MESNEVİ’YE GÖRE KONYA’DA YAŞAM – Nuri Şimşekler

A+
A-

 III. ULUSLARARASI MEVLÂNA KONGRESİ 

MESNEVİ”YE GÖRE KONYA”DA YAŞAM (MİLLETLER – MESLEKLER)

1200 yılı aşkın bir zamandır Türk-İslâm yurdu olan Konya, en parlak çağını 1097″den sonra Selçuklara başkent olduğu dönemde yaşamıştır. Bölgenin en emin mekanı sıfatıyla Dârü”l huzûr olarak adlandırılan Konya, Selçuklular öncesi var olan Hıristiyan yerli halkla birlikte yeni gelen İslâmî topluluklara kucağını açmış ve büyük bir metropol olarak XIII. yüzyılda nüfusu Selçuklular Dönemi”ndeki en üst derecesine ulaşmıştır. Bu nüfus artışındaki en büyük sebeplerden biri; askeri ve idari görevlerle buraya gelen yöneticiler ve çevresi; diğeri ise iş bulma amacıyla aileleriyle Konya”ya yerleşen Türkmenlerdir. Yine bu amaçla gelen az sayıdaki1Ermeniler ve Frenkler de mesleklerini icra etmek için buraya gelmekteydi. Konya”ya yerleşenlerin haricinde çeşitli millet ve meslek guruplarından insanlar da yoğun bir şekilde şehre girip çıkıyor ve ticaret yapıyorlardı2.

Bütün bunlarla birlikte Sultan I. Alâeddin Keykubad”ın (slt. 1211-1236) ilme ve san”ata verdiği önem neticesinde çok sayıda bilim adamı, edebiyatçı ve san”atçı da Konya”ya gelmiş, şehirleşme yönünden gelişen Konya”yı kültür alanında da yüzyıllara damga vuracak şekilde zenginleştirmişlerdir. Bu gelişler genellikle Moğol istilasından kaçan Mâverâünnehir, Horasan ve İran bölgesi âlimlerinin Konya”yı sâkin ve emin bir yer olarak görmelerinden dolayı olmakla birlikte; Mevlâna”nın babası Bahâeddin Veled gibi bizzat Sultan Alâeddin Keykubad”ın daveti üzerine Konya”yı şereflendirenler de vardı (3 Mayıs 1229?)3.

Bütün bu gelişmeler neticesinde Konya ve Anadolu”da 1192-1236 yılları arası tam bir millî birlik kurulmuş Bizans”tan yeni alınan bu topraklar ana vatan yapılmak amacıyla medreseler, camiler, köprüler ve kervansaraylarla donatılmıştır4. Mevlâna”nın dönemine gelindiğinde ise Konya, şehirleşme ve savunma sistemi açısından yeniden gözden geçiriliyor; şehrin genişlemesi ve Moğol tehdidi de göz önünde bulundurularak surlar genişletilmek ve yeniden yapılmak suretiyle emniyeti sağlanmaya çalışılıyor; yeni semtler, çarşılar, pazarlar, hanlar, eğitim kurumları ve hastaneler oluşturuluyordu5.

Bu şekilde Mevlâna”nın olgunluk ve eser verme zamanlarında Konya %10″u gayr-i Müslimlerden oluşan ve İran, Arap, Hintli, Azerbaycan ve özellikle çoğunluğunu Türk unsurunun oluşturduğu6 60 bine yakın Müslüman nüfu-suyla; her bir meslek grubunun ayrı bir semtte kurulduğu organize esnaf dükkanlarıyla, birkaç ayrı yerde kurulan pazarlarıyla, çeşitli tarikatlara mensup zâviye ve hânkâhlarıyla, 7 büyük cami ve 300″ü aşkın mescidiyle7, hastane ve kütüphaneleriyle gelişmesini tamamlamış bir şehir görünümündeydi. Bunun yanında Ekberiyye, Evhadiyye, Bektaşilik, Kalenderiyye ve Ahîlik gibi fikrî zümrelerin de yoğun olarak hâkim olduğu tarikatlar İslâmî kesimlerden çeşitli insan gruplarını etrafında toplayarak şehrin dinî ve kültürel misyonunu da ellerinde bulunduruyorlardı8. Mevlâna”nın saray ve halk nezdinde itibarının artması ve O”nun Hakk”a yürümesinden sonra oğlu Sultan Veled ve çevresindekilerin Mevlevilik Tarikatı”nı tesis etmeleriyle de Anadolu ve Konya”nın kültür temsilciliği büyük ölçüde Mevlevîlerin eline geçecektir.

Prof. Dr. Neşet Çağatay, Hz. Mevlâna”nın Konya”da saray ve aydınlar arasında, Ahi Evren”in Kayseri ve Kırşehir”de sanatkârlar arasında, Hacı Bektaş-ı Veli”nin Kırşehir ve yöresinde halk arasında ve yarım asır kadar sonra yaşayan Yunus Emre”yi de Halk ve Tekke Şiiri sahasında en zor dönemlerde Türk halkının moralini yükselttiğini, Türk kültür ve edebiyatını koruyarak geliştirdiğini özenle vurgular9. Bu tespit bizce de gerçek -fakat Mevlâna”nın sadece sarayda değil halkın arasında da sürekli bulunduğunu, müritlerinin çoğunluğunu avam kesiminden insanların oluşturduğunu eklemek şartıyla- “âdil” bir değerlendirmedir.

Mevlâna”nın yetişip, içindeki siyasî ve sosyolojik etkilerle eserlerini verdiği Konya”nın genel ortamını bu şekilde yansıttıktan sonra bildirimizin asıl konusuna geçiyoruz.

Mesnevî bilindiği gibi Mevlâna ile birlikte anılan ve genelde hikayeler yoluyla, sık sık da gerek mâna ve gerekse iktibas yoluyla Âyet ve Hadislerden deliller getirerek öğütlerini içeren didaktik bir eserdir. Eser her ne kadar yüzyıllardır bu özelliğiyle tanınıp sevilse ve hattâ İslâmî edebiyatın bir öz“ü olarak nitelendirilse de bu özelliğinden daha başka birçok vasıflarıyla da dikkati çekmektedir.

