MEVLÂNÂ

A+
A-

MEVLÂNÂ

Özellikle Mevlânâ, Hazret-i Pîr, Hüdâvendigâr ve Mollâ-yı Rûm lâkaplarıyla; Belhî (Belhli), Rûmî (Anadolulu) ve az da olsa Konevî (Konyalı)sıfatlarıyla anılanCelâleddînMuhammed, bugünAfganistan’ın kuzeyinde yer alan Belh şehrinde dünyaya gelmiştir.

Onun bütün dillerde görülebilecek tam adı, “Mevlânâ Celâleddîn Muhammed”dir. Ancak günümüzde kitap veya makale adı içerisinde Mevlânâ, tek bir kelimeyle anılmak istendiğinde, Batı dillerinde sadece “Rûmî” ve Farsça eserlerde ise “Mevlevî” isimleşmiş sıfatlarıyla yeterli görülmektedir.

Mevlânâ, bilginler yetiştiren bir ailenin ferdi olan babası BahâeddînVeled’in Belh’te sahip olduğu büyük maddî ve manevî zenginlikler içerisinde çocukluk yıllarını geçirmiş ve sonrasında vatanı Konya olmuştur. Konya’daki hayatı, ailesi, dergâhı ve eserlerine intikâl eden fikirleri, onu günümüze çok canlı bir şekilde taşımıştır.O, daha çok ilâhî aşk, sevgi, zarafet ve hoşgörüyü hatıra getiren ve İslâm inancını gönüllere bu bakışla sunmayı hedef edinen bir anlayışın öncüsü olarak kabul görmüştür.

İslâm dünyasının önemli merkezlerinden biri olan Belh’te XIII. asrın ilk yarısındaki mevcut ilmî ve siyasî ortamdan rahatsızlık duyan Mevlânâ’nın babası, bütün aile bireyleri ve çevresiyle göç etmeye karar verdi. Nişabur, Bağdat,Mekke, Şam gibi şehirleri dolaşarakAnadolu’ya ulaştı.Aile, yol boyunca büyük ilgi gördü. Mevlânâ, babasının yanında bu ilk yolculuğunda birçok ünlü bilgin ve sûfi ile karşılaştı, onların konuşmalarına tanık oldu. Lârende’ye, yani Karaman’a vardıklarında Mevlânâ ve ailesi için önemli gelişmelerin yaşandığı bir döneme de girilmiş oldu.Burada geçen muhtemelen yedi yıl zarfında Mevlânâ, kafilede yer alanHâce LâlâŞerefeddîn-i Semerkandî’nin kızı GevherHatun’la evlendirildi.İki oğlu, SultanVeled ve AlâaddinÇelebi dünyaya geldi.

“MâderSultân(SultanAnne)” lâkabıyla anılan validesi Mümine Hatun vefat etti. Aile, Konya’ya vardığında SultanAlâaddin Keykubad ve beyleri tarafından büyük ilgiyle karşılandı.Konya’ya varıştan iki yıl sonra baba BahâeddinVeled 80 yaşında vefat etti. Genç Mevlânâ’dan âlim, müderris ve müftü babasının yerini alması istendi. Babasının öğrencilerindenTirmizli Seyyid Burhâneddin bir yıl sonra hocasını görmeye Konya’ya geldi ve esas olarak babasından dinî ilimleri öğrenmiş olanMevlânâ’nın tasavvufî öğrenimi ve terbiyesi ile meşgul oldu ve ayrıca bu arada Halep ve Şam’da tahsilini tamamlaması konusunda da tavsiyede ve rehberlikte bulundu. Buluşmalarından dokuz yıl sonra, kendisine babasının manevî yönünü tanıtıp üzerinde derin izler bırakanSeyyid Burhâneddin Kayseri’de vefat etti. Bundan beş yıl sonra Şems-i Tebrizî Konya’ya geldi ve Mevlânâ ile aralarındaki sohbetler büyük bir etkileşmeye neden oldu. Mevlânâ’nın bu buluşmadan sonra gerek hayatında ve gerekse gönül dünyasında büyük değişiklikler meydana geldi. Onun, Şems’le olan yakınlığını ve kendileriyle eskisi gibi ilgilenmemesini hazmedemeyenlerin tepkileri sonucunda,Eflâkî’nin belirttiğine göre 16 ay kadar sonra Şems, Konya’dan ayrıldı.Ancak bu gidiş onu çekemeyenleri tatmin edecek bir sonuç sağlamadı, Mevlânâ yine çevresindekilerle ilgilenmedi.Bu durumu görenlerle Mevlânâ’nın istekleriyle harekete geçen oğlu SultanVeled, önceki tatsızlıkların yaşanmayacağını Şam’da Şems’e anlatıp onu ikna ederek birlikte Konya’ya döndüler.Fakat aynı nedenlerle ayrılık kaçınılmaz oldu ve üç yıl kadar süren bu ilgi artık tamamen sona erdi. Mevlânâ, derinden etkilendiği buluşma ve ayrılıklardan sonra, önce Konyalı Kuyumcu Selâhaddin’i kendisine halife ve dost edindi; oğlu SultanVeled’i, onun kızı Fatma Hatun’la evlendirdi. Bu yıllar huzuru, sürûru aradığı; derdini, aşkını, heyecanını gazellerinde ve rubaîlerinde dile getirdiği bir dönem oldu. Kuyumcu Selahaddin’le olan beraberliği on yıl sürdü. Onun vefatından bir müddet sonra aynı sıfatla Hüsâmeddin Çelebi’yi tayin etti.Ömrünün son on dört, on beş yılını Mesnevî’siyle meşgul olarak geçirdi.Bu eserin teşvikçisi ve yazıcısı Hüsâmeddin Çelebi’ydi.

