“Mesnevî-i Manevî” – İsa ÇELİK

A+
A-

Mesnevî-i Manevî

(Mevlânâ Celâleddîn Rûmî 604/1207-672/1273)

Yar. Doç. Dr.,İsa ÇELİK

 Atatürk Ü. İlâhiyat Fakültesi*

“Bütün zamanların en büyük mistik dehalarından biri olan Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin

Mesnevî’si, tartışmasız dünya edebiyatının en büyük şâheserlerinden

ve tabiri caizse insanlığın kutsal kabul ettiği kitaplardan birisidir.”

Eva de Vitray-MEYEROVITCH

Özet

[İsa Çelik, “Mesnevî-i Manevî”, Tasavvuf İlmî ve Akademik 

Araştırma Dergisi, Ankara 2005, Yıl: 6, S. 14, ss.]

Bu makalede Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Mesnevî adlı önemli eserini tanıtmaya çalıştık. İlk olarak Hz. Mevlânâ’nın hayatından bahsettik. Daha sonra Mesnevî’nin önemi, muhtevası, tesirleri ve kaynakları ile alâkalı bilgiler verdik. Mesnevî, XIII. Yüzyıl mutasavvıf ve şâiri Mevlânâ (672/1273)’nın en önemli eseri olup dili Farsça’dır. Mevlânâ Mesnevî’sini altı cilt olarak yazmıştır. Makalemizde İslâm dünyasında üzerine en çok şerh yazılan eserlerden birisi olan Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin tercüme ve şerhleri hakkında ulaşabildiğimiz kadarıyla derli toplu bir şekilde bilgi vermeye çalıştık. Mesnevî’yi şerheden müelliflerden birkaçı şunlardır: İsmail-i Ankaravî (1041/1631), Sarı Abdullah Efendi (1071/1661), İsmail Hakkı Bursevî (1137/1725), Âbidin Paşa (1265/1848), Kenan Rifâî (1369/1950), Tahirü’l-Mevlevî (1370/1951) ve Abdülbaki Gölpınarlı (1402/1982).

Anahtar Kelimeler: Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî-i Manevî, Mevlevî, Tarîkat, Tasavvuf.

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî

İslâm Medeniyetinde nev-i şahsına münhasır özellikleri bulunan ve başlı başına bir kültür hazinesi olan Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’si hakkında bilgi vermeden önce müellifinin hayatı ve diğer eserleri ile ilgili malumat vermek yararlı olacaktır.

Mevlânâ’nın asıl adı, Muhammed, lakabı ise, Celâleddîn’dir.[1]Mevlânâ, Belh’te 30 Eylül 1207/6 Rebîü’l-evvel 604 tarihinde dünyaya gelmiştir.[2] Ayrıca babası Sultânu’l-Ulemâ Bahâeddîn Veled tarafından kendisine verilen “Hüdâvendigâr” lakabı ile de tanınır.[3] Doğduğu yere nispetle “Belhî”, Anadolu’ya gelip ikinci vatanı olarak seçmesi, vefatına kadar burada kalması, kabrinin de burada olması ve o zamanlar Anadolu’ya Bilâd-ı Rûm denmesi sebebiyle “Rûmî” lâkapları da meşhurdur.[4]

Mevlânâ’nın babası, Hz. Ebûbekr’e dayanan Belhli Hatîbîler sülalesinden olup Bahâeddîn Veled diye bilinmektedir. “Sultânu’l-Ulemâ” lakabıyla tanınmıştır.[5] Bahâeddîn Veled’in annesi Harzemşahlar hanedanından, Alâaddîn Muhammed Harzemşah’ın kızı Melike-i Cihan Emetullâh Sultan’dır.[6] Mevlânâ’nın annesi ise Belh emîri Rükneddîn’in kızı olan Mümine Hatun olup, Harzemşahlar Türk İmparatorluk hanedanından bir prensestir.[7]

Mevlânâ’nın milliyeti meselesi çokça tartışılmış ise de onun Türk olduğunun delili şu rubâîsidir:

Beni yabancı yerine koymayın, ben bu mahalledenim,

Ben sizin mahallenizde kendi evimi arıyorum.

Düşman gibi görünüyorsam da düşman değilim.

Hintçe konuşuyorsam da aslım Türk’tür.[8]

Başlangıçta mutasavvıflarla ve Bahâeddîn Veled ile arası iyi olan, onun meclislerine giden Muhammed Harzemşah,[9] Fahreddîn-i Râzî’nin telkinleri sonucu tasavvufa ve mutasavvıflara karşı cephe almış ve Bahauddîn Veled’in Belh’ten göç etmesine sebep olmuştur.[10] Onu göçe sevk eden hususlardan birisi de Moğol tehlikesini sezmiş olması olarak ifade edilmektedir.[11] Yıllarca sürecek olan bu yolculuğa başlanıldığında Hz. Mevlânâ beş veya altı yaşlarında idi.[12]

Sultânu’l-Ulemâ, maiyyeti, kitapları, eşyası, talebe ve müritleriyle birlikte Belh şehrini ve akrabalarını terk ettikten sonra hacca gitmeye niyet ederek, Bağdat’a doğru yola çıktı.[13] Şeyh Şihabüddin Suhreverdî, hürmet gayesiyle, Bağdad’ın âlemleri ve halkı ile kendilerini karşılayarak hürmeten Mustansıriyye Medresesinde misafir ettiler. Burada Bağdat ahalisine vaaz ve nasihatte bulundular.[14]

Bahâeddîn Veled, Belh’in istilası haberinin Bağdat’a ulaşmasından üç gün sonra, Kûfe yoluyla Mekke’ye doğru hareket etti. Hac farizasının ifasından sonra Medine’ye gelinmiş, Hz. Peygamberin kabr-i şerîfi ziyaret edilmiş, oradan da Kudüs’e geçilmişti. Kudüs’te Mescid-i Aksa ziyaret edilip, Şam’a hareket edildi. Şam’da da bir çok alim ve şeyhlerle görüşülüp sohbetler yapıldı. Bu arada şeyh Muhyiddîn b. Arabî ile de görüştüler. Muhyiddîn b. Arabî, Sultânu’l-Ulemâ ve Mevlânâ yanından ayrılırken, “Subhanallah, bir okyanus bir denizin arkasından gidiyor” diyerek Mevlânâ’daki kabiliyete işâret etmişti.[15]

Sultânü’l‑Ulemâ, Şam yolu ile Erzincan’a geldiğinde, bu sıralarda Fahreddîn Behrâmşah hüküm sürmekte idi. Onun hanımı İsmetî Hatun’un bina ettirdiği İsmetiyye medresesinde ikamet ettiler. Orada çok müddet durmayıp Akşehir kasabasına gitmeğe niyet ettiler. Behrâmşah’ın, husûsiyetle Sultânü’l‑Ulemâ için yaptırdığı medresede dört sene ikametinden sonra Sultânü’l‑Ulemâ, Konya Lârende’ye yani Karaman’a gidip oranın emîri olan Emir Mûsâ’nın yaptırdığı medresede yedi sene kalarak dersler okuttu ve camide vaazlar verdi. Sultânü’l‑Ulemâ’nın memleketlerinden hareketleri sırasında Mevlânâ Celâleddîn‑i Rûmî, beş yaşında bulunduklarından Lârende şehrinde buluğ çağına erişip Hoca Şerafeddîn Lâlâ Semerkandî’nin Gevher Hatun adındaki kızı ile nikahladı. 623 tarihinde birinci oğlu Sultan Veled, daha sonra da ikinci oğlu Alâaddîn dünyaya geldi.[16]

Sultân Alâaddîn Keykubât, kendisine olan muhabbeti sebebiyle ayrı bir şehirde ikametine neticede dayanamayıp özel bir mektup ile Konya’ya davet etti. Sultânü’l‑Ulemâ dahi davete icabet ederek Karaman’dan hareket edip Konya’ya yaklaştığında Sultân Alâaddîn bizzat kendilerini karşılamışlar ve fevkalâde hürmet ederek beraberce Konya’ya girmişler ve Sultânü’l‑Ulemâ Altunpâ (Pembe Fürüşân/İplikçi) medresesinde ikamet buyurmuşlardır. Ondan sonra Sultânü’l‑Ulemâ, Konya’yı kendilerine mekân ve makam ittihaz edip, dersler okutarak H. 628 senesi Rebîü’l-âhir’in 18. Cuma günü kuşluk vaktinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.[17] Mevlânâ türbesindeki kabrinde yatmaktadır. Eflâkî’nin rivâyetine göre babası öldüğünde Mevlânâ yirmi dört yaşında idi.[18]

Mevlânâ babasının vefatından sonra onun görevini üstlenerek, vaaza başladı. Fetva işlerini yürüttü. Burhâneddîn Muhakkik-i Tirmizî ile buluşuncaya kadar tam bir yıl tarikattan uzak, şeriatın müftüsü oldu. Mevlânâ ona intisab ederek dokuz yıl, onun hizmetinde ve eğitiminde bulundu. O günden sonra Mevlânâ, Seyyid Burhâneddîn’e mürit olup, şeyhinin ona talim ettiği Kübreviyye Tarikatının hizmetine devam etmeye başladı. Şu halde Mevlânâ, Mevlevîlik tarikatının piri olmadan önce Kübreviyye tarikatının müridi idi. Bu dokuz yıl (630-639/1232-1241) zarfında o, bu kâmil mürşid kılavuzluğu ile olgunlaştı. Benlik’ten geçip kemâle erişmek için, seyr ü sulûke devam etti. Böylece Mevlânâ, Seyyid Burhâneddîn Muhakkik-i Tirmizî’den tasavvuf, seyr ü sulûk terbiyesi gördü ve hilafet aldı. Fakat Mevlânâ’nın ilâhî aşkı teskin olmadı, arttıkça arttı.[19] Burhâneddîn Muhakkik-i Tirmizî’nin emri üzere hem zâhiri ilimlerdeki bilgisini genişletmek, seyr ü sulûkteki kemâlini yükseltmek için Halep ve Şam’a yedi yıl süren bir seyahat gerçekleştirerek çeşitli alimlerle görüşüp ilim ve irfanını geliştirdi.[20]

Mevlânâ’nın hayatında, oldukça önemli rolü bulunan, onun olgunlaşıp pişmesine sebep olan Seyyid Burhâneddîn Muhakkik-i Tirmizî, Mevlânâ’nın küçükken atabekliğini yani lalalığını (mürebbiliğini) yapmış, sonra da dokuz yıl içinde babasından aldıklarını ona vermiş, Bahâeddîn Veled’in Maârif’ini ona defalarca tekrarlamıştır.[21]

Mevlânâ, Seyyid’in müridi ve halîfesidir. Silsileleri ise iki şekilde rivâyet edilmiştir.

Bu silsileler şöyledir:

I- Silsile: Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî, Seyyid Burhâneddîn Tirmizî el-Hüseynî, Sultânu’l-Ulemâ Bahâeddîn Muhammed, Şemsu’l-Eimme Abdullah Serahsî, Ahmed Hatîbî el-Belhî, Ahmed Gazâlî, Ebû Bekr en-Nessâc, Muhammed ez-Zeccâc, Ebû Bekr Şiblî, Cüneyd-i Bağdadî, Seriyy-i Sakatî, Ma’rûf Kerhî, Davud et-Taî, Habib-i Acemî, Hasan-ı Basrî, Hz. Ali (r.a.), Hz. Muhammed (s.a.s.)

II- Silsile: Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî, Seyyid Burhâneddîn Tirmizî el-Hüseynî, Sultânu’l-Ulemâ Bahâeddîn Muhammed, Necmeddîn-i Kübrâ, Ammar b. Yasir el-Bitlisî, Ebû’n-Necîb Sühreverdî, Ahmed Gazâlî, Ebû Bekr Nescâc, Ebû’l- Kâsım Gürgânî, Ebû Ali Kâtib, Ebû Ali Rûdbârî, Ebû Osman Mağribî, Cüneyd-i Bağdadî, Seriyy-i Sakatî, Ma’rûf Kerhî, Davud et-Taî, Habib-i Acemî, Hasan-ı Basrî, Hz. Ali (r.a.), Hz. Muhammed (s.a.s.).

Sohbet silsilesi: Mevlânâ, Seyyid, Bahâeddîn Veled, Ahmed Gazâlî, Ebû Bekr Nessâc, Ebû Ali Farmedî, Ebû’l-Kâsım Gürgânî, Ebû Osman Mağribî, Ebû Ali Rûdbârî, Cüneyd-i Bağdadî’dir.[22]

Hz. Mevlânâ şöyle der:

Ömrümün hülasası, sadece şu üç kelimedir; hamdım, piştim, yandım.

Buna göre Mevlânâ, ömrünü üç safhaya ayırıyor:

a- Hamlık safhası: Bu safha doğumundan Seyyid Burhâneddîn Tirmizî ile karşılaşıp ona mürit oluncaya kadar geçen safhadır.

b- Pişmek (olgunlaşmak) safhası: Seyyid’le geçirdiği dokuz senelik süredir.

c- Yanmak safhası: Şems-i Tebrîzî ile buluştuktan sonra ölünceye kadar olan süredir.[23]

Tirmizî’nin ahiret aleme göçmesinden sonra, Mevlânâ dinî eğitim ve öğretim kürsüsüne oturdu. 639/1241 yılından Şems ile buluşma yılı olan 643/1245 yılına kadar babasının ve ecdadının usûllerine uyarak medresede fıkıh ve din ilimleri hakkında dersler verdi. Medrese ve camilerde okuttuğu derslerde, binlerce kişi hazır bulunur ve büyük bir sevgi ve ihtişam içinde dersini dinlerlerdi. Devletşâh’ın ifadesine göre, onun dersinde dört yüz fıkıh öğrencisi hazır bulunuyordu. O zamanın fakihleri, zahidleri adedince zikir meclisleri de kurardı. İnsanları Allah’a davet ederek Allah’tan korkmalarını tavsiye ederdi. Ayrıca bu arada Şeyhi Seyyid Burhaneddîn-i Muhakkik-i Tirmizî’nin müjdelediği, Şems-i Tebrîzî’nin gelmesini bekliyor, Hz. Yakub’un (as) canının, Yusuf’un (as) kokusunu aldığı gibi, Şems-i Tebrîzî’nin kokusunu alıyor, acaba ne zaman doğacak diye, bu hidâyet ve velâyet güneşinin zuhûrunu bekliyordu.[24]

Mevlânâ’yı Mevlânâ yapan o esrarengiz arif insan, Tebrîzli Şems’ti. İsmi, Melik-Dâd oğlu Ali oğlu Muhammed Şemseddîn’dir. Tebrîz’de ilk tahsilini tamamlamış, orada zembil dokuyan Ebûbekr Sellebâf-ı Tebrîzî’nin müridi olmuştur. Yine Baba Kemal Cündî’den tarikat terbiyesi görmüş, Şihâbuddîn Suhreverdî’den hırka giymiş, sonunda Kutb-i Zaman Rukneddîn Sicâsî ile sohbette bulunmuş ve sulûkünü tamamlamıştır.[25] İlham-ı ilâhî ile Şems-i Tebrîzî, 26 Cemaziyelahir 642/29.11.1244 cumartesi sabahı Konya’ya gelmiştir.[26]

Mevlânâ’nın ahlâkı, cümle sıfatları ve ilmî kemâlâtı apaçık olduğu halde kalender dervîşleri sevmediğini anlar. Binaenaleyh Şems‑i Tebrîzî, bir kalender kıyafetine girerek ve yolda bekleyerek Mevlânâ medreselerinden devlethanelerini teşrif ederken bindiği hayvanın yularından tutarak ve garip bir heybetle yüzüne bakarak “Ey Rûm’un mollası, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa mı yoksa Bâyezîd‑i Bistâmî mi büyüktür? Diye sual ettiğinde Mevlânâ, bu ne biçim sualdir, bunda şüphe edilecek mahal var mıdır diyerek Peygamber Efendimizin hakkındaki müteaddit âyet-i kerîmeleri okuyup; Bâyezîd‑i Bistâmî’nin ümmetten bir fert olduğunu beyan edince Şems‑i Tebrîzî, öyle ise, Hz. Peygamber neden, “Ey Allahım, seni tam bir bilgi ile bilemedik[27] dediği halde Bâyezîd, “Ben kendimi tenzîh ederim, benim şanım ne kadar uludur” diyor, dedi. Yani Cenâb-ı Hakk’a ait olan azamet‑i şan sıfatını kendisinde görür, dediğinde Mevlânâ cevaben: “Peygamber Efendimiz Hazretlerinin mübarek sineleri, pâk aşkı derin bir derya olup, ona her ne kadar ilâhî tecelliler zuhur etse yine tahammül ile Hak Teâlâ Hazretlerinden tecelliyâtın artırılmasını istirham eder ve daima “Ey Allahım, seni tam bir bilgi ile bilemedik” diyerek meramını arz ederdi. Ama Bâyezîd‑i Bistâmî’nin ilâhî tecellinin aynası olan kalbinde bir zerre kadar samedânî nur aksedince şuasından kendi kendini görmeğe muktedir olamaz ve kendini kaybettiğinde “Ben kendimi tenzîh ederim, benim şanım ne kadar uludur” derdi. Mevlânâ’nın bu hikmetli cevabı üzerine Şems‑i Tebrîzî, “Allah” diye figan ederek yere düşüp bayıldı. O anda Mevlânâ’nın kalbinde bir ilâhî tecelli parladığında derhal atından inip Şems‑i Tebrîzî’nin ayaklarını yüzüne sürüp, Şems ayılınca birlikte hane‑i saâdetlerine gittiler, eve kapanarak, baş başa üç ay sohbet ve ibadet ettiler.[28]

Şems‑i Tebrîzî ve Mevlânâ bu vakadan sonra hiç kimseyi halvetlerine kabul etmediler. Yalnız Sultan Veled hizmet eder ve ara sıra yiyip içme ve sair vakitlerde zikrullah ve ibâdetle meşgul olurlardı. Daha sonra halvetten çıkıp bir müddet aralarında devam eden muhabbet Mevlânâ’nın mürîdleri, talebeleri ve zahire çokça önem veren şahısların hasedine dokunarak “Şems‑i Tebrîzî, Mevlânâ’ya tedrisi terk ettirdi” şeklinde kîl u kâl’de bulunmaları sebebiyle Şems‑i Tebrîzî, ayrılmalarının lüzumunu kati olarak beyan ederek veda etti ve 21 Şevval 643/1.3.1246 Perşembe günü Şam’a gitti. Ancak bundan sonra Mevlânâ eğitim ve nasihatten feragat ederek sema’ya başladı ve ney’in can yakıcı musikisine meyil ve rağbet eyledi. Bu zamana kadar Şems, Mevlânâ ile on beş ay yirmi gün beraberce sohbet etmiş, hemhâl olmuşlardı.[29]

Hz. Mevlânâ Şems‑i Tebrîzî’nin ayrılmasına tahammül edemeyip oğlu Sultan Veled’i Şam’a gönderdi. Oğlu, onu bularak büyük bir hürmetle ile babasının aşk ve muhabbetini arz edip Konya’ya teşrifini istirham eylemesi üzerine Şems‑i Tebrîzî buna razı oldu ve Şam’dan yola çıktılar. Sultan Veled yolculuk esnasında çokça saygı ve hürmeti yüzünden yanında yaya yürüdü. Bu suretle Şems‑i Tebrîzî’nin tekrar Konya’yı teşriflerinden Mevlânâ büyük bir sevince gark oldu ve tekrar sohbet meclisleri sona erdi (644/1247).[30]

Daha sonra Şems‑i Tebrîzî’nin habersizce Konya’dan ayrılması ve kaybolmasından Mevlânâ’nın diğer oğlu Alaaddîn Muhammed tarafından şehid edildiği rivâyet olunursa da bu olayın asıl ve esası olmadığının delili, Şems‑i Tebrîzî’nin ayrılmasına tahammül edemeyip bir ay araştıran Mevlânâ’nın, bizzat Şâm’a ve bazı rivâyete göre Tebrîz’e kadar gitmeleridir.[31] Mevlânâ, Şems’in hayatta olmasından ümidini kesince, onu aramaktan vazgeçip Konya’ya dönerek irşat ve tebliğ görevine devam etti. Gerçi artık camilerde vaaz, medreselerde ders vermiyordu, ama dini anlatmaya, dervîşlerin terbiyesiyle ilgilenmeye devam ediyordu.[32]

Mevlânâ, Şems’le geçirdiği yaklâşık, yirmi iki aylık süre zarfında, gönlünü ilâhî hakikatlerle doldurmuş, ilâhî aşkta kemâle ermişti. Şems’in irşadıyla fenâfillah mertebesine ulaşan Mevlânâ’nın, artık en son mertebe olan bekâbillah makamına çıkmasının, elde ettiği incileri delip ve ipliğe dizmesinin zamanı geliyordu. Şems’den ümidini kestiği 647/1250 yılından, kendi ölüm tarihi olan 672/1273 yılına kadar, 23 yıl, ilâhî bilgilerin tebliğ ve telkiniyle uğraştı. Pirlerin ve şeyhlerin usûlü olan el tutmak ve zikir yaptırmak işlerini en seçkin arkadaşlarına yaptırıyor, Mevlâ’sıyla tek başına kalıyordu. İlk halîfesi ise, şeyhlik ve önderlik görevini verdiği dostu, Selâheddîn Zerkûbî idi.[33]

Burhâneddîn Tirmizî, Selâheddîn Zerkûbî çok seviyordu. Şöyle demişti: “Şeyhim Sultânu’l-Ulemâ’dan iki büyük nasîbe ulaştım. Biri fasîh söz söylemek, öteki güzel hâl. Söz söylemeyi Mevlânâ Celâleddîn’e verdim, çünkü onun halleri çoktur. Buna muhtaç değildir. Hâlimi de Şeyh Selâheddîn’e bağışladım. Çünkü onun güzel söz söylemek kabiliyeti yoktur.”[34] Şems’e kavuşmaktan ümidini kesen Mevlânâ, bütün ilgisiyle Selâheddîn’e yöneldi. Onu şeyhliğe, halîfeliğe, müritlerinin kumandanlığına tayin edip, dostlarını ve müritlerini ona itaat etmeye mecbur tuttu.[35]

Mevlânâ ile aralıksız on yıl sohbette bulunan ve onun halîfeliğini yapan Selâheddîn, ansızın hastalandı. Uzun süren bu hastalıktan kurtulamayan Şeyh Selâheddîn Zerkûbî, hicri 657 yılının Muharrem, miladi 1258 yılının Aralık ayında vefat etti.[36]

Mevlânâ, her türlü himmeti gösterip Hüsâmeddîn Çelebî’yi, Şeyh Selâheddîn’in vefatından sonra ikinci halîfesi yaptı.[37] Mevlânâ’nın has mürîdlerinden en çok sevdiği Hüsameddîn Çelebî uygun bir vaktini bularak, İlâhînâme tarzında veya Mantıku’t‑Tayr vezninde manzum bir kitap telifini istirham ettiğinde Mevlânâ tebessüm ile “Ey Hüsameddîn Çelebî, istediğiniz kitabı sizin hatırınıza gelmeden evvel tasarlamış ve biraz da yazmıştım” diyerek cüz’iyyat ve külliyatın sırlarını keşfeden Mesnevî-i Şerîf’in ilk on sekiz beytinden birkaç beyti ona okuduktan sonra Mesnevî-i Şerîf’in telifine başlamışlardır. Bazı geceler akşamdan sabaha kadar Mevlânâ beyitleri okur Hüsameddîn Çelebî yazardı. Mesnevî-i Şerîf bu minval üzere yazıldı ve altı cilde ulaştı. Mesnevîİran Edebiyatının en önemli eserlerinden ve İslâm Tasavvufunun şüphesiz en büyük ve en önemli kitaplarından birisidir.[38]

O, 683 yılı şaban ayının 22. çarşamba günü (6 Ekim 1284) vefat etti. Hüsâmeddîn Çelebî vefat ettikten sonra halîfeliğe Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled, ondan sonra da oğlu Ulu Ârif Çelebî gelmiş, halîfelik bu soydan gelenlerle devam etmiştir.[39] Kabri Mevlânâ’nın ayak ucu cihetinde, yeşil kubbenin altındadır.

