Mevlâna Celâleddin Rûmi-i Belhi-i Konevi Üzerine Düşünceler – A. Osman KOÇKUZU

A+
A-

Mevlâna Celâleddin Rûmi-i Belhi-i Konevi Üzerine Düşünceler

Prof. Dr.A. Osman KOÇKUZU

Bazı büyükler var ki, onların şöhreti emsallerirıden, hatta kendilerinden büyüklerden, çok büyüklerden de artık olmuştur. İşte Rûmî de bu durumdadır. Bunun sebepleri üzerinde düşünür isek de, mesele çözülmez. Bir muammadır sürer gider. O zatın yıldızı parlamıştır, daha çok tanınmış veya daha çok sevilmiştir. Ama hep bilmekteyiz ki, şöhret bazı noktalarda iline, insanlığa ve gerçeğe/hakikata erişmeye sağlam ölçü vermez. Hatta bazan yanıltıcı bile olur.

Yirminci yüzyıldan önce de, bu içinde yaşadığımız yüzyılın ilk çeyreğinde de, dünya üzerinde özellikle de ülkemizde Mevlana ve Mevlevilik üzerinde çalışanların sayıları çok yüksek olmamıştır. Daha gerçeğe yakın bir ifadeyle “Mevlâna ve Mevlevilik çalışmaları, bir çığır, bir iştigal alanı ve bir üslup olamamıştır. Eğer olsa idi, şimdi elimizde sayıları her kademede yüzleri bulan Mevlâna-şinâslar olurdu: yirmi, otuz, kırk, elli, altmı yetmiş, seksen hatta doksan yaşlarında. Bir çok iş yapılmış, bir çok merhale katedilmiş olurdu. Bu olmadı. Sebebi, hazırlıksızlık, bilememezlik, siyasal çıkarla rı ön plana alma ve taraftarlık duyguları…

Biz bu yazımızda, özellikle Konya merkezli olan bazı çalışmaları özetleyecek ve yapılması gerekenler üzerine düşüncelerimizi arza çalışacağız inşaallah faydalı olur. Ötesini biz bilemeyiz. Allah hayreylesin

Önce biraz eskilere giderek, 10 Rabiu’l-evvel 1327 tarihli bir yazıyı aktaralım. Bu yazı bize Osmanlı münevverinin ve yöneticisinin, Mevlâna’ya bakışını anlatmaktadır. Eğin (Refahiye)’li bir gazeteci olan Bereketzade İsmail Hakkı efendi, gazetesinin kapanması ve sahip ve baş muharririnin sürgürıe gönderilmesi sonucunda kendisini Akka’da bulmuş bir Osmanlı münevveridir. Daha sonra, Başmüdei-i umumi ( Başsavcı ) da olan bu zat, sürgün sonu devletin verdiği Konya/Akşehir kaymakamlığı görevine başlamak üzere Bursa’dan bir yaylı araba ve muhafızlarla yola çıkar. Uzun bir yolculuk sonunda Konya’ya vasıl olur. Valiliğe tayin yazısını verir, görev yeri olan Akşehir’e döner ve görevine başlar. Bekar olan bu memurun kültür seviyesini ve Celâleddin Rumi ile ilgili bir kaç sayfalık hatıratını kendi kaleminden dinleyelim:

“… o gece bu halde sabahı bulduk. Ferdası pazartesi günü, erkenden kalktık ve bütün gün arabaları sürerek, o gün guruba karib bir zamanda, kaymakamı tayin olunduğum Akşehir kazasının bu namda merkezi bulunan Akşehir kasabasına girdik. Bir gece beytutet ile eşyamı orada bıraktıktan sonra, doğruca Konya’ya gittim. Ziyay-ı rûhanisi Konya ovasına lem’a-feşan olan Mevlana Celâleddîn Rûmi, kuddise sirruh hazretlerinin, Kubbe-i Hadrasını Konya’ya duhulümüzden evvel, daha bir iki saatlik mesafeden görür görmez, gönlüm şevk ve vecd ile şûrîde oldu:

( li muharririh)

Ol demde göründü bana bir kûh-i tecelli,

Gaşyetti beni, pertev-i envâr-ı ( tedelli) (1)

Âteş-feşan bir aşk ve garam ile kûy-i Canan’a doğru tesri‘-i hareket eyledirn. Bir mertebe ki, güya kurb-i Dildara cezb olunuyordum. Ten ve canım sûy-i Habibe gidiyor, lisanım’da Hazret-i Abdurrahman Câmi’nin şu neşide-i ârifanesini okuyor idi:

On Feridûn-i Cihan-ı Me’nevi,

Bes boved borhân-i zateş Mesnevi,

Men çi goyem vesf-ı on Âli-cenab:

“Niyst peygamber veli dared ketab”.

