MESNEVÎ’DE KENDİSİYLE VE TOPLUMLA BARIŞIK İNSANIN ÖZELLİKLERİ

A+
A-

MESNEVÎ’DE KENDİSİYLE VE TOPLUMLA BARIŞIK İNSANIN ÖZELLİKLERİ

I. Uluslararası Mevlâna Düşüncesinde Beşerî Münasebetler Sempozyumu

Adnan KARAİSMAİLOĞLU

Özet

Mesnevî’nin, hayat yolunda yürüyen insanların anlayış ve kararlılık kazanmalarına rehberlik için söylenip yazıldığı ifade edilmektedir. İnsanın ve hayatın temel konularını bu eserinde özenle dile getiren Mevlânâ Celâleddîn el-Konevî insanlığın macerasını ortak macera olarak anlatmaktadır. Bu amaçla sıraladığı örnek ve hikâyelerin öz anlamının dikkatlerden kaçmaması için ilk hikâyeye başlarken, “Bu hikâye, gerçekte bizim durumumuzu ortaya koymaktadır” vurgusunu yapmaktadır.

Mesnevî’deki anlatımlardan yararlanılarak, huzurlu birey-barışık toplum amacı için birçok konuyla birlikte yöntem ve usuller tespit edilebilir. Her bir konu için de yine Mesnevî’den ilgili birkaç örnek hikâye dikkatlere sunulabilir. Konuya birkaç yönden yaklaşmak mümkündür.

Öncelikle bireyin kişilik oluşumu ve gönül dünyasıyla ilgili değerlendirmeler, Mesnevî’de önemli bir yere sahiptir. Sağlıklı alışkanlıkların kazanılması, ilk olarak doğru ve yanlış alışkanlıkların tanınmasıyla başlar.

Barış bireyin gönlünde oluşur. Gönül dünyasının varlığı, büyüklüğü ve neşesi, insanın kendisi ve çevresi için büyük bir güven kaynağıdır. Samimi ve iyi niyetli olmak, hem kişiyi hem de çevresini huzurlu ve kazançlı hale getirir. İç ve dış barışa gönül kaynaklık eder.

Diğer bireylerle ve toplumla yakın ve barışık olmak arzusu taşınmalı, beraberlik zaruri görülmelidir. Arkadaş edinmek ve kazanmak, istekle çabayla olur. Toplumla barışık olmanın doğrudan iç huzurla ilişkisi vardır.

Fertlerin iç huzuru ve çevreyle dayanışmayı sağlamaları için yardım ve desteğe ihtiyaçları vardır. Aileden Yaratıcıya kadar bu yaslanma ve güç alma halkasının güçlü olması gerekir. İnsanlar birbirlerine ve himayeye muhtaçtır. Olgun kişilerle, öğretici ve rehber kişilerle birlikte olunmalıdır.

Bu hususlara ilave olarak Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’deki anlatımlarına göre dünyada iç huzuru ve beraberliği elde etmek, dünyanın geçici ve ölümün bir gerçek olduğunu hissetmekle ve unutmamakla mümkündür.

Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, Mesnevî, Olgun İnsan, Barış.

THE FEATURES OF PEOPLE WHO IS AT PEACE WITH THEIR SELF AND SOCIETY IN MATHNAWI

Abstract

It is stated that Mathnawi is said and written to guide people to gain understanding and determination on the path of life. Mawlana Jalal al-Din al-Konavi, who speaks carefully about the basic issues of human and life in this work, describes the adventure of humanity as a common adventure. For this purpose, while starting the first story, in order to not miss the point of the examples and stories, he emphasizes, “This story in fact reveals our situation”.

By using the narratives in Mathnawi, methods and procedures can be determined together with many subjects for the purpose of peaceful individual-peaceful society. For each subject, a few sample stories from Mathnawi can be presented to the attention. It is possible to approach the issue in several ways.

First, the assessments of the individual’s personality formation and its inner world have an important place in Mathnawi. Acquiring healthy habits starts with the recognition of right and wrong habits first.

Peace is formed in the heart of the individual. The existence, size and joy of the inner world is a great source of trust for man and his environment. Being sincere and well-intentioned makes both the person and his environment peaceful and lucrative. The source of internal and external peace is the heart.

The desire to be close and at peace with other individuals and the society should be carried, and a tie should be considered essential. Making and gaining friendship is made possible with desire and effort. Being at peace with society has a direct relationship with inner peace.