Hz. Mevlânâ 5 Cemaziyelahir 672 / 17 Aralık 1273 pazar günü, güneş batarken bu fânî alemden bakî aleme göçtü.[40]

O şöyle seslenir:

Ölüm günü tabutum yürüyünce şu dünyanın derdiyle dertleniyorum sanma. Bana ağlama, yazık yazık deme. Şeytanın tuzağına düşersen işte hayıflanmanın sırası o zamandır. Cenazemi görünce ayrılık ayrılık deme. Buluşma görüşme zamanım o vakittir benim. Beni toprağa tapşırınca elveda elveda deme sakın; mezar cennetler topluluğunun perdesidir.[41]

 

Hz. Mevlânâ’nın Eserleri

Divân-ı Kebîr veya Divân-ı Şems-i Tebrîzî (Gazeller): Mevlânâ’nın tasavvufî gazelleri, Külliyyât veyahut Divân-ı Şems-i Tebrîzî adıyla tanınmıştır. Çünkü Mevlânâ, gazellerinin çoğunun sonunda kendi adını veyahut mahlasını söyleyeceği yerde, Şems-i Tebrîzî’nin adını mahlas yapmıştır. Bazı gazellerini de Selâheddîn-i Zerkûbî ve Hüsâmeddîn Çelebî adına yazmış olup, bunların toplamı yüz gazeli geçmemektedir. Ayrıca hamuş, hamuşkûn ile, buna benzer sözler, külliyâtın matlaında pek seyrek olarak da olsa anılmıştır. Mevlânâ’nın, Şems’le olan ilgisinden haberi olmayan kimseler, Şems’in Farsça yazılmış gazelleri olduğunu, bu çok değerli beyitleri onun yazdığını sanabilirler. Halbuki Şems’i hiç kimse şair olarak tanımamaktadır.[42]

Eskiler, divânın beyit sayısını otuz bine vardırmışlardır. Yazma nüshalar, beş binden kırk bine, basma nüshalar ise elli bin beyte ulaşır.[43] Gölpınarlı şöyle demektedir: “Konya Müzesi”nde 72 numarada kayıtlı olan ve 1271 yılında “Ser-tarîk” Hasan Fehmi Dede tarafından eski nüshalar esas alınarak yazılan nüshada ise, her bahr’in başında, o bahirde kaç gazel olduğu ve bu gazellerin kaç beyit olduğu kayıtlıdır. Bu kayıtlara göre, Divân-ı Kebîr’de 2073 gazel vardır ve bu gazeller 21366 beyittir.”[44]

Rubâ’iyyât (Rubâîler): Mevlânâ’nın manzûm eserlerinden biri de 2000 civarında olan Rubâîler’dir. Mevlânâ, çoğu Farsça olmakla birlikte, bazıları Arapça olan ve Mesnevî’nin özeti mahiyetindeki bu rubâîlerinde yüksek manalar ve derin konular işlemektedir. Fikirlerin akışıyla cümlelerin ahenginin Mevlânâ ile tam bir ilgisi vardır. Bununla beraber umumiyetle rubâîler, gazellerle, Mesnevî’nin derecesine erişemez.[45]

Mecâlis-i Seb’a (Yedi Meclis): Eser, Mevlânâ’nın vaaz ve öğüt yolu ile, minber ve kürsüde irad ettiği hutbe ve vaazlarla, meclis denilen toplantılarındaki sohbetlerinden meydana gelmiş bir mecmuadan ibârettir.[46] Mevlânâ’nın bu eseri, büyük ihtimalle, oğlu Sultan Veled veya Hüsâmeddîn Çelebî tarafından vaaz esnasında not edilmiş, fakat zapt edildiği gibi bırakılmamış, esasa dokunulmamak şartıyla bunlar tekrar gözden geçirilmiş, ekler yapılmış, belki kendisine de gösterilmiş, kendisinin de tashihinden geçerek, bu şekilde meydana gelmiştir.[47]

Mevlânâ, yedi meclisinde şerh ettiği hadis-i şerîflerin konuları bakımından tasnifi şöyledir: Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış. İnançtaki kudret. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah’ın sevgili kulları olurlar. Bilginin değeri. Gaflete dalış. Aklın önemi.

Mektûbât (Mektuplar): Bu eser, Mevlânâ’nın, muhtelif vesilelerle ve çoğunlukla birisini tavsiye etmek veya birinin derdine derman olmak için yazılmış, daha doğrusu kendi tarafından söylenip yazdırılmış olan mektuplarının toplanmasından meydana gelmiştir.[48]Bu mektupların üçü, Eflâkî’nin Menâkıb’ında yer almaktadır. Bunlardan biri, Mevlânâ tarafından Selâheddîn Zerkûbî’nin hastalığı zamanında, onun halini hatırını sormak üzere yazılmıştır. Diğer ikisini de, Mevlânâ, oğlu Sultan Veled’le onun zevcesi olan Selâheddîn’in kızı Fatma Hatun arasında meydana gelen bir kırgınlık zamanında yazmıştır. Mevlânâ, kendi el yazısı ile, özür dileyen mektubunu, gelini Fatma Hatun’a; öğüdünü ihtiva eden diğer mektubunu da Sultan Veled’e göndermiştir.[49]

Fîhi Mâ Fîh: Bu eser Mevlânâ’nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled veya müritlerinden bazıları tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. Kitabın bölümlerinin çoğu, halin gereğince ortaya atılmış olan konulara dair sorularla, bunlara verilen cevaplardır. Bu bakımdan bölümlerin kendinden önceki bölümlerle ilgisi yoktur. Bir kısmı da Selçuklu veziri Muineddîn Süleyman Pervane’ye hitaben kaleme alınmıştır. 73 bölümden oluşmaktadır. Meclislerin konusu, genellikle ahlâkî meseleler, tarikat, irfan, tasavvuf nükteleri, Kur’ân âyetleri, Hz. Peygamber’in hadîsleri, şeyhlerin sözlerinin şerhleri beyanındadır ki, Mevlânâ’nın kendine mahsus üslûbu ile ata sözü ve hikayeler anlatılarak izah edilmiştir.[50]

MesnevîMesnevî kelimesi, Arapça “senâ-yesnî-senyen” fiilinden gelmekte olup, “bir şeyi bir şeye katmak ve bükmek” anlamına gelir. “Mesnâ” kelimesi de aynı kökten olup, “ikişer ikişer” mânasına gelir. Mesnevî kelimesi ise, mesnâ kelimesinin ism-i mensûbu olup, ikişerli ikişerli demektir. Bu sebeple kafiyeleri ikili olan şiire “mesnevî” denilmiştir.[51]

Mesnevî, her beyti ayrı kafiyeli manzumeye verilen addır.[52]Mesnevîlere, tasavvufî mesnevîler, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin çeviri ve şerhleri, tasavvufu anlatıp öğretme amacını güden mesnevîler, İran edebiyatındaki mesnevîlerin çevirileri, evliyâ menkıbeleri, temsili yoldan tasavvufu anlatan eserler, Yûnus Emre, Kaygusuz Abdal ve Rûşenî gibi şâirlerin Mesnevîleri örnek verilebilir.[53]

Çoğulu Mesnevîyyât olan mesnevî klasik İran-Türk şiirinde şu üç ayrı mefhumu ifade eder.

1- Her beytin mısraları kendi aralarında kafiyeli şiir formu. (aa bb cc…) İran ve Türk şâirleri, mesnevî formunu arûz’un küçük vezinlerinde kullanmışlardır.

2- Klasik İran-Türk şiirinde manzûm hikâye ve roman türü, Leylâ ve Mecnûn gibi.

3- Husûsî ve mutlak mânada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin şaheserine verilen isimdir.[54]

Hatta XIII. asırda âlim ve ârifler için kullanılan Mevlânâ kelimesi, daha sonraki asırlarda, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye has bir isim haline gelmiştir. Dîvân edebiyatı nazım şekillerinden biri olan Mesnevî kelimesinde de aynı durum söz konusudur. Mesnevî denilince Mevlânâ’nın yaklaşık yirmi altı bin beyitten oluşan “Mesnevî”si akla gelmektedir.[55] Arberry’nin deyimiyle Mesnevî, sufî nazariyatının bütün alanlarında gezinir; söylemin arasına serpiştirilen kıssalar mükemmel bir anlatıma sahip olup, hikmet ve nüktelerle doludur.[56]Seyyid Hüseyin Nasr şöyle demektedir: Rûmî’nin eserleri ve onlarda sergiledikleri fikirleri “İslâmî sanat felsefesi”nin kapsamlı bir açıklamasını ve edebiyat ile maneviyat arasındaki ilişki ve uyumun bir örneğini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda şairin ve velinin hayatının da bu uyumun anlaşılmasındaki rolünü gözler önüne serer.[57]

Mesnevî’nin Yazılış Sebebi

Mevlânâ Celaleddin, Mesnevî’yi Şems‑i Tebrîzî’nin vefatından sonraki olgunluk devresinde yazmıştır. Önce bizzat yazmaya başladığı bu eserini son halîfesi Hüsameddin’in teşvik ve ısrarı üzerine yıllarca bu talebesi ile birlikte çalışarak tamamlamıştır. Eserin ilk 18 beytini bizzat yazan Mevlânâ, geri kalan büyük kısmı Hüsameddîn Çelebî’ye, söylemek suretiyle yazdırmıştır.[58]

Mesnevî’yi Mevlânâ söylüyor, Hüsameddîn Çelebî yazıyordu. Birbirini kovalayan beyitler Mevlânâ’nın dudakları arasından bir şiir ve hikmet çağlayanı halinde dökülüyor; Hüsameddîn Çelebî bazı geceler sabaha kadar Mesnevî yazıyor ve Mevlânâ uykusuz kalan mürîdinden özür diliyordu.[59] Mesnevî’nin yazımına takriben 657/1258 tarihinde başladı ve birinci cilt 660/1261 tarihinde tamamlandı. Birinci cildin yazılmasından sonra yazma işine iki yıl kadar ara verildi ve 662/1263 tarihinde tekrar başlanarak 6. cildin tamamlandığı 672/1273 yılına kadar devam etti.[60]

Yedinci Cilt Meselesi

Yedinci cilt meselesine gelince, Mesnevî, mütercimler ve şârihler tarafından hep altı cilt olarak tercüme ve şerh edilmiştir.[61] Ancak İsmail‑i Ankaravî (1041/1631), 810/1407 yılında yazılmış yedi ciltlik bir Mesnevî’ye 1035/1625 tarihinde rastlamış, bu nüshanın yedinci cildini de şerhine ilave ederek, kendisine pek çok itirazın yöneltilmesine sebep olmuş, böylece günümüze kadar süren 7. cilt tartışmalarını başlatmıştır.[62]

Bedîüzzaman Fürûzanfer bu konu ile ilgili olarak şöyle demektedir: “Farsça’da azıcık zevke, biraz bilgiye sahip olan herkes malum ciltte yapılan yanlışları, uydurma ve yeni kullanılan terkipleri uygun bulmaz ve beğenmezken, kendinden öncekilerin dîvân ve eserlerinde yeteri derecede inceleme ve araştırma yapan zatın kendisi, bu dilin salâhiyetli ustası Mevlânâ, bunları nasıl beğenir, nasıl uygun bulur?”[63]

Yine mezkur ciltte, Fahrüddîn Razî dinin reisleri ve yakîn erlerinden sayılmaktadır. Halbuki Mevlânâ ve babası eserlerinde ismi geçen zât aleyhinde sözler söylemeleri, aralarındaki neşe ve üslûp aykırılıkları sebebiyle bu tür ifadelerde bulunmaları da mümkün değildir.[64]

Mevcut eserlerinin hiçbirinde Mevlânâ’nın kendisi için kinaye yoluyla bile olsa, asla söylemediği, -kendisinden sonra zuhur eden- Mevlevî ve Mevlânâ-yı Rûm gibi sözlerin bulunması mezkur eserin ona ait olmayışının başka bir delilidir.[65] Mesnevî’nin yedinci cildinin unutulmuş, bir köşeye atılmış olması, birkaç asır hiç kimsenin kendisinden haberdar olmaması nasıl düşünülebilir?[66]

Mesnevî şârihlerinden birisi olan Âbidin Paşa, Mevlânâ’nın nesep ve tercüme-i halinde yedinci cilt için şunları söylemektedir: Mevlânâ, bekâ âlemine vasıl olduktan birkaç asır sonra ismi ve ahvâli meçhul bir şahıs tarafından yedinci cilt adıyla bir manzume meydana çıkarılmış ise de, bu manzumenin Mevlânâ’nın eseri olmadığı hususu, rûhsuz ve belâgatsız oluşu gibi bir çok delil ile apaçıktır.[67]

Yedinci cildi yazan şahıs, William Chittik’in ifadesiyle, şerîat, ilâhîyat, felsefe, tasavvuf, kozmoloji, psikoloji ve diğer ilimlerin sentezini başaran[68] Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî’nin Füsûsu’l-Hikem isimli eserindeki yüksek tasavvufî hakikatleri bir türlü kafasına sığdıramayan bir mutaassıp ve bu cildi yazmasına sebep de o esasları kavrayamamasıdır. Güya Mevlânâ, yedinci ciltte İbnü’l-Arabî için şunları söylüyor: “O kimse ki, ona “Hatmü’l-Evliyâ” tabir edilir, ona, cahîm ve sakar (cehennemin isimleri) sığınaktır.” “Bu tasavvuf değildir, tevhid dahi değildir; bu tasarruf, aynen küfürdür ey azîz.” Halbuki, Mevlânâ, değil Şeyh-i Ekber’in aleyhinde bulunmak, bilakis onu şu beyitlerle övmekte ve yüksek kemalini Mesnevî’nin dördüncü cildinde şöyle takdir etmektedir: “Nitekim o sadr-ı ecel kendi kârının önünü ecel gününe kadar gördü. Yirmi sene sonra olacak şeyi o ahlâklı adam hâl içinde gördü. O muttakî, yalnız kendi halini görmedi, belki doğudan batıya kadar herkesin halini gördü.” Mesnevî’sinin önceki ciltlerinde Şeyh-i Ekberi bu derece metheden Mevlânâ daha sonra bu şahsı zemmeder mi? Netice şu ki, Mevlânâ’nın yedinci cilt diye bir Mesnevî’si mevcut değildir.[69]

Yazma ve Basma Nüshaları

Yazma (mahtût) nüshaları: Mesnevî tarzında yazılan diğer eserlerle karışmaması için Mesnevî‑i ManevîMesnevî-i ŞerîfMesnevî-i Mevlevî isimleriyle meşhur olan Mevlânâ’nın bu kitabı Kur’ân ve hadîs kitaplarından sonra en çok yazma ve baskısı olan kitaplardan birisi olmuştur. Hüsamettin Çelebinin yazdığı ilk nüsha elimizde olmamakla beraber, bu nüshadan istinsah edilmiş, Konya Mevlânâ Müzesi Ktp. 51 numarada kayıtlı Muhammed b. Abdullah el‑Konevî el‑Veledî tarafından 677/1278 yılının Recep ayında yazılmış çok güzel bir Mesnevî yazmasına sahip bulunmaktayız.

Görüldüğü gibi bu nüsha Mevlânâ’nın vefatından sadece 5 yıl 25 gün sonra ve asıl nüshadan istinsah edilip, Çelebî Hüsameddin ve Sultan Veled’in bulundukları meclislerde okunarak, yine aslî nüsha ile karşılaştırılarak yazılmıştır. “Nüsha‑i Kadîme” olarak adlandırılan bu yazma nüsha, Kültür Bakanlığı tarafından 1993 yılında tıpkı basım olarak ve çok itinalı bir şekilde basılmıştır.[70]

Bu nüshanın dışında, yurt içinde başta Süleymaniye Ktp., Mevlânâ müzesi ve yurt dışındaki çeşitli kütüphanelerde olmak üzere, tesbit edilen 486 nüshası bulunmaktadır.[71] Bunlar dışında 70 adet, “Mesnevî’den Seçmeler” şeklinde değişik kütüphanelerde yazma eserler mevcuttur.[72]

Basma (matbû) nüshaları: Türkiye, İran, Hindistan, Pakistan ve başka yerlerde; değişik tarihlerde, defalarca basılmıştır. Ayrıca tercüme ve şerhlerle birlikte, çoğu kez aslı da basılmıştır. Mesnevî, Mevlânâ’nın gazelleri (Dîvânı) gibi, onlardaki kadar değilse de yine, tashîhten, tahrîften, beyitlerin azaltılmasından ve çoğaltılmasından kurtulamamıştır. Eski yazmalarla, basılan nüshalardaki beyitlerin sayıları değişiktir.[73] Basma nüshaların en doğrusu, 667’de yazılan nüshayı esas alarak basılan Reynold Alleyne Nicholson’ın tahkikli baskısıdır.[74]

Bu baskıda 6 ciltteki beyit sayıları şöyledir:

I. Cilt: 4009 beyit                      II. Cilt: 3812 beyit

III. Cilt: 4810 beyit                   I Cilt: 3856 beyit

Cilt: 4241 beyit        VI. Cilt: 4922 beyit böylece beyitlerin toplamı: 25650’dir.[75]

 

Tercümeleri :

Muînî, Mesnevî-i MurâdîMesnevî, Türkçe’ye ilk defa Muînî tarafından Sultan II. Murat adına manzum olarak çevrilmiş, bu yüzden Mesnevî‑i Murâdî[76] ismiyle anılmıştır. Bu eser Kemâl Yavuz tarafından yayına hazırlanarak 1982 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları arasında basılmıştır. Mesnevî’nin bir kısmının çevirisidir.

Aydınlı Dede Ömer Rûşenî (1478): Mesnevî’nin bazı beyitlerinin manzum olarak şerhini yapmıştır.[77]

Yine Şeyh Nazmî‑i Halvetî (1701), Mesnevî-i Sırr‑ı Manevîismiyle manzum olarak tercüme etmiştir. Bu eser, Mesnevî’nin birinci cildinin tercümesidir.[78]

Mevlevî İbrahim Bey, bir çok Mesnevî hikâyelerini manzum olarak Türkçe’ye çevirmiştir, basılmamıştır. Bunlardan başka, Mehmed Şâkir’in Mesnevî-i Şerîf Ma’a Terceme‑i Manzume‑i Türkî isimli eseri de basılmamış bir tercümedir. M. Hulusi Koner, Mesnevî’nin Özü isimli eserinde Mesnevî’nin altı cildinden seçtiği bazı yerleri tercüme ve şerh etmiştir. Bu eser de çok güzel bir baskıyla 1957 yılında Konya Yenikitap Basımevi tarafından basılmıştır.