Bunlardan biri de Mevlâna”nın kendinden önceki olaylardan bahsetmesinin yanı sıra kendi çağı insanlarının yaşadığı dönemin sosyal ve kültürel olaylarını yansıtmasıdır. Mesnevî”nin beyitleri dikkatle ele alınıp incelenirse XIII. yüzyıl Anadolu”sunun ve bilhassa Konya”nın hangi tür insanları barındırdığı, ne yiyip ne içtikleri, değer yargıları, hangi araç-gereçleri kullandıkları, ne gibi bitkiler yetiştirdikleri, icra ettikleri meslekler ve eğitim safhaları gibi konular birinci ağızdan ortaya çıkacaktır. Mevlâna”nın bu nakilleri, şüphesiz kulaktan duyma değil, onun sürekli olarak halkla iç içe olmasından, çarşı-pazarda sıkça dolaşmasından dolayı bire bir gözlemlerden oluşmaktadır. İşte Mesnevî birçok özelliğinin yanı sıra bu vasfıyla da tarihin bir bölümünü yansıtma misyonunu yerine getirmektedir.

Şimdi Mesnevî”deki konumuzla ilgili beyitleri ana başlıklar halinde kısa değerlendirmeler ve bazı tespitlerle aktarmak istiyoruz:

 

A- MİLLETLER

Mesnevî”de değişik ırklardan insanlar zikredilmekte ve bazen de dikkat çekici özellikleri vurgulanmaktadır. Mevlâna”nın Anadolu”ya gelmeden önceki dönemini ve eğitimi için gittiği Halep ve Şam”ı saymazsak hemen hemen hayatının tamamına yakını Karaman ve özellikle Konya”da geçmiştir. Onun eserinde bahsettiği bu milletleri büyük bir ihtimalle başkent Konya”da görmüş ve gözlemlemiş olduğu ihtimali yüksektir. Bu da bize o dönemdeki Konya”daki (ve belki de çevresinde) insan guruplarının çeşitliliği hakkında önemli bir kaynak niteliğindedir. Mevlâna da eserinin VI. cildindeki;

“ Hintli, Kıpçak, Rum ülkesinin halkı ve Habeş;

hepsi de mezarlarında hoş bir halde aynı renktedir”10

beyitinde millet ismi vermeden Anadolu insanını “Rum halkı” olarak anmaktadır.

Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu milletler ve eserde yer alan özellikleri birkaç cümleyle şu şekildedir:

1-  Türk: “Güzel ve beyaz yüzlü” olarak nitelendirilir; zenci ve Hintlinin zıddı olarak gösterilir11. Türk”ün nârası karşısında aslanların bile titrediği12, savaşmanın Türklere ait bir özellik olduğu vurgulanır13. Bazen at üstünde maharetler sergilediği, hendeklerden atladığı ve adeta gökyüzüne çıkacak gibi at sürdüğü tavsif edilir14. Bazen de Hak kapısından ayrılmayan Türk”ün yaşadığı müddetçe ülkesiz, vatansız kalmayacağı dile getirilir15. Yine Bulgar Türkü, Katu Türkü16, Oğuz Türkü17, çadırlarda kalan cömert Hıta Türkü18, Kıpçak Türkü19 Mesnevî”de geçen Türk boylarıdır.

2-  Rum: Mesnevî”de “Rum halkı” olarak çeşitli toplumlar kastedilmekte ve Anadolu”daki insan gurupları vurgulanmaktadır20. Bazı beyitlerde ise sadece “Rum” olarak geçmekte ve Anadolu”nun İslâm öncesi yerli Hıristiyan halkı işaret edilmektedir21. Bu tür beyitlerde Arap, Acem, Türk, Kürt ve Rum kelimeleri yan yana kullanılmakta ve ırklar vurgulanmaktadır22. Ayrıca bir yerde de Türk, Kürt, Rum ve Arap tellallarından bahsederek, bu insanların kendi dillerinde tellallık ettiğinden söz eder23. Yine II. cilddeki meşhur “üzüm satın alma” hikâyesinde Acem, Arap, Türk ve Rum dört arkadaş zikredilmekte ve üzüm kelimesi her milletin kendi diliyle nakledilmektedir24.

3-  Acem, Arap, Hintli, Kürt: Belirgin bir özelliklerinden bahsedilmeyen bu milletler de yer yer Mesnevî”de geçen topluluklardır25.

4- Moğollar: Mesnevî”de ancak birkaç beyitte geçen bu topluluğun da “hilekâr” özelliğine dikkat çekilir26. Ayrıca bir beyitte Moğol askerlerinin hastalanan yakınları ölmesin diye havaya ok fırlattıkları belirtilir27.

Mevlâna eserinde bu ırklardan bahsederken28 zaman zaman dinî inançları da zikrederek çokça kullandığı Müslüman ve Mü”min kelimelerinin yanında nadiren de Mecusî, Yahudi29, Hıristiyan (papaz)30 kelimelerine yer verir. Bazen de Yahudi, Müslüman ve Hıristiyan”ı yol arkadaşı yaparak hikâyesine malzeme edinir31.

 

B- MESLEKLER32

Konya başkent olması nedeniyle birçok meslek gurubunu barındıran33, çeşitli bölgelerden buraya gelenlerin işyeri açıp sanatlarını icra ettikleri bir kent haline gelmişti. Mevlâna da Mesnevî”sini oluştururken çeşitli vesilelerle bu meslek sahiplerine değinir34; yeri geldikçe demirciden, sarraftan, kasaptan, debbağdan (derici), kunduracıdan, terziden, hamaldan, değirmenciden, çıkıkçıdan bahseder. Bazen de ayrıntıya girerek bu esnafların ne tür iş elbisesi giydiklerini bile dile getirir35. Ayrıca köylülerin ürettiklerini getirip sattıkları “köylü pazarı”ndan36 bize haberler verir. Esnafların sabahları rızk elde etmek için koşa koşa dükkâna gittikleri37, kâr ümidiyle çarşı-pazara ümit bağladıkları38, bu nedenle de kendisi için çalışıyor gibi görünen bu insanların dünyanın bir düzene girmesini sağladıkları39Mesnevî”de vurgulanan temalardandır. Mevlâna birçok konuda olduğu gibi burada da sufiyâne bir mesaj verir ve şöyle der:

“Ey iki gözünü de dükkâna dikip ümidini oraya bağlamış adam; kendine gel, camiye git de rızkını Allah”tan iste!”40

Mesnevî dikkatle incelenir, öğretici yönleri ve kime hitap ettiği iyi tahlil edilirse Mevlâna”nın her seviyeden insan için bir takım öğütlerde bulunduğu ortaya çıkar. Bu bölümle ilgili olarak da sanat öğrenecek kişiye hitapla şu tavsiyelerde bulunur:

“Bilgi sözle, sanat işle öğrenilir.”41

“Ey akıl sahibi, sanata çalış; fakat o sanatı ehlinden, kerem sahibi ve temiz bir kişiden öğren!”42

Mevlâna, sanat öğrendikten; yada öğrendiğini sandıktan sonra ise esnaf adaylarına şu öğütlerde bulunur:

“Ticarette olgunlaşmadıysan yalnız başına dükkân açma; yoğrulup kemâle erinceye dek birinin hükmü altına gir!”43

“Ustana danışmadan açtığın o dükkân bil ki, kokmuş bir dükkândır…”44

Mevlâna bir başka beytinde de usta hangi yönüyle tanınmış meşhur olmuşsa onun yetiştirdiği çırağın da aynı yönde tanınacağını belirterek45 usta-çırak silsilesinin önemini vurgular.

 

Mesnevî”de Adı Geçen Meslek Dalları ve Özellikleri:

(Alfabetik Sırayla)

1-  Attâr: Şeker kamışından şeker yapıp taş dirhemle tartarak satar; helva da bulundurur46. Helva da genelde çocukların çok sevdiği bir yiyecektir47.

2-  Ayakkabıcı ve Tamircisi: Tahta kalıplar aracılığıyla güzel derilerden ayakkabı yapar48, geçiminden artan parayla sermayesini ilerletir49. Ayakkabıcılık sabır gerektiren bir meslektir50. Tamirciler ise ayakkabı imal etmez, sadece tamirat işiyle uğraşır51.

3-  Bahçıvan: Bahçenin52 güzelleşmesi ve daha iyi meyve alınabilmesi için bahçedeki yaban otlarını temizler, fazla dalları budar53. Özellikle meyve veren ağaçlarla ilgilenir, gözleri gibi korur54. Elma55 vs. yetiştirir.

4-  Bakkal: Tespit edebildiğimiz kadarıyla Mesnevî”de bir kere geçen ve çok sevdiği papağanıyla Mevlâna”nın hikâyesine konu olan bakkal; burada gülyağı satan ve zaman zaman papağanını bekçi olarak dükkânına bırakan bir kişidir56.

5-  Bekçi: Geceleri dolaşıp elindeki sopayla insanları korur; ama ülkede adalet yoksa onların koruması işe yaramaz. Çünkü halkın gerçek koruyucusu adalettir57. Bekçi ayrıca sokaklarda başı boş gezen divane insanları evlerine gönderir58; uyuyanların emniyetini sağlar59. Padişahın nezdinde özel bekçilik yapanlar da vardır60.

6-  Berber: Mesnevî”de herhangi bir özelliği belirtilmez; dükkânlarında saç ve sakal tıraş ederek mesleklerini icra ederler61.

7-  Büyücü: Genelde Babil”de öğrenilir62. Temelinde gaflet ve kâfirlik yatar63. Bazen Pazar yerlerinde halkın arasında icra edilir, insanlar kandırılır64; bazen de bir sofranın başında pirinçle dolu sahan akreplerle dolu olarak gösterilir65. Yine sihir vasıtasıyla çirkinler güzel, güzeller çirkin gösterilir66; eşlerin arasını açmak isteyen bazı düşmanları da bu yöntemle karı-kocayı birbirlerine çirkin göstererek ayırırlar67.

8-  Çamaşırcı-Kumaşçı: Çamaşırcı hazır dikilmiş elbiseler satar68. Kumaşçı ise demirden yapılmış metreyle (arşın) ipek vb. kumaşları ölçerek satar69; bunu yaparken de malını övmekten geri durmaz70. Kumaşçı dükkânına gelen bazı müşteriler ise sadece vakit geçirmek için buraya gelir, o kumaş-bu kumaş bakar durur; epey bir oyalandıktan sonra da hiçbir şey satın almadan çıkar gider71. Mevlâna burada dükkân sahibine tavsiyelerde bulunarak böyle müşterilere de iyi davranılması gerektiğini, bu usûlün dinimizde de olduğunu vurgular72.

9- Çamaşır Yıkayıcısı: Belli bir mahallede çamaşır-bez yıkarlar73, biri
yıkarken diğeri durular74; sonra güneşe asıp kuruturlar75.

10-  Çiftçi: Genellikle buğday eker76, hasat vakti gelince de rüzgârın yardımıyla harman yerinde savurarak buğdayı samandan ayırır77.

11-  Çoban: Sürünün etrafında dönüp dolaşarak hayvanları korur, gözcülük eder78. Zaman zaman sürüden uzaklaşsa bile sorumluluğunu bilir ve otluyorlar mı, bir tehlikeye mi düştüler hemen anlar79. Bazen de hayvanlara kızıp bağırsa bile bu bağırışı onları korumak içindir; çünkü sahiplendiği bu hayvanları çok sevmektedir80. Mevlâna”ya göre; sahiplenme açısından Peygamber (S.A.V.) de sürü misali halka çobandır, onları sürer durur81. Ayrıca Mesnevî”de bir çoban ile Musa (A.) hikâyesine de yer verilir82.

12-  Dadı: Genellikle bebeklerin emzirilmesi ve yetişmesi için belli bir süreliğine tutulur83, fakat çocukların asıl ihtiyacı “ana”dır84; çünkü çocuğun dadıdan beklentisi sadece “süt”tür85. Anne ve dadı çocuğu emzirme isteğiyle onun uyumasına dahi sabredemezler86; tabi ki, çocuk da fayda gördüğü dadısıyla kavga etmemelidir87.

13-  Debbâğ (Derici): Keskin ve acı ilâçlar kullanarak ham deriyi işler, kokusunu giderir ve rutubetten bozulmasını engeller88. Debbâğlar mesleklerini yaparken iş elbiseleri oldukça kirlenir, kötü görünürler; fakat gerçekte onlar zengin insanlardır89.

14- Değirmenci: Konya”da genellikle su ile çalışan değirmenler vardır120. Değirmenlerde buğday gibi tahıllar öğütülür91. Dükkanlarda ekmek yapılarak satılır92. Bazı değirmenlerde de beygir kuvvetiyle susamdan yağ çıkarılır; kuyudan su çıkarmak için de bu yöntem kullanılır93.

15- Demirci: Ocak vasıtasıyla demiri kızdırır ve çekiç aracılığıyla ona şekiller verir94. Mevlâna bu konuda da insanlara öğüt vermeyi ihmal etmeyerek teşbih yoluyla tok bedeni ıslah etmeyi, soğuk demiri dövmeye benzetir ve bunun da fayda vermeyeceğini söyler95.

16- Dilenci: Yol üstlerinde durarak kendilerini kör, sakat veya hastalıklı gibi gösterirler ve bu şekilde halkın acımalarına sebep olarak onlardan para isterler96. Bazıları da Allah”ın adını anarak insanlardan yardım isterler. Bu tür dilenciler de saman karşılığında Mushaf taşıyan eşeğe benzerler97. Bazı dilenciler de kapı kapı dolaşarak ekmek, nane, kepek vb. yiyecekler isterler98.

17- Doktor: Mesnevî”de en çok geçen mesleklerdendir. İdrar, nabız ve kana bakarak hastalığı teşhis ederler99; çünkü sebep bilinmedikçe tedavi güçleşir100. Her hastalığın mutlaka bir tedavisi vardır101; ama kaza ve kader önünde doktor aptallaşır, ilâçlar da tesir etme konusunda yolunu kaybeder102. Bütün bunlarla birlikte hasta olmazsa tıp “sanatının” güzelliği görünmez103. Perhiz ve açlık da ilâçların padişahıdır, çünkü bütün hastalıklar perhizle iyileşir; aç iken ilâç daha iyi tesir eder104.

Mevlâna”ya göre; Allah, insana topallık, yassı burunluluk, körlük gibi çaresiz illetler vermiştir; ama ağız, yüz çarpıklığı yahut baş ağrısı gibi bazı illetler de vermiştir ki, bunların çaresi vardır. Allah ilaçları insanlara iyilik vermek için yaratmıştır. Hastalıkların tedavisine bakmak saçma değil, gerekli olan bir şeydir. Hastalıkların çoğunun tedavisi vardır; fakat üstüne düşmek araştırmalar yapmak gerekir105. Mevlâna, bu dünyalık hastalıkları nasıl hekimler tedavi ediyorsa Ahirete ait hastalıkların tedavisini de Hz. Peygamber (S.A.V.)in üstlendiğini söyleyerek iki şeyin birbirinin zıddı olduğunu belirtir. Çünkü bu dünyalık bedenin sıhhate; Ahirete hazırlanacak bedenin ise eziyete ihtiyacı vardır106.

Yine beden doktorlarıyla, “mâna ehli” gönül doktorlarını kıyaslayan Mevlâna eserinde şu beyitlere yer verir:

“Biz başkasıyız, insanın hastalığını nabzına bakarak anlayan hekimler başka.

Biz, gönle aracısız bakarız; bizim görüşümüz anlayış bakımından pek yücedir.

O kişiler, insanı gıdalarla, meyvelerle doyuran, kuvvetlendiren tabiplerdir. Hayvanî can, onların tedavisiyle kuvvet bulur, yaşar.

Biz ise, iş ve söz doktorlarıyız; bize ululuk nurunun ışığı ilham vermektedir.

O doktorlar, hastanın idrarına bakar hastalığını öyle anlar. Bizim delilimiz ise Allah”ın vahyi, ilhamıdır; hastalığı bununla anlarız.

O doktorla müneccim, sana verdikleri haberi zanla, şüpheyle (tahmin üzerine) veriyor. Halbuki biz açıkça görüyor ve söylüyoruz.

Kimseden ücret istemiyoruz; ücretimiz noksanlardan münezzeh olan Allah”tan gelir.”107

18-  Dokumacı: Herhangi bir özelliğinden bahsedilmez; bir yerde mesleğine önem verme bakımından “çulhacılığı kâbe edinmiştir” deyimiyle târif edilir108.

19-  Ebe: Doğum sancısı tutan gebelerin bebeklerini dünyaya getirmesi için yardımcı olur. Eğer “sancı” yoksa çocuğun doğmasına imkân olmadığını belirtmesiyle de “kurtuluş”un eziyet çekmede olduğunu îma ederek remiz yollu nasihatler de verir109. Yine doğum ağrısı gebeye derttir; ama çocuk için “zin-dandan kurtulma”dır. İşte bu sebepten gebe çektiği acıdan ağlar, sızlar; çocuk ise kurtuluş vakti geldi, diye güler110. Doğum sancısı insanların düştüğü sıkıntılı anlara da benzetilir111.

20- Ekmekçi: Değirmenden aldığı unları ekmek yapar112. Bu işi yaparken de bazen yumuşak bir hamur kullanır, bazen de sert. Bu hamurları “şak şak” diye elinde oynar, tahtanın üzerinde iyice şekillendirir, tuzunu ekler ve tandırda veya fırında pişirir113. Bu pişirilen ekmek de insanların sabredemeyeceği bir besindir114ve sofraları bezer, güzelleştirir115.

21- Hacamatçı: Yara olan yeri deşmek veya kan almak gereken durumlarda çağrılır. Hekimler bu işi yapmaz116. Eğer bu yaralar deşilip temizlenmez de üzerine merhem konarak tedavi edilmeye kalkılırsa hastalık ilerler117. Bazen çocuklar da hacamatçıya ihtiyaç duyar. Anne-babası çocuklarının acı çekeceğini bilerek hacamatçıya para verir ve âdeta çocuklarının “eziyet”ini isterler; ama bu eziyet onların kurtuluşu içindir. Bunu bilmeyen çocuklar ise hacamatçının neşterinden korkar ve titrer dururlar118. Kan aldırmanın sünnet olduğu, hücrelerinin yenilenmesi bakımından sağlığa iyi geldiği de kültürümüzde yaygın bir gelenektir119.