Mevlânâ’nın, hayatını Anadolu Selçukluları’nın başşehri olanKonya’da sürdürmesi ve devlet adamları ile halkın üzerinde önemli etkiye sahip olması, bazı tarihî, siyasî ve fikrî gelişmelerde adının anılmasına neden olmuştur.

Mevlânâ, eserlerinden hemen tamamı gazel ve rubaîlerden oluşan Dîvân-ı Kebîr’de özellikle ilâhî aşkını, gönül derdini, mazmun ve remizlerle şiirin imkânlarını kullanarak anlatmıştır. Mesnevî’sinde ise bilgilendirici ve öğretici bir yol izlemiş, yaşadığı yıllara kadar hayata geçen anlayış ve tavırları konu edinmiştir.Bu nedenle yirmi altı bin kadar beyti içeren Mesnevî’si dünyada daha çok ilgi toplamış ve asırlar boyu çok geniş bir sahada, üzerinde şerh (açıklama), tercüme, seçme, konulara göre derleme ve sözlük çalışmaları yapılmıştır.Mesnevî’nin başta Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi’nde ve İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’nde olmak üzere yüzlerce belki de bini aşkın el yazması örneği ve İstanbul,Tahran,Bulak, Bombay, Tebriz, Loknov, Ganpur, Münih, Londra gibi şehirlerde yapılmış yüze yakın baskısı mevcuttur. Bu eserin daha çok Türkçe ve Farsça olmak üzere çeşitli dillerde yazılmış kırkı aşkın şerhi/açıklaması vardır.

Mevlânâ’nın eserlerinde aşkın ve yüksek bir duyuşun ifadeleri bulunur.Bu duyguları aktarmak için kullanılan kelime, terim ve semboller, okuyucu için çoğu defa açıklamalara muhtaçtır.Bu izahlar daha önce yaşamış şahısların eserlerinde bulunduğu gibi, bilhassa onun kendi eseri Mesnevî’nin içerisinde de mevcuttur.Ancak anlamlara engel gördüğü harfler ve kelimeler, onun yüksek duygularını ve düşüncelerini anlatmaya kâfi gelmemektedir.Böyle durumlarda “Bu bahisler buraya kadar söylenebilir.Bundan sonra ne zuhura gelirse gizlenmesi gerekir.Söylersen de faydasız.Yüz binlerce gayret etsen de anlatmaya çalışsan da yine faydasız (Mesnevî, VI, 4620-4621)” gibi değerlendirmelerle kendisini engeller, yanlış anlaşılmaktan veya anlaşılamamaktan endişe duyar. Mesnevî’sinin ilk beyitlerindeki “Ben her toplulukta ağladım, iyi ve kötü davranışlarla beraber bulundum. Herkes kendi düşüncesine göre dostum oldu, içimdeki sırları aramadı.” ifadelerini söyleme ihtiyacını hisseder.