Abdülvehhab Azzam, Mesnevî’den 1946 beyit tercüme etmiştir.[79] Hasan Nâzif Dede (1277/1860)’nin Mesnevî’den Seçme Tercümeleri ve Süleyman Şemsî Dede (1303/1886)’nin Tuhfe-i Mesnevî’si bulunmaktadır.[80]

İbnü’s-Seyyid Gâlib de Mesnevî’yi Mesnevî-i Şerîf Tercümesiismiyle kısmen manzum olarak tercüme edenler arasındadır.[81]Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Veysel Öksüz ve Feyzi Halıcı birinci ciltten manzum olarak, Mehmed Şâkir Efendi ise, altı cildin tamamını yine manzum olarak tercüme etmişlerdir.[82]

Mesnevî’yi XVIII. yüzyıl şâirlerinden Mevlevî ve Hamzavî Nahifî Süleyman (1738) Türkçe’ye nazmen başarılı bir şekilde tercüme etmiştir. Bu tercüme, Ferruh Efendi’nin (1840), Hz. Mevlânâ’ya ait olmayan yedinci cilt tercümesiyle, 1268/1851‑1852 yılında ta’lik yazı ile Mısır’da Ulak Matbaasında basılmıştır.[83] 1967 de Sönmez Neşriyât tarafından Amil Çelebioğlu’nun günümüz Türkçe’siyle ofset tıpkı basımı yapılmıştır.[84]

Süleyman Hayrî Bey de (1891) Mesnevî’yi nazmen tercümeye özenmiş ve birinci cildin pek cüz’i bir kısmını, pek kötü bir surette tercüme etmiştir. Bu tercüme, Mesnevî-i Şerîf Tercümesi adıyla 1308/18120 da İstanbul, Mahmut Bey Matbaasında basılmıştır.[85]Yenişehirli Avnî’nin (1892), dördüncü cildin sonuna kadar manzum bir tercümesi olduğu rivâyet edilir.[86] Türkiye Yayınevi tarafından 1945’te bastırılan Feyzullah Sacid Ülkü’nün hece vezniyle manzum tercümesi, Mesnevî’nin birinci cildine aittir.[87]

Revâyihu’l‑Mesnevîyât:[88] Tokat Mevlevî Şeyhi Hafız Mehmed Emin, yedinci cildi de Mevlânâ’nın sanıp nazmen Türkçe’ye çevirmiştir. Bir nüshası İstanbul Üniversitesi Ktp. Türkçe Yazmaları arasında, 6323 numaradadır. Enderun’da yetişen ve 1836’da İstanbul’da vefat eden Şâkir Mehmed de Mesnevî’yi nazmen Türkçe’ye çevirmiş fakat maalesef bu tercümeye, yedinci cildi de Mevlânâ’nın sanarak ilave etmiştir.[89] Ayrıca Veled Çelebî (İzbudak) tarafından, Mesnevî’nin tamamı mensur olarak tercüme edilmiştir. Bu eser de Milli Eğitim Bakanlığı, Şark‑İslâm Klasikleri arasında altı cilt olarak basılmıştır.[120]

 

Şerhleri:

Mesnevî, sırlarının anlaşılması zor ve çetin olmasından dolayı âlimler, mutasavvıflar onun müşkül noktalarını açıklamak, karışık yerlerini çözmek için çok çalışmışlar, himmet etmişler; gerek manzum gerek mensur Arapça, Farsça, Urduca, Türkçe ve bazı Batı dillerinde olmak üzere, bütün Mesnevî ciltlerine veya muhtelif kısımlarına bir çok şerhler yazmışlar, telifler meydana getirmişlerdir.[91] Bunları şu şekilde kategorize edebiliriz: Mesnevî’nin tamamına ait şerhler, Mesnevî’nin bir kısmına ait şerhler: Bunlar ya Mesnevî’nin bir veya birkaç cildine, Mesnevî’nin anlaşılması güç beyitlerine, veyahut seçme beyitler ve hikayelere ait şerhlerdir. Şârih Mesnevî’nin tamamını şerh etmeye niyetlenmiş ancak ömrün sona ermesi veya sair sebeplerden yarıda kalmış şerhler. Tamamlanamamış Mesnevî şerhlerinin bir diğer şârih tarafından tamamlanması şeklinde oluşmuş şerhler.

969/1560‑1561’de İstanbul’da vefat eden ve Kasımpaşa’da yaptırdığı mescidin avlusuna gömülen Gelibolulu Mustafa Surûrî Efendi Mesnevî Şerhi’nde Mesnevî’yi tam olarak ve Farsça şerhetmiştir. (Şerh-i Mesnevî, Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Bölümü, No: 686.)[92]

Bosnalı Sûdî Efendi: 1005/1596’da vefat eden Sûdî’nin Mesnevîşerhi Türkçe’dir. Bu şerh, pek tanınmamış ve basılmamıştır.[93] Yine Mesnevî ile alâkalı olarak Risâle-i Müşkilât ve Istılahât-ı Mesnevî isimli eseri Çorum İl-Halk kütüphanesi 1873/3 numarada kayıtlıdır.[94]

Mustafa Şem’î (1600): III. Murat zamanında başlanan Şerh-i Mesnevî[95] isimli bu şerh H.1009’da bitirilmiştir. Mesnevî’nin tamamını şerh etmiştir.[96] (Şerh-i Mesnevî, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi Bölümü, No: 334.)[97]

Ankaravî İsmail Efendi (1041/1631): Asrının ilk büyük Mesnevî şârihi, Ankaravî İsmail Rusûhî Efendi’dir.[98] Mesnevî Şerhi’ne başlamadan evvel Mesnevîdeki Arapça beyitleri, âyet ve hadîsleri bir araya toplayarak Câmiü’l‑Ayât isimli bir risâle meydana getirmiştir. Yine Mesnevî’nin bazı derin beyitlerini ve anlaşılması zor kelimelerini izah maksadıyla Fâtihü’l‑Ebyât adlı ikinci bir risâle yazmıştır. Daha sonra bu iki risâlesini birleştirip genişleterek Mecmûatü’l‑Letâif ve Matmûretü’l‑ Maârif ismini verdiği büyük kitapta toplamış ve Mesnevî Şerhi işte böyle çalışmalarla meydana gelmiştir.[99] Gövsa, Ankaravî’nin şerhini şu kısa cümle ile ifade etmektedir: Türkçe şerhlerin en değerlilerindendir.[100] Bu şerh, İsmet Tasarzâde tarafından Şerh-i Kebîr-i Ankaravî ber Mesnevî-i Manevî-i Mevlânâ (Tahran 1348) adıyla Farça’ya tercüme edilmiştir.[101]

Abdülmecid Sivâsî (1639): Şerh‑i Müntehabât‑ı Mesnevî: XVII. yüzyılın nüfuzlu sûfîlerinden olup, Halvetiyye tarîkatının Şemsiyye koluna mensup bulunan Abdülmecid Sivâsî (1049/1639) ilk cildin bir kısmını şerh etmiştir. Sivâsî’nin vefatından iki yıl önce yazılmış bir nüshası İstanbul Üniversitesi Ktp., Türkçe yazmalarında 196 numarada kayıtlıdır. Adı geçen eserinden ayrı olarak, Şerh-i Mesnevî de Sivâsî’nin en meşhur eserlerinden biri olup, MEB., Ankara Genel Kitaplık 683 numarada bulunmaktadır. Sivâsî, bu eserinde, Mesnevî’nin 1315 beytinin şerhini yapmıştır.[102]

Yenikapı Mevlevî Şeyhi Sabûhî (1647) de İhtiyarât adıyla Mesnevî’den seçtiği beyitlerin şerhini bir cilt halinde toplamıştır. Nüshaları Konya müzesinde, Yenikapı Mevlevîhanesi kitaplığında bulunmaktadır.[103]

Sarı Abdullah Efendi (1584-1661): Cevâhir‑i Bevâhir‑i Mesnevî:[104] XVII. asrın ikinci büyük Mesnevî şârihi Reisü’l‑küttâb Sarı Abdullah Efendi’dir.[105] En büyük eseri, çok zengin ve çok kuvvetli tasavvuf bilgileriyle ve büyük bir kavrayışla kaleme aldığı Cevâhir‑i Bevâhir‑i Mesnevî’dir.[106] Abdullah Efendi’nin Mesnevî ŞerhiMesnevî’nin birinci cildinin şerhidir. Eser 1870‑1871 tarihinde beş cilt halinde basılmıştır.[107]

Bursalı İsmail Hakkı (1725): Rûhu’l‑Mesnevî:[108] Bursevî, iki ciltlik şerhinde Mesnevî’nin 738 beytinin şerhini[109] yapmıştır. Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle, İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’lMesnevîadlı eseri, zengin bir bilgi hazinesidir.[110]

Şeyh Murâd‑ı Buharî (1848): Şeyh Murâd‑ı Buharî Mesnevî’yi tam olarak ve gâyet kısa ve veciz bir tarzda şerh etmiştir.[111]

Âbidin Paşa (11206) Şerhi: Mesnevî’nin sadece birinci cildini şerh etmiştir. Bu şerh altı cilt olarak İstanbul’da basılmıştır. Osmanlı âlimi ve paşası olması sebebiyle önem arzetmektedir.[112]

Ahmet Avni Konuk (1938): Mesnevî şârihidir.[113] Mesnevî’nin çok güzel ve mufassal bir şerhidir. Konya Müzesi Kütüphanesindedir.[114] Basılmamış olan bu şerh bir ilim heyeti tarafından baskıya hazırlanmaktadır.[115]

Kenan Rifâî (1950) Şerhi: Mesnevî’nin birinci cildi için kaleme alınan bu şerh, Şerhli Mesnevî-i Şerîf adı altında 1973 senesinde İstanbul’da neşredilmiştir.[116]

Tahir Olgun (Tahirü’l‑Mevlevî) (1951) Şerhî:[117] Beşinci ciltten de bin kadar beyti içine alan bu kıymetli şerh birkaç kez basılmış olup, kalan kısım Şefik Can tarafından tamamlanmış ve basılmış bulunmaktadır.

Abdülğânî en-Nablûsî (1143/1730), es-Sıratu’s-Sevî Şerhu Dibâceti’l-Mesnevî ismiyle Mesnevî’nin önsözünü şerhetmiştir.[118]Abdülhamid Tebrizî’nin Keşf-i Esrâr-ı Manevî der Şerh-i Ebyât-ı Mesnevî, Hacı Eyub Parsâ’nın Şerh-i Mesnevî, Vehbi Yemanî’nin Kitâb-ı Ruhânî fî Şerh-i Mesnevî-i Muhtasar-ı Nurânî,[119] Şükrullah Han Hâfî (1108/1696)’nin Şerh-i Mesnevî’si Mesnevî’nin tamamının Farsça şerhidir. Muhammed b. Abdü’l-’alî’nin Şerh-i Mesnevî’si de Mesnevî’nin tamamının şerhidir. Molla Hâdî Sebzevarî’nin Şerh-i Âsâr-ı Mesnevî veya kısaca Esrâr isimli Farsça şerhi ve Muhammed Takıyy-i Caferî’nin Tefsîr ve Nakd ve Tahlîl-i Mesnevî-i Celâleddîn Muhammed-i Belhî isimli on beş ciltlik şerhi felsefî açıdan önem arzetmektedir. Mûsâ Nesrî’nin ise, Nesr ve Şerh-i Mesnevî’si, Seyyid Câfer Şehidî’nin de altı ciltlik Şerh-i Mesnevî’si vardır. Kerim Zemânî’nin Şerh-i Câmî-i Mesnevî-i Manevî’si son zamanlarda telif edilen Farsça şerhlerdendir, yedi cilt halinde basılmıştır.  (Tahran 1372-1374). Cevâd Selmâsîzâde tarafından telif edilen Tefsîr-i Mesnevî-i Mevlevî ber Esâs-ı Tefsîr-i Reynold Nicholson ve Fâtihatü’l-Ebyât ve Rûhu’l-Mesnevî isimli eseri ise üç cilt halinde basılmıştır.  (Tahran 1995).[120]

Erzurumlu Ahmed Naim, Mesnevî’nin sadece dördüncü cildini şerh etmiştir.[121] Müstakim-zâde Süleyman Sâdeddin Efendi (1202/1787)’nin de Şerh-i Ba’z-ı Ebyât-ı Mesnevî isimli bir şerhi bulunmaktadır.[122]

Bu şerhlerden başka, bazı mecmualarda Piri Paşa’nın (1532), Azîz Mahmut Hüdaî’nin (1628) ve Hasan Dede’nin de (1951) noksan şerhleri bulunduğu kayıtlıdır.[123]

XVII. yüzyılda ise, Mevlevî şâirlerinden İbrahim Cevrî (1654), Hall‑i Tahkikât adlı eserinde Mesnevî’den seçtiği ilk on sekiz beyit de dahil olmak üzere kırk beytin her birini beşer beyitle şerh etmiştir.[124]Cevrî yine Aynü’l‑Füyûz adlı eserinde de Yûsuf Sineçâk’ın, Mesnevî’den 366 beyit seçerek Cezîre‑i Mesnevî adını verdiği antolojinin (müntehabât) her beytini beş Türkçe beyitle açıklamış ve bu eseri basılmıştır. [125] Cezîre-i Mesnevî de Dervîş İlmî tarafından Lemehât-ı Lemeât-ı Bahru’l-Mesnevî ismiyle şerhedilmiştir. Abdullah Bosnevî ise İlmî Dede’nin şerhini Cezîre-i Mesnevî Şerhi ismiyle nazmen çevirmiştir.[126]

Yûsuf Sineçak’ın Cezîre-i Mesnevî’sine Şeyh Galip de Şerh‑i Cezîre‑i Mesnevî adıyla bir şerh yazmıştır. Bu şerh bir heyet tarafından tahkikli olarak basılmıştır. (Turgut Karabey, Mehmet Vanlıoğlu ve Mehmet Atalay, Şeyh Galip, Şerh‑i Cezîre‑i Mesnevî, Erzurum, 1996.)[127] Mehmet Faruk Gürtunca, Aslı, Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla Mesnevî ismiyle manzum olarak I. cildin baş tarafından 213 beyti yayınlamıştır.[128] Kadiriyye tarîkatının Halisiyye şubesinin kurucusu Abdurrahman Halis-i Talebânî (1275/1858) de Kitabü’l-Maarif fi Şerh-i Mesnevî-i Şerif ismiyle Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini Farsça manzum olarak şerhetmiştir.[129]

Mensur ve tam, son Mesnevî tercümesi ve şerhi de Abdülbaki Gölpınarlı tarafından yapılmış ve Milli Eğitim Bakanlığı Şark‑İslâm Klasikleri serisinin ilk kitabı olarak 1942‑1946’da Milli Eğitim matbaasında basılmıştır. Ayrıca, Mesnevî için hususî lügatler de yapılmıştır.[130]

Mesnevî, bu Türkçe şerhlerin yanı sıra, Arapça ve İngilizce’ye tam olarak; Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Rusça, Japonca, Felemenkçe, Lehçe, Urduca ve Korece’ye de seçmeler halinde tercüme edilmiştir.[131]

Arapça şerhi: Beşiktaş Mevlevî şeyhi Trabluslu Çengî Yûsuf Dede (1669), Ankaravî şerhini, bazı yerlerini hülâsa ederek Arapça’ya çevirmiştir. el‑Menhecü’l‑ Kavî fi Şerhi’l‑Mesnevî adını taşıyan bu kitap, H.1289 yılında Mısır’da, Vehbiyye matbaasında basılmıştır.[132]

Farsça şerhleri ise çoktur. Bu şerhlerin en iyisi, âriflerin ulularından olan ve bu sınıfın terimlerine ve fikirlerine vukufu bulunan Harzemli Kemaleddîn Hüseyin’in Cevâhirü’l‑ Esrâr ve Zevâhirü’l-Envârisimli manzum şerhidir.[133] Molla Hüseyin Kaşifî’nin “Lübbü’l‑Lübâb”ı da rağbet gören şerhlerdendir. Bunlardan başka Farsça şu şerhler de vardır: Şahidî’nin Gülşen‑i Tevhîd’i, Surûrî, Abdal Ali, Sebzevârî, Veli Mûsâ Nesrî, Hüseyin Belhî’nin Şerh-i Mesnevîleri, Muhammed Ali’nin Bahru’l‑Ulûm’u, Muhammed Rahmetullâh’ın, Mesnevî-yi Manevî’si, Bedîuzaman Fürûzanfer (1897-1970)’in Şerh-i Mesnevî-i Şerîf’i, Abdullah-ı Kebîr-i Abbasî’nin Letâifü’l-Manevî min Hakâiki’l-Mesnevî’si,Muhammed Ekberâbâdî’nin Mahzenü’l-Esrâr’ı, Muhammed Rızâ’nın Mükâşafât-ı Radavî’si, Telemmüz Hüseyin’in Mir’âtü’l‑Mesnevî’si meşhur Farsça şerhlerden olup, bunlardan bazısı yazma bazısı matbudur. Matbu olanların çoğu Hindistan, Pakistan ve İran’da basılmıştır.

Urduca şerhleri ise: Muhammed Mirzâ’nın Mesnevî Şerhi, 1863 yılında Bombay’da basılmıştır. İmdâdullah’ın Mesnevî Şerhi, Maulavi Hidâyet Ali’nin Kashf al‑Ulûm Sharh Masnavî‑i Mevlânâ‑i Rûm isimli şerhi 1312 yılında Delhi’de basılmıştır. Ghulam Haider Gopamui’nin Shrajrah‑i Ma’rifat’i (Mesnevî’den seçmeler halindedir.) Mohammad Yûsuf Ali Shah Chishti’nin Pairahan‑i Yusufî isimli şerhi. Maulana Abdurrahman’ın Kitab‑i Margum Sharh Urdu Masnavî‑i Mavlânâ‑i Rûmadlı şerh ve tercümesi. Muhammed Nâzir Mevlevî’nin, Miftâhu’l-Ulûm, Kadı Sejjad Hüseyin’in, Mesnevî-yi Manevî, Simâd Akbarâbâdî’nin İlhan‑i Manzûm adlı şerhi. Bu eserler çeşitli yıllarda yayınlanmışlardır.[134]

Mesnevî’deki tasavvufî doktrinleri 63 bölümde incelen Ebubekir eş-Şasî’nin Cevâhir-i Mevlevî ve Lâ’ali-i Mesnevî’si, Mesnevî’deki dinî bahisleri tasnif ederek şerheden Mir Muhammed Naim’in Şerh-i Mesnevî Tasnif-i Naim’i ve Şah Muhammed Afdal’ın, Şerh-i Mesnevî (Hall-i Mesnevî)’si de önemli Farsça şerhler arasındadır.[135]

Mesnevî üzerine yapılan Batı’daki çalışmalara örnek olarak da şunları verebiliriz:

Georg Rosen: Mesnevî’nin üçte birini meâlen Almanca’ya çevirmiş ve bu tercüme, Mesnevî oder Doppelverse des Scheich Mewlânâ Dschelaleddin Rûmî adı altında Leibzig’de 1849 ve 1913’te basılmıştır. Hammer Purgstahl tarafından 1851 yılında Almanca çevirisi yapılmıştır.[136] Sir William Redhouse (1811-1892) tarafından Mesnevî’nin birinci cildi nazmen İngilizce’ye çevrilmiş ve bu çeviri 1881’de Londra’da 135 sayfalık bir önsözle basılmıştır.[137]

Gülşen‑i Raz mütercimi E. H. Whinfield, altı ciltten, aşağı yukarı 3500 seçme beyti nesren İngilizce’ye çevirmiş, Mesnevî‑i Manevî adı altında, 1887’de Londra’da basılmıştır. Nicholson, bu tercümeyi çok beğenmektedir.[138]

E. Wilson, ikinci cildi nesren İngilizce’ye çevirmiş ve Nicholson’un övdüğü bu tercüme,The Masnawîismiyle 1910 da, iki cilt olarak Londra’da basılmıştır.[139]

Reynold Alleyne Nicholson, bu gün Konya Mevlânâ Müzesi kütüphanesinde bulunan ve Mevlânâ’nın vefatından beş yıl sonra yazılıp aslî nüshayla Çelebi Hüsameddin ile Sultan Veled’in huzurunda mukabele edilen nüshayı esas alarak altı cildi de tercüme etmiş, Ankaravî şerhine dayanarak şerh etmiş ve bastırmıştır. Bu külliyât Londra’da, 1925’ten itibaren Gibb vakfı tarafından neşredilmiştir. Nicholson, metnin birinci cildinin baş taraflarında Konya nüshasını haber alamamış, diğer doğru bir nüshayı esas tutmuş, fakat bilahare Konya nüshasına dayanmış ve cildin sonunda baş taraflardaki nüsha farklarını göstermiştir.[140]

J. Arberry ve Annemarie Schimmel de kitap ve makaleleri ile Mevlânâ’nın ve eserlerinin tanınmasını sağlamışlardır.

Bunlardan başka en mühimi Rückert Tholuck’un Almanca tercümeleri olmak üzere, Franz Rosenzweig’in yine Almanca ve F. Baudry’nin Fransızca Mesnevî’den bazı tercümeleri de vardır ve bunlar bizim ulaşabildiklerimizdir.[141]

Mesnevî üzerine yapılan çalışmalara örnek olarak da şunları verebiliriz: İsmail Ankaravî’nin Fâtihü’l‑Ebyât, Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini ve anlaşılması güç diğer bazı kelimelerini şerheden bu risale, Mesnevî Şerhi’nin baş tarafında yayımlanmıştır. Ankaravî’nin Câmiü’l‑Ayât’ı ise, Mesnevî’deki âyet-i kerîme ve hadis-i şerîflerle Arapça beyitlerin ve anlaşılması güç bazı terimlerin şerhidir. Ankaravî’nin Mesnevî’deki hikayeleri açıklayan bir diğer eseri ise, Hall-i Müşkilât-ı Mesnevî’dir.[142] Sûdî Efendi’nin Risâle-i Müşkilât ve Istılahat-ı Mesnevî isimli eseri. Fazlullah Rahimî (1924)’nin Mesnevî’den seçilmiş elli beş adet hikayeyi ihtivâ eden Gülzâr-ı Hakikat isimli eseri, Ahmed Remzi’nin Mesnevî’den münâcâtları ihtivâ eden ve 1917’de basılan eseri. Tahir Büyükkörükçü’nün, basılmış olan Mevlânâ ve Mesnevî ile Mevlânâ ve Mesnevî Gözüyle Peygamber Efendimiz adlı eserleri. Muhammed Hâşim (1122/1710) Tashîh-i Mesnevî Muhammed Şahin’in Mesnevî’nin Tenkidi isimli basılmış eseri. Hacı Ahmet Sevgi’nin Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde Devrin Örf ve Adetleriyle İlgili Bilgiler adlı basılmış doktora tezi.[143] Fürüzanfer’in Meâhiz‑i Kasas ve Temsîlât‑ı MesnevîRisale der Tahkîk-i Ahvâl ü Zindegânî-i Mevlânâ Celâleddîn Muhammedî Mevlevî (Tahran 1315)ve Ehâdis‑i Mesnevî isimli basılmış Farsça eserleri. Dr. Muhammed Cevâd Şerîat’ın Keşfu’l-Ebyât‑i Mesnevî isimli basılmış Farsça eseri gibi eserler.