Konya’ya muvasalatımla beraber, hemen Hankah-ı Hazret-i Mevlana’ya şitab eyledim. Dergahın iki tarafında Dervişanın beytûtetlerine mahsus Hucreler bulunan dairenin kapısından girince, önündeki havlunun cephesine musadif bina-i alinin sağ cihetine teveccüh ile, türbe-i şerifeye dahil oldum. Ey Menkabe-i kemal-i Ahmediyye’yi bize kitab-ı mahsus ile tertil eden Sultanü’l-arifin… es-Selamu aleyk… zâirlere me’âni-i aliye sünûh eden bu metâf-ı ehl-i dil, bana bi-gane olduğum hakikatleri şerh ve takrir ediyor.. Şimdi ben başka bir şevk ve zevk ile cezbe-darım. Ruhum diğer bir halet ile mütehassis… alem-i baladan peya-pey envar-ı feyz yağıyor. Kulub burada katarat-ı rahmet-i ilham ile pür-nur. Bilmem… gönlüm enva’-ı inkişaf ile bir demde nasıl bir hayat-ı nevin buldu?… Bu bezm-gah-ı kudside bir gulguledir gidiyor, her şey canlanmış, her şey söylüyor. Cemadatın ma’işet ve mu’aşeretlerine, sohbet ve muânesetlerine mütedair ehl-i fennin ilmi burada maluma ve mağz-i Kur’anın:

Çon şoma sûy-i cemadi mi revid…

Mahrem-i can-ı cemadat çon şevid…

Ez cemadi alem-i canba revid…

Gulgul-i eczay-ı alem bişnevid.

Ebyatında münderic esrar müşâhedeye münkalib oluyor. Ruh yükseldikçe yükseliyor…

Türbenin iç kapısı üzerine şu beyti muhtevi olan levha ta’lik edilmiş:

Ka‘betü’l-Uşşak başed in makam,

Her ki nakıs amed inca şod temam.

Makam-ı şerifin ziyaretiyle teberrük edildikten sonra, hükumet konağına gittim. Vali-i vilayet, diğer bir me’muriyete tayin edilerek bir iki gün evvel Der-i saadete ru berah-i azimet olduğundan, me’muriyetime dair müsteship olduğum muharrerat-ı resmiyye’yi, vali vekili bulunan Mektupçu’ya tevdi ettim. O tarihte mektubi-i vilayet, ismini tasrihe lüzum görmediğim bir zat-ı ğaribü’s-sıfat idi. Kendisi kitabet meslekinden yetişmiş ve hala dahi, ifaza-i rikkat ve zerafet edecek bir meki’i rafi’de bulunmuş olmasına nazaran, şu ilk mülaki olduğumuz zaman, Cenab-ı Hak muvaffak etsin gibi hiç olmazsa bir iltifat ve nevazişini ümit ederken, bir de muharreratı okur okumaz, selefimden kinayeten: “böyle mühim işler zamanında iş adamını azletmek füturuna bais olur” demesinmi…”.

“… O gün Sultan Selim-i evvel hazretlerinin Konya’da bina-kerdesi olan cami-i şerife gittim. Cenab-ı padişah-ı zi şan, Hazret-i Pir’e fart-ı mehabbetinden cami-i şerifi hankahın ittisaline inşa eylemiş. Tarih-i Osmani’nin bir çok safahatından Al-i Osman padişahlarının ötedenberi Hazret-i Mevlana’ya muhabbet ve ihlasları bulunduğu nümayan olur. Mesnevi-i şerif serapa hıfz-ı hümayunlarında bulunan Cenab-ı şevkat-meab Sultan Mehmed Reşat Han hazterleri, tarihin sıdk-ı ifadesine şahid-i zi-hayattır. Muhterik olan Yenikapı Mevlevihanesi, ceyb-i mülukanelerinden ibzal buyurulan atıyye-i seniyyeleriyle bir tarz-ı dil-nişin üzre inşa olunarak, bir çera irfan yeniden ikad edildi.

