 yıl geçmiş, o hâlâ durmada… Ne sağlam yapı! Ebû Leheb ve ona benzeyenlerin hiçbir şeyini göremezsin. Ancak ibret almak için hikâyeleri anlatılır.” (DK.3/97) der.

Mesnevi’deki şu beyitler de kanaatimizce Peygamber Efendimiz için yazılmış en güzel övgülerdendir:

“Peygamber (a.s.)’e (denildi ki) ‘Ey kilime bürünen, ey ürküp kaçan, kilimden çık!’

Kilimi başına çekme, yüzünü örtme! Çünkü âlem, şaşkın bir bedendir, sen ise bu âleme akılsın!

Dâvacının ayıbına bakıp kendini gizleme; çünkü senin parıl parıl parlayan vahiy mumun var.

Ey yüce kişi! Geceleyin kalk! Mum geceleri ayakta durur.

Senin nûrun olmadıkça aydın gün bile gecedir. Sana sığınmadıkça, arslan bile tavşan kesilir!

Ey Mustafa! Bu safâ denizinde kaptanlık et! Çünkü sen, ikinci Nuh’sun.

Akıllara bir yol gösterici lâzım. Hele yol, deniz yolu olursa!

Kalk da yolu vurulmuş kervana bak! Her yanda kaptan kesilmiş gulyabânîleri gör!

Sen, vaktin Hızır’ısın; her geminin imdâdına yetişen sensin. İsa (a.s.) gibi yalnız yürümeyi âdet edinme!

Bu topluluğun önünde gökyüzündeki ışık gibisin, güneşe benziyorsun. Bunlardan gizlenmeye, yalnızlığa çekilmeye kalkışma!

Halvet zamanı değil, topluluğa gel! Ey peygamber, hidayet, Kaf Dağına benzer, sen ise Ankâsın.

Ey şifa! Hastayı terketme, sağıra kızıp körün sopasını alma!

Sen demedin mi ki yolda ‘Körün (elinden) tutup götüren, Allah’tan yüzlerce ecir alır, yüzlerce sevaba girer!

Kim bir körü kırk adım götürürse günahları bağışlanır, doğru yolu bulur!’

Öyleyse bu fâni cihandaki körleri katar katar al götür!

Doğru yolu gösterenin işi budur; sen de doğru yolu gösterensin… Âhir zamânın yasına neşesin sen!” (Mes.4/1453 vd.)

Mesnevi’nin girişinde Ney sembolü ile veciz bir şekilde resmedildiği üzere asıl vatanından, yani ruhlar aleminden, sevgilisinden, dostlarından ayrılan insan da bu gurbet diyarında ıstıraplarla yoğrulup kemale erdikçe, manen tekamül ettikçe aslına, yani o sonsuz değerler kaynağına yaklaşabilir. Bunun için insanoğlu daima nefsiyle mücadele ederek, toplumun her alanına katılıp ıstırap çekerek yücelebilir; altın ve gümüş gibi tortulardan arınabilir. Ancak insanoğlu ıstıraplarını aşk ve şevki nispetinde hazmedebilir; gerek nefsinden, gerek hemcinslerinden, gerekse hayat şartlarından kaynaklanan sıkıntıları “aşk zümrütü” ile bertaraf etmelidir. Diğer bir deyişle “yücelikten nasibi olmayan” maddi varlığını eritip ruhun saltanatını kurmalıdır. Bu mücadeleyi, cemiyet hayatından, ferdî ve ictimaî gerçeklerden kopmadan başarmak, takdire şayandır.

Yüce kitabımız Kurân-ı Kerîm’de de işaret buyurulduğu üzere insanoğlunda gerçek tatmin, ruha ait bir özelliktir. Ruh ise hakikatte, aslına aşıktır. İşte “Ne akarsu balıktan doyar, ne de balık o akarsuya kanar. Ne cihanın canı âşıklardan sıkılır, ne de âşık o cihanın canından doyup usanır. (Genc.R.No: 625)” diyen Hz. Mevlâna’nın dinmek bilmeyen ilâhî aşkı ve hayatın gerçeklerinden kopmayan dinamik bakışı, onun ibadetlerine ve Hakk’a yöneliş biçimine de sirayet etmiştir. Atomlardan yıldızlara kadar her şeyin hareket halinde olduğunu ve döndüğünü eserlerinde daima zikreden Mevlâna, kendi yolunun esaslarından biri olan semâ ile de bu yüce hakikatleri dile getirmek istemiştir.

O halde Mevlâna’ya göre mutluluk, benlikten geçip Hakk’a yönelmekte, nefsî arzuların ve cüz’î aklın dar kalıplarından sıyrılıp özgür olmakta ve hakikati aramaktadır: “Bağları kopar ve hür ol ey oğul! Ne zamana kadar altın, gümüş kaydında olacaksın?” (Mes.1/19) “Önümde kendi ayran tasım oldu mu Allah’a yemin ederim ki hiç kimsenin balını düşünmem. Yoksullukla ölüm kulağıma sürtünse bile hiçbir zaman özgürlüğü köleliğe değişmem” (R.No: 935) diyen Mevlâna, tam bir hürriyetseverdir. Ona göre, asıl özgürlük yolunu gösterenler de peygamberlerdir. İnananlar peygamberler sayesinde özgürlüğe kavuşmuşlardır.

Büyük düşünür, aslî kaynağından beslenmeyen aklın, karanlıkta fili tarif edenlerin durumuna düşmekten kurtulamayacağını belirtir. Nitekim O, “Hevâ ve hevesini kendine vezir yapma; aklın varsa başka bir akılla dost ol; akl-ı küllü kendine vezir yap” diye tavsiyede bulunur.

Mevlâna, bir başka anlatımında bedeni yıkılası bir harabeye benzetir. Ne var ki insan, tabiatı gereği mevcutla yetinip onu korumak ister. Yeni ufuklara, yeni iklimlere açılmaktan korkar. Halbuki onun saray zannettiği harabenin altında bir hazine yatmaktadır. Onu yıkmayı göze alsa, o define ile nice gerçek saraylar inşa edebilir ve tabii ki saraylar, padişahı konuk etmeye lâyıktır. (Mes.4/2540 vd.)

Mevlana’da insana gösterilen geniş hoşgörü ve müsamahanın temelinde onun taşıdığı öze olan güven ve ümit vardır. Yunus Emre’nin “Yaratılanı hoş gör Yaratan’dan ötürü” deyişinde uygun olarak Mevlana’da “Hangi tohum yere atıldı da bitmedi? Neden insan için de aynı şeyi düşünmüyorsun?” der (DK.3/169). Yaramaz ve tahammül edilemez halleri de olsa, insan uğruna canlar feda edilen sevgilinin emanetini taşımaktadır.

Hz. Mevlâna’nın coşkun ve hudutsuz aşkı, topluma, fertlerini aynı değerler etrafında birleştiren, kaynaştıran ve bir potada eriten bir güç, yani sevgi, hoşgörü, kardeşlik ve dayanışma olarak yansımıştır: “Sevgiyle acılar tatlılaşır; sevgiyle dertler şifa bulur; sevgiyle ölüler dirilir; sevgiyle padişahlar kul olur.”(Mes.2/1529-31) “Yâriyle hoş geçinen yârsiz kalmaz, müşteri ile iyi anlaşan iflâs etmez. Ay geceden ürkmediği için öyle parlak kaldı; gül de dikenle uyuştuğu için o kokuyu elde etti.” (R.No: 211) “Bir ayağım İslâm dininde sabit, 72 milleti dolaşırım” diyen büyük düşünür, bu inanış çerçevesinde hangi dinden, ırktan, renkten olursa olsun, kadın-erkek, zengin-fakir ayırımı yapmadan insana değer vermiş, ona daima saygı duymuştur.

Mevlâna’daki engin şefkat ve hoşgörü, onun özüne duyulan güven ve taşıdığı ilâhi emanet sebebiyledir. Yoksa o, eğitimsiz, düşüncesiz ve sorumsuz kişilere, yeri geldikçe eleştirilerini, başka eserlerde görmeyeceğimiz ağırlıkta ve şiddette ifade etmekten kaçınmaz. Nitekim, “Hırsızlara ve uğursuz kimselere acımak, zayıfları kırıp geçirmektir” der (Mes.4/4262).