Bunların dışında Mesnevî ile ilgili daha yüzlerce eser ve makale yazılmış ve yazılmağa devam edecektir. Mevlânâ, eserleri, Mevlevîlik ve bilhassa Mesnevî ile ilgili, Mehmet Önder, İsmet Binark, Nejat Sefercioğlu tarafından iki ciltlik bir Mevlânâ Bibliyografisi hazırlanmıştır. Bilhassa yurt dışındaki eserlerin tamamını ihtiva etmeyen bu bibliyografyada bile, matbu 3184 adet kitap ve makale ile, yazma 1470 adet eser ismi geçmektedir.[144]

Kaynakları

Mesnevî gibi, İslâm medeniyetinde önemli bir yer işgal eden ve asırlar boyunca okunan, tercüme edilen ve şerhler yazılan bir eserin kaynaklarının da başta Kurân-ı Kerîm ve Hadîs-i şerîfler olmak üzere İslâm kültürünü oluşturan temel unsurlar olması pek tabiîdir. Biz tesbit edebildiğimiz bu kaynakları aşağıya sıraladık:

  1. İlhâm‑ı Rabbânî:Mesnevî’nin önsözünde belirtildiği gibi Allah Teâlâ’nın verdiği ilhamın önemli bir yeri bulunmaktadır.
  2. Kur’ân‑ı Kerîm, İncîl ve Tevrât:Mesnevî’nin en önemli kaynağı Kurân-ı Kerîm’dir.Mesnevî’de 750’den fazla Kur’an âyetinin ele alınması bunun apaçık bir ifadesidir.
  3. Hadîs-i şerîfler: Bedîuzaman Fürûzanfer çalışmaları neticesindeMesnevî’de 745 hadis-i şerîf’in bulunduğunu ifade etmiştir.[145]
  4. Sultânu’l‑Ulemâ Bahâeddîn Veled ve eseriMaârif
  5. Tarîkat Şeyhi Burhâneddîn Muhakkik‑i Tirmizî ve eseriMaârif
  6. Sohbet Şeyhi Şems‑i Tebrîzî ve eseriMakâlât
  7. İlk Halîfesi Selâheddîn Zerkûbî
  8. İkinci Halîfesi,Mesnevî’nin yazılma sebebi ve kâtibi Hüsâmeddîn Çelebî
  9. Muhyiddîn-i Arabî ve onun talebesi ve üvey oğlu Sadreddîn Konevî
  10. Gazneli Şair Hakîm‑i Senâî ve eseriHadîkatü’l‑Hakîka
  11. Ferîdüddîn‑i Attâr ve eseri
  12. İmam‑ı Gazzâlî ve eserleri
  13. Çevresinin kültürü ve atasözleri
  14. Yunan felsefesi ve diğer felsefeler

Mesnevî’nin diğer kaynakları

İsmen Zikredilen Eserler:

  1. İmam‑ı Kuşeyrî’ninRisâle‑i Kuşeyriye’si. Bu eserMesnevî’nin VI. cildinin 2655/2678. beytinde geçmektedir.
  2. Yine aynı beyitte geçen Ebû Talip el‑Mekkî’ninKûtü’l‑Kulûbisimli eseri.
  3. Firdevsî’ninŞâh‑nâme’si, I. cilt 3464/3486. beyitte geçmekte.
  4. Filozof Beydaba’nınKelile ve Dimneisimli eseri birkaç yerde ve yukarıdaki Şâh‑nâme’nin geçtiği yerde geçmekte.
  5. İmam‑ı Buharî ve Müslim’inSahîh’leri ise, I. cilt 3470/3570 de geçiyor.

Bunlardan başka, başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere, İlâhî‑nâmeHüsrev ve ŞirinVeys ve RaminMakâlât(Muhammed Sururzî); fıkıhtan Muhît ve Vasît gibi eserlerin ismi geçmekte, Büyük Arap dili ve edebiyatı âlimi Sîbeveyh’ten nakiller vermekte ve Ebû Hanife, Şafiî, İmriü’l‑Kays, Fahreddîn‑i Râzî’den bahsetmektedir.[146]

İsmen Zikredilmeyen Eserler:

Ömrünün çoğunu Mevlânâ ve Mesnevîaraştırmalarına ayırmış, değerli bilim adamı ve Mevlânâ uzmanı Fürüzanfer,[147] Meâhiz‑i Kasas ve Temsîlât‑ı Mesnevî adlı Farsça eserinde; Mesnevî’ye kaynaklık etmiş ancak Mesnevî’de isimleri verilmemiş bir çok eseri tesbit ederek Mesnevî’deki bilgilerle, o eserlerdeki bilgileri karşılaştırmış, Mevlânâ’nın bu eserleri okuyup ilgili bilgileri oralardan aldığını ortaya koymuştur.[148]

 

Muhtevası ve Üslûbu: Yaşamı ve düşünceyi zayıflatan hususiyetlerin ve dış görünüş itibariyle güzel, fakat içten içe uyuşturan edebiyatın Müslüman Asya’nın kanını tamamen emmiş bulunduğu ve Moğollar’a kolay bir zafer yolu açtığı bir dönemde, Müslüman dünyasına gelen Mevlânâ, toplumun hayatındaki zafiyeti, beceriksizliği, yetersizliği görmüş ve bir bölge ya da arazi biçiminde tasarladığı sosyal vücûdun çöküşünü farketmiş[149] hayatını buna engel olmaya adamış, ölümsüz eserler vermiştir. İşte Mevlânâ’nın İslâm dünyasında bir mukaddes kitap saygısıyla tanınmış ve çok sevilmiş eseri, Mesnevî’sidir. Aruz’un “fâ’ilâtun fâ’ilatun fâilun” vezniyle ve Mesnevî şekliyle tertiplenen bu eser 6 ciltte 25618 beyit halinde söylenmiştir.[150]

Mesnevî’nin konusu, bizzat Mesnevî’nin her cildinin baş tarafındaki Mukaddime’leri, bilhassa birinci cildin başındaki “Dibâce”si ve “ilk on sekiz beyit”te ifade edilmiştir. “Mağz-ı Kur’ân” (Kur’ân’ın özü) olarak da tanımlanan Mesnevî’nin konuları şu şekilde sıralanabilir: Allah-insan-kainat, şerîat, tarîkat, hakîkat, marifet, ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn, hakka’l-yakîn, seyr ü sülûk dereceleri, kalbî hastalıkların şifası, güzel ahlak, aşkullah, marifetullah, likâullah, ilim, irfan, ihsan ve hikmet… Bir başka deyişle Mesnevî, Allah Teâlâ’nın azameti, isimleri, sıfatları, sonsuz kudreti, O’nun Yüce Peygamber’i, düstûr-u kâinat olan Kitab-ı Kerîm’i, İslâm dini ve Yüce Allah’ın has kullarının hâllerinden bahseder.[151]

Varlıkta birlik anlayışını birtakım hayâlî ve realist hikâyelerle; insanlar arasında olduğu kadar, hayvanlar arasında geçen vakalarla; teşhis ve intak sanatlarıyla tanıtmaya çalışan bu çeşit mesnevîlerin ilk örnekleri İran edebiyatındadır. Hakim Senâî’nin (1150) Hadîkatü’l‑Hakîka’sı ve Feridüddin Attar’ın (1193) Mantıkü’t‑Tayr’ı bu tür mesnevîlerin klasik örnekleri arasındadır.[152]

Mevlânâ Celaleddin’in babasıyla beraber Hicaz’a göçerken Nişapur’da karşılaştıkları büyük İran sûfî şâiri Feridüddin Attâr’ın, daha çok küçük yaştaki Celaleddin’e büyük iltifatta bulunduğu bir hakikat ise, Mevlânâ’nın böyle bir eser telifinde unutulmaz bağlılık duyduğu Attar’ı üstad edinmesi çok tabiîdir. Ancak böyle vefalı hatıralar ve klasik sanatlardaki, “eski üstadların izinde yürüme terbiyesi” de müessir olmakla beraber Mesnevî’nin ilham aldığı asıl kaynak Kur’ân‑ı Kerîm’dir. Mevlânâ bu büyük eserinde Kur’ân‑ı Kerîm’e ve onu getiren Hz. Muhammed’e derin anlayış ve inanışla bağlıdır. O kadar ki, Mesnevî’yi Kur’ân‑ı Kerîm’in şiir ve hikâye sanatıyla ve Mevlânâ tarzı bir duygu ve düşünce üslûbuyla ifadelenmiş, Kur’ân’ın manzum tefsiri diye nitelemek mümkündür. Mevlânâ, Mesnevî vasıtasıyla öğrettiği, Allah’a varma yollarını Kur’ân’dan âyetler getirerek Peygamberimiz’den hadîsler hatırlatarak ve bunları derin anlayışlarla açıklayarak tanıtmak sevdasındadır.[153]

56 bin dizeyi aşkın olan Mesnevî’de, yüze yakın ehlî ya da vahşî hayvanın yaşam öyküsü, onlarla ilgili binlerce hikâye vardır. Mesnevî’de 755 Kur’ân âyeti ele alınır. 39 kez Cebrâil’den, 62 kez İbrahim Peygamber’den, 70 kez Süleyman Peygamber’den, 44 kez Davud Peygamber’den, 85 kez İsâ Peygamber’den, 76 kez Hz. Mûsâ’dan, 103 kez Hz. Yûsuf’tan, 27 kez Hızır’dan, 29 kez Hz. Ömer’den, 28 kez Hz. Ali’den, 24 kez Bâyezîd‑i Bistâmî’den, 42 kez Hüsameddîn adıyla seslendiği, Hüsameddîn Çelebî’den, 796 kez Şeytandan, 16 kez İblis adıyla yine Şeytandan söz edilmiş ve hepsi de öyküleriyle konu edinilmiştir. Bunlardan ayrı olarak yüzlerce kabile, kent ve yöre adı ve hikâyesi anlatılır.[154]

Mevlânâ’nın Mesnevî’deki üslûbu ile Divân-ı Kebîrdeki üslûbu arasında hemen hemen hiç bir fark yoktur. Her iki eserde de en bariz hususiyet, külfetsizliktir. Hatta bu külfetsizlik kafiyeye bile tesir eder. Zaten büyük bir düşünce mahsulü olmakla beraber üzerinde durulmayan, uğraşılmayan tedâîlere uyularak akla geldiği ve eski tabirle içe doğduğu gibi söylenen sözlerin, böyle olmasından daha tabiî bir şey yoktur. Mevlânâ düşüncelerini uzun uzun mülahazalarla bir kağıda tesbit edip, sonra yine aynı teemmüllerle onu düzeltmeye uğraşmış değildir. Mevzu esasen hazırdır. Şairliğin en büyük meziyetlerinden biri ve belki birincisi olan tedâî kabiliyeti Mevlânâ’da misli görülmemiş bir derecededir. Zamanın bütün bilgilerini en ince noktalarına kadar bilen, bir kaç dile sahip olup bütün şairleri okumuş bulunan; bunlarla beraber fevkalade seyyal bir zeka, çok ince bir rûh, eşsiz bir vecd, örneksiz bir aşk, emsalsiz bir seziş ve buluş kabiliyetinin; neşenin, coşkunluğun, hayranlığın, hülasa bütün bir mana aleminin mümessili olan Mevlânâ, Mesnevî’yi söylüyor, zihninde bahisler bahisleri kovalıyor, bu bahislere uygun hikayeler hikayeleri hatırlatıyor, sözler bu sûretle uzayıp gidiyor. Bir hikayeyi anlatırken hikayedeki bir insan veya hayvana söz söyletmeye başlıyor, fakat derhal söz söyleyen kendisi oluyor. Mevlânâ bütün coşkunluğuyla hitaba başladı mı; o basit hikaye birden bire canlanıyor, artık kelimeler ateş ve gözyaşına dönüşmüştür. Şaşılacak en mühim nokta şudur: İnsan konuşurken bile bazen duraklar, kekeler söz bulamaz, halbuki Mevlânâ’nın sözü, o kadar kolaylıkla, sekmeden, duraklamadan, sürçmeden akmaktadır ki; tekrarlar, tertipsizlikler, ihmaller Mesnevî’de gâyet tabiî görülmektedir.[155]

Şair önce büyük bir hikâyeye başlıyor, bu hikâyeyi bitirmeden tedaî yoluyla hatırladığı bir başkasına geçiyor; sonra onun da içinde bir veya birkaç hikâye sıralayarak bütün bunları, birer birer ustalıklı bir neticeye bağlıyordu. Sayfalar dolusu bu hikâyeler, yer yer, hikmet dolu beyitlerle; en büyük sevgiliye karşı duyulan aşkın terennümleriyle; Allah’a yalvarışlarla ve her birinden alınacak hisseleri belirten söyleyişlerle süsleniyordu. Mevlânâ, kendisine kadar görülmemiş derecede zengin bir bilgi, görgü, duygu, düşünce, hikmet ve hakikat hazinesini bir kitapta topluyordu. Bir nur, aşk ve kudret sentezi halinde var, iyi ve güzel olan Allah’tan bir gün tekrar ona kavuşmak için ayrılan rûhun bütün macerası, hicranları, arayış ve buluşlarıyla, bir madde ve ihtiras yuvası olan nefsin buna engel olmak yolundaki bütün azgınlıkları bu kitapta hikâye ediliyordu. Mevlânâ, insanlık mâcerasını saran çeşitli hayat hadiselerinden, en basit ve olağan vakalardan; bunlara derin bir görüşle bakarak; akıllara hayret verecek dersler, ibretler, hikmetler ve neticeler çıkarmakta tam bir dehâ gösteriyordu. Mesnevî, mürîdlere tasavvufu öğretici bir kitap olduğu halde yer yer, fikrî ve hissî heyecanın sihirli musikisiyle de gönülleri fethediyordu.[156]

Mevlânâ, Mesnevî’yi, sâlikleri irşâd etmek, kurduğu tarîkat esaslarını telkin etmek ve öğretmek maksadına hizmet eden bir vasıta olarak kullanmıştır. Mevlânâ, eski mutasavvıf şâirlerin usullerine uyarak her fikri, nasihati ve nazariyeyi münasip bir hikâye ile anlatmaktadır.[157]Mevlânâ’nın müridi Muhammed İkbal bu hususu şu şekilde izah etmektedir: Yaşamın en derin gerçeklerini sade hikayeler ve temsillerle ortaya koymak için alışılmışın dışında bir zeka lazımdır. Hz. İsâ, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî ve Shakespeare ender görülen bu zekanın sadece üç örneğidir.[158]

Mevlânâ, “Mesnevî”sinde yalnız tarîkat bilgileri vermiyor; aynı zamanda şarkın eski efsanelerinden; peygamberlere ve evliyâya ait menkıbelerden faydalanarak hikmetler de sunuyordu. Bu yüzdendir ki, astronomiden tıbba; din, felsefe ve sosyal bilgilerden psikolojiye kadar maddî ve manevî nice ilimlerin ışığı altında söylenmiş bu manzum hikmetler ve hikmet dolu hikâyeler kitabı asırlardan beri her devri ve her zekayı tatmin edecek bir bilgi, ilham ve tefekkür kaynağı olmuştur. Mevlânâ bu eserinde, bin bir engeli aşarak, insan olma derecesine yükselmiş rûha, vücutta bulunduğu müddetçe edep ve tevazu tavsiye ediyor; ibâdet ölçüsünde çalışma şevki duymanın zevkini bildiriyordu. Onun insan rûhunda en ayıpladığı dalalet, hasetti. Hasedin korkunç pençesine tutulan insan ne kadar kötülükler yapabilir; kıskanmanın ve aşağılık duygusunun buhranları içinde ne tür bayağılıklara düşebilirdi? Bunları bir ömür boyu incelemiş gibi, insanı şaşırtacak kadar çok sayıda misallerle anlatıyordu. Diğer insan dalaletleri üzerinde de aynı usûl ve üslûpla duruyordu.

Rûh hastalarının, kara sevdaya tutulmuşların dertlerini nabızlarının atışından anlamayı mümkün gören ve gereken devâyı bu gizli rûh kıvranışlarına göre vermeğe çalışan bir tıp ve tedavi anlayışını doğru ve güzel buluyordu. İnsanlar arasında gerçi en güzel anlaşma vasıtası gönül diliydi. Fakat Mevlânâ, birbirlerinin lisanından anlayan insan olmanın faziletini dile getiriyor; insanlara bağlayıcı ve müşterek bir dil tavsiye ediyordu. Mevlânâ, bütün rûh ve vücut illetlerinin devasını, insanı her dertten kurtaran, pişirici, yüceltici bir aşkta hatta bu ilâhî aşkın ıstırabında buluyordu. Böyle bir aşka: “Ey bizim sevdası güzel aşkımız! Ey bizim her derdimizin tabibi şad ol!” diye seslenmesi bundandı.[159]

Mesnevî’nin şiirlerinin değeri onların spekülatif değil, pratik oluşlarından kaynaklanmaktadır. Onların nihaî hedefi, bugün insan hayatının sefilliklerine tahammül edenleri mutluluk ve huzur dünyasına iletmektir. Mesnevî, hemen her yerinde Rûmî’yi, kendisini başkalarını mükemmel kılmaya adamış, Allah yolcularını ruhen geliştiren ve onların ihtiyaçlarına ustalıkla cevap veren mükemmel bir ruhî önder olarak takdim etmektedir.[160]

Mesnevî hikayeleri, insanoğlunun dikkatini hakikatler üzerine çekmek için hazırlanmış lâtif birer tuzaktır. Bizzat büyük velinin dediği gibi, bunlar bağların, bostanların etrafını çeviren dikenli çitler gibidir, ta ki yanından ve etrafından geçenlerin eteklerine takılıp kendine çeksin. Böylece de bir zaman olsun hakikatlerin üstünde duraklatsın.”[161]

Kur’ân’ın bâtınî bir tefsirinden başka bir şey olmayan Mesnevî içinde teoriden pratik tavsiyelere kadar tasavvuf geleneğinin bütün unsurlarını barındıran büyük bir irfan okyanusudur. Bu büyük eserde sembolik ifadeler, alegorik rivayetler ve metafizik anlatımları muhtevi beyitlerle tasavvufî hakikatleri öğretmek için şiirin kullanımı adetâ bir zirveye ulaşmaktadır. Dolayısıyla Mesnevî’de şiir insanı manevî bir sarhoşluğa sevk eden bir araç veya aracı değil, aksine hakikati idrak ettiren bir uyanıklık ifşa etmektedir.[162]

Mesnevî’de yer yer görgünün; düşüncenin türlü hayat vakalarındaki mânayı kavrayışın kuvvetli realizmi görülür. Aynı realizm içinde yine de sırrî incelikler; okuyana iman ve heyecan veren müstesnâ ifadeler duyulur. Mesnevî’deki hikâyelerin biraz açık saçık sayılanları da vardır. Bunlar çok kere tenkide uğramıştır. Mevlânâ’nın realist görüşlerle naklettiği bu gibi hikâyeleri müdâfaa edenler; onun bu muazzam eserini çocuklar için yazmadığını ifade etmişlerdir.[163]

Merhum Selçuk Eraydın, “Mesnevî’deki bazı hikayelerin müstehcen oluşunun hikmetini şöyle açıklar: Mesnevî’deki hikayeleri müstehcen dinlerseniz elbette müstehcen olur. Oradaki sembolleri de değerlendirmek lazımdır. Kur’ân-ı Kerîm’de semboller vardır. O kafadan o zihniyetten hareket ederseniz, Kur’ân’da da (haşa) müstehcen şeyler bulursunuz. Hanımlarla neden, nasıl ilişki kurulacağına dair açık beyanlar vardır. Bunlar birer irşâd metodudur. Bu irşâd metodunu terk edemezsiniz, bu birincisi. İkincisi; semboller, kelimeler gibi değildir. Kelimelerin manası değişir, zamanla unutulur. Yüz sene sonra aynı kelime başka manalara çekilebilir, ama semboller değişmez. Buradakiler teşbihtir. Bu teşbihleri hakikat zannedip, bunları müstehcen olarak değerlendirmek yanlıştır. Mesela orada bir eşekle cariyenin ilişkisine imrenen bir sâhibenin durumu anlatılır. Orada eşek dünyayı sembolize etmektedir. Yani dünyayı ölçülü kullanmazsanız sizi parçalar, yer bitirir, denmek istenmektedir. Şehvet dünyadaki en güçlü timsaldir. Hz. Mevlânâ, bu sözleri ile müstehcenliği tarif etmemiştir. Ama insanlar onu müstehcen olarak görmek isterlerse öyle olur. Bundan hikmet ve ders almak isterlerse, hakiki manaları aramak gerekir.”[164]

Mesnevî’deki hikâyelerin anlaşılması kolay görülen başlıkları vardır. Fakat, bunların mecazî mânası, ihtiva ettikleri tasavvufî remizler içinde alabildiğine derindir.[165]Neticede, Hz. Mevlânâ, şarkın kültür hazineleri içinden seçip Mesnevî’sine aldığı hikayeleri, kendi üslûbu ve tefekkürü ile değerlendirip, günlük hayatımıza ışık tutan realist bir terbiyeci[166] olarak karşımıza çıkmaktadır. Mesnevî’yi her okuyan ondan istifade eder ama doktorlar, psikologlar, sosyologlar ve hukukçular onu tetkik ettiklerinde toplum için daha faydalı görüş ve buluşlar elde ederler.[167]

 