Individuals need help and support to ensure peace of mind and solidarity with the environment. From the family to the Creator, this ring of leaning and strength must be strong. People need each other and their protection. People should be accompanied by mature, informative and guiding people.

In addition to these issues, according to Hz. Mawlana’s narratives in Mathnawi, it is possible to achieve inner peace and togetherness in this world by feeling and not forgetting that the world is temporary, and death is a reality.

Keywords: Rumi, Mathnawi, Mature Man, Peace.

Giriş

Mevlâna Düşüncesinde Beşerî Münasebetler” ana başlığı ihtiva ettiği konu olarak birey ve toplum için hayati önem taşımaktadır. Ancak bu hassas konunun günümüzde yeterince gündemde tutulduğunu söylemek zordur. Bu başlığın oluşmasının, herhalde bazı sebepleri vardır. Sevgi ve aşk sözcüklerinin saldırganlık ve öldürme olayları anlatılırken iletişim kanallarında haberlerde kullanılması, insan ilişkilerine tekrar tekrar dikkat çekilmesini zorunlu hale getirmiştir.

Hz. Mevlânâ’nın eserleri gündelik hayatla ilgili çeşitli konularda çok yardımcı olacak bilgilere ve değerlendirmelere sahiptir. Mevlânâ bu amaçla Mesnevî’de sıraladığı örnek ve hikâyelerin öz anlamının dikkatlerden kaçmaması için ilk hikâyeye başlarken 35. beyitte, “Ey dostlar! Dinleyiniz. Bu hikâye gerçekte bizzat bizim durumumuzu ortaya koymaktadır” vurgusunu yapmaktadır.

Mesnevî, asırlar boyunca özellikle Osmanlı coğrafyasında, Müslüman toplumlarda ve son asırda bütün dünyada dikkatle okunmakta ve yorumlanmaktadır. Bu eser Müslüman insanın hissiyatını ve samimi inancını resimlendirirken, bütün insanların ihtiyaç duyduğu insanî değerleri birer birer ciddiyetle ele almaktadır. Artık bütün dünyada ilan edilmiş olan temel değerlerin adını onun sözlerinde görmek çok kolaydır. Konuya iki örnekle hemen girmek gerekirse, şu iki beyit öne  çıkarılabilir.

کارِ مردان روشنی و گرمیَس ت                   کارِ دونان حیله و ب یشرمیَس ت

Erlerin işi, açıklık ve muhabbettir. Alçak kişilerin işi ise hile ve hayâsızlıktır 1.

مِهر و ر ق تّ وصفِ انسانی بوَ د                 خشم و شهوت وصفِ حیوانی بوَ د

Sevgi ve incelik, insanlık vasfıdır. Öfke ve şehvet, hayvanlık vasfıdır  2.

Bu iki beyit açıklık, dürüstlük, sevgi ve nezaketi öne çıkarırken aldatma, saygısızlık, öfke ve ihtirası reddetmektedir. Buradaki her bir kavramın, insanın bizzat kendisini ve de toplumu ilgilendiren özellikler olduğu açıktır. Diğer bir ifadeyle bunlar, bireyin iç barışını ve toplumun huzurunu doğrudan etkileyen temel değerlerdendir.

Mesnevî’deki bu konularla ilgili anlatımlardan yararlanılarak, huzurlu birey ve barışık toplum amacı için yöntem ve usuller tespit edilebilir. Her bir konu için de yine Mesnevî’den ilgili birkaç örnek hikâye dikkatlere sunulabilir. Konuya birkaç yönden yaklaşmak mümkündür. Bireysel ahlaki kazanımların birçoğu, kişi için olgunlaşma yolunda büyük anlamlar taşırken, bu kazanımların doğrudan topluma sağladığı yararlar da büyüktür. Bu birey ve toplum ilişkisini anlatan bir Mesnevî hikâyesinden yararlanmak, burada açıklayıcı olacaktır.