22- Hamal: Yük alabilmek için birbirleriyle kıyasıya yarışırlar; “Sen taşıyamazsın, ben daha iyi taşırım” diyerek düşük bir para karşılığında ağır yüklere talip olurlar.120

23- Hamamcı: Güneşte kurutulmuş tezeklerle ısıttığı hamamda insanların temizlenmesine katkıda bulunur; ama külhandaki işi dolayısıyla kendisinin yüzü ve elbisesi kirlenir. Mevlâna yukarıdaki örneği kullanarak; para biriktiren zenginleri bu külhana tezek taşıyan hamamcıya, takvâ sahiplerini de bu tezeklerle ısıtılan hamamda yıkanıp temizlenen ve arı-duru hale gelen saf insanlara benzetir121. Ayrıca Mesnevî”nin V. Cildinde hamamda çalışan Nasuh adlı bir tellâğın hikâyesine de yer verilir122.

24- Hasırcı: Kamışları yere sererek aralarını örmek suretiyle hasır imal ederler123.

25- Hattat: Özene bezene güzel yazılar yazar. Amacı sadece yazısının güzelliğini sergilemek değil onun okunmasını da sağlamaktır124.

26-  Hırsız: Gündüzü sevmez, geceyi ister. İnsanlar uyuduktan sonra işini icraya koyulur125; alışkanlık haline getirdiği bu mesleğini genellikle gece yarısı evlere girerek icra eder126. Bazen de elbise127 veya dükkândan turp dahi çalar128. Her suçun bir cezası vardır; hırsızlığın cezası da dar ağacı bile olabilir129.

27-  Kadı: Allah”ın vekilidir; O”nun ilâhî adaletinin gölgesidir. Allah için mazlumların haklarını almak amacıyla ceza verir; kişisel çıkarı için değil. Hattâ sopa cezası verdiği birisi bu cezasını çekerken ölürse Kadı”nın herhangi bir suçu olamaz; çünkü o, Allah için hüküm vermiştir130. Ama bazı kadılar da vardır ki, bilgili ve iyi insanlar oldukları halde “boğazları” yüzünden rüşvet yerler ve kendilerini rezil ederler131.

28-  Kalpazan ve Sahte Para: Demirden yapmış oldukları, sahte paraların üzerine gümüş sürüp, padişahın adını nakşederek insanları kandırırlar132. Bazen de bakırı çeşitli işlemlere tabi tutarak (kimya-iksir) altın para haline getirirler. Bu sahte para her ne kadar parlak olsa da ateşe tutulunca kararır ve gerçeğinden o şekilde ayırt edilir133. Bazen de bunun tersi yapılır. Gerçek altın parayı, yağmadan kurtarmak için üzerini karartırlar134. Sahte parayla gerçeğini ayırt edebilmek için ayrıca mihenk denilen bir taş (?) kullanılır135. Mevlâna Mesnevî”sinde kullandığı birçok araç-gereç gibi sahte parayla gerçek parayı da sık sık kullanılır ve yine sufiyâne bir anlatımla para gerçek olsa dahi bu dünyanın işini gördüğü için “sahte”dir, geçicidir136.

29-  Kasap: Kuzu, koyun gibi küçükbaş hayvanları keserek derisinin içine hava üfürmek suretiyle yüzer ve etini satar137. Bazen de sığır keser138. Toplu olarak bir merkezde139 mesleklerini yapan kasapların pazarında, bazen kesilmiş yüz binlerce kelle bile olabilir140.   Etleri satırla doğrayıp141 tartarak satan kasaplar, hayvanların ağır gelmesi için de kesmeden önce onları çokça beslerler142.

30- Kerpiççi: Bilindiği gibi Konya evleri son 40-50 yıla gelinceye kadar genelde kerpiçten yapılmadaydı. Mevlâna”nın döneminden günümüze kadar gelen bu gelenek, teknolojik gelişmelerle yerini betonarme dediğimiz binalara bırakmış ve o dönemden günümüze kadar gelen kerpiççilik mesleği de tarihe karışmıştır. Kerpiç, Mesnevî”de anlatıldığı gibi dört tahta kalıbın belirli ölçülerde çakılması ve toprak ve suyun karışımından elde edilen çamurun içine dökülmesiyle imal edilir143ve güneşte kurutulduktan sonra tuğla-briket gibi inşaatta kullanılır. Mevlâna”ya göre; kerpiç kul yapımı olduğu için daima taştan zayıftır; çünkü kerpiç, kerpiççi tarafından imal edilmiş; taşı ise Allah yapmıştır. Bundan dolayı taş daha sert ve daha katıdır144.

31- Kırıkçı: Ayakları kırılanları tedavi ederler145.

32- Kuyumcu: Aletleri vasıtasıyla çeşitli altın mâmuller üretir146, dükkânlarında teraziyle tartarak satarlar147; hünerli insanlardır148. Genelde tutulanı sarı altındır.149

33- Marangoz: Odunları budaklardan ayıkladıktan sonra yontarak tahta haline getirirler150. Daha sonra da bu tahtaları birleştirerek kapı gibi eşyalar yaparlar151.

34- Mezar Kazıcısı: Düşünce kullanılmadan yapılan bir meslek olduğu için bayağı bir sanattır152.

35- Mimar: Boş bir arsaya veya yıkılmış bir binanın yerine ev yapar153. Evi kurmadan önce kafasında tasarlar, plânını yapar sonra da uygulamasına geçer154. Bundan dolayıdır ki, onun yaptığı binalar âdeta insan uzuvları gibi birbirine denk ve uygundur155.

36- Müneccim: Yıl hesabı yaparak gelecekte olabilecek şeyleri tahmin eder156.

37- Oduncu: Odun toplayıp devesine yükler ve şehre getirip satar157.

