MESNEVÎ -9- Z. Özlem ABAY

A+
A-

MESNEVÎ -9-

Z. Özlem ABAY

AŞK OLMASAYDI, BU KÂİNAT NEREDEN OLURDU?

Şu neyin sesi ateştir; hava değildir, / Her kimde bu ateş yoksa o kimse yok olsun.

Neyin yanık nağmeleri insanın his dünyasını hareketlendirir. Kendi içine doğru bir yolculuğa çıkarır. İnsân-ı kâmil de konuşmaları ile bizi bir iç yolculuğuna, nefis hesaplaşmasına götürür. Bunun sebebi; insân-ı kâmili söyletenin, Hak Teâlâ olmasıdır. O; kendi hevâ ve hevesinden değil, içini kaplayan ilâhî aşk ile konuşur. Bu aşk Hak ile arasına giren dünya, beden ve diğer perdeler sebebiyle Hak’tan uzak kalışın özlem ve hasretinden oluşur. Sürekli Hakk’a kavuşmanın özlem ve hicrânıyla, yanar tutuşur. Mevlâna Hazretleri’nin;

“Kimde bu ateş yoksa yok olsun!” dediği işte bu ateştir. Yani aşktan murâdı; «ilâhî aşktır.» Kimde bu ateşten yoksa; riyâzat ve mücâhede ile bu aşka ulaşmak için uğraşsın. Yani, yok olsun; «varlığını yok etsin!» diyerek de duâ etmektedir. Aşkın ateşini tatmayan, sadece bedenden ibaret kalır. Asıl olan ise kalptir ve kalbin ilâhî sırları almaya açık hâle gelmesidir. Allah, kuluna yakındır. Lâkin insan, Allah ile arasına giren nefis perdeleri yüzünden bu yakınlığı unutur.

İNSAN UNUTUR!

Âyet-i kerîme’de;

“Andolsun; insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kāf, 16) buyurulmaktadır.

Nefis sürekli fısıldar ve kötülüğü emreder. Rabbimiz bu beraberliği haber verirken bizim bundan haberimiz yoksa kusur ve eksiklik bizdendir. Nerede olursak olalım Allah bizimle!

YA BİZ KİMİNLEYİZ?

•Gönlümüz Allah ile beraber mi?

•Gözümüz, kulağımız kimin emrini dinliyor?

•Birlikteliğimiz kiminle?

Hadîs-i şerifte buyurulduğu üzere, ameller niyetlere göredir. Öyle ise bizim niyetimiz ne? Hadîs-i şerîfimizin tam metnini verelim ve kendimizi bir silkeleyelim!

“Ameller niyetlere göre değer kazanır. Kişi neye niyet ettiyse onun karşılığını alır.

•Kimin niyeti Allâh’a ve Rasûlü’ne kavuşmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allâh’a ve Rasûlü’ne hicret sevâbıdır.

•Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.” (Buhârî, Sahîh, Bed’u’l-Vahy, 1)

Niyetin sözlük anlamı; azmetmek, kasdetmek, kesin irade ile kalbin bir şeye karar verip o şeyin niçin yapıldığını bilmesi demektir. Niyetimiz bizim ne yapmak istediğimizi ve hedefimizi ortaya koyar. Amellerimizin sıhhati bu yüzden niyete bağlıdır ve kıymetini niyetten alır. Niyetimizde ve ameli yaparken dil ve kalp beraberliği de çok önemlidir. Çünkü bize şahdamarımızdan yakın bir Rab varken; dilimiz iyiliği söylüyor, kalbimizde fitne fücur kaynıyorsa Allah bundan haberdardır. Kişinin Allâh’ın rızâsını umarak yaptığı her iş; niyetinden dolayı değer kazanır, yaptığı iş ibâdet hâline gelir. «Çocuğuma bakıyorum, evimi temizliyorum…» bunları da Allâh’ın rızâsını umarak yaparsam ibâdet hükmüne geçer inşâallah. Ailemizin geçimini sağlamak için yaptığımız iş de böyledir. Sadece dünya için çalışırsak, bu ibâdet sevâbından mahrum kalırız. Bu yüzden mü’min kullar, yaptıkları her işte önce Allâh’ın rızâsını umarlar. Bu samimî duygu, bizi kâmil mânâda insan yapar. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in buyurduğu üzere;

“Mü’minin niyeti amelinden daha hayırlıdır.” (Câmiu’s-Sağîr, 4/3810)

Bu yüzden mubah olan güzel şeyler niyetle ibâdete döndüğü gibi; bozuk niyetle yapılan, ibâdet bile olsa insanı günaha sürükleyebilir.

KALPLERİMİZİ TEKRAR GÖZDEN GEÇİRELİM!

•Niyetim nedir?

•Kimin için yapıyorum?

•Birlikteliğim kiminle?

sorularını kendimize her dem sormamız gerekiyor.

Kâmil mânâda insan olmanın yolu; «Ben!» demekten, kendi benimizin etrafında dönmekten vazgeçmektir. Sürekli; «Ben!» diyen kibre düşer ve insanların gözünde de küçülür. Yaşadığımız ne varsa hepsi Rabbimiz’in lutfu ve ikrâmıdır. Fazlındandır, nimettir! Bu yüzden dilimizde gönlümüzde hep;

«Sen yâ Rabbî!» olmalıdır. Çünkü neyimiz varsa Rabbe aittir. Cisim olarak bedenimiz, rûhumuz, dünya varlığı, hepsinin mülkü Allâh’ındır. Bizler sadece emânetçiyiz. Can denilen bir emânetle, ömür denilen zamanı geçiriyoruz. Bu yüzden emânetlerimize bu şuurla bakmalı ve muamelede bulunduğumuz her ânı büyük bir edep ve hiçlik duygusu içinde yaşamalıyız. İnsana yakışan da budur. “Hiç olduğunu bilen Rabbini bilir!”

İnsanlar ve varlıklar kendi cinsleriyle olmaktan mutlu olur. Mü’min de mü’minin yanında ferahlar. Kalbinde Allâh’a dönme ve aşk ateşi bulunan sâlih kullar her şeyde bu özlemi hatırlar ve Allâh’ı anarlar. Âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere;

“De ki: Herkes, kendi mîzaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.” (el-İsrâ, 84)

İnsân-ı kâmilin öğüt ve nasihatleri de sâlih kullara tesir eder. Onların aşk ateşini yakar. Mevlânâ Hazretleri’nin gönlündeki ateşi de Şems Hazretleri yakmıştır. Mevlânâ Hazretleri, Şems Hazretleri’nden önce Konya medreselerinde müderrislik yapıyordu. Döneminin âlimiydi. «Hamdım!..» tabiriyle, ilim ile uğraştığı dönemi; «Piştim!..» diyerek bu zâhirî ilimler ile muhabbet ateşinin yanmaya başladığı dönemi; «Yandım!..» diyerek de sır ve hikmetlerle yoğrularak fânîlikten sıyrıldığı devreyi ifade etmektedir.

Mevlânâ Hazretleri’ndeki bu istîdât Şems Hazretleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Nebîler, mürşidler, insân-ı kâmiller insanda var olan istîdâdı ortaya çıkarmaya çalışırlar. Bunun için insanları eğitirler. Peygamber Efendimiz;

“İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibidir. İslâm öncesi dönemde hayırlı olanlar, İslâm döneminde de İslâm’ı kavramak kaydıyla hayırlıdır. Ruhlar askerî birlikler gibidir. Birbirleriyle tanışan ruhlar birbirleriyle kaynaşırlar, tanışmayanlar da ayrılığa düşerler.” (Buhârî, Enbiyâ, 2) buyurmuştur.

İnsanlığımızın farkına varabilmek için Kur’ân-ı Kerîm’in ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadîs-i şeriflerine kulak kesilmeli, insân-ı kâmilleri dinlemeliyiz. Yüreğimizde îmânımız adına kaynayan bir derdimiz olmalıdır.

“Rabbim Sen bu âyetleri; Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem ile bize boşa göndermedin!” demeliyiz. Fıtratımızda var olan istîdâdımızın ortaya çıkması için çaba göstermeliyiz. Mücâhede, zikir ve ibâdetle Allâh’a ulaşmak için yollar aramalıyız. İbâdette, kullukta; aşk ile Rabbimiz’e yol almalıyız. İnsan olarak kemal bulmuş bir îman ve son nefeste bu îmanla göçebilmek gibi bir hedefimiz olmalıdır.

Kemal sahibi bir mü’min olmak için aşkla ibâdet ve tâat eden bir kulluk gereklidir. Tasavvufun gayesi de kemal sahibi müslümanlar yetiştirebilmek için bu ateşi tutuşturabilmektir. Bu ateş olduğu zaman ibâdetler ve tâatler kula kolay gelecektir. Önemli olan, gönülde bu kıvılcımın çakmasıdır.

Rabbim «îmandan ihsana» bir kulluk hayatı yaşamamızı nasip etsin. Son nefeste îmân ile göçüp, yüz akı ile Rabbimiz’in huzûruna çıkabilmeyi nasip etmesi duâ ve niyâzıyla. Yazımıza Mevlânâ Hazretleri’nin sözleriyle son verelim:

“Aşk olmasaydı, bu kâinat nereden olurdu?”

MESNEVÎ -9-