Sadrüddin Konevi ve Şemsüddin Tebrizi gibi e‘izze-i kiram kaddesallahu esrarahum hazaratanın merakıd-ı mübarekelerini ziyaret ettim. Ve ertesi gün makam-ı vilayetten tastir kılınan buyuruldu’yu alarak Akşehire’e avdet eyledim. Me’murin-i kaza hazır oldukları halde buyuruldu hukümet konağında umum muvacehesinde kıraat olunduktan sonra, müste’inen billah vazifeye hame-zen-i mübaşeret oldum. (Bereketzade İsmail Hakkı, Yad-ı Mazi, İstanbul, 1332, 241-246).

Uzun bir iktibas ile, bir çok noktada bize dikkat çekici bilgiler gelmiş oldu. İnce bir gazetecideki yetişmişlik. Bir kaç dile vakıf Osmanlı münevveri. Bir devlet memurunun dindarlığı ve en önemlisi, Mevlana Celaleddin Rumi’nin Osmanlı ülkesindeki şöhreti. Nihayet devlet büyüklerinin Mesnevi ile ilgisi. Tamamını ezber bilecek kadar ilgisi. Yak1aşık otuz kilometre öteden, küçük bir kasaba durumunda olan Konya’nın, Türbeyi kapatmayan binaları ve Türbenin kilometrelerce ve saatlerce önceden görünümü. Bütün bunlar, bugün çoktan kaybolmuş değerler ve ölçülerdir. Ne Osmanlı münevveri, ne ilimle ilgilenen bir yönetici, ne de tek katlı binalar arasında yükselen bir Kubbe-i Hadra. Bunların hepsi tarihe gömüldü.

Mevlana ile ilgili çalışmalar, çok eski dönemde az da olsa yapıldı demiştik. Ankaralı Mevlevi alim İsmail Rüsuhi Dede’nin, hala yeganeliği muhafaza eden ünlü şerhi, günümüz için dili ağırlaşsa da, ötesine geçilemeyen bir ulu eserdir. Ondan sonra bazı küçük çalışmaları görebilmekteyiz. Mevlana bibliyografyası yazarlarının tespitleri dışında bazı eserlerin bulunabileceğini kabul de etsek, mesela İran, zannedersem bizden daha çok eser vermiş durumdadır. Hatta Arap alemi bile.

1946-1960 Arasında Konya’da Çalışmalar

İlk defa Konya’da Şahin Sineması adlı küçük bir salonun alt bölümünde bir toplantıda Mevlana’nın anıldığını hatırlamaktayım. Bizler ilkokul öğrencisi idik; Ya bir kaç arkadaş bu toplantıyı duyup merak edip gittik, veya okuldan bizi götürdüler. İkinci ihtimal daha uzak gibi gelmektedir. Çünkü, daracık bir salonda, ilk okul öğrencisi hemen oraya dolduruverir. Salonda ses yükseltici falan da yok. Aydınlatılmış biraz yüksekçe olan sahnede, bir zat konuşurken, birden arkadaki locadan bir ses yökseldi: “ kıymetli kelamınızı duyamayyoruz…” Arkama dönüp baktım, pala bıyıklı güleç bir zat komşumuz edebiyat öğretmeni Ahmet Nushi Katarcıoğlu amca. Demek ki konuşanla ahbab ki, samimi bağırdı. Sonradan öğrendik, orada konuşan da Mevlevi ailelerden birisinin çocuğu olan bir mimar Şahap Uzluk bey imiş. İşte o senenin anılışı böyle oldu. Yani çok kısa, külfetsiz, Belediye veya başka bir resmi dairenin faaliyeti tarzındaki bir çalışma.