Ancak beyitlerin ardından binlerce beyit tutacak öğüt ve tavsiyelerle büyük bir kararlılık içerisinde insanın dünyadaki sıkıntılarına, dertlerine çözüm sunar, gerçeklerle zihnini ve yolunu açmaya çalışır.Bu nedenle eserleri, aradığını bilenler için büyük bir kaynaktır.

Özgür olmanın yolu olarak; dünya malına ve değerlerine bağlılıktan kurtulmayı, kanaat sahibi olmayı ve ihtirası terk etmeyi gösterir(Mesnevî,I, 19-21). İnsanın üstün yönünün akıl, bilgi ve cömertlik sayesinde ortaya çıktığını anlatır(Mesnevî, I, 1497-1525). Ruh, ilim ve akılla dosttur (II, 56). Köpek dahi ilim öğrenince sapıklıktan kurtulur, ormanlarda helâl av avlanır(Mesnevî, II, 2363).

Çalışmanın, çabanın gerekçesi çok belirgindir ifadelerinde; “İnsanın zararı, çalışmamasından dolayıdır, kârı ise çalışmasından. Kader haktır, ancak insanın çalışması da”(Mesnevî, VI, 403, 407) ve bu husustaki tavsiyesi,“Tevekkül edeceksen önce çalış, çalış da Allah’a dayan”(Mesnevî, I, 947) der.

Dostluk ve arkadaşlıkMevlânâ’nın dilinde güzel anlam bulur:“Dost ol, sayısız dost gör. Dostun olmazsa yardımsız kalırsın(VI, 498).”“Sen dostun mutluluğuyla sevinirsen bu dünya sana gül bahçesi görünür(Mesnevî,IV, 2372).”“Dostlarla beraber olan, hamam ateşinin içinde kalsa da gül bahçesinde sayılır(Mesnevî, IV, 1976).”

Mevlânâ gönle, gönül dünyasının zenginliğine büyük önem verir.Onu, huzurlu çözümlerin kaynağı olarak gösterir:“Bu dünya su küpü, gönülse ırmak.Bu dünya oda, gönülse şaşılacak şeylerle dolu bir şehir(Mesnevî, IV, 811)”; “Toprakta yeşeren gül bahçesi yok olur, gönülde yeşeren gül bahçesi ise ne hoş(Mesnevî,VI, 4650)!”; “Bil ki lezzet içtendir dıştan değil.Köşk ve saraylar arzu etmeyi ahmaklık bil(Mesnevî, VI, 3420)”; “Gönül ovasına girmek gerekir, zira dünya ovasında ferahlık yoktur. Dostlar!Gönül emin yerdir.Orada pınarlar, gül bahçesi içinde gül bahçesi vardır(Mesnevî,III, 514-515).”

Mesnevî’den başka örnekler:

“Barış dalgaları kopar, gönüllerden kinleri giderir.

Bunun aksine savaş dalgaları kopar, sevgileri alt üst eder.

Sevgi acıları tatlıya çeker, tatlılaştırır.Çünkü sevgilerin temel özelliği, doğru yola götürmektir (Mesnevî, I, 2578-2580).”

“Sevgiden tortulu sular durulur, berraklaşır.

Sevgiyle ölü diriltilir, sevgiyle padişahlar köle yapılır(Mesnevî, II, 1530-1531).”

“Nice Hintli ve nice Türk’ün dili birdir de nice iki Türk birbirine yabancı gibidir.

Öyleyse yakınlık dili başka bir dildir.Gönül beraberliği, dil birliğinden daha iyidir.

Gönülden; söz, işaret ve yazı olmadan yüz binlerce tercüman belirir(Mesnevî, I, 1206-1208).”

“Annenin hakkı Allah’ın hakkından sonra gelir.Çünkü o kerem sahibi, senin cenini ona emanet etti.

Onun bedeninde sana şekil verdi. Taşımak için de ona huzur ve kabiliyet verdi.

O da seni kendisine bağlı bir parça gördü.Allah’ın takdiri bağlı olanı ayırdı.

Hak binlerce sanat ve fen yarattı, böylece anne de seni sevgiyle kuşattı (Mesnevî,III, 325-328).”

“Ey Müslüman!Sen bizzat edep iste.Edep her edepsize sabretmektir ancak.

