MEVLÂNÂ VE TAASSUB – Abdullah ÖZBEK

A+
A-

MEVLÂNÂ VE TAASSUB

Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK

Mevlânâ eserlerinin pek çok yerinde, taassuba, taklite, kıt akıllılığa fırsat buldukça temas etmiş, mutaassıb kişilerle alay ederek onları yenmiştir.

Kelime manâsı itibariyle taassub (fanatizm), akraba ve kavmi­nin ferdlerine yardım ve aşırı ta­raftarlık anlamına gelir.

Istılâh olarak taassub ise, bir dine, bir görüş ve düşünceye ve­ya bir partiye, başka hiç bir ger­çeği görmemecisine, körükörüne bağlanmaktır.i

Hak ve güzel olan şeye taraf­tarlık İslâm’ın bir emridir. Buna müspet taassub denilmektedir. Bu tip taassuba “Salâbet-i Diniyye ve Ahlâkiyye (dinde ve ahlâk­ta sağlamalık ve dayanıklılık)” denir.

Taasub denilince daha çok olumsuz manâsı anlaşılır. Bu an­lamdaki taassubun sebebi zaaf, cehalet, muhâkemezsizlik, kör taklit ve kuru inattır.ii

Taassub, din, ahlâk, âdet vs. konusunda, lüzumlu lüzumsuz taraftarlık ve gayretkeşlik uçlar­da dolaşmak ve aşırılığa kaç­maktır.

Taassub, yüzyıllar önceki bil­gileri düşünmeden tekrardır.iii

Mutaassıb insanın ufku dar, görüşü kısa, hareketleri saldır­gandır. Sadece kendi görüşüne itibar eder. Ona göre doğrunun tek ölçüsü vardır. O da kendi kafasıdır

Mutaassıb hiç bir zaman hak­perest değildir.

Hakperest insan müsâmahalıdır, hür tartışmadan yanadır.

Rahatlıkla muhalifinin delilini dinler, doğruyu görmesi için çalışır, asla ayağını kaydırmak iste­mez. Onun tek hedefi, kendisinin değil, hakkın üstünlüğünün orta­ya çıkarılmasıdır. Bunu yaparken de daima i’tidalli olmayı ter­cih eder.

Mutaassıbın metodu, hangi şekilde olursa olsun, muhalifini dinlememek ve delillerini reddet­mektir.iv

Tarihte pek çok taassub ör­nekleri vardır. Ve bunun insanlı­ğa sunduğu şeyler: Ayrılık, guruplaşma, hased, kin, kavga ve dinden uzaklaşma…

Mevlânâ çeşitli vesilelerle taasubun gülünç yönlerine dikkat çeker ve bunu kavratmak için pek çok misâller verir, hikâyeler anlatır. Bunlardan bir kaçı:

Dilbilimci ile Gemici Hikayesi

Kendini beğenmiş bir dilbilimci gemiye biner. Yolda gider­ken gemici ile aralarında şu ko­nuşma geçer:

Dilbilimci: Sen dilbilgisi bili­yor musun?

Gemici: Hayır…

Dilbilimci: Öyleyse ömrünün yarısı boşa gitti!..

Gemici öfkelenir, gönlü kırı­lır; fakat hemencecik belli et­mez, bekler… Susmayı tercih eder.

Derken, biraz sonra fırtına çıkar, gemi sallanmaya başlar, işte dilbilimciye cevap verme­nin tam sırasıdır. Bu sefer de şöyle bir hesaplaşma başlar:

Gemici: Hey! Söyle baka­lım, sen yüzme bilir misin?

Dilbilimci: Hayır, a güzel cevaplar veren güzel yüzlü!..

Gemici: A dilbilimci, şimdi senin bütün ömrün boşa gitti. çünkü gemi girdaplarda batar gider.v

Mevlânâ burada, kendi branş ve mesleğini diğerlerinden üstün gören bencil ve dar görüşlü bir kişinin, karşı karşıya kaldığı kötü ve gülünç durumu tasvir etmektedir…

Aslında her meslek ve hüner, toplumun bir ihtiyacını karşılamaktadır. Bu bakımdan her meslek ve hüner erbabı değerlidir ve saygıya lâyıktır. Meseleye bu düşünceyle yaklaşılmadığı taktirde toplumda anlamsız yarışlar ve kargaşalar baş gösterir. Neticede, insanların kabiliyetlerine uygun meslek seçmeleri çok zor olur. Bu da ehil olmayanların iş başına geçmelerine yol açar.

Karanlıkta Fil Tarifi

Hintliler, halka göstermek için karanlık bir ahıra fil yerleştirirler. Fili görmek için pek çok kişi bu ahıra girer.

Tabii ki zifiri karanlıkta fili görmenin imkânı yoktur. Herkes file el sürer. Hortumuna dokunan “Fil oluğa benziyor”der. Kulağına dokunan “yelpaze” diye tarif yapar. Ayağına dokunan “direk gibi bir şey” sanır. Sırtına dokunan da “taht” gibi algılar.vi

Herhangi bir konuda sağlam bir bilgiye ulaşmak başta o konu ile ilgili engelleri ortadan kaldırmak gerekir. Çünkü pek çok şey insanın meseleleri ve nesneleri doğru algılanmasını engeller. Meselâ hırskızgınlıktarafsızlık, aşırı sevgiler ve ilgisizlikler, doğru bilgiye ulaşmanın önünde birer karanlık ortam oluştururlar.

Herhangi bir konuda karar verirken de konunun iyice aydınlanmasına dikkat etmek gerekir. Acele ve hırsla verilen kararlar olayın tamamının görülmesini engeller. Bu da haksızlığa sebep olur.

Kendisini Kaptan Zanneden Sinek

Bir sinek, küçük bir su birikintisi üzerindeki saman çöpünün üstüne konar. Kaptan gibi de poz verir. Ve şöyle hava atar.

“Denizi de gemiyi de en iyi ben bilirim. İşte şu, deniz; bu da gemi… Bense ehliyetli, doğru düşünen, yerinde karar veren bir kaptanım…”

Sinek, denizin üstünde gemisini sürüp durur… O kadarcık su, ona, uçsuz bucaksız bir deniz gibi görünür.

O su birikintisi, ona göre o kadar sınırsızdır ki, onu olduğu gibi görecek göz nerede?..

Görüşü ne kadarsa, dünyası da o kadardır. Denizi de görüşüncedir…

Aslı esası olmayan yorum sahibi de sineğe benzer. Onun vehmi de su birikintisidir. Düşüncesi ise, saman çöpü…

Sinek, kendi düşüncesine saplanıp yoruma kalkmışsa, bundan vazgeçse, baht o sineği devlet kuşu haline getirir.

İbretle bakan kişi sinek olmaz…vii

Bu hikmetli hikâye ile Mevlânâ, dar görüşlülüğün, parçayı görüp bütünügörmeyişin ne kadar gülünç olduğunu anlatmaktadır.

Mevlânâ’ya göre dar görüşlülüğün bir sebebi de taklittir.viii Çünkü taklit, aslın ve esasın görülmesini engeller. İnsan taklitten kurtulmak istiyorsa, sırf görünüşlere bakarak karar vermemeli her şeyin iç yüzünü araştırmalıdır.

Nice altın vardır ki, hasetçi hırsızlardan kurtulmak için dumanla karartılmıştır. Nice altın suyuna batmış bakır da vardır ki, aklı kıt kişiler kapılır ona…ix

Diğer taraftan her çeşit şehvet ve aşırılıklar da dar görüşlülüğe sebep teşkil eder. Onun için insana, mezara kadar gören akıl değil; ondan sonrası da gören akıl gerekir.x

 Konya, Büyükşehir Belediyesi Yayın Organı, Kasım – Aralık, 1997, s. 34-35

iDİPNOTLAR

Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, Remzi Kitapevi, İst. 1977, c. 3, s. 328.

ii Şu hususları da taassubun sebepleri arasında saymak mümkündür:

a) Dinin iyi kavranmaması ve ruhunun kaybedilmesi.

b) Zor Amel, Azimet ve Ruhsat Tartışması.

c) Şeriat Tarikat, Sunni – Şii, Hak – Batıl Tartışması.

d) Siyasi İntikam Arzuları.

e) Heva ve Hevesler.

f) Problem Üzerinde Düşünmeme vb…

iii Nurettin Topçu, İslâm ve İnsan, Hareket Yay. İst., 1969, ss. 24-36.

iv Muhammed Abduh-Tarık Abdulhalim, Mukaddime fi Esbâb-ı İhtilâfi’l – Müslimîn Ve Teferrukihim, II. Baskı, Kuveyt, 1986, s. 81

v Mevlânâ, Mesnevî, Tercüme ve Şerh: A. Baki Gölpınarlı, Kültür Bak. Yay., Ank., 1989, I/2847 – 2853

vi Mevlânâ, a.g.e., III/1260 – 1269

vii Mevlânâ, a.g.e., I/1087 – 1095

viii Mevlânâ, a.g.e., I/480 – 503. Tabii ki Mevlânâ’nın karşı çıktığı taklit, zararı olan taklittir. O bu konuda, “Kuş sesini taklit eden avcı ile kuşun kendisi bir olur mu?” der. Çünkü Mevlânâ orijinallikten yanadır. O’nun hedefi, bu tip taklide dayalı bilgi ve davranışlardan kurtulup özü bulmak ve onun anlamına göre yaşamaktır. Bak: Mevlânâ , Fihi Mâfîh, Ter: M. Ülker Tarıkâhya, MEGSB. Yay., İst., 1985, s. 25-30

ix Mevlânâ, Mesnevî, IV/2163 – 2187

x Mevlânâ, a.g.e., IV/ 3310 – 3219