38- Öğretmen: Okulda ücreti karşılığında çocuklara ders verir158. Hastalansa veya kendini biraz rahatsız görse dahi çocukları evine çağırarak dersini orada verir159. Öğretmenin başarısı da öğrencinin istekli olmasıyla doğru orantılıdır160. Öğretmen bazen de okula gelmeyen veya dersi iyi anlamayan öğrenciye ceza verir161. Mevlâna”ya göre; bu cezalandırma sonucunda çocuk ölse dahi öğretmenin diyeti gerekmez. O, çocuğu kendi hizmetinden geri durduğu için cezalandırmamış, öğrencinin eğitimi için bu cezayı vermiştir. Çünkü; öğretmen aynı zamanda Allah”ın vekilidir162. Fakat aynı işi baba yapsa diyet gerekir. Çünkü çocuğun babaya hizmeti farzdır. Baba çocuğunu kendine hizmette geri durduğu için; yani “kendisi” için cezalandırmıştır163. Çocuklar okulun faydasını anlamadıkları için istemeye istemeye giderler164. Fakat baba çocuğunun okuyup yetişmesi için bazen kuş alma vâdiyle; bazen de cebine üzüm, ceviz koyarak onu okula gönderir165. Çocuklar ders olarak küçük yaşta tarih kitabı da okurlar166.

39- Ölü Yıkayıcısı: Definden önce ölüleri yıkar167.

40- Ressam: Yalnız sanatlarını göstermek için değil karşılığında para kazanmak için mesleklerini icra ederler168. Sadece tablolara değil bilhassa hamam duvarlarına da resim yaparlar169. Çinliler Rum halkına oranla daha iyi resim yaparlar170. Ressamın sanatının hüneri, gördüğü resmi iyi-kötü nasılsa aynısını yapabilmesindedir171. Bazı insanlar da kendisi öldükten sonra çocuklarına ve dostlarına hatıra kalması için kendi resimlerini yaptırırlar172.

41-  Saka: Su kabıyla susuzlara su dağıtır173. Eşekle su dağıtan – satan (?) sakalar da vardır174.

42-  Seyis: Ahırda, pisliklerin içinde hayvanlara bakar, tımar eder; genellikle de diğer insanlar tarafından aşağılık olarak görülür175. Ama insanların çoğunun, definenin yıkık yerlerde olduğundan haberleri olmadığı gibi bu tarzdaki insanlardaki cevherden de haberleri yoktur176.

43-  Sıvacı: Su ve topraktan yoğurduğu çamuru samanla karıştırarak bir balçık hazırlar ve evlerin duvarını ve damını sıvar177.

44-  Şekerci: Hem şeker imal eden; hem de satan kişidir178. Attarlar da kelle şekeri satarlar179. Şeker genelde gidilen yere hediye olarak da götürülür180.

45-  Terzi-Yamacı: Kumaşları elbise (kaftan) diktirmek isteyenlerin ölçülerine göre kesip-biçer ve diker181. İşin sonunda terzinin mahareti elbisenin güzelliğinden belli olur182.Terziler sadece elbise dikmezler tamirat ve yama işleri de yaparlar183. Terzilik ve yamacılık aynı zamanda bir san”attır184. Kumaşlar içinde de İstanbul atlası değerlidir185. Mevlâna”ya göre; asıl terzi olan felek-tir; o herkesin elbisesini; yani kefeni diker186.

46-  Testici-Kâseci: Su doldurmak için testiler, yemek konmak için kâseler yaparlar187. Ayrıca testilere kar da konur188. Bunları satın almak için gelen müşteriler de onların çatlak olup olmadığını kontrol için ellerini vurarak seslerini dinlerler189. Kışın kardan da testiler yapılır; ama su konmak için kullanılmaz1120.

Sonuç olarak şunları söylemek mümkündür;

Mesnevî, sadece hikâyeler yoluyla öğütler veren bir eser değil; kapsadığı bilgi ve örneklemeler açısından da döneminin sosyal, kültürel ve tarihî olaylarını yansıtan “kaynak” bir eserdir191. Mesnevî”de verilen bu bilgileri, Mevlâna”nın gözlem gücünü yansıtması ve bakış açısının değerlendirilmesi bakımından da işlemek ve eserinin malzeme zenginliğini de dikkate alarak her bilim dalı için kullanmak gerekir.

 

 

* Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi

1 Baykara, Tuncer, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Konya İl Kültür Müd. Yay., Konya,1998, s. 32-34, 37

2 Moğol istilâsı döneminde Selçuklu sultanlarının 1243″den itibaren Moğollara vermek zorunda oldukları ağır vergilerin bir bölümü bu şehre girip çıkanlardan ve Hıristiyanlardan karşılanıyor-du. (bkz. A. Gölpınarlı, Mevlâna Celâleddin, İnkılâp Kit. İstanbul, 1985, s.10)

3 Mevlâna ailesinin Konya”ya geliş tarihiyle ilgili olarak Eflâkî Dede”nin Menâkıbü”l-ârifîn“inde ve Sultan Veled”in İbtidânâme“sinde farklı bilgiler mevcuttur. Burada asıl konumuz bu olmadığı için detaya girilmemiştir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. B. Furûzânfer, Mevlâna Celâleddin, çev. Prof.Dr. Nâfiz Uzluk, İstanbul, s.123-128)

Oral, M. Zeki, “Hz. Mevlâna”dan Önce ve Zamanında Konya”, Resimli Hayat Mecmuası “Mev-lâna Özel Sayısı”, 1953, s. 24

Baykara, Tuncer, a.g.e., s. 17 vd.; Bayram, Mikail, “Anadolu Selçukluları Zamanında Konya”da Dini ve Fikri Hareketler”, Dünden Bugüne Konya”nın Kültür Birikimi ve Selçuk Üniversitesi, Konya, 1999, s. 4 vd.

Baykara, Tuncer, a.g.e., s. 106-111

Bayram, Mikail, a.g.m., s. 6

Bayram, Mikail, a.g.m., s. 31 vd.

Çağatay, Neşet, “Mevlâna Devri Selçuklu Türklerinin Politik ve Sosyo-Ekonomik Sorunları”, Mevlâna Sevgisi, Haz. Feyzi Halıcı, Konya, 1981, s.51

10 Mevlâna, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, I-VI c., MEB. yay., 3. Baskı, İstanbul, 1995, VI/4709; ayrıca bkz. Aynı eser, I/3466 vd.