Daha sonraki yıllarda, yanan Belediye Sinemasında yılda bir defa olmak üzere ihtifaller devam etti. O vakit İstanbuldan gelen iştirakçilerin daha çok ağırlığı hissedilmekte idi. Hatta bir sene, icra edilen bir ayin-i şerifteki bir bölümü Konya’lı büyük bir musikişinas okuduğu için, İstanbul’dan glenler hayrette kalmıştı. Halbuki o zat da Sadettin Kaynak’tan bir müddet ders almış, ama kökeni itibarıyla Konyalı olan bir hafız ve musiki üstadı idi. Hayrettin Karaman ağabeyle, bir seferinde sahne arkasına gittik, birileri Konyalılara veryansın ediyordu. “Kafı ğayin okuyanlar…” gibi sözler etti, Bir Hanım müdahale etti: “biz Konyalılara değil Hazret-i Pir’e geldik lütfen böyle şeyleri bırakın…” yollu yatıştıracı bir konuşma da yaptı. Biz o a hanımı merak ettik, rahmetli Samiha Ayverdi hanımefendi imiş.

Altmışlı yıllarda artık ihtifallerde Turizm ağırlıklı bir damga görülürdü. Yurt içinde ve yurt dışında yapılan sema ve musiki gösterilerirıde, İstanbuldan getirilen, bilmem kaçıncı kuşaktan bir Çelebi ile iş, ikibinli yıllara kadar devam etti. “ Konyada yüzlerce aile vardır. Hiçbiri Çelebilik iddiasında değildir. Onlarla tanışıyor musunuz?” şeklinde bir soruma bu merhum Çelebi “bilmiyorum, hayret demek var öyle mi?” cevabını lutfetmişti. İşte Konya, köken bakımından Mevlevi olmayan bir takım zevatın himmetleriyle, İstanbul güdümlü olarak bu işi epey sürdürdü. Sonra Konya’da da bir ekip meydana getirildi. Hatta, eski Dergah aşçısı Süleyman efendi, Dede olarak da bu işlere iştirak ettirildi, zavallı adam, son demlerinde dünyayı da dolaştı, ama bizde bir türlü Mevlana çalışmaları esas zeminine ve bilim temeline oturmadı gitti. Tabii bunun pek çok sebebi vardı. Diyebiliriz ki, altmış yıllık bir dönem böylece sadece “turizm, tanıtım ve benzeri şekli hedefler için” kullanıldı.

l960-2004 Arasında Durum

1960 yılından itibaren, Konyada Mevlana ihtifalleri adıyla bir takım faaliyetler yapıldı. Mehmet Önder ve Fevzi Halıcı bu çalışmalarda ilk zamanlarda ön planda görülmekteydiler. Mehmet Önder, Konya’daki Müze müdürlüğtinden sonra Ankara’ya, Almanya’ya ve bildiğim kadarıyla İran’a gönderildi, Mevlâna ile ilgili bir takım kitaplar yayınladı. Fevzi Halıcı ise, daha çok Turizm derneği ve vakfı eliyle bu işlerle ilgilendi. Bu arada belediyelerin de Aralık ayındaki bu çalışmalarla ve toplantılarla alakası oluyordu. Asıl ilmi faaliyet diyebileceğimiz, kongre ve sempozyumlar dönemi 1986’lı yıllardan sonra başladı. Selçuk Üniversitesinin yaptığı bu toplantılar, her yıl kitap halinde de yayınlandı. Bir ara, her kurum kendi kendine müstakil hareket ederek, ortaya karmakarışık Mevlana türleri çıkmağa başladı. Ama 2000’li yıllardan bu yana artık, Üniversite, Belediyeler, Kültür müdürlükleri ve diğer kurumlar ortak hareket ederek, oldukça derli toplu bir çalışma dönemine girildi. Ama, yine de gazetelerde “Mesnevi Türkçeye çevrildi” türünden abuk haberlerin çıkması önlenemedi. Belediyeler, kendileriyle istişare ettikleri kişilerin tavsiyesine uyarak, bir takım yayınlarda bulundu, ama ki, ne yapıyor hala bilinmemekte: siyaset, ilim, idare velhasıl her şey karmakarışık. Veya bizim aklımızın ermediği bir düzen ve intizam içinde.