Hikâye, “Bir valinin, bir adama, “Yol üzerine diktiğin şu diken kökünü kopar” diye emretmesi” başlığını taşımaktadır. Hikâyede yola diken kökü diken ve kendisine bunları sökmesi söylendiğinde de sökme işini geciktiren kişi üzerinden yapılan öğütler gerçekte herkes içindir:

خاربُن دان هر یکی خویِ بد ت              بارها در پای خار آخر زد ت
بارها از خویِ خود خسته شدی             حس نداری سخت ب یحس آمد ی
گر ز خسته گشتنِ دیگر کسان               که ز خُلقِ زشتِ تو هست آن رسان
غافلی باری ز زخمِ خود ن های             تو عذابِ خویش و هر بیگان های
یا تَبَر بر گیر و مردانه بزن                   تو علیوار این درِ خیبر بکَن
یا به گلبُن وصل کن این خار را              وصل کن با نار نورِ یار ر ا
تا که نورِ او کُشد نارِ تر ا                    وصلِ او گلشن کند خارِ تر ا

Her kötü huyunu diken kökü bil; sonuçta defalarca ayağına diken battı.
Defalarca kötü huyundan yaralandın; hissin yok, çok duygusuz oldun.
Senin çirkin huyundan meydana gelen başkalarının yaralanmasından,
Gafilsen, kendi yarandan da mı haberdar değilsin? Sen kendine ve başkasına azapsın.
Ya baltanı kaldır ve erce vur; sen Ali gibi, bu Hayber’in kapısını kopar.
Ya da bu dikeni gülfidanına kavuştur; dostun ışığını ateşle birleştir.
Böylece onun ışığı senin ateşini söndürsün; onunla birleşmek senin dikenini gül bahçesi yapsın3.

Hikâyede bireyin kötü alışkanlıklarının hem kendisine, hem de topluma zarar verdiği anlatılırken, çözüm yolu olarak ferdi çaba ve bilge kişilerden yararlanma yolu gösterilmektedir. Mesnevî’de bu iki yönlü zararın veya olumlu yandan bakıldığında iki yönlü yararın birçok örneğini görmek mümkündür.

Bireyin çevresiyle uyumlu olması gerekir, güç ve özellik bu davranış tercihiyle elde edilebilir. İnsanlara iyi davranmak, kimi rahatsız edici muamelelere karşı sabırlı olmak, güzel sonuçlar doğuracaktır. Hz. Mevlânâ bir rubaisini bu düşüncelerle oluşturmuştur.

بییار نماند هرکه با یار بساخ ت                      مفلس نشد آنکه با خریدار بساخ ت
مه نور از آن گرفت کز شب نرمید                   گل بوی از آن یافت که با خار بساخ ت

Arkadaşıyla hoş geçinen arkadaşsız kalmaz. Müşteriye iyi davranan iflas etmez.
Ay geceden ürkmediği için parlak oldu. Gül de dikenle uzlaştığı için kokulu oldu 4.

Bu rubaiyi hatırlatan ve sabretmeye vurgu yapan, şu Mesnevî beyitlerini de buraya ilave edilmelidir:

یارِ بد نیکوست بهرِ صبر را                        که گشاید صبر کردن صدر ر ا
صبرِ مَه با شب من ور داردش                     صبرِ گُل با خار اَذْفَر دارد ش

Sabretmek için kötü arkadaş iyidir; sabretmek göğsü rahatlatır.
Ayın geceye sabretmesi onu aydınlatır; gülün dikene sabretmesi onu güzel kokulu yapar5.

Sabırlı ve tahammüllü olmak, kolay bir alışkanlık olarak görünmüyor, ancak hem bireyin olgunluk kazandığının bir göstergesi olmaktadır, hem de toplum bu özellikteki kişilerle güçlü olmaktadır. Sabır bu nedenle Mesnevî’de ve kültürümüzde, gerçekte inancımızda çok önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Konumuzla ilgili olsa da bu önemli kavram ve barındırdığı anlamlar, burada söz konusu edilmeyecektir.

İnsanlara iyilik yapmanın kişisel yanına dikkat çeken şu iki beytin üzerinde durmak ve düşünmek gerekir. Bu beyitleri okumadan öncelikle yorumlarsak, yerinde olacaktır. İyilik eden kişi, kendisine de iyilik etmektedir, yani bu iyilikle kendisini güzel duygularla buluşturmaktadır. Daha güncel deyişle selam veren kişi, öncelikle kendine selam vermiş olur. Gülümseyen kişi, öncelikle kendine gülümsemiş olur. Hz. Mevlânâ bu inceliği ve kazancı dile getiriyor:

خیر کن با خلق بهرِ ایزد ت                            یا برایِ راحتِ جانِ خود ت
تا هماره دوست بینی در نظ ر                         در دلت ناید ز کین ناخوش صُوَ ر

Halka Allah için veya kendi canının rahatı için hayır yap.
Böylece bakarken daima dost görürsün; gönlüne kin yüzünden nahoş suretler gelmez 6.