11  Aynı eser, III/3440, I/2370, 3466, I/3521 vd.; krş. VI/1870; Mevlâna”nın Türk ve Hind kelimelerini kullanış şekli ve bu kelimelerin özellikleri için ayrıca bkz. Resuhi Baykara, “Mevlâna”nın Türklüğü Meselesi”, Tarih-Coğrafya Dünyası Mevlâna Özel Sayısı-15 Aralık 1959, s.433-434

12  Aynı eser, V/2960

13  Aynı eser, V/3779

14  Aynı eser, III/3613-14

15  Aynı eser, II/456

16  Aynı eser, III/1414

17  Aynı eser, II/3046, IV/350

18  Aynı eser, IV/1476, V/2954-55 (Eserde Türk olarak da geçmektedir. Bkz. Aynı eser, VI/1671 vd.; krş. VI/1705)

19  Aynı eser, VI/4709

20  Aynı eser, VI/1870

21  Bu insanlar genellikle Konya”daki beden gücüne dayalı ağır işlerde çalıştırılıyor; Hıristiyan kadınları da zenginlerin evlerinde hizmetçi olarak görev yapıyorlardı. (bkz. T. Baykara, a.g.e., s. 122 vd.)

22  Mevlâna, Mesnevî, I/665, 2250

23  Aynı eser, II/663, 664

24  Aynı eser, II/3681 vd.

25  Meselâ bkz. Aynı eser, I/2108 vd., 2894, III/3162; II. Ciltte odunculuk yapan bir Kürt nakledilir. (bkz. s. 50 vd.)

26 Aynı eser, III/857, 863

27 Aynı eser, VI/374

28 Mevlâna Çinli, Yemenli ve Habeş gibi bazı milletleri de nadir olarak zikreder. (bkz. Aynı eser, I, s. 277, I/3466, III/3181, VI/4709)

29Aynı eser, III/1258

30 Aynı eser, V/3257

31Aynı eser, VI/2377 vd.

32 Bu meslek guruplarından sadece zanaat erbabı kastedilmemiş, geçimlerini yaptıkları işten sağlayanlar dikkate alınmıştır.

33 Baykara, Tuncer, a.g.e., s. 44-46

34 Mevlâna”nın eserinde çeşitli meslek gurubundan insanlara sık sık değinmesi müritlerinin çokça bu kesimden olmasının yanı sıra babasından gelen bir gelenek de olabilir. Çünkü, Bahâeddin Veled Konya”ya yeni geldiği zaman ilk iki müridi kasap ve ekmekçi iki genç olmuştu. (bkz. Eflâkî, a.g.e. I, 26)

35 Meselâ demircilerin çalışırken yırtık-pırtık bir elbise giydiğini söyler. (bkz. a.g.e., V/1060)

36 Mevlâna, Mesnevî, VI/4283

37 Aynı eser, III/3094, 1465

38 Aynı eser, III/4105

39 Aynı eser, VI/2199-2201

40 Aynı eser, III/4534

41  Aynı eser, V/1062

42  Aynı eser, V/1056

43  Aynı eser, II/3455

44  Aynı eser,VI/2365

45  Aynı eser, I/2829

46  Aynı eser, IV/625 vd.; krş. IV/369

47  Aynı eser, III/3637

48  Aynı eser, VI/1526

49  Aynı eser, V/1487

50  Aynı eser, IV/3351

51  Aynı eser, IV/3352

52  T. Baykara önemli bahçelerin büyük bir bölümünün Selçuklu sultanlarına ait olduğunu söyler ve kayısı ve diğer meyvelerle birlikte, gül başta olmak üzere her türlü çiçeğin de yetiştirildiğini belirtir. (bkz. a.g.e., s. 55)

53  Mevlâna, Mesnevî, I/3869

54  Aynı eser, II/1563-1566, IV/522, 523

55  Aynı eser, IV/1870

56  Aynı eser, I/s.20 vd.

57  Aynı eser, IV/730

58  Aynı eser, II/3426

59  Aynı eser, II/3522

60  Aynı eser, VI/584

61  Aynı eser, III/1376 vd.

62  Aynı eser, VI/411

63  Aynı eser, IV/2363

64  Aynı eser, V/1037-39

65  Aynı eser, III/446 vd.

66  Aynı eser, V/4071

67  Aynı eser, VI/998

68  Aynı eser, II/3523

69  Aynı eser, VI/1527

70  Aynı eser, IV/ 2086

71  Aynı eser, VI/832-837

72  Aynı eser, VI/843

73  Aynı eser, I/3880

74  Aynı eser, I/3082-84

75  Aynı eser, II/800

76  Aynı eser, I/1771

77  Aynı eser, IV/143, 144, 147

78  Aynı eser, II/1814, IV/228

79  Aynı eser, VI/4395 vd.

80  Aynı eser, III/4147 vd.

81  Aynı eser, III/4146

82  Aynı eser, II/s.132 vd.; ayrıca bkz. V/3320 vd.

83  Aynı eser, III/46

84  Aynı eser, V/698

85  Aynı eser, III/4593; ayrıca bkz. Aynı eser, V/1288

86  Aynı eser, II/1952

87  Aynı eser, I/597

88  Aynı eser, IV/102-105

89 Aynı eser, V/1059

120 Aynı eser, V/21200, VI/913; İ. Hakkı Konyalı Selçuklular zamanında Konya”da yel değirmeninin bulunmadığını su açısından hayli zengin olan kentin birçok su değirmenine sahip olduğunu belirtir.(bkz. Konya Tarihi, Ankara, 1997, s. 984)

91 Mevlâna, Mesnevî, VI/4432-33

92 Aynı eser, IV/345

93 Aynı eser, VI/2195-96

94 Aynı eser, V/138, II/830

95 Aynı eser, IV/3623

96 Aynı eser, II/3281-82

97 Aynı eser, II/498, 500

98 Aynı eser, VI/1250, 1255; Dilenci ile ilgili bir hikâye için bkz. Aynı eser, V/ s. 224 vd.

99 Aynı eser, IV/1795, 96, 98, 99

100 Aynı eser, IV/272

101 Aynı eser, V/1704

102 Aynı eser, V/1707

103 Aynı eser, I/3208

104 Aynı eser, I/2910-11, II/948, V/2832-33

105  Aynı eser, III/2913-2916

106  Aynı eser, I/303 vd.

107  Aynı eser, III/2701-2704, 2707, 2708, 2966

108  Aynı eser, VI/584

109  Aynı eser, II/2518 vd.

110  Aynı eser, III/3560-61

111   Aynı eser, III/897

112 Aynı eser, IV/345

113 Aynı eser, VI/3947

114 Aynı eser, I/3878 vd.; ayrıca bkz. VI/21201

115 Aynı eser, IV/2353; Ekin ve ekmek kültürü ve Mevlâna”nın bu konudaki fikirleri için ayrıca bkz. Müjgan Cumbur, “Mevlâna”nın Şiirlerinde: Ekinden Ekmeğe”, 2. Millî Mevlâna Kongresi (Tebliğler), Selçuk Üni. yay., 3-5 Mayıs 1986, Konya, s.261-271

116 Aynı eser, V/2001 vd.

117 Aynı eser, VI/2605-06

118 Aynı eser, I/244, 309, II/1832 vd.

119 Akşit, Cevat, “İslâm Açısından Örflerimiz ve Hz. Mevlâna”, Mevlâna Güldestesi-4, Konya Büyükşehir Belediyesi yay., Konya, 1994, s.101

120 Aynı eser, II/1834-35, III/3755-57

121 Aynı eser, IV/s. 20-21

122 Aynı eser, bkz. V/s. 183 vd.

123 Aynı eser, VI/522

124 Aynı eser, IV/2886

125 Aynı eser, II/2088

126 Aynı eser, III/2779 vd.

127 Aynı eser, III/2632-33

128 Aynı eser, V/3060

129 Aynı eser, VI/420, 423

130 Aynı eser, VI/1511, 1513-14

131  Aynı eser, III/1697

132 Aynı eser, I/2149

133 Aynı eser, I/2462, VI/977, 978, 3848

134 Aynı eser, VI/2921

135 Aynı eser, II/ 745

136 Aynı eser, V/1510, 1513

137 Aynı eser, IV/3606, VI/4676, VI/3052, III/4681, VI/1551-52

138 Aynı eser, IV/1327

139 T. Baykara, Eflâkî Dedenin eserinden naklen; kasapların Konya”nın kuzey-doğusunda yerleştiklerini, debbâğların da bunlara yakın bir bölgede mesleklerini icra ettiklerini söyler. Yine koyun pazarının da Mevlâna Müzesi civarında olduğunu kaydeder. (bkz. T. Baykara , a.g.e., s.48)

140 Aynı eser, V/3713-14

141 Aynı eser, VI/4172

142 Aynı eser, III/3743

143 Aynı eser, VI/2249, III/4143-44; ayrıca bkz. II/Önsöz

144 Aynı eser, III/4143-44

145 Aynı eser, I/3207, ayrıca bkz. I/3881

146 Aynı eser, II/3303

147 Aynı eser, III/1624

148 Aynı eser, I/1686

149 Aynı eser, IV/2055

150 Aynı eser, I/3206

151 Aynı eser, VI/1371, 3337, IV/2351

152 Aynı eser, IV/1301

153 Aynı eser, VI/1370, IV/2350

154       Aynı eser, V/1791-92, II/967, VI/3741-42; Mimarların çoğu Türk ve Müslüman ülke insanlarından oluşmaktaydı. Hıristiyanlar ve yeni Müslüman olanları da vardı. (bkz. T. Baykara, a.g.e., s. 99)

155 Aynı eser, VI/3508

156 Mevlâna, Mesnevî, VI/4851

157 Aynı eser, II/657 vd.

158 Aynı eser, I/2793

159 Aynı eser, III/s.123-130

160 Aynı eser, VI/1656

161 Aynı eser, V/3006 vd.

162 Aynı eser, VI/1519

163 Aynı eser, VI/1518 vd.

164 Aynı eser, III/4585 vd.

165 Aynı eser, I/2792, IV/2578

166 Aynı eser, III/3644

167 Aynı eser, V/4143

168 Aynı eser, IV/2881

169 Aynı eser, I/2766, 2270, IV/3000, VI/146
170 Aynı eser, I/s.277 vd.

171 Aynı eser, III/1372-73, II/2537, 2539, 2542

172 Aynı eser, IV/2883

173 Aynı eser, VI/1371, 3026, 3339

174 Aynı eser, V/2361 vd.

175 Aynı eser, VI/1135 vd.,

176 Aynı eser, VI/1169

177 Aynı eser, III/478, II/1846; ayrıca bkz. IV/2249

178 Aynı eser, IV/369

179 Aynı eser,IV/625

180 Aynı eser, I/1494

181 Aynı eser, VI/1241, 3338

182 Aynı eser, I/3205

183 Aynı eser, III/4385; Yamacı için ayrıca bkz. III/4385; Yamacılık mesleğinin “Mevlânaca”
yorumu için bkz. IV/s. 206, 2548-2560 arası beyitler.

184 Aynı eser, III/1766-67

185 Aynı eser, VI/1685

186 Aynı eser, VI/1714

187 Aynı eser, IV/2884-85

188 Aynı eser, III/2100

189 Aynı eser, VI/4899

1120 Aynı eser, III/720

191 Mevlâna”nın Mesnevî dışında Divanı, Fîhi mâ Fîh ve Mektûbât; kısmen de Mecâlis-i Seb”a olmak üzere bütün eserleri bu açıdan değerlendirilebilecek kaynaklar arasındadır. Yine Sultan Veled”in İbtidâ-nâme”si, Sipehsâlâr ve Eflâkî Dedenin menâkıb kitapları Mesnevî”deki anılan konularla ilgili olarak önemli bilgiler içermektedir. Prof. Dr. Erdoğan Merçil de Selçuklular Dönemi Anadolu”sunun meslekleriyle ilgili olarak hazırladığı eserinde, tarihî kaynakların yanı sıra büyük ölçüde Mevlâna”nın eserleri ve Eflâkî Dede”nin menâkıbından istifade etmiştir (Türkiye Selçukluları”nda Meslekler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu TTK yay. Ankara, 2000). Ayrıca geçtiğimiz günlerde Hakk”a yürüyen tanınmış oryantalist Prof.Dr. Annemarie Schimmel (ölm. 28 Ocak 2003) de Mevlâna”nın eserleri ve Sipehsâlâr”ın risâlesinden istifade ederek Konya kültür ve yaşamıyla ilgili öz bir makâle kaleme almıştır (“Hazret-i Mevlâna”ya Göre Konya”daki Hayat”, Mevlâna Güldestesi-1974, Konya Turizm Derneği yay., Ankara, 1974, s. 43-51).