Önemi: Ahmed Avni Konuk’un Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi’nin takdim yazısında şu ifadeler yer almaktadır: “Fusûsu’l-Hikem ve Mesnevî şerhlerinin İslâm ilim ve düşüncesindeki yeri ne olabilir? sualine cevap vermek, bir bakıma daha umumi bir planda, tasavvufun İslâm ilimleri ve düşüncesindeki yeri nedir? sualinin cevabı olarak ele alınabilir. Zira Gazzâlî’nin İhyâu Ulûmi’d-Dîn’inden itibaren denilebilir ki, bütün düşünce akımları tasavvuf içinde ve büyük mutasavvıfların şahsiyetinde “terkîb”e ulaşmış, bilhassa Osmanlı münevveri bu terkîbi Fusûsu’l-Hikem ve Mesnevî’de bulmuş ve şerhlerinde bunu ifade etmişlerdir. Bu terkîbi XIV-XVII. asırlar arasında kültür ve medeniyetinin her sahasında en yüksek seviyede yaşatmıştır. Sonraki asırlarda da bu anlayışın akislerinin bütün gerileme ve yıkılış alâmet ve şartlarına rağmen, Müslüman-Türk ilim, fikir ve sanatında devam ettiğini görürüz. Fusûs ve Mesnevî şerhleri de bu “sentez”in Osmanlı’yı Cumhuriyet Türkiye’sine birleştiren köprüleri olarak kabul edilebilir. Yeni bir devrin başlangıcında dinî düşünce ve ilimlerin ihyasında, geçmişte olduğu gibi yine tasavvufun merkezî bir rol oynayacağını, tasavvufî eserlerin de bu yeni “terkîb”de klasik metinleriyle temel taşları olacağını kavrayabilmek, muhakkak ki gelecekte yapılacak olan işlerde isabetli adımlar atmak imkanı verecektir.”[168]

Mesnevî, yalnız Mevlânâ’nın değil, belki tasavvufî edebiyatın da en önemli mahsulüdür.[169] Tarîkatlarda, şeyhlerin yazdığı kitaplar ayrı bir önem taşır. Bunlar arasında Mevlânâ’nın “Mesnevî”sinin daha yaygın bir şöhreti bulunmaktadır.[170] Mesnevî, Heratlı Câmî tarafından “Fars dilinde Kur’ân” olarak isimlendirilmiştir.[171] Muhammed İkbâl de aynı kanaati paylaşmaktadır.[172]Yine Banarlı’nın deyimiyle Mesnevî, Kur’ân-ı Kerîm’in Mevlânâ çapında bir velî tarafından yapılmış, heybetli bir tefsiridir.[173] Seyyid Hüseyin Nasr’a göre ise, Mesnevî, Kur’ân-ı Kerîm’in geniş bâtınî bir yorumudur. Bu nedenle de Mesnevî’ye “deryâ-yı ma’rifet” adı verilmiştir.[174]

Yedi asırdan beri İslâm dünyasının aklî, ilmî ve edebî sahaları devamlı Mesnevî’nin nameleriyle çınlamış, akıllara yeni fikir, rûhlara yeni ilham bahşetmiştir. Her devirde âlimler, şâirler ondan yeni konular, yeni üslûplar ve yeni ifadeler almışlardır. Mesnevî, onların düşünce güçlerini ve edebî yeteneklerini geliştirmiş, kendi dönemlerine ait sorunlarını ve şüphelerini gidermek ve çözmek için ondan yeni yeni deliller, kafalara yerleşen misaller, gönülleri hoş eden hikâyeler ve taze taze yollar bulmuşlardır.[175]

Mesnevî, yalnız Hindistan, İran, Türkiye gibi Doğu ülkelerinde değil, hemen bütün batı ülkelerinde de tanınmış bir eserdir. Eserin İngiliz, Fransız, Alman ve Urdu dillerinde tercümeleri vardır. Mesnevî’nin uzun ve ciddi bir çalışma ile meydana getirilmiş izahlı ve tenkitli bir tabı İngiliz Şarkiyatçısı Reynold Alleyne Nicholson tarafından yapılmıştır. Adı geçen şerhin Commentary on the Mathnawi of Jalaluddin Rumi  (Londra 1937) ve The Mathnawi of Calaluddin Rumi  (Lahore 1989) isimli iki baskısı bulunmaktadır.[176]

Hülâsa, Mesnevî, ebedî vuslat duyarlığı içinde ayrılıklardan bahseden bir şah beyitle başlayan ve yirmi beş bin beyit devam eden bu hasret-vuslat musikisînin bir şah beyitle son bulduğu bir şah eserdir. Mesnevî’nin ilk ve son beyitleri:

“Dinle Ney’den duy neler söyler sana

Derdi vardır ayrılıklardan yana.”

“Gönlümde coşan o söz, o kutlu yerdendir

Zira gönülden gönüle pencere vardır.”[177]

 

Tesirleri: Mevlânâ Celaleddin‑i Rûmî’nin Mesnevî’sinin Türk ve İran edebiyatları üzerinde büyük tesirleri olmuştur.[178] Türk edebiyatına kaynaklık eden eserler arasında Mevlânâ Celaleddin‑i Rumi’nin Mesnevî-i Şerîf’i mühim bir yer tutmaktadır.[179] Hatta Mesnevî başlı başına bir Mevlevî ve Mesnevî edebiyatının doğmasına kaynaklık etmiştir.

Moğolların malum zulmü sonrasında, Anadolu insanının bütün zor şartlara rağmen yaşaması, gelecek için hazırlanması ve yepyeni imanlı ve mücahid bir neslin yetiştirilmesi lazımdı. Ârifler bu görüşte idiler. Mevlânâ da bunların başında gelmekteydi.[180] Mezkur hadîselerin akabinde, İslâm birlik ve imanının yeniden kurulacağını müjdeleyen ümit ve vecd ifadeleriyle dolu olan Mesnevî,[181] Mevlânâ’nın benliğini zâhirî ilimlerden ledün ilmine çevirdiği ve bütün şümulüyle her sahada tam kemalini bulduğu bir zamanda yazılmış en son eseridir.[182]

Mevlânâ’nın iyilik, doğruluk, hoşgörü, merhamet ve sabır gibi ahlâk güzelliklerine dayalı sevgi ve huzur felsefesi, daha yaşadığı çağda, ülkenin birlik ve bütünlüğünde bütün yapıcılığıyla rol oynadığı gibi ebedî âleme göçtükten sonra da birleştirip bütünleştiriciliğini sürdürmeye devam edegelmiştir.[183]

Mesnevî, İslâm âleminin, hatta doğudan batıya bütün insanlık âleminin düşünce ve edebiyatına derin etki yapmış, uzun süren ve sürecek olan bir tesir bırakmıştır. Bilhassa İslâm dünyasının büyük bir bölgesini bu kadar geniş ve uzun süre etkileyen böyle bir eser, İslâm edebiyatında çok az bulunabilir. Mesnevî’nin Farsça olması ve İslâmî ilimlerin kaynaklarının çoğunun Arapça oluşu, Arapların bu esere fazla ilgi göstermelerine mani olsa bile, bu eser Hindistan’dan Avrupa’nın içlerine kadar, büyük bir İslâm bölgesinde kesin bir şekilde etkili olmuştur.[184] Nitekim, Avrupa müsteşrikleri arasında hususî bir yeri olan Purgstall, Mevlânâ’nın eserlerinden uzun uzadıya bahsettikten sonra, “Mesnevî’nin Ganj nehrinin kenarından tâ Boğaziçi kıyılarına kadar bütün mutasavvıflarca okunması elzem olan bir kitap olduğunu” söylemektedir.[185]

Mevlânâ’nın vefatından iki asır sonra, Mesnevî ta Bengal’in doğu hudutlarına kadar şöhret kazanmış, sadece Bengal’deki Müslümanlar değil, Hindu din adamları bile Hz. Mevlânâ’nın sözlerini zevkle okumuşlar.[186] Hindistan’da ilk defa Çırâğ-ı Dehlî tarafından sohbetlerde okunan Mevlânâ’nın Mesnevî’si tasavvufî düşüncenin yayılmasında etkili olmuştur.[187]

Mesnevî, Tanzimat öncesinde olduğu gibi, Tanzimat’tan sonra Batı kültürü etkisinde kalarak yetişen edebiyatçılarımıza da tesir etmiştir. Âsaf Halet Çelebî ve Yahya Kemal Beyatlı bunlardandır. Yahya Kemal’in:

Mesnevî şevkini eflâke çıkarmış nâyız.

Haşre dek hem-nefes-i Hazret-i Mevlânâ’yız” beyti, bu tesirin bir ifadesidir.[188]

Mesnevî’nin İslâmî ilimlere tesiri, edebiyata olan tesirinden az değildir. İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-Beyân ve Alûsî’nin Rûhu’l-Meânî isimli tefsirlerinin önemli kaynaklarından biri olmuştur. Tasavvufî eserlere de büyük ölçüde tesir etmiş, Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûsisimli eserinde ondan şiirler nakletmiştir. İbrahim Hakkı Erzurumî, Marifetnâme isimli önemli ansiklopedik eserinde Mesnevî’den 201 beyit iktibas etmiştir. Hindistanlı büyük düşünür, XX. asrın Mevlânâ’sı olarak bilinen Muhammed İkbal de Mesnevî’den çokça etkilenenlerdendir. Hatta Mevlânâ’nın âlemşûmul kuvveti, insana ruhanî miracı yaşatan dinamik aşkı mükemmel bir şekilde İkbal’in eserlerinde müşahede edilmektedir. Mevlânâ ve Mesnevî’den etkilenenler arasında Saîd Nursî’yi de sayabiliriz. Zira o, Mesnevî’nin tahkiye ve temsil metodunu önemli ölçüde eserlerine uygulamış, hatta eserlerinden birine Mesnevî-i Nuriye ismini vermiştir. Mevlânâ’nın Mektûbat’ına karşılık Mektûbatisimli eseri de olan Saîd Nursî’nin Sözler isimli eseri de yine Mevlânâ’nın şeyhi Şems-i Tebrîzî’nin Makâlât’ını hatırlatmaktadır.[189]

Amil Çelebioğlu Mesnevî tesiri ihtiva eden eserlere örnek olarak şunları zikreder: Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr (Gülşen-nâme), Âşık Paşa, Garib-nâme, Germiyanlı Ahmedî, İskender-nâme, M. Hatipoğlu, Letâyif-nâme, Bedr-i Dilşâd, Murad-nâme, Şeyhî, Hüsrev ü Şîrîn, Ârif, Mürşidü’l-Ubbâd ve Mi’râc-ı Nebî, Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye,  Hayalî, Ravzatü’l-Envâr.[1120]

Mesnevî o kadar tesirli olmuştur ki, Dâru’l-Kurrâ, Dâru’l-Hadîs gibi “Dâru’l-Mesnevî”ler kurulmuş, Mesnevîhân olmak, icazetnâme almaya bağlanmış, Damat İbrahim Paşa, 1730’da yaptırdığı medresede,Mesnevî okunma şartını, vakıf şartları arasına koymakla, medreselere de girmiştir.[191] Mevlânâ tesirinin, ona dair araştırmaların daha çok, yirmi beş bin beyit civarındaki Mesnevî’yle ilgili olduğu görülmektedir. Yaklaşık elli bin beyit ihtiva eden Dîvân-ı Kebîr bildiğimiz kadarıylaMesnevî gibi, bilhassa şerh yönünden bütünüyle ele alınmamıştır. Ancak bazı gazel ve beyitlerin şerhleri yapılmıştır. Mesnevî ve Dîvân-ı Kebîr aynı tefekkür ve heyecanı yansıtmakla beraber Mesnevî’de zaman zaman sakin görünen Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr’de her an adetâ bir yanardağ gibidir.[192] Hülâsa, Hz. Mevlânâ’nın çeşitli istisnaî hususiyetlerinin arasında Türk Mesnevî Edebiyatı Tarihi içerisinde bir benzerinin bulunmadığını rahatlıkla ifade edebiliriz.[193]

Mesnevî’nin İlk On sekiz Beyti

“Mevlânâ’da ne varsa Mesnevî’de de o vardır ve Mesnevî’de ne varsa bu eserin, bizzat Mevlânâ tarafından yazılan ilk 18 beytinde de o vardır”[194] sözü adeta ilk 18 beytin Mesnevî’nin özeti olduğunu ifade etmektedir.

Mesnevî’nin ilk on sekiz beytinin tercümesi şu şekildedir:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Dinle neyden, duy, neler söyler sana,

Sızlanır hep ayrılıklardan yana:

Kestiler sazlık içinden, der, beni;

Dinler, ağlar; hem kadın, hem er beni.

Göğsü, göz göz ayrılık delsin de bir,

Sen, o gün benden işit, özlem nedir?

Her kim, aslından uzak düşsün: Arar;

           Asl’a dönmekçin bir uygun gün arar.

Dost’a kâh yoldaş olup, kâh düşmana,

İnleyip sesler duyurdum her yana.

Dost olur -zannınca- her insan bana,

Sırlarım gel gör ki, meçhûldür ona.

Sırlarım olmaz iniltimden uzak,

Her göz etmez fark, işitmez her kulak.

Saklı olmaz birinden can ve ten,

Cânı görmekçin izin yok bil ki sen!

Bir ateştir, yel değildir ney sesi;

Kim ateşsizdir; yok olsun böylesi.

Sevgiden ağlar eğer ağlarsa ney,

Sevgiden çağlar eğer çağlarsa mey.

Ney o şeydir; perde yırtıp perdesi,

Dost edinmiş dosta hasret herkesi.

Hem devadır ney denen şey hem zehir,

Bir bulunmaz arkadaştır; hemfikir.

Anlatır ney; aşk-ı Mecnun’un nedir,

Kanlı bir yoldan haber vermektedir.

Müşteri ancak kulak; söz satsa dil,

Ancak âşık akla mahrem, böyle bil!

Derdimizden gün zamansız dolmada,

Her yanlış, bir günle yoldaş olmada.

“Geçti gün!” der, etmeyiz yersiz keder;

Var ol, ey sen tertemiz insan, yeter!

Kandı her varlık; balık kanmaz suya,

Rızk eğer eksikse; gün dolsun mu ya!

Anlamaz olgun adamdan, ham adam;

Söz hem az, hem öz gerektir vesselam.”[195]

Mesnevî, “Mağz-ı Kur’ân” olduğuna göre bu ilk on sekiz beyte Mesnevî’nin fatihası unvanın vermek yerinde olacaktır. Çünkü bu beyitler, Mesnevî’ye girmezden önce, onun derinliklerine açılmış birer penceredir ki, Mesnevî’nin hakikat lem’aları; gören gözlere, duyan kalplere buradan aksetmektedir. İşte bunun için bu on sekiz beyte mevlevîler, arifler büyük ehemmiyet vermişler ve yalnız bu Mesnevîler üzerine çok kıymetli şerhler ve tefsîrler yazmışlardır ki, Mesnevî’yi mutâlaa edenler, ancak bu nurlu kandille içeriye girerler ve gittikçe hakikati sezerler.[196] Mesnevî’ye şerh yazanların hemen hepsi de bu beyitlerin şerhini uzun uzadıya yazmış bunlara ayrı bir önem vermişlerdir.

Sonuç olarak şunlar ifade edilebilir: Mesnevî denen birlik ve aşk tufanı eseri ile beşeriyetin karşısına kâh realist bir sanatkar, kâh tefekkürü ve imanıyla göz kamaştıran bir hakim, kah hikmet ve rahmet olarak çıkan Mevlânâ’yı bizzat kendisinden öğrenmek, başkasından dinlemekten elbette yeğdir. Zira Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Mesnevî’si taşıdığı bir takım özellikleriyle kendisi ile insanlar arasında kurulması lazım gelen köprünün ta kendisidir. Hele dünyanın tehlikeli bir hızla mekânikleştiği bu asırda, Âdemoğlunun tasavvuf ve  Mesnevî  kültürüne ihtiyacı, şüphesiz her zamankinden daha fazladır. Zira bugün azgın tabiat kuvvetlerini kontrolü altına almış ve hizmetine koşmuş olan insanoğlu, bir yandan da esir ettiği bu zorlu kuvvetler tarafından esir alınmış durumdadır. Öyle ki, teknik araştırma ve buluşlarının gururu ve büyüklük hislerinin gafleti, maddesi ile manası arasındaki kapıyı tamamen kapatmış ve onu dış tabiatının zindanına hapsetmiştir. Netice itibariyle kendi kendine yabancı hatta düşman kesilen bu insan, sevgiyi unutmuş, imandan, ihlastan habersiz kalmış, sonunda da üstüne çöken egoizme teslim olarak, onun emrinde çevresini yıkar döker, ezip perişan eder hale gelmiştir. Şüphesiz ki, Âdemoğlu, tasavvuf irfanını ve  Mesnevî  kültürünü hayatına bir solüsyon gibi karıştırarak amel edecek olsa maddî ve manevî dünyası tamamen değişecek, zulüm ve adaletsizlik silinip gidecek[197] hem dünya hem de ukbâsı mamur hale gelecektir.

İslâm kültür ve medeniyeti içerisinde önemli bir yer işgal eden, Hazâinü’l-ulûm (İlimler hazinesi) ve Mağz-ı Kur’ân (Kur’ân’ın özü) diye isimlendirilen  Mesnevî  hem Doğu hem Batı araştırmacıları tarafından kendisinden istifade edilen bir kültür hazinesi olarak hayatiyetini devam ettirmektedir. Toplumun her kesimi, en çok şerh yazılan tasavvufî eserlerden birisi olma özelliği taşıyan   Mesnevî’den yararlanılacak bir husus bulabilir. Kanaatimize göre, Mesnevî okuyucuları, İslâm kültürünün geniş müktesebatına sahip olsun veya olmasınlar Mesnevî’yi şerhlerinden okuduklarında daha fazla faydalanacaklardır.

 

Kaynakça

Abidin Paşa, Tercüme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerîf, I‑VI, Mahmud Bey Matbaası, İstanbul, 1324/11206.

Adnan, Karaismailoğlu, “Tasavvufî Şiir Geleneğinde Mevlânâ’nın Yeri ve Önemi”, 6. Millî Mevlânâ Kongresi  (Tebliğler) 24-25 Mayıs 1992, Konya 1993, ss.87-120.

Ahmet, Kabaklı, “Mevlânâ’nın Sosyal Görüşleri”, Bildiriler Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, ss.171-1120.

_____, Mevlânâ, Toker Yayınları, İstanbul 1972.

_____, Türk Edebiyatı, Türkiye Yay., İstanbul 1973.

Arberry A. J., “Tasavvuf”, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, haz. P. M. Holt ve Diğerleri, çe Yaşar Nuri Öztürk, IV, ss.145-176.

_____, Tasavvuf: Müslüman Mistiklere Toplu  Bakış, çe İbrahim Kapaklıkaya, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2004.

Ateş, Ahmed, “Konya Kütüphanelerinde Bulunan Bazı Mühim Yazmalar”, Belleten, TTK. Basımevi, Ankara  1952, 16, Sayı: 61-64, ss.49-130.

Ayan, Hüseyin, “On Sekiz Beyte iki Türlü Bakış”, 1. Millî Mevlânâ Kongresi  (Tebliğler) 3-5 Mayıs 1985, s.326.

Aydın, Mehmet, “Muhyiddin-i Arabî ve Hz. Mevlânâ Yaklaşımı”, 1. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi (Tebliğler) 3-5 Mayıs 1987, Konya 1988, ss.299-306.

Aytekin, Ülker, Sarı Abdullah Efendi ve Mesnevî-i Şerif Şerhi,  (MÜSBE., İstanbul 2002, Basılmamıştır.)

Ayverdi, Semiha, “1959 Şeb-i Arûz Konferansı”, Âbide Şahsiyetler, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976, ss.12-18.

Baltacı, Cahid, “Osmanlı Eğitim Sistemi”, Osmanlı Ansiklopedisi, I-VII, Ağaç Yay., İstanbul 1993, ss.5-145.

Banarlı, Nihad Sâmi, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB., İstanbul 1987.

_____, Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri, Kubbealtı Neşriyât, İstanbul 1984.

Baryaman, Saliha, İsmail Hakkı Bursevî Ruhu’l-Mesnevî  (Birinci Cilt) İnceleme-Metin,  (UÜSBE., Bursa 1999, Basılmamıştır.)

Baştürk, Orhan, Sürûrî’nin Mesnevî Şerhi Tanıtım-İndeks-Tenkitli Metin  ((s.a.)1b-40a),  (SÜSBE., Konya 1997, Basılmamıştır.)

Bayram, Ali- Çöğenli, Sadi-Seyfettin Özege Bağış Kitapları Kataloğu (Kitap Adına Göre),  Atatürk Üni. Basımevi, Erzurum, 1978.

Bayramoğlu, Fuat, “Molla‑yı Rûm ve Şeyhü’r‑Rûm Gönüldaşlar,” Mevlânâ Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlânâ Üzerine Araştırmaları, haz. Feyzi Halıcı, ss.143‑159.

Bekrî, Alaaddîn, Abdülgnî Nablûsî Hayatı ve Fikirleri, çe Veysel Uysal, İnsan Yay., İstanbul 1995.

Bektaş, Ömer, Rusûhî İsmail Efendi ve Mesnevî-i Şerif Şerhi,  (SÜSBE., Konya 1993, Basılmamıştır.)

Bilgin, Orhan, “Bedîüzzaman Fürûzanfer”, DİA, İstanbul 1992, V, ss327-328.

Bilginer, Recep, “Çağdaşımız Mevlânâ”, Bildiriler Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, KB., Ankara, 2000.

Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, I‑II, Matbaa‑i Âmire, İstanbul 1333/1915.

Büyükkörükçü, Tahir, Mevlânâ ve Mesnevî, Bedir Yayınevi, İstanbul 1983.

Câmî, Abdurrahmân, Nefehâtu’l- Üns: Evliyâ Menkibeleri, çe ve şrh. Lâmiî Çelebî, haz. Süleyman Uludağ ve Mustafa Kara, İstanbul 1995.