Böylece bu beyitlerle toplumun fertlerine yapılan her iyiliğin, gerçekte bu iyiliği yapan kişiyi de onardığı ve iyileştirdiği düşüncesi, bir hakikat olarak dile gelmektedir.

Bu birey ve toplum temasını ve uyumunu Mevlânâ’nın şu beyitleri çok açık, berrak ve çarpıcı bir şekilde açıklamaktadır:

قصدِ هر درویش م یکن از گزا ف                     چون نشان یابی به جِد م یکن طوا ف
چون ترا آن چشمِ باطنبین نبود                         گنج میپندار اندر هر وجود
ور نباشد قطب یارِ ره بوَد                               شه نباشد فارسِ اِسپَه بوَ د
پس صلۀ یارانِ ره لازم شمار                           هر که باشد گر پیاده گر سوا ر
ور عدو باشد همین احسان نکوس ت                  که به احسان بس عدو گشتست دوس ت
ور نگردد دوست کینش کم شو د                        زآنکه احسان کینه را مرهم شو د
بس فواید هست غیرِ این ولیک                          از درازی خایفم ای یارِ نی ک
حاصل این آمد که یارِ جمع با ش                        همچو بُتگر از حجر یاری ترا ش
زآنکه انبوهی و جمعِ کاروا ن                           رهزنان را بشْکند پشت و سنان

Her dervişe/yoksula ziyadesiyle git; bir işaret bulunca ciddiyetle çevresinde tavaf et.
Senin, o içi gören gözün olmadığı için her vücutta define düşün.
Kutup değilse yol arkadaşıdır; padişah değilse atlı binicidir.
Yol arkadaşlarını ziyareti gerekli say, kim olursa; ister yaya, ister atlı.
Düşmanın da olsa bu ihsan, yine iyidir; çünkü güzel davranışla nice düşman dost olmuştur.
Dost olmazsa kini azalır. Çünkü güzel davranış kine merhem olur.
Ey iyi dost! Bunun dışında nice faydaları vardır; fakat uzamasından korkuyorum.
Sözün özü şudur: Topluma dost ol; put/heykel yapan gibi taştan arkadaş yont.
Çünkü kervanın kalabalığı ve çokluğu, yol kesicilerin belini ve mızrağını kırar  7.

Bu beyitlerde Hz. Mevlânâ, her bireye saygı gösterilmesini, fakir zengin ayırımının yapılmamasını, düşmanlara dahi iyilik yapılmasını öğütlerken, “Topluma dost ol” ifadesiyle dikkatleri çeken bir çağrı yapmaktadır. Arkadaş edinmek için çok çaba harcanmalı ve bu sağlanırsa toplumun güçlükleri kolayca aşabileceğine dair bir örnek vermektedir. Son beyit şöyle yorumlanabilir: Toplumda arkadaşlıklar çoğalır ve beraberlikler büyük olursa, art niyetli kişilerin ümit ve beklentileri herhangi bir mücadele olmadan yok olup gider.

Mevlânâ’nın şu Türkçe beyti de burada yer bulmalıdır:

اول چیچکی کیم یازیده بولدک                       کیمسهیه ویرمه خصمکه ویرگیل

Çayırda bulduğun çiçeği kimseye verme hasmına ver8.

Mesnevî’de toplumdaki güçlü bireylerle güçsüz bireylerin ilişkisine anlam kazandıran hikâyeler mevcuttur. Bunlardan bir kaçı köle Lokman ile efendisi hakkındadır. Bu hikâyelerdeki köle ile efendi ilişkisini işçi ile patron, memur ile amir, hatta öğrenci ile öğretmen ilişkisi üzerinden düşünüp yorumlamak, bazılarınca biraz abartılı görülebilirse de günümüz için galiba doğru, anlamlı ve yararlı olacaktır. Mevlânâ anlatımlarında köleye ve efendiye kişilik ve değer kazandırmaktadır. Örnek olarak,

نی که لقمان را که بندۀ پاک بو د                         روز و شب در بندگی چالاک بو د
خواج هاش م یداشتی در کار پیش                        بهترش دیدی ز فرزندانِ خوی ش
زآنکه لقمان گرچه بند هزاد بود                           خواجه بود و از هوا آزاد بو د

Tertemiz bulunan ve gece gündüz kölelikte çevik olan Lokman’ı,
Efendisi işte önde tutardı. Onu kendi çocuklarından daha iyi görürdü?
Çünkü Lokman, köle oğlu olsa da efendiydi ve nefsî istekten özgürdü9.