Biz ne düşünmekteyiz?

l984’lü yıllardan itibaren, gördük ki, sempozyum ve kongrelerde, Mevlana tarihi kişiliği ile ilmi manada tanıtılmamaktadır. Herkesin Mevlana tasavvuru kendi isteğine ve inancına, üslubuna göre değişmektedir. Bize göre 1945’li yıllardan günümüze kadar, gösteri netiliğindeki zahiri tanıtımlar yanında, asıl anlamda dönemi ve Mevlana ile Mevleviliği tanıtan çalışmalar yapılmalı idi. Şimdi onları, yazımızı uzatmadan maddeler halinde arza çalışalım:

  1. Önce, niçin sadece Mevlana üzerinde durulduğunu anlamamız ve anlatmamız gerekmekteydi. Öyle ya, onbinlerce: din alimi, sanatkar, sufi, devlet adamı, önemli şahsiyet yetiştirmiş olan bir millet, özellikle Konya, neden sadece Mevlana üzerinde durmalıydı? bunun izahı gerekiyordu. Bu hiç bir zaman yapılmadı.
  2. Diyelim birinci maddeyi öğrendik, o zaman Türkçe, Arapça, Farsça’yı iyi bilen; dini ilimlerde iyi yetişmiş, İslam felsefesi, tefekkür tarihi, ahlak ve tasavvufunu ve kurumlarını iyi tanıyan yüzlerce uzman yetiştirmeli idik. Ki, bunların içinden, her yaşta milletimizin elinin altında yüzlerce “Mevlana-bilimci” eleman bulunmalı idi. Bunun için hiç çaba sarfedilmedi. Hala da edilmemekte. Günlük, uydurma faaliyetlerle Mevlana ve İslam tasavvufunu anladığımızı zannetmekteyiz.
  3. Niçin Mevlana ile ilgili faaliyetler İstanbul’daki, genelde Halveti-Celveti aydınların, sanatkarların, musiki-şinasların tekelindedir? Konya ve bütün Türkiye’de, Mevlevi ananesine uygun yetişmiş: sanatkar, alim, tarikat uzmanı, Çelebiler, Mollaoğulları devreden çıkartılıp, belirli kişilerin sultası devam etmektedir. Kültür müdürlükleri ve belediyelerce yapılan konuklamalarda, ikramlarda, niçin İslam’ın izzetine yakışmayan sofra kargaşaları sürdürülmekte; Konya’ya ve Konyalıya rağmen bu işler devam etmekte: “içmeyen camiye gitsin” naralarıyla, mülki, idari, ilmi erkan ve millet fertlerinin temsilcileriyle, cami mensupları horlanmaktadır? Bilinmelidir ki, camiyi dışlayan bir Mevlana ve Mevlevi kültürü yoktur. Konyada yapılacak her tür faaliyet, ilme, ahlaka, Mevlevilik tarihine ve gerçeklere uygun olmak durumundadır.
  4. Neden Konya’da, yüzlerce Mesnevi-han ve Mevlana’yı ilmi manada tanıyan kişi yoktur? Kültür kompleksleri için harcanan trilyonların binde biri ile, işin içyönü öğretilip, milletimizin ruh dünyaları zahir dışında, gösteri ötesinde de hoş tutulmaz?. Beş yıla yakın bir süre, Konya Ticaret Odasında sürdürdüğümüz “Mesnevi Dersleri”ne, hiç bir ihtifal döneminde ne bir devlet yetkilisi, ne de, bu işlerle çok ilgili görünen mahalli idareler mensubu katıldı, ziyaret etti veya yardımda bulundu. Bugünlerde yine, Konya’daki bir TV kanalındaki bir görevlinin isteği üzerine Perşembe/Cuma geceleri Mesnevi Dersleri başlatılmış bulunmaktadır. Bakalım bu süre içinde, ilgililerin ilgileri ne derece olacaktır.

Daha pek çok yazılacak hususlar vardır. Ama onları şimdilik yazmaktan vazgeçip, bu konularda, sözünü ettiğimiz tarz bir çalışmanın tahakkuku için önce Rabbimizden, sonra da konuyu bilenlerden yardım ve ilgi bekleyeceğiz. Ta ki, arada kurulacibelecek görüşme/dialog imkanlarını biz kapatmış olmayalım.

1459945094 14.7