Can, Şefik, Mevlânâ Hayatı Şahsiyeti Fikirleri, Ötüken, İstanbul 1995.

_____,  Rubâîler: Mevlânâ’nın Rubâîleri, Kültür Bakanlığı, Ankara 2001.

Canib, Ali, “Ankaravî İsmail Efendi”, Hayat, Cilt: I, Sayı:21, 23 Nisan 1927, Ankara  1927, ss.3-5.

Carp, L. W., “Uluslararası Rûmî Derneğinin Çalışmaları”, Uluslararası İkinci Mevlânâ Semineri Bildirileri 15-17 Aralık 1976, Güven Matbaası, Ankara  1977, ss.88-91.

Cebecioğlu, Ethem, “Ankaravî İsmail Rusûhî”, SGAD., VIII, ss.219-222.

Chittick, William, Hayâl Âlemleri İbn Arabî ve Dinlerin Çeşitliliği Meselesi, trc. Mehmet Demirkaya, Kaknüs Yay., İstanbul 1999.

_____, Varolmanın Boyutları, çe Turan Koç, İnsan Yayınları, İstanbul 1997.

Cumbur, Müjgan, “Mevlânâ’nın İlk Mütercimi Gülşehri, ” Mevlânâ Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlânâ Üzerine Araştırmaları, haz. Feyzi Halıcı, s.31, ss.31‑35.

Çelebioğlu, Amil, “Hz. Mevlânâ’ye İzafe Edilen Bir Gazelin Şerhi”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, s.519, ss.519-524.

_____, “Mevlânâ ve Mesnevî Hakkında Birkaç Söz”, Mevlânâ İle İlgili Yazılardan Seçmeler, haz., Vedat Genç, İstanbul 1994, s.113.

_____, “Muhtelif Şerhlere Göre Mesnevî’nin İlk Beytiyle İlgili Düşünceler”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB., İstanbul 1998, ss.525-545.

Çelik, İsa, Âbidin Paşa (1259/1843-1324/11206)’nın Mesnevî Şerhi ve Tasavvufî Düşünceleri, (Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2001, Basılmamıştır.

Devletşâh, Tezkire-i Devletşâh, çe Necati Lugal, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 19120.

Durgun, Selahattin, Sarı Abdullah ve Şerh-i Mesnevî  (Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî),  (SÜSBE., Konya 1993, Basılmamıştır)

Eflâkî, Şemseddin Ahmed, Menâkibu’l-Ârifîn, nşr. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1995.

Eraydın, Selçuk, “Bizim Neslimiz Mevlânâ’yı Bilmiyor”, Mevlânâ İle İlgili Yazılardan Seçmeler, haz. Vedat Genç, İstanbul 1994, ss.146-151.

Ergin, Nevit Oğuz, “Batıda Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî”, Bildiriler Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, ss.315-321.

Etik, Arif, “Mevlânâ’da Hakka Yakarış ve Yalvarış,” Mevlânâ Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlânâ Üzerine Araştırmaları, haz. Feyzi Halıcı, ss.50‑55.

_____, Şems ve Mevlânâ, Sebat Ofset, Konya 1982.

Fazlur Rahman, “Islam”, The Encyclopedia of Religion, VII, pp.303-322.

Fourcroy, Abdülmecid, “İslâm Tasavvufu ve Batı”, çe Fuat Boyacıoğlu, s, Konya 1997, ss.19-28.

Fürûzanfer, Bedîuzzaman, Ehâdîs-i Mesnevî, Müesseset-i İntişârât-ı Emîr-i Kebîr, Tahran, 1370.

_____, Meâhiz‑i Kasas ve Temsîlât‑ı Mesnevî, 4.bs., Muesseset-i İntişarât-ı Emîr Kebîr, Tahran, 1370.

_____, Mevlânâ Celâleddîn, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1986.

Galoch, N.A., “Mesnevî’nin Hint Yarımadasında Kaydettiği Gelişme,” Mevlânâ ve Yaşama Sevinci, haz. Fevzi Halıcı, s.282‑283.

Gençosman, M. Nuri, Mevlânâ’dan Seçme Rubailer, Türkiye İş Bankası Yay., Ankara  1964.

Gölpınarlı, Abdülbaki,  Mesnevî ve Şerhi, I-VI, MEB., İstanbul 1985.

_____, Mevlânâ Celâleddîn, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1985.

_____, “Mevlânâ’nın Mesnevîsi”, Mevlânâ İle İlgili Yazılardan Seçmeler, haz. Vedat Genç, MEB., İstanbul 1994, ss.159-165.

Gövsa, İbrahim Alâettin, Meşhur Adamlar, I-IV, Sedat Simavî Yay., İstanbul, 1933‑1935.

Güllüce, Hüseyin, “Mevlânâ ve Kur’ân Tefsir‑i Açısından Mesnevî”, (Basılmamış Doktora Tezi, AÜSBE.), Erzurum 1998.

  1. Ritter, “Celâleddîn‑i Rûmî”,İslâm Ansiklopedisi, III, ss.53-59.

Hacı Reşid Paşa, Tasavvuf: Tarîkatler Silsilesi ve İslâm Ahlakı, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul 1965.

Hacıtahiroğlu Abdullah Öztemiz, Mesnevî‑Mevlânâ Kendi Vezni İle Manzum Tercüme, Ötüken Yay., İstanbul 1972.

Halıcı, Fevzi, “Mevlânâ Seminerini Açış Konuşması”, Uluslararası İkinci Mevlânâ Semineri Bildirileri, ss.1-2.

Hess, Linda-Schimmel, Annemarie, “Islamic Poetry”, The Encyclopedia of Religion, XI, pp.386-387.

Hilmi, Mahmut, “Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî”, 4. Milli Mevlânâ Kongresi Tebliğler 12-13 Aralık 1989, Konya, ss.147-152.

Huri, Sofi, “Garb Tefekkür Âleminde İslâmiyetin Tesiri ve Hz. Mevlânâ”, Türk YurduMevlânâ Özel Sayısı, 1964, s.62.

Işın, Ekrem, “Mevlevîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, KB. ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul 1993-1995, V, ss.422-430.

Izutsu, Toshihiko, “Ibn al-’Arabi (560-638/1165-1240)”, The Encyclopedia of Religion, I-XVI, Collier Macmillan Publshers, London, 1987, VI, pp.552-557.

İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-Arab, I-XV, Dâru Sâdır, Beyrut, ts.

İbnü’s-Seyyid Gâlib, Mesnevî-i Şerîf Tercümesi, Asır Matbaası, İstanbul 1315.

İkbal, Muhammed, Esrar ve Rumuz Benlik ve Toplum, çe Ali Yüksel, 2.bs., Birleşik Yay., İstanbul 1996.

_____, Yansımalar: Gençlik Notları, haz.Halil Toker, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2001.

Kaplan, Mehmet, “Bursalı İsmail Hakki’nin Mesnevî’nin Birinci Beytini Şerhi”, Bildiriler Mevlânâ’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Mevlânâ Semineri 15‑17 Aralık 1973, ss.33‑41.

Kara, Mustafa, “XIV ve X Yüzyıllarda Osmanlı Toplumunu Besleyen Türkçe Kitaplar”, UÜİFD., Cilt: 8, Sayı: 8, Yıl: 8, Bursa, 1999, ss.29-58.

_____, Din, Hayat, Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, 3.bs., Dergah Yay., İstanbul 19120.

Kâtib Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, haz. Şerafettin Yaltkaya-Rifat Bilge, I-II, MEB., İstanbul 1971.

Keklik, Nihat, İbnü’l‑Arabî’nin Eserleri ve Kaynakları İçin Misdak Olarak el‑Fütûhât el‑Mekkiyye, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1980.

Koçu, Reşat Ekrem, İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul Yay., İstanbul 1946.

Koner, M. Muhlis, Mesnevî’nin Özü, Kitap Basımevi, Konya 1957.

Konuk, Ahmed Avni, Fusûsu’l‑Hikem Tercüme ve Şerhi, haz. Mustafa Tahralı‑Selçuk Eraydın, 2.bs., İFAV Yay., İstanbul 1994.

Lermioğlu, Ayten, Hz. Mevlânâ ve Yakınları, Redhouse Yayınevi,  İstanbul 1969.

Mazıoğlu, Hasibe, “Mesnevî’nin Türkçe Manzum Şerhleri”, Bildiriler Mevlânâ’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Mevlânâ Semineri 15‑17 Aralık 1973, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara  1973, s.283‑284.

Méyérovitch, Eva de Vitray, İslâm’ın Güleryüzü, 3.bs., Şule Yay., İstanbul 1999.

Muslu, Ramazan, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf  (18. Yüzyıl), İnsan Yayınları, İstanbul 2003.

Mütevelli, Ahmet Fuat, “Mevlânâ, En Büyük Mürşit”, Bildiriler Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000,  ss.59-63.

Nahifî Süleyman Efendi, Mesnevî-i Şerîf Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahifî Tercümesi, I‑IV, haz. Amil Çelebioğlu, Sönmez Neşriyât, İstanbul 1967‑1972, I, A, ss.A-B, (Amil Çelebioğlu’nun, “Birkaç Söz” başlıklı yazısı)

Namlı, Ali, “İsmâil Hakkı Bursevî”, DİA, İstanbul 2001, XXIII, ss.102-106.

Nasr, Seyyid Hüseyin, “Sûfîlikte Şiirden Hikayeye”, Tasavvufî Makaleler, çe Adnan Aslan, ss.191-207.

_____, “Yedinci Yüzyıl Sûfîliği ve İbn Arabî Ekolü”, Tasavvufî Makaleler, çe Sadık Kılıç, İnsan Yayınları, İstanbul 2002, ss.111-116.

_____, İslâm Sanatı ve Maneviyatı, çe Ahmet Demirhan, İnsan Yayınları, İstanbul 1992.

Nedvî, Ebu’l-Hasan Ali, İslâm Önderleri Tarihi, çe Yûsuf Karaca, Kayhan Yay., İstanbul 1992.

Nicholson, R. A., Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, çe Ayten Lermioğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1973.

Nizami, K. A., “Hindistan”, DİA., XVIII, ss.85-92.

Ocak, Ahmet Yaşar, “Bir 13. Yüzyıl Mutasavvıf ve Sûfîsi Olarak Mevlânâ Celâleddîn Rûmî”, Türk Sufîliğine Bakışlar, ss.137-147.

_____, “Mevlânâ Dönemi Anadolu’sunda Tasavvuf Akımları ve Mevlânâ”, Türk Sufîliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul 1996, ss.88-97.

_____, “Mevlânâ Dönemi Anadolu’sunda Tasavvuf Akımları ve Mevlânâ”, Türk Sufîliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul 1996.

Önder, Mehmet,- Binark, İsmet-Sefercioğlu, Nejat, Mevlânâ Bibliyografyası, I‑II, Türkiye İş Bankası Yay., Ankara  1974.

Önder, Mehmet, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara  1986.

Öztuna, Yılmaz, Türk Tarihinden Yapraklar, MEB Yayınevi, İstanbul 1992.

Öztürk, Yaşar Nuri, Mevlânâ ve İnsan, Yeni Boyut Yay., İstanbul 1993.

_____, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler, Yeni Boyut Yay., İstanbul 19120.

Pekolcay, Necla, “Mevlânâ’nın İslâm Dininden Aldığı Genişleyen Tesir Gücü”, İslâmî Edebiyât, (Ekim-Aralık 19120), Dönem: 3, Sayı: 2, ss.10-12.

Qurbanzâde, Kâzım, “Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Hayatı Yaratıcılığı ve Felsefî Görüşleri”, Bildiriler Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, ss.223-230.

Rûmî, Mevlânâ Celâleddîn, Mecâlis-i Seb’a Mevlânâ’nın Yedi Öğüdü, çe Rizeli Hasan Efendioğlu M. Hulûsi, Bozkurt Basımevi, İstanbul 1937, (Feridun Nafiz Uzluk’un yazmış olduğu mukaddime: s.XIII)

_____, Mevlânâ, Mecâlis-i Seb’a: Yedi Meclis, çe Abdülbaki Gölpınarlı, Konya Turizm Derneği,    Konya 1965.

Sâmî, Şemseddîn, Kâmûsu’l-A’lâm, Mihrân Matbaası, İstanbul 1308.

Schimmel, Annemarie, “Mevlânâ Hindistan’da”, Mevlânâ ve Yaşama Sevinci, haz. Feyzi Halıcı, Güven Matbaası, Ankara 1978, ss.69-78.

_____, “Rumi Calal al-Din (604-672/1207-1273)”, The Encyclopedia of Religion, XII, pp.482-486.

_____, Ben Rüzgarım Sen Ateş: Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, çe Senail Özkan, Ötüken, İstanbul 1999.

Sevgi, H. Ahmet, “Mevlânâ’nın Dilinden Seyyid Burhaneddîn Muhakkik-i Tirmizî  (Seyyid-i Sırdan)”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 2, Kayseri 1985, ss.331-337.

Sipehsâlâr, Ferîdûn b. Ahmed, er-Risâle: Mevlânâ ve Etrafındakiler, çe Tahsin Yazıcı, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1977.

Şardağ, Rüştü, “Mevlânâ ve Mesnevî’deki Üslup,” Mevlânâ Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlânâ Üzerine Araştırmaları, haz. Feyzi Halıcı, Ülkü Basımevi, Konya 1983, ss.125‑129.

Taberî, Muhammed Ali, Zübdetü’l‑Âsâr, Müesseset‑i İntişârât‑i Emîr Kebîr, Tahran, 1372.

Tahirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, I-XIV, 2.bs., Şamil Yay., İstanbul ts.

Tarlan, Ali Nihad, “Bir Rübâînin Düşündürdükleri”, haz.Adnan Siyadet Tarlan, Ali Nihad Tarlan Hayatı ve Eserleri, Kültür Bakanlığı, Ankara 1995, ss.87-93.

Timurtaş, Faruk K., “Muinî’nin Manevî’si (Murâdiyye) -Mesnevî’nin İlk Manzum Çevirisi-, Bildiriler Mevlânâ’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Mevlânâ Semineri 15‑17 Aralık 1973, ss.258‑267.

Trimingham, J. Spencer, The Sufi Order in Islam, Oxford University Press, London, 1971.

Türer, Osman,  Türk Mutasavvıf ve Şairi Muhammed Nazmî, KB. Yay., Ankara  1988.

_____, “Mesnevî Şârihi İsmail-i Ankaravî’nin Tasavvufî Hayata Dair İkaz ve Tavsiyeleri”, 9. Milli Mevlânâ Kongresi Tebliğler 15-16 Aralık 1997, Konya, ss.93-102.

Türkmen, Erkan, The Essence of Rumi’s Masnevî, Misket Ltd., Konya 1992.

Ülken, Hilmi Ziyâ, İslâm Düşüncesi Türk Düşüncesi Tarihi Araştırmalarına Giriş, 2.bs., İstanbul 1995.

Ünver, İsmail, “Mesnevî”, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı II, Sayı: 215‑216‑217 (Temmuz‑Ağustos 1986), ss.439‑563.

Veled, Sultan, İbtidânâme, çe Abdülbaki Gölpınarlı, Güven Matbaası, Ankara 1976.

Yavuz, Kemal, “Mesnevî-i Şerif Üzerine Görüşler”, 1. Millî Mevlânâ Kongresi  (Tebliğler) 3-5 Mayıs 1985, Konya, ss.279-2120.

_____, Mevlânâ Mesnevî‑i Murâdiyye, Muînî’nin çevirisinden, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara  1982.

Yeniterzi, Emine, Mevlânâ Celaladdîn-i Rûmî, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1995.

Yetik, Erhan, “İsmail Rusûhî Ankaravî”, DİA, İstanbul 1991, III, ss.211-213.

Yılmaz, H. Kâmil, “Sarı Abdullah”, SGAD., VIII, ss.254-257.

Yücer, Hür Mahmut, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf  (19. Yüzyıl), İnsan Yayınları, İstanbul 2003.

 

Abstract

[İsa Celik, “Mesnevî-i Manevi”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 2005, Year: 6, Volume: 14, pp.]

In this article I studied on Mevlana’s famous book title Mesnevi-i Manevi (Mathnawi). Firstly, I shortly introduced to the life of Mevlana. Then I summarized the sources, contents, influences and importance of the Mathnawi. Mathnawi is the masterpiece of Mevlana Jalaluddin Rumi (672/1273), a sufi and a poet of XIII. century. Mathnawi’s source language is Persian. In this article, we have worked out to give information concerning the translation and commentaries of  Mevlânâ’s Sacred Poems (Mathnawi) as much as to reach its sources, which is the most popular work, great deal of written commentary in Islamic World. (It is one of the works in literature that the most number of interpretations and literal translations were made.) The some authors of the interpretators included in this study are at the following: Ismail-i Ankaravi (1041/1631), Sari Abdullah Efendi (1071/1661), Ismail Hakki Bursevi (1137/1725), Abidin Pasa (1324/11206), Kenan Rifai (1369/1950), Tahirü’l-Mevlevi (1370/1951) and Abdulbaki Golpinarli (1402/1982).

 

The Keywords: Mawlana Calaladdin Rumi, Mathnawi (Mawlana’s Sacred Poems), Sufism, Islamic Mysticism, Order, Mawlawi.

 

*  isacelik@atauni.edu.tr, isacelik@dostmail.com

[1] Abdurrahmân Câmî, Nefehâtu’l- Üns: Evliyâ Menkibeleri, çev. ve şrh. Lâmiî Çelebî, haz. Süleyman Uludağ ve Mustafa Kara, İstanbul 1995, s.634; Abidin Paşa, Tercüme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerîf, İstanbul 1324, s.6; Şemseddîn Sâmî, Kâmûsu’l-A’lâm, Mihrân Matbaası, İstanbul 1308, III, 1825; Bedîüzzaman Fürûzanfer, Mevlânâ Celâleddîn, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1986, s.1.

[2] Ferîdûn b. Ahmed-i Sipehsâlâr, er-Risâle: Mevlânâ ve Etrafındakiler, çev. Tahsin Yazıcı, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1977, s.33; Şemseddin Ahmed el-Eflâkî, Menâkibu’l-Ârifîn, nşr. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1995, I, 242; Hacı Reşid Paşa, Tasavvuf: Tarîkatler Silsilesi ve İslâm Ahlakı, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul 1965, 118.

[3] Sipehsâlâr, a.g.e., s.34; Eflâkî, a.g.e., I, 241; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.1; Şefik Can, Mevlânâ Hayatı Şahsiyeti Fikirleri, Ötüken, İstanbul 1995, s.32.

[4] Fürûzanfer, Mevlânâ, s.4-5; Can, a.g.e., s.32.

[5] Sipehsâlâr, a.g.e., s.34; Devletşâh, Tezkire-i Devletşâh, çev. Necati Lugal, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 19120, I, 297; Eflâkî, a.g.e., I, 169; Şemseddîn Sâmî, a.g.e., III, 1825; Tahir Büyükkörükçü, Mevlânâ ve Mesnevî, Bedir Yayınevi, İstanbul 1983, s.20; Fürûzanfer,Mevlânâ, s.8; Can, a.g.e., s.32.

[6] Sipehsâlâr, a.g.e., s.18; Eflâkî, a.g.e., I, 165; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.9; Emine Yeniterzi, Mevlânâ Celaladdîn-i Rûmî, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1995, s.2

[7]  Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, MEB Yayınevi, İstanbul 1992, s.249; Ayten Lermioğlu, Hz. Mevlânâ ve Yakınları, Redhouse Yayınevi,  İstanbul 1969, s.9; Mehmet Önder, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986, s.12.

[8] Şefik Can, Rubâîler: Mevlânâ’nın Rubâîleri, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2001, Rubâî No: 1496; Daha geniş bilgi için bakınız: Recep Bilginer, “Çağdaşımız Mevlânâ”, Bildiriler Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, KB., Ankara, 2000, s.148-149, ss.143-158; Ahmet Kabaklı, “Mevlânâ’nın Sosyal Görüşleri”, Bildiriler Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, s.184, ss.171-1120.

[9] Eflâkî, a.g.e., I, 170-171; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.13.

[10] Sipehsâlâr, a.g.e., s.20 vd.; Sultan Veled, İbtidânâme, çev. Abdülbaki Gölpınarlı, Güven Matbaası, Ankara 1976, s.240; Eflâkî, a.g.e., I, 169-170; Câmî, a.g.e., s.632; Devletşâh, a.g.e., I, 298-299; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.13.

[11] Eflâkî, a.g.e., I, 180-181; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.23.

[12] Eflâkî, a.g.e., I, 175.

[13] Âbidin Paşa, a.g.e., I, 7; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.24

[14] Sipehsâlâr, a.g.e., s.22; Âbidin Paşa, a.g.e., I, 7; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.27vd.