Falan kişinin kötü karakteri ve huyu vardır diye şikâyet eden kişi, bil ki kötü huylu olduğu için kötü huyluyu kötüler.

Güzel huylu kötü huylulara sessiz kalan, kötü karakterlilere tahammül edendir (Mesnevî, IV, 771-774).”

“Bilgi Hz.Süleyman’ın iktidarının saltanat mührüdür. Bütün âlem ceset, ilim ruhtur (Mesnevî, I, 1030).”

“Gönül ehlinin ilimleri onları taşır, ten ehlinin ilimleri ise onlara yüktür.

İlim gönle aksederse yardımcı olur, ilim bedene yansırsa yük olur (Mesnevî,I, 3446-3447).”

İki Rubai:

“Dostuyla hoş geçinen dostsuz kalmaz.Müşteriyle iyi anlaşan iflas etmez.

Ay geceden ürkmediği için böyle parlak kaldı.Gül de dikenle uyuştuğu için bu kokuyu elde etti(Mevlânâ’nınRubaileri, trc. M.Nuri Gençosman, nu, 211).”

“Gamlı yoldaşlarla oturma dedim sana.Sakın, güzel tavırlı neşeli dostların yanından ayrılma.

Bağa geldiğin zaman dikenlik tarafına gitme.Gülden, yaseminden, sarmaşık gülden başkasıyla ilgilenme(Rubai nu. 1199).”

Fîhi Mâ Fîh’ten Örnek:

“Bilginlerin kötüsü, beylerden yardım gören, beyler yüzünden düzelen, doğru yolu tutan kişidir. Beyler bana ihsanlarda bulunsunlar, beni saysınlar, bana mevki versinler kuruntusuyla, onlardan korkarak okumaya başlamıştır da beyler yüzünden işi düzene girmiştir; bilgisizliği bilgiye dönüşmüştür. Bilgin olunca da onların korkusundan, onların cezasından edep sahibi olur, ister istemez doğru yolu bulur.Artık ne çeşit olursa olsun, ister görünüşte bey onun ziyaretine gelsin, ister o, beyi ziyarete gitsin, her hâlükârda ziyaret eden odur, ziyaret edilense bey. Fakat bilgin, beyler yüzünden bilgiye sahip olmamışsa, önceden de, sonradan da bilgisi Allah için elde edilmişse o başka; balık nasıl sudan başka bir yerde yaşayamazsa, elinden başka bir şey gelmezse bu bilgin kişinin de yolu yordamı, ancak doğru yola gitmektir; bu, onun kendi huyundandır. Bu çeşit bilgini yürüten, çekindiren akıldır.Zamanında, bilsinler bilmesinler, herkes onun heybetinden çekinir; onun ışığından, onun aksinden yardım ister. Böyle bilgin, beyin kapısına gitse bile gerçekte ziyaret eden beydir, ziyaret edilen kendisi… (Fîhi Mâ Fîh, trc. A.Gölpınarlı, s.1).”

Mesnevî’den Bir Hikâye

Arkadaşıyla bir iş üzerinde kavga eden, ama kendisinin de bu işe tutkun olduğundan haberi bulunmayan Hintli:

Dört Hintli bir camiye girdi, namaz için rüku ve secde ettiler.

Her biri bir niyetle tekbir alarak acizlik ve dert hâliyle namaza başladı.

Müezzin geldi. Birinin ağzından“Ey müezzin!Ezan okudun mu?Vakit var mı?” diye bir söz çıktı.

Diğer bir Hintli istekle “Hey!Konuştun ve namazın bozuldu.” dedi.

Üçüncüsü, ikinciye “Ey amca! Onu niçin kınıyorsun?Kendine söyle.”dedi.

Dördüncüsü “Elhamdülillah; ben, o üçü gibi kuyuya düşmedim.”dedi.

Neticede her dördünün namazı yok oldu; ayıp söyleyenler, yollarını daha çok kaybetti.

Kendi ayıbını gören cana ne mutlu!Ayıp söyleyen, ayıbı kendine satın alır.

Başında on yara varsa, merhemini kendine kullanman gerekir.

Aynı ayıp sende yoksa, emin olma; o ayıp sende de görülebilir.

Ey benim güzelim!Sakalın yeşermedikçe, çenesi sakalsız başkasını yerme.