Büyük düşünür ve eğitimcimizin söz ve davranışları birlik ve kardeşlik mesajlarıyla doludur. Seslenişi bütün insanlara, insanlığadır: “Dostlar, dostlar! Birbirinizden ayrılmayın. Başınızdan kaçamak heveslerini atın.Mademki hepiniz birsiniz, ikilik havası çalmayın. Vefa sultanı emrediyor; vefasızlık etmeyin! (R.No: 642) Küreselleşme olgusuyla tek bir köy ya da tek bir şehir olmaya doğru gitmekte olan dünya Mevlâna’nın bu birlik ve barış çağrılarına ne kadar muhtaçtır! Fakat bu birliği temin için insanın daima yaratıcısına yönelmesi ve yardımı O’ndan beklemesi gerekir: “Zenginliğini defineden, hazineden, maldan mülkten değil, O’ndan dinle. Yardımı amcadan, dayıdan değil, O’ndan iste!” (Mes.5/1497)

Hz. Pir, toplumdaki kardeşlik ve dayanışmanın temininde inanç ve maneviyatın rolünü ısrarla vurgularken bu hususta asıl belirleyici olanın sevgi ve duygu birliği olduğunu hatırlatır: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır.” (Mes.2/3681vd.) “Kalpten kalbe yol vardır; kardeşlik de düşmanlık da bu gizli yoldan geçer.”“Mü’min mü’minin aynası olursa, kimse karşısındakinin ayıbını göremez.” (DK.6/209)der. Bir taraftan, “Zâlimlerin zulmü karanlık bir kuyudur. Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.” (Mes.1/1309 vd.) sözleriyle kaba kuvvete ve haksızlıklara karşı çıkarken, diğer taraftan “Kin ve nefret duyguları kalpleri karartır. Barış dalgaları kalplerden kinleri atar; savaş dalgaları ise sevgileri altüst eder.” (Mes.1/2578) sözleriyle de bir bakıma kolay ve ilkel olan kin ve intikamı değil, zor ve erdemli olan sulh ve kardeşliği işaret eder.

Ona göre insanı olgunlaştıran ve yücelten şey, gerek ferdî yaşamda gerekse hayat mücadelesinde çekilen ıstıraplardır. Onun için “Git kendine dert ara, dert bul; dertlerden bir dert seç kendine! Çünkü (yaşamak için) bundan başka çare yoktur. Bahtın yâr olmadı diye üzülme sakın. Ancak derdin yoksa o zaman üzgünlük göster.” (R.No: 1177) “İnsana her iki cihanda da savaşmak yaraşır. Mercandan da, taştan da sıkıntı çekmek gerek. İnsan ya erkekçe, erkek kılıklı yaşamalı ya da bin türlü utanç verici hallere katlanmalı.” (R.No: 1171)

Denilebilir ki daimi bir hareket, Hak yolunda sürekli ilerleme ve gelişme, Onun şaşmaz karakteridir. “Dün gitti, evvelsi gün geçti, gün bugündür.” (R.No: 142)diyen Mevlâna’nın yeniliğe ve her an yeni bir oluşumda bulunmaya verdiği önem, bundandır.

Onun için bilim ve toknolojideki baş döndürücü gelişmelere ve maddî refaha rağmen inanç boşluğuna düşmüş olan batılı insan, ruhunun sesini aramakta; hayatın anlamını kavramaya çalışmakta; Mevlâna gibi insanı ve hayatı derinden kuşatan, tahlil eden, yol gösteren fikir ve gönül adamlarının peşinden koşmaktadır. Diğer taraftan dünyanın pek çok yerinde çatışmaların devam ettiği; açlık ve sefâletin hüküm sürdüğü; huzursuzlukların, haksızlık ve adaletsizliklerin büyük boyutlara ulaştığı; çevre felâketlerinin yaşandığı yadsınamaz bir gerçektir.

Mevlâna’nın, tarihin her döneminde feyz alınmış seçkin ve yol gösterici fikirlerine, bütün insanlık olarak bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır. Bu aynı zamanda müslümanların aslî değerlerini dünyaya anlatmak, yersiz ve haksız ithamlardan kurtulmak için de büyük bir fırsattır. İnsanlık, gittikçe ağırlaşan ve çözümü güçleşen sorunlarını çözme şansına, ancak O’nun gibi insan ruhunun derinliklerini keşfeden ve evrensel gerçeklikleri yakalayabilen fikir ve gönül adamlarının kılavuzluğunda sahip olabileceklerdir.