[15] Sipehsâlâr, a.g.e., s.22; Sarı Abdullah, a.g.e., I, 31; Eflâkî, a.g.e., I, 182; Nahifî Süleyman Efendi, Mesnevî-i Şerîf Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahifî Tercümesi, I‑IV, haz. Amil Çelebioğlu, Sönmez Neşriyât, İstanbul 1967‑1972, I, A, ss.A-B, (Amil Çelebioğlu’nun, “Birkaç Söz” başlıklı yazısı), Mahmut Hilmi, “Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî”, 4. Milli Mevlânâ Kongresi Tebliğler 12-13 Aralık 1989, Konya, s.149, ss.147-152; Amil Çelebioğlu, “Mevlânâ ve Mesnevî Hakkında Birkaç Söz”, Mevlânâ İle İlgili Yazılardan Seçmeler, haz., Vedat Genç, İstanbul 1994, s.113; Hilmi Ziyâ Ülken, İslâm Düşüncesi Türk Düşüncesi Tarihi Araştırmalarına Giriş, 2.bs., İstanbul 1995, s.143; Abdülmecid Fourcroy, “İslâm Tasavvufu ve Batı”, çev. Fuat Boyacıoğlu, s, Konya 1997, s.19, ss.19-28; Ahmet Kabaklı, Mevlânâ, Toker Yayınları, İstanbul 1972, s.20; Can, a.g.e., s.36; Hüseyin Güllüce, “Mevlânâ ve Kur’ân Tefsir‑i Açısından Mesnevî”, (Basılmamış Doktora Tezi, AÜSBE.), Erzurum, 1998, s.28; İbnü’l-Arabî ve Hz. Mevlânâ ilişkisi için bakınız: Schimmel, Annemarie, “Rumi Calal al-Din (604-672/1207-1273)”, The Encyclopedia of Religion, XII, p.484, pp.482-486; R. A. Nicholson, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, çev. Ayten Lermioğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1973, s.23; William Chittick, Varolmanın Boyutları, çev. Turan Koç, İnsan Yayınları, İstanbul 1997, s.255vd; Mehmet Aydın, “Muhyiddin-i Arabî ve Hz. Mevlânâ Yaklaşımı”, 1. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi (Tebliğler) 3-5 Mayıs 1987, Konya 1988, ss.299-306; Seyyid Hüseyin Nasr, “Yedinci Yüzyıl Sûfîliği ve İbn Arabî Ekolü”, Tasavvufî Makaleler, çev. Sadık Kılıç, İnsan Yayınları, İstanbul 2002, s.112, ss.111-116.

[16] Eflâkî, a.g.e., I, 185-186; Câmî, a.g.e., s.632; Âbidin Paşa, a.g.e., I, 8; Fürûzanfer,Mevlânâ,   34; Can, a.g.e., s.37.

[17] Sipehsâlâr, a.g.e., s.23; Eflâkî, a.g.e., I, 192; Âbidin Paşa, a.g.e., I, 8.

[18] Eflâkî, a.g.e., I, 212; Kâzım Qurbanzâde, “Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Hayatı Yaratıcılığı ve Felsefî Görüşleri”, Bildiriler Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, s.224, ss.223-230.

[19] Sipehsâlâr, a.g.e., s.118 vd.; Sultan Veled, İbtidânâme, s.244-247; Eflâkî, a.g.e., I, 223vd; Câmî, a.g.e., s.633; Devletşâh, a.g.e., I, 300; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.48, 52; Tâhiru’l- Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, I, 19; Güllüce, a.g.t., s.30vd.

[20] Fürûzanfer, Mevlânâ, s.52

[21] Sultan Veled, İbtidânâme, s.248; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1985, s.46; Can, a.g.e., s.45; .

[22] Sipehsâlâr, a.g.e., s.18; Eflâkî, a.g.e., II, 599; Sarı Abdullah, a.g.e., I, 26; Yaşar Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler, Yeni Boyut Yay., İstanbul 19120, s.328-329.

[23] Devletşâh, a.g.e., I, 304; Yunus Emre, Divân I-II, neşr: Mustafa Tatçı, Ankara, 19120, II, 239, şiir, 8. beyt; Tarlan, Mevlânâ, s.67; Amil Çelebioğlu, “Mevlânâ ve Mesnevî Hakkında Birkaç Söz”, Mevlânâ İle İlgili Yazılardan Seçmeler, s.114

[24] Devletşâh, a.g.e., I, 301; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.63-64; Can, 46-47; Güllüce, a.g.e., s.35; Seyyid Burhaneddîn-i Muhakkik-i Tirmizî hakkında daha geniş bilgi için bakınız: H. Ahmet Sevgi, “Mevlânâ’nın Dilinden Seyyid Burhaneddîn Muhakkik-i Tirmizî  (Seyyid-i Sırdan)”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 2, Kayseri 1985, ss.331-337.

[25] Sipehsâlâr, a.g.e., s.121; Sultan Veled, İbtidânâme, s.249-250; Eflâkî, a.g.e., I, 254, II, 189vd; Câmî, a.g.e., s.639; Sarı Abdullah, a.g.e., I, 35-36; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.67-68; Can s.47.

[26] Sipehsâlâr, a.g.e., s.121 vd.; Eflâkî, a.g.e., I, 255, II, 193; Câmî, a.g.e., s.640; Sarı Abdullah, a.g.e., I, 36; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.75-76

[27] Bu sözün kaynağına ulaşamadım.

[28] Sipehsâlâr, a.g.e., s.124-125; Eflâkî, a.g.e., I, 256-257; Câmî, a.g.e., s.640-641; Âbidin Paşa, a.g.e., I, 9; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.76-77; Can., a.g.e., s51.

[29] Sultan Veled, İbtidânâme, s.50-52; Eflâkî, a.g.e., II, 195-196, 205; Âbidin Paşa, a.g.e., I, 9-10; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.88, 91.

[30] Sipehsâlâr, a.g.e., s.129; Sultan Veled, İbtidânâme, s.59; Eflâkî, a.g.e., II, 278vd; Âbidin Paşa, a.g.e., I, 10; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.99-100; Can, a.g.e., s.52

[31] Sipehsâlâr, a.g.e., s.130; Âbidin Paşa, a.g.e., I, 10; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.103 vd.; Ârif Etik, Şems ve Mevlânâ, Sebat Ofset, Konya 1982, s.33vd.

[32] Fürûzanfer, Mevlânâ, s.125

[33] Sipehsâlâr, a.g.e., s.131; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.125; Can, a.g.e., s.63

[34] Eflâkî, a.g.e., II, 288; Can, a.g.e., s.62

[35] Sipehsâlâr, a.g.e., s.131; Sultan Veled, İbtidânâme, s.87-88; Eflâkî, a.g.e., II, 294; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.126; Can, a.g.e., s.62-3

[36] Sipehsâlâr, a.g.e., s.136-137; Sultan Veled, İbtidânâme, s.141-142; Eflâkî, a.g.e., II, 313vd; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.137;-138 Can, a.g.e., s.67-69

[37] Sipehsâlâr, a.g.e., s.138; Sultan Veled, İbtidânâme, s.143-147, 199; Eflâkî, a.g.e., II, 324-325; Fürûzanfer, Mevlânâ, s.141, 144; Can, a.g.e., s.73.

[38] Âbidin Paşa, a.g.e., I, 10

[39] Sipehsâlâr, a.g.e., s.144-145 vd.; Sultan Veled, İbtidânâme, s.163-195; Eflâkî, a.g.e., II, 367.

[40] Sipehsâlâr, a.g.e., s.113-114; Eflâkî, a.g.e., II, 167; Fürûzanfer, Mevlânâ,   149-50; Gölpınarlı, Mevlânâ, s.126-128; Can, a.g.e., s.80. Eva de Vitray Méyérovitch, İslâm’ın Güleryüzü, 3.bs., Şule Yay., İstanbul 1999, s.94.

[41] Annemarie Schimmel, Ben Rüzgarım Sen Ateş: Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, çev. Senail Özkan, Ötüken, İstanbul 1999, s.7.

[42] Fürûzanfer, Mevlânâ, s.200-201; Can, a.g.e., s.383.

[43] Fürûzanfer, Mevlânâ, s.201

[44] Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn, s.269

[45] Rubâîler, İstanbul Ahter Matbaası’nda, 1312/1896 yılında basılmıştır. 1659 rubâîyi veya 3318 beyti ihtiva etmektedir. Bu eserin beyitlerinden bazılarının karinelerinin şahitliği ile, Mevlânâ’ya aittir. Ancak bir kısmı için bunu ifade etmek mümkün değildir; bu nedenle, bu kısmın ona ait olduğunda ciddi şüpheler vardır. (Fürûzanfer, Mevlânâ, s.223; Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn, s.270) Mevlânâ’nın Türkiye’de basılan Rubâîleri ve tercümeleri için bakınız: Can, Rubâîler: Mevlânâ’nın Rubâîleri, s.IX-X.

[46]  Fürûzanfer, Mevlânâ, s.229; Can, a.g.e., s.385-386

[47] Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mevlânâ, Mecâlis-i Seb’a: Yedi Meclis, çev. Abdülbaki Gölpınarlı, Konya Turizm Derneği,

Konya 1965, s.3-4.

[48] Fürûzanfer, Mevlânâ, s.225-6; Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn, s.271; Can, a.g.e., s.386

[49] Fürûzanfer, Mevlânâ, s.226.

[50] Fürûzanfer, Mevlânâ, s.223; Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn, s.271

[51] Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, I-XV, Dâru Sâdır, Beyrut, ts., XIV, 115, 119; Âsım Efendi, a.g.e., IV, 893-895; Güllüce, a.g.t., s.72.

[52] Pakalın, a.g.e., II, 488; Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, Türkiye Yay., İstanbul 1973, I, 619.

[53]İsmail Ünver, “Mesnevî”, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı II, Sayı: 215‑216‑217 (Temmuz‑Ağustos 1986), s.439‑440, ss.439‑563.

[54] Yılmaz Öztuna, “Mesnevî”, Türk Ansiklopedisi, XXIV, 46.

[55] Schimmel, Ben Rüzgarım Sen Ateş, s.9;  Kul Sadi, a.g.e., s.33.

[56] A. J. Arberry, Tasavvuf: Müslüman Mistiklere Toplu  Bakış, çev. İbrahim Kapaklıkaya, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2004, s.108.

[57] Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm Sanatı ve Maneviyatı, çev. Ahmet Demirhan, İnsan Yayınları, İstanbul 1992, s.154.

[58] Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB., İstanbul 1987, I, 314; Abdülbaki Gölpınarlı, Mesnevî ve Şerhi, I-VI, MEB., İstanbul 1985, I, Sunuş, XXXVI.

[59] Banarlı, a.g.e., I, 314; Gölpınarlı, Mesnevî, Sunuş, XXXVIII.

[60] Fürûzanfer, Mevlânâ, s.147-148, 212-213.

[61] Mevlânâ Celaleddîn-i Rumî, Mecâlis-i Seb’a Mevlânâ’nın Yedi Öğüdü, çev. Rizeli Hasan Efendioğlu M. Hulûsi, Bozkurt Basımevi, İstanbul 1937, (Feridun Nafiz Uzluk’un yazmış olduğu mukaddime: s.XIII); Nahifî Süleyman, a.g.e., I, 6; M. Nuri Gençosman, Mevlânâ’dan Seçme Rubailer, Türkiye İş Bankası Yay., Ankara, 1964, s.15; Gölpınarlı, Mevlânâ Dîvân, s.LXXVIII; Kabaklı, Türk Edebiyatı, II, 159; İzbudak, a.g.e., I, (Gölpınarlı, Önsöz .C).

[62] Tahirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, I-XIV, 2.bs., Şamil Yay., İstanbul ts., I, 20-21; Ahmed Ateş, “Konya Kütüphanelerinde Bulunan Bazı Mühim Yazmalar”, Belleten, TTK. Basımevi, Ankara, 1952, 16, Sayı: 61-64, s.99, ss.49-130; İzbudak, Mesnevî, I, (Gölpınarlı, Önsöz, B-C); Yetik, a.g.e., s.68; Güllüce, a.g.t., s.76-77.

[63] Fürûzanfer, Mevlânâ, s.385; Müellif burada mezkur ciltte yapılan yanlış ve hatalı kullanımlara örnekler vermektedir.

[64] Fürûzanfer, Mevlânâ,  s.387-388; Mesnevî’de, “Eğer akıl bu yolda kılavuzluk edebilse idi, Fahrî Razî dinin ince bilgilerinin bilicisi olurdu” denilmektedir. Âbidin Paşa (Tercüme ve Şerhi Mesnevî-i Şerîf, II, 276) ve Ankaravî İsmail Efendi de söz konusu zatın Farhuddîn-i Razî olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Daha geniş bilgi için bakınız: Fürûzanfer, a.g.e., s.78-120.

[65] Fürûzanfer, Mevlânâ,  s.388.

[66] Fürûzanfer, a.g.e., s.389-3120.

[67] Âbidin Paşa, a.g.e., I, 11.

[68] William Chittick, Hayâl Âlemleri İbn Arabî ve Dinlerin Çeşitliliği Meselesi, trc. Mehmet Demirkaya, Kaknüs Yay., İstanbul 1999, s.11.

[69] M. Muhlis Koner, Mesnevî’nin Özü, Kitap Basımevi, Konya 1957, s.XVI-XVII; İbnü’l-Arabî’nin hayatı için bakınız: Nihat Keklik, İbnü’l‑Arabî’nin Eserleri ve Kaynakları İçin Misdak Olarak el‑Fütûhât el‑Mekkiyye, Edebiyat Fakültesi Matb., İstanbul 1980; Toshihiko Izutsu, “Ibn al-’Arabi (560-638/1165-1240)”, The Encyclopedia of Religion, I-XVI, Collier Macmillan Publshers, London, 1987, VI, pp.552-557.

[70] İzbudak, Mesnevî, I, (Gölpınarlı, Önsöz.C.)

[71] Bu nüshaların bulunduğu yerler için bakınız: Mehmet Önder-İsmet Binark-Nejat Sefercioğlu, Mevlânâ Bibliyografyası, I‑II, Türkiye İş Bankası Yay., Ankara, 1974, II, 3‑91.

[72] Önder ve Diğerleri, a.g.e., II, 95‑109; Güllüce, a.g.t., s.77.

[73] Fürûzanfer, Mevlânâ,  s.396.

[74] Fürûzanfer, a.g.e., s.396-397.

[75] Bu sayının diğer bazı nüshalarla mukayesesi şöyledir: 1. Reynold Alleyne Nicholson’a göre 25650 beyit; 687 tarihli Elif Efendi nüshası: 25689 beyit. 3. Sahîh Ahmet Dede’ye göre: 25585 beyit; 4. Gazzî Dede Mecmuasına göre: 25820 beyit. 5. Veliyyüddin Efendideki nüshaya göre: 25956 beyit. 6. Edirne Selimiye’deki 709 tarihli nüshaya göre 25669 beyit. 7. Eflaki’ye göre: 26660 beyittir. (Eflâkî, a.g.e., II, 204; Nafız Uzluk, “Mesnevî’nin Batıdaki Tercümeleri” Türk Yurdu Mevlânâ Özel Sayısı, 3. Cilt, Sayı:8‑9-10, (Temmuz, 1964), s.31.) Gölpınarlı, nüsha farklılıklarını da değerlendirerek Mesnevî’nin beyit sayısının 25680 olduğunu tespit etmiştir. (Yaşar Nuri Öztürk, Mevlânâ ve İnsan, Yeni Boyut Yay., İstanbul 1993, s.33.); Görüldüğü gibi beyit sayısı, Eflaki’ye göre, diğerlerinden 1000 civarında fazladır. Bunun sebebi ise Eflâkî’den anlaşıldığı üzere, Mevlânâ zamanında birisi tarafından Mesnevî’ye kendi üslûbunda karıştırılan beyitlerin ilave edilmesidir. (Fürûzanfer, Mevlânâ,  s.396.); Güllüce, a.g.t., s.78; Bu fazla beyitler mânanın özüne fazla etki etmeyen bazı izahları ihtiva etmektedir.

[76] Amil Çelebioğlu, “Muhtelif Şerhlere Göre Mesnevî’nin İlk Beytiyle İlgili Düşünceler”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB., İstanbul 1998, s.544, ss.525-545; Faruk K. Timurtaş, “Muinî’nin Manevî’si (Murâdiyye) -Mesnevî’nin İlk Manzum Çevirisi-, Bildiriler Mevlânâ’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Mevlânâ Semineri 15‑17 Aralık 1973, s.258, ss.258‑267; Can, a.g.e., s.382; Mustafa Kara, “XIV ve XV. Yüzyıllarda Osmanlı Toplumunu Besleyen Türkçe Kitaplar”, UÜİFD., Cilt: 8, Sayı: 8, Yıl: 8, Bursa, 1999, s.54, ss.29-58.

[77] Hacıtahiroğlu, a.g.e., s.5.

[78] Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, I‑II, Matbaa‑i Âmire, İstanbul 1333/1915, I, 176; Hasibe Mazıoğlu, “Mesnevî’nin Türkçe Manzum Şerhleri”, Bildiriler Mevlânâ’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Mevlânâ Semineri 15‑17 Aralık 1973, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara, 1973, s.283‑284; Osman Türer, Türk Mutasavvıf ve Şairi Muhammed Nazmî, KB. Yay., Ankara, 1988, s.103.

[79] Hilmi, a.g.m, s.150.

[80] Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf  (19. Yüzyıl), İnsan Yayınları, İstanbul 2003, s.787.

[81] İbnü’s-Seyyid Gâlib, Mesnevî-i Şerîf Tercümesi, Asır Matbaası, İstanbul 1315.

[82] Yeniterzi, a.g.e., s.94; Can, a.g.e., s.383.

[83] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.145; İzbudak, Mesnevî, I, (Gölpınarlı, Önsöz.K)

[84] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.145; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.8; Mazıoğlu, a.g.m., s.287vd, ss.275‑296; Yeniterzi, a.g.e., s.94; Can, a.g.e., s.382.

[85] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.146; Mazıoğlu, a.g.m., s.292.

[86] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.146.

[87] Gölpınarlı, a.g.e., s.146; Mazıoğlu, a.g.m., s.294.

[88] Çelebioğlu, a.g.e., s.545.

[89] Mazıoğlu, a.g.m., s.2120‑291; Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf  (18. Yüzyıl), İnsan Yayınları, İstanbul 2003, 371.

[120] Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.9; Yeniterzi, a.g.e., s.94; Can, a.g.e., s.383.

[91] Fürûzanfer, Mevlânâ,  s.397-399; Can, a.g.e., s.382.

[92] Türk Ansiklopedisi, X, 112; Gölpınarlı, a.g.e., s.142; Çelebioğlu, a.g.e., s.544; Türk Ansiklopedisi, X, 112; Can, a.g.e., s.380.

[93] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.142; Çelebioğlu, a.g.e., s.544; Hayrî Bey, a.g.e., s.7; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.6; Can, a.g.e., s.380.

[94] Önder ve Diğerleri, a.g.e., II, 193.

[95] Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.6.

[96] Gölpınarlı, a.g.e., s.142.

[97] Çelebioğlu, a.g.e., s.544.

[98] Samî, a.g.e., I, 439; Hoca-zâde, Ziyâret, s.71; Ali Canib, “Ankaravî İsmail Efendi”, Hayat, Cilt: I, Sayı:21, 23 Nisan 1927, Ankara, 1927, ss.3-5; Türk Ansiklopedisi, “Celâleddîn-i Rûmî”, X, 112; Galanti, a.g.e., s.102-103; Çelebioğlu, a.g.e., s.545; Can, a.g.e., s.380; Erkan Türkmen, The Essence of Rumi’s Masnevî, Misket Ltd., Konya 1992, p.63; Ethem Cebecioğlu, “Ankaravî İsmail Rusûhî”, SGAD., VIII, 221, ss.219-222; Osman Türer, “Mesnevî Şârihi İsmail-i Ankaravî’nin Tasavvufî Hayata Dair İkaz ve Tavsiyeleri”, 9. Milli Mevlânâ Kongresi Tebliğler 15-16 Aralık 1997, Konya, s.93, ss.93-102.

[99] Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi, II, 699; Yetik, a.g.e., 67-68.

[100] İbrahim Alâettin Gövsa, Meşhur Adamlar, I-IV, Sedat Simavî Yay., İstanbul, 1933‑1935, II, 797.

[101] Yetik, a.g.m., DİA, III, 212.

[102] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.144; Can, a.g.e., s.380; Çelebioğlu, a.g.e., s.545; Cengiz Gündoğdu, Bir Türk Mutasavvıfı Abdülmecîd Sivâsî, KB. Yay., Ankara, 2000, s.233-237, 240-241.

[103] Türk Ansiklopedisi, “Celâleddîn‑i Rûmî”, X, 112.

[104] Çelebioğlu, a.g.e., s.545; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.6; Fuat Bayramoğlu, “Molla‑yı Rûm ve Şeyhü’r‑Rûm Gönüldaşlar,” Mevlânâ Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlânâ Üzerine Araştırmaları, haz. Feyzi Halıcı, s.143, ss.143‑159; H. Kâmil Yılmaz, “Sarı Abdullah”, SGAD., VIII, 255, ss.254-257; Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul Yay., İstanbul 1946, I, 34-35.

[105] Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi, II, 700; H. Kâmil Yılmaz, “Sarı Abdullah Efendi”, SGAD.,VIII, 254.

[106] Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi, II, 700; Yılmaz, “Sarı Abdullah Efendi”, SGAD., VIII, 255-256.

[107] Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi, II, 700.

[108] Hayrî Bey, a.g.e., s.7; Çelebioğlu, a.g.e., s.545, Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.6; Bayramoğlu, a.g.m., s.150; Can, a.g.e., s.381, ss.-308-318; Ali Namlı, “İsmail Hakkı Bursevî”, SGAD., VIII, 316.

[109] Türk Ansiklopedisi, X, 112; Ali Namlı, “İsmâil Hakkı Bursevî”, DİA, İstanbul 2001, XXIII, 104, ss.102-106.

[110] Mehmet Kaplan, “Bursalı İsmail Hakki’nin Mesnevî’nin Birinci Beytini Şerhi”, Bildiriler Mevlânâ’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Mevlânâ Semineri 15‑17 Aralık 1973, s.34, ss.33‑41.

[111] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.145; Can, a.g.e., s.381.

[112] Ali Canib, a.g.m., s.5; İbrahim Alâettin Gövsa, Meşhur Adamlar, I, 18‑19; Heyet, Ansiklopedik Sözlük Dil ve Genel Kültür Ansiklopedisi, I, 15; Çelebioğlu, a.g.e., s.545; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.8; Kırboğa, a.g.e., I, 265; Aksun, a.g.e., VI, 432; Pekolcay, a.g.e., s.109; İzbudak, a.g.e., (Gölpınarlı, s.Önsöz, Y); Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatlar, s.325; Can, a.g.e., s.381; Aksu, a.g.e., I, 77.