Bu ifadeler aynı zamanda tavsiye niteliği taşımaktadır. Açıklarsak, köle ve benzetme yapılabilecek kişiler, iyi niyetli, çalışkan ve fedakâr olmalıdır. Efendi ve benzetme yapılabilecek kişiler de onlara çocukları gibi değer vermelidirler. Bu görüntü daha da yükseltilebilir, diyor ki Hz. Mevlânâ:

خواجۀ لقمان به ظاهر خواج هوَ ش                   در حقیقت بنده لقمان خواج ها ش
در جهانِ بازگونه زین بسی است                      در نظرْشان گوهری کم از خسی اس ت

Lokman’ın efendisi görünüşte efendi gibiydi, gerçekteyse köleydi; Lokman’sa onun efendisiydi.
Ters dünyada bundan çokça vardır; onların nazarında bir inci, bir çöpten daha değersizdir  10.

Hikâyedeki benzeri değer ve kişilik kazandırma çabalarından biri ve bir efendilik/büyüklük örneği şu şekildedir:

بود لقمان بندهشکلی خواج ها ی                     بندگی بر ظاهرش دیباج های
چون رود خواجه به جایِ ناشنا س                   در غلامِ خویش پوشاند لبا س
او بپوشد جام ههایِ آن غلام                           مر غلامِ خویش را سازد اما م
در پَیَش چون بندگان در ره شود                      تا نباید زو کسی آگه شو د

Lokman köle şeklinde bir efendiydi; kölelik, dış görünüşünde bir perdeydi.
Efendi bilinmeyen bir yere giderken, kölesine elbise giydirir.
O da, o kölenin elbiselerini giyer; kölesini önder yapar.
Kimsenin kendisinden haberdar olmaması için, arkasında köleler gibi yola koyulur  11.

Söz konusu hikâyedeki şu hatırlatma hayret vericidir, alçakgönüllülük imkân ve güç sahibi olanlarca yapılabilir. Bu fırsat güçlü ve yetkili olanlar için vardır. Hz. Mevlânâ’nın bir beyitte dikkatlere sunduğu şu iki davranış biçimi gündelik hayatta acaba karşılık bulabilir mi?

آید از خواجه ر ِه افکندگی                            ناید از بنده به غی ِر بندگی

Efendi düşkünlük gösterebilir; köledense kölelikten başka bir şey gelmez12.

Hz. Mevlânâ, Mesnevî’sinde “Lokman’ın fazilet ve zekiliğinin, imtihan edenlerin önünde ortaya çıkması” başlığı altında bu gerçek olgunluk ve büyüklük vasfını duygulandırıcı bir şekilde gözler önüne koymaktadır.

هر طعامی کآوریدندی به وی                           کس سویِ لقمان فرستادی ز پ ی
تا که لقمان دست سویِ آن بَرَد                         قاصدا تا خواجه پ سخوردش خورَ د
سُؤرِ او خوردی و شور انگیختی                      هر طعامی کو نخوردی ریخت ی

-Efendisi- kendisine her yemek getirildiğinde Lokman’ın peşine birini gönderirdi,
Kasıtlı olarak Lokman yemeğe elini uzatsın, efendi de artığını yesin diye.
Onun artığını yiyerek neşelenirdi. Yemediği yemekleri dökerdi13.

Bu kişilik oluşturma ve tanıtma çabalarından sonra Hz. Mevlânâ bir sahne oluşturuyor ve anlatıyor:

خربزه آورده بودند ارمغان                         گفت رَو فرزند لقمان را بخوا ن
چون بُرید و داد او را یک بُرین                   همچو ش کر خوردش و چون انگبین
از خوشی که خورد داد او را دُوُم                  تا رسید آن گَرْچها تا هفدهم
ماند گ رّچی گفت این را من خورم                تا چه شیرین خربز هست این بنْگرم
او چنین خوش م یخورد کز ذوقِ او               طبعها شد مشتهی و لقم هج و
چون بخورد از تلخیش آتش فروخ ت             هم زبان کرد آبله هم حلق سوخ ت
ساعتی بیخود شد از تلخیِ آن                       بعد از آن گفتش که ای جان و جها ن
نوش چون کردی تو چندین زهر را                لطف چون انگاشتی این قهر ر ا
این چهصبرست اینصبوری از چ هروست        یا مگر پیشِ تو این جانت عدوس ت
چون نیاوردی به حیلت ح جتی                      که مرا عذری است بس کن ساعتی
گفت من از دستِ نعم تبخشِ تو                     خورد هام چندان که از شرمم دوت و
شرمم آمد که یکی تلخ از کَفَت                      من ننوشم ای تو صاح بمعرف ت
چون همه اجزام از اِنعامِ تو                          رُست هاند و غرقِ دانه و دامِ ت و
گر ز یک تلخی کنم فریاد و داد                     خاکِ صد ره بر سرِ اجزام با د
لذ تِ دستِ شَکَربخشت بداش ت                   اندر این بِ طیخ تلخی کی گذاشت
از مح بت تلخها شیرین شو د                       از مح بت م سها ز رین شو د
از مح بت دُردها صافی شود                        از مح بت دَردها شافی شو د
از مح بت مرده زنده م یکنند                       از مح بت شاه بنده میکنند
این مح بت هم نتیجۀ دانش است                   کی گزافه بر چنین تختی نشس ت

Armağan olarak kavun getirmişlerdi. Efendi, “Git, oğul! Lokman’ı çağır” dedi.
Kesip, ona bir dilim verdi; onu şeker ve bal gibi yedi.
Hoşça yiyişinden dolayı ona ikincisini verdi. Böylece dilimler on yedinciye kadar vardı.
Bir dilim kaldı, -efendisi- dedi: “Bunu ben yiyeyim; bakayım, ne tatlı kavundur, bu!
O, öyle hoş yiyor ki onun zevkinden tabiatlar iştahlandı ve lokma istedi.”
Yiyince, acılığından ateş alevlendi; hem dili kabardı, hem boğazı yandı.
Bir müddet acılığından dolayı kendini kaybetti. Ondan sonra ona dedi: “Ey can ve cihan!
Sen bu kadar zehri nasıl yedin? Bu zulmü nasıl lütuf düşündün?
Bu ne sabırdır? Bu sabırlılık neden dolayıdır? Yoksa bu canın, sana göre düşman mıdır?
Niçin hileyle, “Özrüm var, bir müddet dur” diye bir gerekçe göstermedin?”
-Lokman- dedi: “Senin nimet bağışlayan elinden o kadar yedim ki, utancımdan iki büklümüm.
Ey marifet sahibi! Elinden olan acı bir şeyi yememekten utandım.
Çünkü bütün parçalarım, senin nimet vermenle yeşerdi; senin yemine ve tuzağına gömüldü.
Bir acılıktan dolayı feryat ve şikâyet edersem toprak, yüz kere -vucut- parçalarımın başına olsun.
Senin şeker bağışlayan elinin tadı engel oldu; bu kavunda hiç acılık bıraktı mı?”
Sevgiyle acılar tatlılaşır; sevgiyle bakırlar altın olur.
Sevgiyle tortular berraklaşır; sevgiyle dertler, şifa verici olur.
Sevgiyle ölü dirilir; sevgiyle padişah köle yapılır.
Bu sevgi de bilgi sonucudur. Böyle bir tahta yersizce kim oturabilir? 14

Mevlâna, bu vefalı olma örneğiyle galiba kişilerde bulunması gereken çok yönlü vefa çeşitlerine de işaret etmektedir. Örnek olarak Anne-baba ile çocuklar, sağlık ve ömür bağışlayan Halik-i mutlak ile kullar, taşlara tapmaktan ve çirkin adetlerden insanları kurtaran peygamberler ve ümmetleri sıralayabilir. Konuyu güncelleştirirsek, toplumda birlikte yaşayan ve doğrudan veya dolaylı yardımlaşan insanlar, birbirlerine karşı özverili olmalıdır. Küçük veya büyük rahatsızlıklar karşılıklı minnetsizlik ve zıtlaşmalara yol açmamalıdır. Zira elde edilmiş olan imkân ve değerler, gerçekte bizi hemen her durumda olumlu düşünmeye davet etmektedir.

Anlaşmaya ve yakınlaşmaya hazır olmak, işin özündeki gerekliliktir. Niyetler bu yöne yöneldiğinde her şey çok kolay olabilecektir. Gönüllerin anlaşmaya hazır olması, ana çözümdür. Böylece söze ve yazıya dahi ihtiyaç kalmayacaktır.

همزبانی خویشی و پیوندی اس ت                           مرد با نامحرمان چون بندی اس ت
ای بسا هندو و ترک همزبان                                  ای بسا دو ترک چون بیگانگان
پس زبان محرمی خود دیگر اس ت                         همدلی از همزبانی بهتر است
غیر نطق و غیر ایما و سج ل                                صد هزاران ترجمان خیزد ز د ل

Aynı dili kullanmak, akrabalık ve bağlılıktır. İnsan yakın olmayanlarla bir arada tutsak gibidir.
Nice aynı dili konuşan Hindu ve Türk vardır; nice yabancılar gibi iki Türk vardır.
Öyleyse yakınlık dili bizatihi başkadır. Gönüldeşlik, aynı dili konuşmaktan daha iyidir.
Gönülden konuşmasız, imasız ve kayıtsız yüz binlerce tercüman yükselir  15.

Mevlâna Düşüncesinde Beşerî Münasebetler” ana başlığıyla ilgili olarak Mesnevî’den çok sayıda hikâye ve yüzlerce beyit burada aktarmak mümkündür. Elbette buna imkân ve fırsat olmadığı aşikârdır. Bütün bu güçlüğü ortadan kaldıracak yolu yine Mevlânâ göstermektedir. “Dilsizlerin dili”, diğer bir ifadeyle suskunların konuşması bu kabildendir. Önceki beyitlere ek olarak Dîvân-ı Kebîr’den bir beyitle söz tamamlanmış olacaktır:

اگر ططِ سن اگر رومِ سن وگر تر ک                          زبانِ بی زبانان را بیامو ز

Fars isen, Rum isen ya da Türk, dilsizlerin dilini öğren  16.

 

Kaynakça

Mevlânâ, Mesnevî, (çev. Adnan Karaismailoğlu), Akçağ Yay., 16. Baskı, Ankara 2018.

Mevlânâ Celâleddîn Muhammed, Mesnevî-i Ma’nevî (ber-esâs-i nusha-i muverreh 677/1278 Konya), I- VI, (haz. Adnan Karaismailoğlu-Derya Örs), I-III, Akçağ Yay., Ankara 2007.

Mevlânâ Celâleddîn Muhammed, Kulliyât-ı Şems yâ Dîvân-i Kebîr, (yay. B. Furûzânfer, I-VII, Tahran 1336-l345 hş./1957-1966; VIII, Rubâ’iyât, 1342hş/1963; IX, X, Fehâris, 1346hş/1967.


1 Mevlânâ, Mesnevî, (çev. Adnan Karaismailoğlu), Ankara 2018, Defter I/Beyit 320; krş. Mesnevî-i Ma’nevî (ber-esâs-i nusha-i muverreh 677/1278 Konya), I-VI, (haz. Adnan Karaismailoğlu-Derya Örs), I-III, Ankara 2007.

2 Mevlânâ, Mesnevî, I/2436.

3 Mevlânâ, Mesnevî, II/1236-1242.

4 Mevlânâ Celâleddîn Muhammed, Kulliyât-ı Şems yâ Dîvân-i Kebîr, (yay. B. Furûzânfer), I-VII, Tahran 1336- l345 hş./1957-1966; VIII, Rubâ’iyât, 1342hş/1963; IX, X., Fehâris, 1346hş/1967, VIII, Rubai no: 211.

5 Mevlânâ, Mesnevî, VI/1407-1408.

6 Mevlânâ, Mesnevî, IV/1978-1979.

7 Mevlânâ, Mesnevî, II/2136-2144.

8 Mevlânâ Celâleddîn Muhammed, Kulliyât-ı Şems, Gazel no: 1363, beyit 3.

9 Mevlânâ, Mesnevî, II/1454-1456.

10 Mevlânâ, Mesnevî, II/1463-1464

11 Mevlânâ, Mesnevî, II/1476-1479.

12 Mevlânâ, Mesnevî, II/1486.

13 Mevlânâ, Mesnevî, II/1502-1504.

14 Mevlânâ, Mesnevî, II/1506-1524.

15 Mevlânâ, Mesnevî, 1/1206-1209.

16 Mevlânâ Celâleddîn Muhammed, Kulliyât-ı Şems, Gazel no: 1183, beyit 3.

 

Mesnevide Kendisiyle Ve Toplumla Barisik Insanin Ozellikleri