[113] Çelebioğlu, a.g.e., s.545; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.8-9; Ergün, a.g.e., II, 573.

[114] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.145; Can, a.g.e., s.381.

[115] Prof. Dr. Mustafa Tahralı, Prof. Dr. Mehmet Demirci, Prof. Dr. Osman Türer, Doç. Dr. Dilaver Gürer.

[116] Can, a.g.e., s.381.

[117] Çelebioğlu, a.g.e., s.545; Can, a.g.e., s.381; Türkmen, a.g.e., s.63.

[118] Önder ve Diğerleri, a.g.e., II, 191; Aytekin, a.g.t., s.238; Süleymaniye Kütüphanesi, Tahir Ağa, No: 43’te kayıtlıdır. Nablûsî hakkında geniş bilgi için bakınız: Alaaddîn Bekrî, Abdülgnî Nablûsî Hayatı ve Fikirleri, çev. Veysel Uysal, İnsan Yay., İstanbul 1995.

[119] Önder ve Diğerleri, a.g.e., II, 137vd.

[120] Önder ve Diğerleri, a.g.e., II, 140vd; Aytekin, a.g.t., s.222vd.

[121] Kemal Yavuz, “Mesnevî-i Şerif Üzerine Görüşler”, 1. Millî Mevlânâ Kongresi  (Tebliğler) 3-5 Mayıs 1985, Konya, s.283, ss.279-2120.

[122] Mehmed Tahir, a.g.e., I, 169.

[123] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.145.

[124] Mazıoğlu, a.g.m., s.280; Önder ve Diğerleri, a.g.e., II, 189.

[125] Mazıoğlu, a.g.m., s.282; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.6-7; Yeniterzi, a.g.e., s.94; Güllüce, a.g.t., s.78.

[126] Önder ve Diğerleri, a.g.e., II, 147, 151; Aytekin, a.g.t., s.226.

[127] Güllüce, a.g.t., s.78.

[128] Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.7; Mazıoğlu, a.g.m., s.294.

[129] Mehmed Tahir, a.g.e., I, 131; Ali Bayram-Sadi Çöğenli, Seyfettin Özege Bağış Kitapları Kataloğu (Kitap Adına Göre),  Atatürk Üni. Basımevi, Erzurum, 1978, I-II, 396; Hâlisiyye şubesi çeşitli halifeler vasıtasıyla Anadolu’ya girmiş, Urfa, Sivas, Erzurum, İstanbul ve Karaman dolaylarında yaygınlık kazanmıştır. Bu gün dahi faaliyetleri devam etmektedir.  (Yücer, a.g.e., s.40, 787, 854)

[130] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.146.

[131] Gülek, a.g.m., s.246; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.9; Yeniterzi, a.g.e., s.95; Güllüce, a.g.t., s.79.

[132]Türk Ansiklopedisi, “Celâleddîn-i Rûmî”, X, 112; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.10; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.144; Erhan Yetik, “İsmail Rusûhî Ankaravî”, DİA, İstanbul 1991, III, 212, ss.211-213.

[133] Kâtib Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, haz. Şerafettin Yaltkaya-Rifat Bilge, I-II, MEB., İstanbul 1971, II, 1587; Türk Ansiklopedisi, “Celâleddîn-i Rûmî”, X, 112; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.9; Hüseyin Ayan, “On Sekiz Beyte iki Türlü Bakış”, 1. Millî Mevlânâ Kongresi  (Tebliğler) 3-5 Mayıs 1985, s.326, 1. dipnot, ss.325-330; Ahmet Fuat Mütevelli, “Mevlânâ, En Büyük Mürşit”, Bildiriler Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, s.62, ss.59-63; Adı geçen eserin ismi önceden Künûzü’l-Hakayık fî Rumûzi’d-Dekâyık iken sonradan değiştirilmiştir.  (Önder ve Diğerleri, a.g.e., II, 120.)

[134] Muhammed Ali Taberî, Zübdetü’l‑Âsâr, Müesseset‑i İntişârât‑i Emîr Kebîr, Tahran, 1372, s.347-351; Fürûzanfer, Mevlânâ,  s.396-397; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.10; İzbudak, Mesnevî, I, (Gölpınarlı, Önsöz M, T, Y); Türk Ansiklopedisi, “Celâleddîn-i Rûmî”, X, 112; N.A. Galoch, “Mesnevî’nin Hint Yarımadasında Kaydettiği Gelişme,” Mevlânâ ve Yaşama Sevinci, haz. Fevzi Halıcı, s.282‑283; Hayrî Bey, a.g.e., s.7; Orhan Bilgin, “Bedîüzzaman Fürûzanfer”, DİA, İstanbul 1992, V, 328, ss327-328; Türkmen, a.g.e., s.64; Yeniterzi, a.g.e., s.95; Önder ve Diğerleri, a.g.e., II, 113vd; Güllüce, a.g.t., s.81; Aytekin, a.g.t., s.217vd.

[135] Önder ve Diğerleri, a.g.e., II, 135vd.

[136] L. W. Carp, “Uluslararası Rûmî Derneğinin Çalışmaları”, Uluslararası İkinci Mevlânâ Semineri Bildirileri 15-17 Aralık 1976, Güven Matb., Ankara, 1977, s.88, ss.88-91.

[137] Nevit Oğuz Ergin, “Batıda Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî”, Bildiriler Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, s.316, ss.315-321.

[138] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.149; Lermioğlu, Mevlânâ ve Yakınları, s.49; Carp, a.g.m., s.88; Hacıtahiroğlu, a.g.e., Önsöz, s.10-11.

[139] İzbudak, Mesnevî, s.(Gölpınarlı, Önsöz, M); Carp, a.g.m., s.89.

[140] Gölpınarlı, a.g.e., s.150; Carp, a.g.m., s.88; Kul Sadi, a.g.e., s.185; Türkmen, a.g.e., s.64.

[141] Schimmel, “Rumi Calal al-Din”, The Encyclopedia of Religion, XII, p.485; Carp, a.g.m., s.89.

[142] Yetik, a.g.m., DİA, III, 212.

[143] Günümüzde Mesnevî Şerhleri ile alakalı yapılan Doktora ve Yüksek Lisans çalışmalarından birkaçı şunlardır: Doktora Tezleri: İsa Çelik, Âbidin Paşa (1259/1843-1324/11206)’nın Mesnevî Şerhi ve Tasavvufî Düşünceleri, (Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2001, Basılmamıştır.); Ülker Aytekin, Sarı Abdullah Efendi ve Mesnevî-i Şerif Şerhi,  (MÜSBE., İstanbul 2002, Basılmamıştır.); Yüksek Lisans Tezleri: Saliha Baryaman, İsmail Hakkı Bursevî Ruhu’l-Mesnevî  (Birinci Cilt) İnceleme-Metin,  (UÜSBE., Bursa 1999, Basılmamıştır.); Selahattin Durgun, Sarı Abdullah ve Şerh-i Mesnevî  (Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî),  (SÜSBE., Konya 1993, Basılmamıştır); Orhan Baştürk, Sürûrî’nin Mesnevî Şerhi Tanıtım-İndeks-Tenkitli Metin  ((s.a.v.)1b-40a),  (SÜSBE., Konya 1997, Basılmamıştır.); Ömer Bektaş, Rusûhî İsmail Efendi ve Mesnevî-i Şerif Şerhi,  (SÜSBE., Konya 1993, Basılmamıştır.)

[144] Güllüce, a.g.t., s.81.

[145] Bedîuzzaman Fürûzanfer, Ehâdîs-i Mesnevî, Müesseset-i İntişârât-ı Emîr-i Kebîr, Tahran, 1370.

[146] H. Ritter, “Celâleddîn‑i Rûmî”, İslâm Ansiklopedisi, III, 57, ss.53-59; Fürûzanfer, Mevlânâ Celaleddin, s.46vd; Arberry, Tasavvuf, s.104; Nasr, İslâm Sanatı ve Maneviyatı,s.155-160; Chittick, Varolmanın Boyutları, s.261; Schimmel, Ben Rüzgarım Sen Ateş, s.13; Ahmet Yaşar Ocak, “Mevlânâ Dönemi Anadolu’sunda Tasavvuf Akımları ve Mevlânâ”, Türk Sufîliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul 1996, s.92-93, ss.88-97; a.mlf., “Bir 13. Yüzyıl Mutasavvıf ve Sûfîsi Olarak Mevlânâ Celâleddîn Rûmî”, Türk Sufîliğine Bakışlar, s.142, 144, ss.137-147; Ali Nihad Tarlan, “Bir Rübâînin Düşündürdükleri”,haz.Adnan Siyadet Tarlan, Ali Nihad Tarlan Hayatı ve Eserleri, Kültür Bakanlığı, Ankara 1995, s.92, ss.87-93; Güllüce, a.g.t., s.120-94.

[147] Feridun Nafiz Uzluk, Fürûzanfer, Mevlânâ Celaleddin Tercümesi, (Çevirenin önsözünde) s.25-33; Orhan Bilgin, “Bedîuzzaman Fürûzanfer”, DİA., V, 327‑328.

[148] Bedîüzzaman Fürûzanfer, Meâhiz‑i Kasas ve Temsîlât‑ı Mesnevî, 4.bs., Muesseset-i İntişarât-ı Emîr Kebîr, Tahran, 1370, Mukaddime, A-D; Tefsîr ve Üsûlü ile İlgili OlanlarTefsîr‑i Ebû’l‑Fütûh‑i Razî-Cemalüddîn Hüseyin er‑Râzî (Farsça Tefsir VI. asır), Tefsîr‑i Kebîr‑Fahreddîn er‑Râzî, Tefsîr‑i Nisâbûrî, Nizâmuddîn Hasan el‑Kûmî, Tefsîr‑i Taberî-İbn‑i Cerîr et‑Taberî, Tefsîr‑i Zemahşerî‑Zemahşerî, Tefsîr‑i Sülemî‑Sülemî, Müfredât‑ Rağib el‑İsfehanî, Esbâbu’n‑Nüzûl‑Vahidî. Hadîs ve Rical KitaplarıSahîh‑i BuhârîSahîh‑i MüslimDelâilu’n‑Nübüvve‑Ebû Nü’aym el‑İsfehânî, Muvatta‑İmam Malik, Müstedrek‑el‑Hâkim en‑Nisâbûrî, Nevâdirü’l‑Usûl‑el‑Hâkim et‑Tirmizî, Sıfatu’s‑Safve-Abdurrrahman b. İbnü’l‑Cevzî, Tabakât‑İbn Sa’d, Usdu’l‑ Ğâbe‑ İbnü’l‑Esir. Fıkıh ile ilgili OlanlarHidâye‑el‑Merğinânî. Kalâm İle ilgili OlanlarEl‑Milel ve’n‑Nihal‑Şehristâni. Tasavvuf ile İlgili OlanlarEsrârü’t‑Tevhîd‑Muhammed b. Münevver b. Ebî Daîd, Hilyetu’l‑ Evliyâ‑Ebû Nu’aym el‑İsfehânî, el‑Lüma’‑Ebû Nasr es‑Serrâc et‑Tûsî, Keşfu’l‑Mahcûb‑Hucvirî, Telbîsu İblîs‑Ebu’l‑Ferec Abdurrahman İbnu’l‑Cevzî el‑Bağdadî. Hikmet ve Felsefe ile İlgili Olanlarİskender‑nâme ve Divân‑ı Mecnûn‑Nizâmî, Merzubân‑nâme‑ Merzubân b. Rüstem b. Şervin, Rabi’u’l‑Ebrâr‑ Zemahşerî, Cevâmi’u’l‑Hikayât‑Avfî, Acâib‑nâme (Acâibu’l‑Buldan)-Ebû’l‑Müeyyed el‑Belhî, Muhadârâtu’l‑ Udebâ‑er‑Râğib el‑İsfehânî, Nesru’d‑Dürer‑Ebû Said, Kâbûs‑nâme‑Keykâvûs, Sindbad‑nâme‑ Meçhûl (Rûdekî’nin Farsça manzûm Çevirisi.) Lügat ve Belagâtİle İlgili OlanlarNehcü’l‑Belağa‑Hz. Ali, Kitâbü’l‑Hayavân ve el‑Beyân ve’t‑ Tebyîn ve Kitâbü’l‑ Buhelâ‑Cahiz, el‑Ikdu’l‑Ferîd‑İbn Abdi Rabbih, Kitabu’l‑Egânî‑ Ebu’l‑Ferec el‑İsfehânî, ‘Uyûnu’l‑Ahbâr‑İbn Kuteybe, Mu’cemu’l‑Udebâ ve Mu’cemu’l‑ Buldân‑Yakut el‑Hamevî, Divân‑ı Mütenebbî‑el‑Mütenebbî, Mu’cemu’l‑Emsâl‑Meydânî, Mu’cemu’ş‑ Şu’arâ‑Mezubânî, Sıhah‑ı Cevheri‑ Cevherî, el‑Kitâb‑ Sibeveyh, Tâcu’l‑‘Arûs‑ez‑Zebidî, Kitâbu’l‑Ezkiyâ‑ Ebu’l‑ Ferec İbn Kayyım İbnu’l‑ Cevzî. Tarih İle ilgili OlanlarTarih‑i Taberî‑İbn Cerir et‑Taberî, Kasasu’l‑Enbiyâ‑Saâlebî, Sîretu İbn Hişâm‑İbn Hişâm, el‑Kâmil fi’t‑Târîh‑İbnu’l‑Esir, en‑Nücûmu’z‑Zâire‑İbn Tağriberdi, Letâif‑Ubeyd-i‑Zâkânî, Tarîhu Bağdat‑ El‑Bağdadî, Tarih‑i BeyhâkîKasas‑ı Enbiyâ‑Kisâî, el‑Bidâye ve’n‑Nihâye‑İbn Kesîr. Tıp ile İlgili OlanlarEl‑Kanûn‑İbn Sinâ, Zahîre‑i Harzemşâh‑İsmail Cürcâni. 89. (Fürûzanfer, Meâhiz‑i Kasas, Mukaddime, A-D; Güllüce, a.g.t., s.94-95.)

[149] Muhammed İkbal, Yansımalar: Gençlik Notları, haz.Halil Toker, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2001, s.79.

[150] Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi, I, 313.

[151] Büyükkörükçü, Mevlânâ ve Mesnevî, s.61-62.

[152] Banarlı, a.g.e., I, 313‑314; Adnan Karaismailoğlu, “Tasavvufî Şiir Geleneğinde Mevlânâ’nın Yeri ve Önemi”, 6. Millî Mevlânâ Kongresi  (Tebliğler) 24-25 Mayıs 1992, Konya 1993, s.88, ss.87-120.

[153] Devletşâh, a.g.e., I, 299; Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi, I, 314; Fürûzanfer, Mevlânâ,  s.393; Hilmi, a.g.m., s.148; Mütevelli, a.g.m., s.59.

[154] Rüştü Şardağ, “Mevlânâ ve Mesnevî’deki Üslup,” Mevlânâ Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlânâ Üzerine Araştırmaları, haz. Feyzi Halıcı, Ülkü Basımevi, Konya 1983, s.125, ss.125‑129.

[155] İzbudak, a.g.e., I, (Gölpınarlı, Önsöz .C-D).

[156] Banarlı, a.g.e., I, 314

[157] Köprülü, a.g.e., s.194-195.

[158] İkbal, Yansımalar, s.38.

[159] Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi, I, 314.

[160] A. J. Arberry, “Tasavvuf”, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti,haz. P. M. Holt ve Diğerleri, çev. Yaşar Nuri Öztürk, IV, s.171, ss.145-176.

[161] Semiha Ayverdi, “1959 Şeb-i Arûz Konferansı”, Âbide Şahsiyetler, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976, s.17, ss.12-18.

[162] Seyyid Hüseyin Nasr, “Sûfîlikte Şiirden Hikayeye”, Tasavvufî Makaleler, çev. Adnan Aslan, s.201, ss.191-207.

[163] Banarlı, a.g.e., I, 314.

[164] Selçuk Eraydın, “Bizim Neslimiz Mevlânâ’yı Bilmiyor”, Mevlânâ İle İlgili Yazılardan Seçmeler, haz. Vedat Genç, İstanbul 1994, s.149-150, ss.146-151.

[165] Necla Pekolcay, “Mevlânâ’nın İslâm Dininden Aldığı Genişleyen Tesir Gücü”, İslâmî Edebiyât, (Ekim-Aralık 19120), Dönem: 3, Sayı: 2, s.10, ss.10-12.

[166] Ayverdi, “Mesnevî Terbiyesi ve İnsanlık Alemi”, Âbide Şahsiyetler, s.35, ss.29-43.

[167] Arif Etik, “Mevlânâ’da Hakka Yakarış ve Yalvarış,” Mevlânâ Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlânâ Üzerine Araştırmaları, haz. Feyzi Halıcı, s.51, ss.50‑55.

[168] Ahmed Avni Konuk, Fusûsu’l‑Hikem Tercüme ve Şerhi, haz. Mustafa Tahralı‑Selçuk Eraydın, 2.bs., İFAV Yay., İstanbul 1994, I, 7.

[169] Köprülü, a.g.e., s.194; Mesnevî hakkında daha fazla bilgi için bakınız: Abdülbaki Gölpınarlı, “Mevlânâ’nın Mesnevîsi”, Mevlânâ İle İlgili Yazılardan Seçmeler, haz. Vedat Genç, MEB., İstanbul 1994, ss.159-165.

[170] Mustafa Kara, Din, Hayat, Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, 3.bs., Dergah Yay., İstanbul 19120, s.109.

[171] Schimmel, “Rumi Calal al-Din”, The Encyclopedia of Religion, XII, pp.482; Linda Hess-Annemarie Schimmel, “Islamic Poetry”, The Encyclopedia of Religion, XI, p.387, pp.386-387; Fazlur Rahman, “Islam”, The Encyclopedia of Religion, VII, 315, pp.303-322; J. Spencer Trimingham, The Sufi Order in Islam, Oxford University Press, London, 1971, p.61; Nasr, İslâm Sanatı ve Maneviyatı,s.161.

[172] (Yaratılışı Allah sevgisiyle yoğrulan Hak Pîr’i (Mevlânâ) bana yüz gösterdi. O pîr ki Kur’ânı Fars diliyle yazdı.) Muhammed İkbal, Esrar ve Rumuz Benlik ve Toplum, çev. Ali Yüksel, 2.bs., Birleşik Yay., İstanbul 1996, s.26.

[173] Nihad Sâmi Banarlı, Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri, Kubbealtı Neşriyât, İstanbul 1984, s.215.

[174] Nasr, İslâm Sanatı, s.161, 164.

[175] Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî, İslâm Önderleri Tarihi, çev. Yûsuf Karaca, Kayhan Yay., İstanbul 1992, I, 514.

[176] Banarlı, a.g.e., I, 314-315; Aytekin, a.g.t., s.224.

[177] Fevzi Halıcı, “Mevlânâ Seminerini Açış Konuşması”, Uluslararası İkinci Mevlânâ Semineri Bildirileri, s.2, ss.1-2.

[178] Cahid Baltacı, “Osmanlı Eğitim Sistemi”, Osmanlı Ansiklopedisi, I-VII, Ağaç Yay., İstanbul 1993, II, 137, ss.5-145; Hz. Mevlânâ’nın ve Mesnevî’sinin Hindistan’daki tesirleri için bakınız: Annemarie Schimmel, “Mevlânâ Hindistan’da”, Mevlânâ ve Yaşama Sevinci, haz. Feyzi Halıcı, Güven Matbaası, Ankara 1978, ss.69-78.

[179] Kemâl Yavuz, Mevlânâ Mesnevî‑i Murâdiyye, Muînî’nin çevirisinden, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1982, Önsöz, s.V; Mevlânâ ve Mevlevîlik hakkında daha fazla bilgi için bakınız: Trimingham, a.g.e., s.60-62.

[180] Kul Sadi, a.g.e., s.22.

[181] Aksun, a.g.e., VI, 427-428.

[182] Koner, a.g.e., s.XVI-XVII.

[183] Müjgan Cumbur, “Mevlânâ’nın İlk Mütercimi Gülşehri, ” Mevlânâ Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlânâ Üzerine Araştırmaları, haz. Feyzi Halıcı, s.31, ss.31‑35.

[184] en-Nedvî, İslâm Önderleri, I, 514.

[185] Sofi Huri, “Garb Tefekkür Âleminde İslâmiyetin Tesiri ve Hz. Mevlânâ”, Türk YurduMevlânâ Özel Sayısı, 1964, s.62.

[186] Schimmel, “Mevlânâ Hindistan’da”, s.76.

[187] K. A. Nizami, “Hindistan”, DİA., XVIII, 86, ss.85-92

[188] Yeniterzi, a.g.e., s.97-101.

[189] Schimmel, “Mevlânâ Hindistan’da”, s.78; Güllüce, a.g.t., s.84.

[1120] Çelebioğlu, “XIII-XV. Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlânâ Tesiri”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, s.36vd, ss.29-53.

[191] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.406-407; Ekrem Işın, “Mevlevîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, KB. ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul 1993-1995, V, 424, ss.422-430.

[192] Amil Çelebioğlu, “Hz. Mevlânâ’ye İzafe Edilen Bir Gazelin Şerhi”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, s.519, ss.519-524.

[193] Çelebioğlu, “XIII-XV. Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlânâ Tesiri”, s.53.

[194] Banarlı, Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri, s.219

[195] Mevlânâ, Mesnevî, I, 1-18. Bu kısım, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu tarafından, Mesnevî’nin kendi vezni ile manzûm olarak yaptığı tercümesinden alınmıştır. Bkz., Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Mesnevî‑Mevlânâ Kendi Vezni İle Manzum Tercüme, Ötüken Yay., İstanbul 1972, s.31-32.

[196] Koner, a.g.e., s.1

[197] Ayverdi, “Mesnevî Terbiyesi ve İnsanlık Alemi”, s.37-38.

ETİKETLER: